25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 MAYIS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9 CMYB C M Y B SÜHEYL BATUM Yazdı Gerçekler, Yalanlar ve TV Anayasa değişiklikleri Meclis’ten geçti. Hem de dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyecek şekildeki değişiklikler. Neden mi böyle diyorum? Yazılı anayasalar yapma süreci 18. yüzyılda başladı. İlk örneği de 1787 ABD Anayasası’dır. Yani 1787’den bu yana, İngiltere gibi istisnalar dışında, her ülke yazılı bir anayasa yaptı ve değiştirdi. Ama tabii ki anayasalar, bir anlamda “dalgalar” biçiminde yapılıyor. Belli dönemler geliyor, ihtiyaçlar yoğunlaşıyor, konjonktür değişiyor ve anayasalar yapılıyor ya da değişiyor. İşte dünyada son “anayasacılık dalgası” da, 35 yıl önce başladı. İspanya, Yunanistan, Portekiz ile... Onlar diktatörlükten çıkıp, demokrasiye geçtiler. Yeni anayasalar yaptılar. Ardından da Sovyetler Birliği yıkıldı. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Kafkas, hatta Afrika ülkeleri yeni anayasalar yaptılar. Ve bu “anayasacılık süreci” içinde, bu 35 yıl içinde, tek bir demokrasiye geçen ülke bile, anayasasını bu biçimde yapmadı. Bu koşullarda yapmadı. Bu nedenle “ne var, eskisinden kötü değil ya” ya da “bir kere başlansın” diyenlere inanmayın. Kesinlikle yalan söylüyorlar. Böyle yapan bir tek ülke göstersinler. “Darbe anayasasını değiştirdik” deyip, sizleri kandırmaya çalışanlara da inanmayın. Onlar, Türk milletinin balık hafızalı olduğunu zannediyorlar. Oysa bu “darbe anayasası”, 15 kez değişti, 1995’te ve 2001’de de çok köklü değişiklikler yapıldı. Özgürlükler alanı genişletildi, Kürtçe konuşma yasağı kaldırıldı. Pekiyi yeterli miydi? Tabii ki hayır. Ama bugün yapılanların hiçbiri de o eksik alanlarda değişiklik getirmiyor. Ne hukukun üstünlüğü alanında, ne siyasetin demokratikleşmesi alanında, ne eşitlik alanında. İsterseniz bir sağlama yapın. Bakın bakalım, şimdiki değişiklikler sizlere neler getiriyor. İşçiler de baksın, kadınlar da, öğrenciler de, tarım kesimi de, Aleviler de, basın mensupları da. Ve bir tek kişi, “benim şu isteğime, şu somut çözümü getirdi” desin bakalım. Üstelik bir sağlama daha yapabilirsiniz. Bir bakın bakalım; “son 20-25 yılda neleri tartıştık”; örneğin kadın-erkek eşitliği, basın özgürlüğü, lider sultası, dokunulmazlıklar, Alevilerin hakları, sendikal haklar, kişi güvenliği. Pekiyi o sorunlardan hiçbirine bir çözüm var mı? Kesinlikle hayır... Ama sadece o iki maddede, AKP’nin zorunlu gördüklerine çözüm var. Pekiyi bu durumda bir sorun bakalım, anayasanın, sadece iktidar partisinin istediği konularda ve sadece o partinin oylarıyla değiştirilebildiği tek bir ülke örnek var mı? Ve size tek bir örnek bile gösteremeyenler, bunun yerine “darbe anayasasını değiştirdik” ya da “eskisinden kötü değil ya” diyenler, belki gerçekten bilmiyorlardır. Ya belki gerçekleri saklamak istiyorlardır. Örneğin belki haklarında “zimmet, kalpazanlık, resmi evrakta sahtecilik gibi suçlar” nedeniyle soruşturma açılmıştır. Ya da belki “devletin trilyonlarını buharlaştırmak suçu ile” soruşturma vardır. Ya da belki “çocuklarımı okutacak param yok, arkadaşlarım okutuyor deyip, sonra o çocuklara gemiler almış ya da yeni zenginlere ortak etmişlerdir”. Ve belki korkuyorlardır. Ve belki bu nedenle yargıyı ele geçirmek istiyorlardır. İş kaldı bundan sonrasına... Cumhurbaşkanı, hemen imzalayacaktır, göreceksiniz. Zaten bugüne kadarki uygulamaları da, ne yapacağını açıkça göstermedi mi? Bunun dışında, tabii ki Anayasa Mahkemesi’ne gidilebilir ve gidilecektir de. Bunlarda kuşku yok. Ama bir de 60 gün sonra halkoylaması aşaması var. Ve bunun için çok dikkatli olmalıyız. En azından, referandum sürecinin açık bir beyin yıkama süreci olarak kullanılmasına mutlaka engel olmalıyız. Bunun için televizyonların kullanılmasına da... Nasıl mı? Yüksek Seçim Kurulu’nu ve referandum sürecinde tek yetkili olduğunu unutmayalım. Ve maalesef 2002’den beri olduğu gibi, onun da unutmasına izin vermeyelim. ÖZLEM ALTUNOK G özleri en çok oğlundan söz ederken par- layan bir adam... İkinci sõrada hâlâ pro- fesyonel bir müzik eğitimi alamamõş ol- duğu için hayõflanan, oysa Londra Philarmonia Korosu’nda solistliğe kadar uzanmõş bir müzis- yen tutkusunun õşõğõ var. Sõralamanõn sonuna kül- tür-sanat dünyasõndaki yöneticilik, danõşmanlõk vasfõ kalsa da, biz onu en çok bu yönetici, da- nõşman kimliğiyle tanõyoruz. Yõllarca İstanbul Kültür ve Sanat Vakfõ’nõn ge- nel müdürlüğünü yapmõş, ardõndan pek çok kül- tür sanat kurumunun danõşmanlõğõ ve yönetici- liğini üstlenmiş Melih Fereli, şimdi de Vehbi Koç Vakfõ Kültür-Sanat Danõşmanõ olarak, geçende “Starter” sergisiyle açõlan vakfõn yeni mekânõ Arter’i anlatõrken heyecandan yerinde duramõyor: “Çağdaş sanat günceldir, yenilikçidir, eleş- tireldir, disiplinler arası buluşmaları özenli- dir, görsel ve uluslararası birliği oluşturur, pek çok sınırları aşarak pek çok insana ulaşır...” diye sõralayarak başlõyor yeni projesini heyecanla anlatmaya. Her ne kadar şu günlerde hayatõnõn merkezinde bu yeni “proje” yer alsa da onun ha- yatõnda pek çok köşetaşõ var. ÇAĞDAŞ SANATA ODAKLANMA - Vehbi Koç Vakfı, kuracağı ‘müzeler komp- leksi’ öncesinde açtığı mekân ‘Arter’le farklı bir koleksiyon ve müzecilik anlayışı ortaya ko- yar gibi görünüyor. Koç Vakfı’nın sanat ya- tırımları zincirinin son halkası Arter’le nasıl bir dönüşüm, atılım hedefliyorsunuz? Arter’in kurumsal çatõsõnõ Vehbi Koç Vakfõ oluştursa da, hayata geçirilmesi ve koleksiyo- nunun oluşturulmasõnda öncülük Ömer Koç’a ait. Mekânõn öyküsü içinde birkaç öyküyü birden ba- rõndõrõyor. Ortaya çõkan büyük resim belki son 3 sene içerisinde kamuoyuna yansõyan tarafõyla, ‘Vakıf da neler yapıyormuş’ gibi bir tepkiyi do- ğuruyor. Eğitim, sağlõk alanõndaki yatõrõmlarõy- la bilinen vakõf, kültür sanat alanõnda şimdiye ka- dar daha çok müzecilik üzerine odaklanmasõyla tanõnõyordu. Kültür sanat alanõnda dağõnõk bir gö- rüntü arz eden bu girişimleri daha geniş bir kit- leye ulaştõrmak ve faydalõ olmak için hep bera- ber stratejik bir plana dönüştürdük ve bu plan çer- çevesinde ortaya çõkan sonuç vakfõn çağdaş sa- nata odaklanmasõ oldu. GLOBAL BİR KOLEKSİYON - Ömer Koç’un kayda değer bir çağdaş sa- nat koleksiyonu olduğu biliniyor, ama Ar- ter’deki koleksiyon ayrı bir bütün, öyle değil mi? Bu koleksiyonun ayırt edici özellikleri ne- ler? Ömer Bey aile geleneğine çağdaşõ da ekleye- rek klasik sanat, İznik çinileri ve tarihi fotoğraf- larla da ilgilenen tutkulu bir koleksiyoner. Ama biz vakfõn bu yeni koleksiyonunu her- kesten farklõ bir stratejiyle oluşturmaya gayret et- tik. Guggenheim, Tate Modern gibi modellere bakmak yerine, kendi çağdaş sanatõmõza odaklanõp hedef kitleyi başka açõlõmlara taşõyabilmek için de ülke sõnõrlarõnõn dõşõna çõkmaya karar verdik. Stratejimiz şu: Yüzde 40’õ Türkiye’de veya yurtdõşõnda yaşayan sanatçõlarõmõzdan, yüzde 35’i Türkiye’ye komşu coğrafyayõ kapsayan, geri ka- lan yüzde 25’i de dünyanõn diğer bölgelerinden sanatçõlarõn bir armoni, diyalog içinde olabile- ceğini düşündüğümüz eserleriyle koleksiyonu- muzu global bir koleksiyon haline getirmek. Küratör ve danõşman olarak Rene Block’la ça- lõştõk ve koleksiyon içinde öncü sanatçõlar açõ- sõndan öyle referans eserler olsun ki, koleksiyon yurtdõşõndaki birtakõm yerleşik sanat kurumlarõ- nõn düzenleyebileceği sergilerde de cazip bir ödünç alma noktasõ haline gelsin istedik. Amaç, adõmõzõ dünya müzelerinin düzenlediği sergiler- de ödünç vereceğimiz eserlerle de duyurmak. Bu nedenle koleksiyonun kronolojik olmasa da 60’lardan bugüne sanata tarihsel bir bakõşõ da var. BİR KOLEKSİYON SERGİSİ - Arter’in bir müze olmadığını, olmayaca- ğını ve mekânın bir üretim merkezi olacağı- nı söylediniz basın toplantısında. Yine de bir koleksiyon sergisiyle açıldı mekân, bununla ne- yi anlatmak istediniz? Arter’i bir koleksiyon sergisiyle açtõk, çünkü bir öykü anlatmak istiyorduk. Bu koleksiyon bir ara durak, süreç içerisinde ürettiğimiz sergiler- le hem yeni çalõşmalarla hem aile koleksiyo- nundan eserlerle genişleyecek. Arter’i, sanatçõ- larõn özgüveninin desteklenmesi, aidiyet duy- gusuyla yeni üretimlere girişecek şekilde cesa- retlendirilmeleri, onlara kaynak ve alan sağlayan bir çekim merkezi, tohumlama alanõ olarak kur- guladõk. Hazõr sergilere karşõ durmaya çalõşaca- ğõz ve sanatçõlarõn kendi projelerini yaratmalarõna önayak olacağõz. Sanatçõlar karşõsõndaki en bü- yük tehlikelerden biri de desteğin sürdürülebilir olmayõşõ, biz sürdürülebilir ama müdahaleci ol- mayan bir destekle böyle bir güvence sunacağõz. MÜZELER KOMPLEKSİ - Gelelim, uzun zamandır planlanan ‘mü- ze kompleksi’ne... Duyduğumuz kadarıyla Haliç’te açılması düşünülüyor. Biliyorsunuz ki, Sadberk Hanõm Müzesi, Koç ailesinin evlerinin müzeye dönüştürüldüğü bir me- kân. Müzede Türk-İslam eserleri ve Anadolu me- deniyetleri koleksiyonu yer alõyor. Büyükde- re’deki bu tarihi iki yapõda, çağdaş müzecilik yap- mak zor, yangõn tehlikesi var, sigorta primleri yük- sek, bakõmõ ve eserleri muhafaza etmek zahmetli, dolayõsõyla müze kadrosu da güç koşullar altõn- da çalõşõyor. Hedefimiz, bu koleksiyonlarõ da çağdaş sanat koleksiyonuyla birlikte merkezi bir yere taşõya- rak, üç ayrõ yapõ oluşturup, bir müzeler kompleksi yaratmak. Bunu yaparken de performans me- kânlarõ, salonlarõ, kafeleri, eğitim alanlarõ ve hey- kel bahçesiyle bir kompleks yaratmak ve aynõ za- manda mimari hayatõmõza da sembol bir yapõ ka- zandõrmak istiyoruz. Haliç kõyõlarõ uygun görünse de, o yeri henüz bulabilmiş değiliz, görüşmeler- se hâlâ sürüyor. YENİ KUŞAK İŞADAMLARI - Türkiye’de son dönemde kültür sanat alanında yatırımların artması, yeni mekânların açılması, koleksiyonculuğun rağbet görmesi, müzayedelere ilginin yoğunlaşması birbirini tetikleyen girişimler olarak dikkat çekiyor... Bugünkü sürecin başlangõcõnõ hasbelkader bir “oyuncu” olarak sahnede olduğum İKSV’nin genel müdürüyken 1995’te yine Rene Block kü- ratörlüğündeki 4. Bienale dayandõrõyorum. Bü- yük bir eşik atladõğõmõz o dönem, aynõ zaman- da İstanbul’a dõşarõdan bir odaklanmanõn yo- ğunlaştõğõ bir süreçti. 1990’larõn sonunda yurt- dõşõnda yapõlan ‘İstanbul’ temalõ sergilere ba- kacak olursak ciddi bir artõş görürüz, o artõş da- ha sonra da buraya yansõdõ. Bugün yaşanan bu sirkülasyon da salt moda gi- bi algõlanmamalõ. Kamuoyu önderi konumunda olan, belli bir birikimi edinmiş uluslararasõ etki- leşimdeki yeni nesil işadamlarõmõzõn girişimle- rinin bunda büyük payõ var. Onlar da kültür sa- nat üzerinden bõrakõlan izin herhangi bir ticari gi- rişimden daha büyük anlam taşõdõğõnõ gördüler. Öte yandan Akbank Sanat, Yapõ Kredi, Ga- ranti Platform, Borusan Müzik Evi’nin çağdaş sanatla ilişki kuracak şekilde kendini kurgula- maya çalõşõyor olmasõ, İstanbul’u daha da önemli bir merkez haline getirecek. Taksim’le Galatasaray arasõ ne kadar açõk bir alõşveriş mer- kezine dönüştürülmeye çalõşõlõyorsa o akõntõya karşõ Galatasaray-Tünel arasõndaki bölge üre- time açõk bir direnç noktasõ olacak. “Arter’i bir koleksiyon sergisiyle açtık, çünkü bir öykü anlatmak istiyorduk. Bu koleksiyon bir ara durak. Süreç içerisinde ürettiğimiz sergilerle, hem yeni çalışmalarla hem aile koleksiyonundan eserlerle genişleyecek.” “Büyükdere’deki tarihi iki yapıda, çağdaş müzecilik yapmak zor, yangın tehlikesi var, sigorta primleri yüksek, bakımı ve eserleri muhafaza etmek zahmetli. Hedefimiz, bu koleksiyonları da merkezi bir yere taşıyarak, üç ayrı yapı oluşturup bir müzeler kompleksi yaratmak.” Vehbi Koç Vakfõ Kültür-Sanat Danõşmanõ Melih Fereli’yle Arter ve müze projeleri, çağdaş sanat ve Avrupa Kültür Başkenti üzerine Sanata müdahalesiz bir destek İKSV beni ben yapan en önemli unsurdur. Yurtdı- şında yaşıyor olmakla bera- ber, bana sağladığı imkân- ları hiçbir şekilde edinemezdim. Bir yanınızda Riccardo Mutti, bir tarafınızda Isabella Rosselli- ni, Bob Wilson’ın oturduğunu, Pi- na Bausch’la proje konuştuğunuz bir ortamı düşünün. Ben orada ol- masaydım, onlar benim haya- tımdan geçmezdi. Onun için şim- di bu zenginliği başka bir dile çe- virmeye çalışıyorum, onun için çok tarakta bezim var ve bugün bu yüzden sanat ortamındaki bu devinimi daha yakından izleye- bilme fırsatım var.’ “Hayatõm boyunca kurumlarda hep tepe kadroda yer aldõm ama oralar- dayken yer silecek kadar küçülmeyi de bildim, izleyicilerimizi gösteri öncesinde kapõda karşõlamayõ da ve bunlardan çok şey öğrendim. İnsan sanat yöneticiliğini için- den geldiği şekilde ve tutkuyla yaşamalõ. Ama bu şu demek: Aile hayatõ, uyku yok, enerjiniz yüksek ve kamuoyundan hep ön- de olmalõsõnõz, kendinizi sürekli geliştirmeli, çok okumalõ, çok gezmeli ve insanlarõ hep dinlemelisiniz. Çalõştõğõm hiçbir yerde hi- yerarşiyi görmezlikten gelmedim ama uzak durmaya çalõştõm. Kararlarõ alan kişi ol- maktan çok uygulamanõn peşinde oldum. Taşõyabileceğim yükün altõndan kal- kabileceğimi gösterirken güvenebile- ceğim bir ekibi oluşturmanõn önşartõy- la yola çõktõm. Bunlarõn hepsinin man- zumesi belki de, aile içi paylaşõm, yatõlõ okul hayatõ, aldõğõm eğitim, var olmayan şeyleri yaratõrken harcanan çabanõn gücü, arka- daş sevgisi... Hepsi üst üste geldiğinde si- zi insan yapõyor.” TUTKULU BİR SANAT YÖNETİCİSİ ‘ “Öncelikle Avrupa Kültür Başkenti projesinin emekleme sürecindeyken daha anlamlı olduğunu, son yıllar- da hedefinden şaştığını ve turistik amaçla kullanılmaya müsait, kül- türel alışveriş tarafı ağır basması gerekirken olimpiyatları andır- maya başlayan bir kazanç alanına dönüştüğünü düşünüyorum. İstanbul ise bu projede önemli bir oyuncu olarak kendini ortaya ko- yabilecek önemli unsurlara sahip- ti. Ben projenin ilk danışma kuru- lu toplantısına katılıp bir konuşma yaptıktan sonra ayrıldım. Çünkü o ilk danışma kurulu toplantısında 50 kişi vardı, hemen söz alıp “Bir si- vil proje 50 kişilik bir ekiple yapı- lamaz, çünkü pratik değildir, çok- sesliliği sağlamak için çok sayıda in- sanın olması şart değildir, burada yapılması gereken şey bir artistik direktör atamak ve onun kendi küratörlerini atamasıdır” dedim. 2010, benden uzak kaldı ama buradan değerlendirirsem, devletin nere- deyse gasp ettiği, “Parayı ben ve- riyorum dolayısıyla benim dediğim, benim istediğim kişilerle olacak” gi- bi diktatoryal tavır ortaya koydu- ğu bir projeye dönüştü. Özetle AKB projesi İstanbullular için çok önemli kazanımlar sağlayabile- cekken birtakım popülist, içi boş söylemlerle bir panayır havasında ilerlemeye mahkûm.” ‘Kültür başkenti değil panayõr yeri!’ Mutlak Sessizlik İTÜFest’te İstanbul Haber Servisi - Ege ve Rumeli türküleri, oyun havalarõ, rebetikolar ve gele- neksel Yunan müziğinden eserler yorumla- yan Mutlak Sessizlik, 2006 yõlõnda ilk kon- serini verdiği İTÜFest’te yarõn tekrar sahne alõyor. Halka açõk ve ücretsiz olan konser İTÜ Ayazağa Yerleşkesi festival alanõnda saat 20.00’de başlayacak. Türk filmleri ABD’de NEW YORK (AA) - Kültür ve Turizm Bakan- lõğõ ile Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfõ işbirliğiyle 24-26 Mayõs tarihleri arasõn- da New York’ta “Türk Film Günleri” düzenle- necek. New York Kültür ve Tanõtma Ataşeli- ği’nden yapõlan açõklamada, New York’un ün- lü “Village East” sinemasõnõn New Yorklularla Türk filmleriyle buluşturacağõ bildirildi. Lynch’in İstanbul macerası Kültür Servisi - Amerikan sinemasõnõn önde gelen yönetmenlerinden David Lynch’in fotoğ- raf ve gravürleriyle İstanbullu sanatseverlerle buluşmasõ devam ediyor. İstanbul Film Festi- vali kapsamõnda açõlan ve usta yönetmenin gençlik yõllarõna ait yapõtlarõnõn sergilendiği “David Lynch’in Fotoğraf ve Gravürleri” ser- gisi, 29 Mayõs tarihine kadar Artane’de gezile- bilir. David Lynch, fotoğraf ve gravür alanõn- daki sõradõşõ çalõşmalarõyla 2010 Avrupa Kül- tür Başkenti İstanbul’da tüm sanatseverler için eşsiz bir buluşma olanağõ sağlõyor. Fotoğraflar: VEDAT ARIK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle