10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
BEDRİ BAYKAM Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkın sesini dinleyerek CHP Genel Başkanlığı’na aday olması, sol siyasette süregelen belirsizliklere set çekti derken ve bu karar birçok açıdan partinin önünü açabilir diye düşünürken, hemen ardından da MYK’den Baykal’a dön çağrısı çıktı ve krizin büyüyerek sürdüğü belli oldu. CHP statükosunun bu ayrılıkla geçireceği deprem, partinin üst kademesini tutucu bir tavırla dört elle Baykal’a sarılıp dönüşünü talep etmeye itti... Geçen haftaki makalemi iki gün sonra, bir o kadar uzatarak sanal dünyada şunu önermiştim: Kılıçdaroğlu başkan olsun, Baykal da cumhurbaşkanı adayı... Şimdi bu istikamette ciddi bir yol alınmış sanılırken MYK işi yokuşa sürerek toplumla ters düştü. Bu yöntemle CHP, kimden geldiği belli olmayan bu sabotajı, Uzakdoğu dövüşçülerine has bir atiklik ve ters güç kullanımı ile karşı yöne geri çevirebilecek, bir zor durumu bir fırsata dönüştürebilecekti. Baykal MYK’nin baskısıyla dönerse, halk o zaman bunu bir “hülle istifası” şeklinde yorumlayabilir ki, bu da CHP adına çok zararlı bir hava yaratır. Şayet bu “kaset” skandalı patlak vermeseydi, bu hafta aylardır izlediğiniz “Demokratik Devrim” çıkışımızın kurultaya yansıması için çabalar gündeme gelecekti. Siyasi tarihimizin en keskin virajının arifesinde, CHP’nin halkın karşısına nasıl çıkacağını belirleyecek olan bu son durak en kritik kararların alınması gereken yerdi. Sonuçta “Demokratik Devrim Hareketi”nin hazırladığı tüm pakete itibar etmese de, Baykal bile birkaç aydır sürekli yenileşmeden söz eder hale gelmişti. Halbuki Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklanmamış olsaydı, beliren tabloda bırakın radikal değişimleri, Baykal’ın izin verebileceği vitrin yenilenmeleri bile, kalan süreç ikna çabalarına harcandığından gündeme gelemiyor ve CHP intihara koşarcasına bu kurultaya sıfır hazırlıkla yürümüş oluyordu. Bu başıboşluk, halkın da talep ettiği çıkışla son bulmuşken, MYK içinde can havliyle “panik atak” diyebileceğimiz bu Baykal’a sarılış ve Sav’ın istifasını talep etme, nehrin akış yatağına karşı çıkma gibi bir tavır. Yaşanan krizin somut varlığı artık kamuoyu önünde yadsınamaz şekilde ortadaydı ve “bunlar CHP’yi destabilize etme oyunu” diyerek işin içinden çıkılamıyordu. Şöyle bir gerçek var: Halk enayi yerine konmak istemiyor ve her yerde tekrarlanan sondajlara katılan kitleler Baykal’ın geri dönmemesi ve Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı konusunda ortak bir önemli kararı çekinmeden ortaya koyuyor. Bu olgu şu soruyu beraberinde getiriyor: Siyasi partilerin esas sahibi kimdir? O partiyi elinde tutan ve “mahalle baskısı” kuran üç-beş kişi mi? Daha geniş anlamda örgüt mü? Yoksa oylarıyla o partiye varoluş nedenlerini oksijen gibi veren halk mı? Yöneticiler bunu duymak istemese de herhalde yanıt sonuncusu. Sonuç olarak halk ezici bir çoğunlukla Kılıçdaroğlu’nu işaret ederken, Baykal’ın son görüşmelerinde kendisine “tüm partinin desteğini, geleneğimize uygun şekilde al da gel” demesinin pek inandırıcılığı yoktu. Çünkü zaten CHP geleneğinde hiçbir zaman, ne geçmişte, ne son yıllarda böyle bir sahte “toptan uzlaşma” değil, rekabete dayalı bir açık zemin oldu. Kılıçdaroğlu ise halkın bu yapıcı baskısıyla, CHP statükosunun Baykal’a yakın bölümünün yarattığı “Aday olan münafıktır” havasını yenip kendi adaylığını cesaretle ortaya koydu. Baykalcı ekip, bu kadar yeni ve kendilerine göre az kıdemli ismin birden “1” numaraya yükselme olasılığını kabullenemeyip daha düne kadar estirdikleri “Baykal giderse parti dağılır” söylemini, MYK’de mantık dışı suçlamalarla tekrar ısıtıp, ortamı kaosa sürüklemekten çekinmediler. Bu açıdan Sav’ın ve 60 milletvekilinin Kılıçdaroğlu’na hızla destek vermesi son derece kritik ve önemli: CHP en haşin kurultaylarından birine gidiyor olabilir. Kurultaya artık 4 gün kala, CHP, Kılıçdaroğlu’nun adaylık açıklamasının itme gücüyle bu ağır ortamı, partiyi iktidara taşıyacak bir formüle dönüştürmeye ve demokratik değişim rüzgârını yakalamaya mecbur. Bu çıkışla şayet MYK’nin tutucu kanadı kriz merakından vazgeçerse CHP Baykal’ı kaybetmeden çok sesli ve eski liderinin gücünü de, değişimin ivmesini de eşzamanlı kullanan bir görünüme kavuşur. Aksi bir statüko ve inat, Cumhuriyete mal olabilecek faturaları beraberinde getirir. Kılıçdaroğlu’nun bu aşamada adaylıktan çekilmesi son derece yanlış olur. Demokratik bir yarış, statüko baskısına boyun eğmekten çok daha iyidir... CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Kılıçdaroğlu ile İktidar veya Statüko ile İntihar! HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 18 MAYIS 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Recep’in ecdadı Osmanlıymış. Vahdettin nesi oluyormuş? Turnike Soner Önal: “Evet CHP kapatılıp vakıf-müze olmalı, giriş turnikeli olmalı, turnike Ertuğrul Günay olmalı!” Zenginlik Zekai Buluç: “Lüks otomobilde talep patlaması olmuş. Böyle olur türedi zenginin görgüsüzlüğü!” Dayı Mustafa Gürmeriç: “Dayı, dayı/ Kasımpaşalı dayı/ Çatma kurban olayım kaşını/ Üzme tatlı canını/ imambayıldı yap patlıcanı!” YağmurDeniz Ahlaksız bir kepazelik dosyası CİVANIMIN padişahı Fatih Sultan Recep’in eski matbuat müşaviri ve gazeteci eskisi Ahmet Tezcan efendiye ithafımdır: Dört yıl kadar önceydi. Gazeteye orta yaşta bir ziyaretçi geldi. Sağcı bir dergide editörlük yapıyormuş. Beni ismen tanıyormuş fakat ben onu tanımıyordum. Neyse... Derginin adını şimdi unuttum, editörün adını da hatırlamıyorum ama masaya bir dosya bıraktı ve “Hükümeti düşürecek skandal bu dosyanın içinde” dedi. Dosyayı açtım; içinden çıkan belgeler ve fotoğraflar karşısında şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım, “Bu iş beni aşar” dedim ve hemen yazı işleri müdürü arkadaşım Mehmet Sucu’yu çağırdım. O gün oda arkadaşım Orhan Ağabeyi (Erinç) yoktu. Mehmet, dosyayı şöyle bir inceledi, “Gözlerime inanamıyorum, böyle ahlaksız bir kepazelik” olmaz dedi. Gelen ziyaretçi, bu dosyanın yayımlanması üzerine daha büyük bir kepazeliğin dosyasını getireceğini söyledi. Mehmet az sonra dönmek üzere izin isteyip gitti. Geldiğinde yayın ilkelerimiz açısından başbakan da olsa böyle bir kepazeliği okurlarımızla paylaşamayacağımızı söyledi. Adama teşekkür ettik, gitti. Birkaç ay sonra yatağında ölü bulunduğunu öğrendik!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ROMA döneminde Kudüs’te hafif meşrep bir kadın olarak tanınan Menyelli Meryem’in recmedilmesine yani taşlanarak öldürülmesine karar verilir. İnfazda hiç istemediği halde İsa peygamber de hazır bulunur ve ilk taşı atması kendisinden istenince, “İlk taşı hiç günahı olmayan atsın” der. Böylece kadının hayatı kurtulur. Velev ki orada civanımın padişahı Fatih Sultan Recep olsaydı hiç kuşkusuz ilk taşı atardı! Çünkü sultanımız efendimiz bir melek kadar günahsız, adeta ikinci peygamber gibi. Aksi halde, ahlaksız bir komploya uğrayan Deniz Baykal’a ilk taşı atmaz, belden aşağıya vurmaya kalkışmaz ve hatta hoşgörü sultanı Hacı Bektaş Veli’nin “Eline, diline, beline sahip çık” öğüdünü ağzına almaya cesaret edemezdi! Demek ki bugüne dek Fatih Sultan Recep’in eli haksız kazanca bulaşmamış ve dolayısıyla boğazından haram lokma geçmemiş... Dili kimsenin gönlünü kırmamış... Beli de harama uçkur çözmemiş... Sorarsanız göz zinası bile yapmamıştır! İsa peygamberde bile olmayan bu özellikleri sultanımızın taşıyor olması, ona “adeta ikinci peygamber” denmesinin boşuna olmadığını gösteriyor. Hal böyle olunca... “Ahlaksız bir komplo üzerinden siyaset yapmak da ahlaksızlıktır” diyenlerin derhal tövbe edip adeta ikinci peygamber konumundaki sultana biat etmesi gerekiyor. Ama nerede bizde o biat kültürü, çok hukuklu ve en az üç çocuklu demokrasi anlayışı! Hukuk deyince... Bu olay, aynı zamanda ilahi bir uyarı olarak ele alınmalı ve derhal gereği yapılmalıdır. Yapılması gereken, bir melek kadar saf ve temiz, bir bebek kadar masum ve sevgi dolu ve tabii ki adeta ikinci peygamber olan sultan hakkında Meclis’te bulunan yolsuzluk ve sahtecilik dosyaları derhal imha edilmelidir. İmha edilmelidir çünkü bu dünyadaki günahkârlar eline, diline, beline sahip sultana hesap soramaz. Hele anayasa değişiklik hapı halka yutturulduktan sonra hiç kimse hiçbir şey soramaz. Haydi ümmeti Recep; sultana biat edelim; ayrıca öteki dünyada da himayesine mazhar olalım... Ümmeti Recep UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kõrmõzõ ka- buklu ve por- takal kadar iri bir mandalina cinsi. 2/ İçin için öfkelen- mek. 3/ “Bir - -- neşe say bu cihanõn baha- rõnõ” (Ne- dim)... İçinde bulaşõk yõka- nan musluk teknesi. 4/ Köylerde hekim- lik yapan kimse... Tarõmda kullanõlan azotlu gübre. 5/ Uzun omuz atkõsõ... Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ. 6/ Akõm şid- deti birimi kiloam- perin kõsa yazõlõşõ... Malezya halkõna öz- gü bir tür öldürücü delilik. 7/ İri bir hõyar türü... Balõk yakalamakta kullanõlan ucu iğneli kurşun parçasõ. 8/ Bir kimseye çalõştõğõ yerce verilen ta- til... Bir tür taze ve tuzsuz beyaz peynir. 9/ Ka- labalõk yerlerde birine sürtünerek doyum sağla- mayõ amaçlayan ve “fordculuk” da denen cin- sel sapõklõk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yumurta verimi yüksek bir tavuk õrkõ. 2/ Al- kolsüz içecek, meşrubat... Bir şeyi kiraya veren. 3/ Osmanlõlar döneminde Avusturya’ya verilen ad... Yunan rakõsõ. 4/ Rütbesiz asker... Merkür ge- zegenine verilen bir başka ad. 5/ “Her kalbi dol- duran zile her sineden ---” (Yahya Kemal)... Ke- miklerin yuvarlak ucu... Japon lirik dramõ. 6/ Mey- ve şekeri. 7/ Buyurucu... Posta paketi. 8/ Binek hayvanlarõnõn sõrtõndaki oturmalõk... Ceviz. 9/ Kur- naz, açõkgöz... Tehlike işareti. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 H İ J Y E N G E E D E Ş O S O N L A N S A E B E İ E T Y E M E Z K E T E H A N E O R N L F E N B A A H O A A L İ Z A R İ N S P İ R A L S İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 MAVİ SÜRGÜN SERDAR KIZIK Bir Ağaç, Bir Orman Gibi... Köşenin adı, Anadolu sevdalısı, doğa ve deniz tutkunu Halikarnas Balıkçısı’nı çağrıştırıyorsa ilk anda, ona “merhaba”yla başlayalım yola. Bu selam, herkesedir aslında. Gökyüzü ve denizlerin mavisini, sürgün veren fidanın yeşilini yaşamımıza katalım ardından. Cumhuriyet’in tarım yazarı, özlemle andığımız, “Çifçi Dostu, Sadullah Usumi”ye de merhaba... Bu vahşi tüketim çılgınlığı, bu küresel sömürü düzeni, iki yıkıcı etkiyi de beraberinde getiriyor. İnsanı ve doğayı tüketiyor. Bundan ötürü derdimiz denizler, toprak, hava, su ve insan... Kısacası “can”... Karadeniz’de tüccarın insafına terk edilmiş fındık üreticileri, Ege’de, Çukurova’da giderek daraltılan pamuk alanlarında ömür tüketenler. Arıtmasız termik santralların gazlarıyla solukları zehirlenenler. Asırlık zeytinlerini kurtarmak için madencilere direnen Edremitliler, Burhaniyeliler. Yaşam mücadelesinde temel direkleri çamfıstıklarını altın avcılarına karşı savunan Kozaklılar. Elmalı Çığlıkara ormanlarında eşsiz sedir ağaçlarını Çin, İspanyol ortaklı çokuluslu şirketlere karşı kurtarmaya çalışan Avşar, Zümrütova, Tekke ve Armutlu köylüleri. Artvin’de Fırtına Deresi’ni, Köyceğiz’de Yuvarlakçay’ı inatla savunanlar. Çok değil on yıl önce, tarımda dünyanın kendine yeten yedi ülkesi arasındayken, bugün ithal buğdaya, pirince, elmaya, cevize, armuda, hatta karpuza mahkûm edilen tüketiciler. Ürettiği para etmeyen, dünyanın en pahalı mazotunu, gübresini kullananlar. Ne ekeceğini, dikeceğini bilmeyen, bir yıl salatalık, diğer yıl patlıcan, olmadı soğan üretimine yönelenler. IMF, Dünya Bankası ve AB politikaları, iktidar kurbanı köylüler. Yabancı bankaların neredeyse zorla dağıttıkları kredileri ödeyemeyip, toprakları elden gidenler. Boş tutulan tarlalar, kente göçe zorlananlar. Üretmek için değil, tüketmek için sağlanan “doğrudan tarım destekleriyle” avutulanlar. Marketleri yabancılaşmış, diğer ülkelerin “zararlı katkı maddelerinden ötürü” geri çevirdikleri domatesi, inciri, fındığı tüketenler. Genetiği değiştirilmiş gıdalarla (GDO) büyüyen, geleceği belirsiz çocuklar... Yağmalanan çevre... Madencilik adına delik deşik edilen dağlar, taşlar, ormanlar. Peşkeş çekilen ırmaklar, dereler. Kuruyan göller, sulak alanlar. Balıkları azalan, kirletilen denizler. Kimyasal atık yorgunu nehirler. Nesli tükenen kuşlar, bitkiler. Soluduğunuz havayı çalan arıtmasız sanayi tesisleri... Sorunlarımız ortak, çözümlerimiz aynı. Bu güzel yurdun insanına güvenerek, kurdunu, kuşunu, ormanları, ırmakları ve topraklarını, denizlerini, havasını, suyunu severek. Tarımdaki kötü gidişe, doğanın ve çevrenin talanına duyarsız kalmadan. Kesilen bir ağacın, kirletilen küçük bir doğa parçasının hayatımızı eksilttiğini bilerek. “Bana ne” demeden, tek başına çaresizlik sergilemeden, mücadele ederek, örgütlenerek, “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” yaşamaya. Yaşarken devrilmeden, hayata kök salmaya. “Toprak bizim canımız” türküsüyle bir kez daha candan merhaba... serdarkizik cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle