10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
S iz hiç kendi tari- hini inkâr eden ve dünya tarihi- ne eşi bulunmaz onur- la ismini yazdıran Cumhuriyet’ini oluş- turan kişileri yadsı- yan bir hükümet baş- kanını gördünüz mü?.. Osmanlõ İmparator- luğu tarihe gömüldük- ten sonra, bu büyük im- paratorluğun küllerin- den yepyeni ve cap- canlõ bir Türk Devle- ti’nin doğmasõnda baş- rolü oynayan Atatür- kümüzün liderliğindeki Cumhuriyetin yeni yö- neticilerine ve özellik- le de, Atatürk’ün ya- nõnda “İkinci Adam” konumunda olan İsmet İnönü’ye karalayõcõ bir söz söylemek kimin haddine olabilir?.. İsmet Paşa’nõn, Ulu- sal Kurtuluş Savaşõ- mõz’õn kazanõlmasõnda oynadõğõ emsalsiz rolü burada anlatmama ge- rek yok sanõyorum, çünkü her bilinçli Türk, İnönü’nün başarõlarõnõ zaten tarih kitaplarõndan okuyarak, belleğine ka- zõmõştõr. Evet, tartõşmasõz İs- met İnönü, çok büyük bir asker ve komutandõ. Peki, ya onun, Türk ulusuna diplomasi ala- nõnda kazandõrdõklarõna ne demeli?.. “Savaş” ve “diplomasi”, bir- birleriyle uzlaştõrõlma- sõ mümkün olmayan iki zõt kavram, hiç kuşku- suz! Lozan’da İsmet Paşa, unutulmaz bir “zafer” kazanmõştõr. Dünyanõn en başta gelen diplo- matlarõndan ve hatiple- rinden biri olan İngil- tere Dõşişleri Bakanõ Lord Curzon’u, söz- leriyle ve davranõşla- rõyla adeta dize getiren İsmet Paşa’yõ kim unu- tabilir ki?.. Lozan Konferansõ’nõn açõş nutkunu söyleyen Lord Curzon’dan sonra, protokolde yer alma- masõna karşõn, İsmet Paşa da kürsüye çõka- rak, Ulusal Kurtuluş Savaşõ’nõ zaferle taç- landõran Milli Müca- dele Hükümeti’nin gö- rüşlerini ve istemlerini dile getiren bir konuş- ma yapmõştõr. İsmet Pa- şa, bu konuşmayõ, ken- di inisiyatifini kullana- rak, kendisiyle aynõ gö- rüşü paylaşacağõndan emin olduğu Atatürk’e bile danõşmadan yap- mõştõ. İsmet Paşa bu dav- ranõşõyla, başta İngil- tere olmak üzere Batõ- lõ devlet adamlarõna, Batõlõlar karşõsõnda boy- nu bükük durmaya alõ- şõk olan Osmanlõ devlet adamlarõyla hiç ben- zerlik göstermeyen, ku- rulmakta olan yeni Türk Devleti’nin tem- silcisini tanõtmõş ve Os- manlõ Devleti’nin son zamanlarõndan farklõ olarak, yeni Türki- ye’nin, Batõlõ devlet- lerle tümüyle eşit sta- tüde olduğunu kanõtla- mõştõ.Yine Lozan Kon- feransõ’nõn açõlõş gü- nünde, kendisine öteki devlet temsilcilerinden daha aşağõ düzeyde olan bir koltuğun gös- terilmesi üzerine, İs- met Paşa, artõk yeni Türkiye’nin Batõlõ dev- letlerle eşit konumda olduğunun altõnõ çiz- mek üzere, bu duruma şiddetle itiraz etmiş ve kendisine de diğer dev- let temsilcileriyle aynõ boyutlarda olan bir kol- tuğun verilmesini sağ- lamõştõ. Bunlar, belki bugün sizlere ayrõntõlar gibi gelebilir ama diploma- side protokol kurallarõ- na ilişkin böyle ayrõn- tõlarõn çok önemli bir rolü vardõr. Geçmişte olduğu gibi bugün de, devletlere uygulanan protokol kurallarõ, dev- letler topluluğunda o devlete verilen önemin ve itibarõn bir ölçütü sayõlõr. Lozan’a gidene değin diplomasi ala- nõnda hiçbir deneyimi olmayan İsmet İnö- nü’nün, diplomasinin bu en temel kurallarõn- dan nasõl haberi ve bil- gisi olmuştu?.. İşte, İs- met Paşa’nõn, ülkemiz- de ondan sonra iktida- ra gelenlerle arasõndaki farkõ budur! İsmet Paşa, arkasõn- da, kendisinin her sö- zünü ve davranõşõnõ destekleyeceğine tüm yüreğiyle inandõğõ Ata- türk’ü hiçbir zaman ha- tõrõndan çõkarmayarak kendine özgüveni sa- yesinde, Lozan’da dün- ya liderlerine unutama- yacaklarõ dersler ver- mişti. Bugünkü iktida- rõn genellikle dõş bas- kõlara boyun eğerek ve dõş telkinlerle devleti- mizin dõş politikasõnõ yürütmesine karşõlõk; Atatürk ve İsmet İnönü, hiçbir zaman yabancõ devletler karşõsõnda bo- yunlarõnõ bükmeyerek, başlarõnõ her zaman dik tutarak, Türkiye Cum- huriyeti’nin ulusal çõ- karlarõnõ ödünsüz sa- vunmuş ve dünyaya, Osmanlõ İmparatorlu- ğu’nun 19. yüzyõl dev- let adamlarõyla hiçbir benzerlikleri olmayan yeni bir devletin tem- silcileri olduklarõnõ gös- termiştir. Yukarõda çok kõsa olarak niteliklerine de- ğinmeye çalõştõğõm İs- met İnönü’yü, dünyayõ kana bulamõş, 6 mil- yon Yahudinin dõşõn- da milyonlarca kişinin de vahşice ölümlerine neden olmuş olan Adolf Hitler’e ben- zetmek, o katille özdeş tutmak kimin haddine- dir?.. Çağdaş uygarlõğõ be- nimsemiş olan ülkeler- de, kendi tarihini inkâr eden ve onunla ters dü- şen bir hükümet başka- nõnõn, bunu söylediği- nin ertesi günü kamuo- yunun baskõsõyla ma- kamõndan istifa ettiril- mesi gerekirdi. Amacõ- nõn, Atatürk’ün göster- miş olduğu yolda yü- rüyerek Türkiye’yi çağ- daş uygarlõk düzeyine eriştirmek olduğunu ba- zõ kereler dile getirmiş olan Sayõn Başbakan Tayyip Erdoğan, aca- ba kendi tarihini çarpõ- tan ve kendi tarihini yadsõyan bir hükümet başkanõnõn makamõn- da hâlâ kalõyor olmasõ- nõ, “çağdaşlık” zihni- yetiyle nasõl bağdaşõr bulabilmektedir?.. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 MAYIS 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL 4/C Rezaleti MUSTAFA ÇAKIR’IN dünkü haberi, var olan bir rezaletin üstüne yenisinin eklenmekte olduğunu duyurmaktaydı: Kapatılan ya da birleştirilen belediyelerdeki 16 bin işçinin 4/C’li yapılmak istenmesinin ardından şimdi de başka belediyelerde çalışmakta olan 170 bin belediye işçisinin daha aynı statüye geçirilmesi düşünülmekteymiş. Bunun anlamı, yerel yönetimler için geniş bir taşeronlaştırma dalgasının gelmekte olmasıdır. Yani, kamu hizmeti olarak belediyelerce görülen bir yığın iş şirketleştirilecek ve kadrolu ya da sözleşmeli olarak çalışmakta olan on binlerce insan başka kamu kurumlarında kısa bir süre çalıştırıldıktan sonra büsbütün işsiz bırakılıp kapı önüne konacak demektir. Belediyelerde personel fazlası varmış, sayıyı azaltmak için bundan başka çare yokmuş. Hemen bir yığın soru geliyor insanın aklına. Birincisi, belediyelerdeki kadrolar şişkinse, bunun suçlusu yerel seçimlerde partiye oy verdikleri için politikacılarca işe alınan ya da aldırılan ve “nihayet düzenli iş bulduk” diye sevinmiş olan insanlar mıdır, yoksa olur olmaz vesilelerle gereksiz kadro şişkinliğine yol açmış olan yöneticiler mi? Vatandaşa önce iyilik edip sonra onu hayal kırıklığına uğratmak büyük günah değil mi? İkincisi de şu: Kamu hizmetini şirket hizmetine dönüştürmek, çalışanlara statü değiştirterek kişileri sendikasız, güvencesiz bırakıp edindikleri sosyal haklardan yoksun etmenin ötesinde, genel olarak da çalışma yaşamında bambaşka bir felsefenin egemen olmasına yol açmak demektir. Kendini kamu hizmetine adayan ve onun onurunu taşıyıp belli bir ahlak terbiyesiyle iş gören insanlarımızın azalışı bütün toplumun zararına olmuyor mu? Bütün bunlardan çok daha önemli olan bir nokta var: Özelleştirme furyasında ilk akla gelen çare taşeronlaştırma oluyor ve işsiz kalanlara 4/C. Gereği bir süre için de olsa ücret ödemenin ceremesi yine devlete yıkılıyor. Böyle şey olur mu? Hani özelleştirmenin en önemli amacı, 4046 sayılı yasadaki deyimle “kamu giderlerinin azaltılması” olacaktı? Hani özelleştirme daha fazla yatırım, daha fazla istihdam getirecekti? Oysa, özelleştirmenin en büyük fiyaskosu, hatta kısa zamanda ortaya çıkan en yüz kızartıcı yalanı bu oldu. Vaktiyle özelleştirme rüzgârlarına karşı çıkanları ulusal ekonominin azılı hainleri sayanlar ve haklarında Yüce Divanların, hatta neredeyse idam sehpalarının kurulmasını savunanlar çıkmıştı. O politikalarla kamu işletmelerinin kapatılmasına sebep olanların ve yeni istihdam yaratma olanaklarını devletin elinden kapanların cezalandırılması henüz belli olmayan bir tarihe kadar askıda kalmışa benziyor. K adõnlarõn top- lumda işgal ettikleri yer, gerçekleştir- dikleri işler, emeklerine karşõ alabildik- leri ücret, anne olarak top- lumun verdiği destek, bütün bu sorunlar elbette ilk önce zora koşulan, sömürülen, ezilen, eziyet gören, hõrpa- lanan kadõnlarõ ilgilendi- ren konulardõr. Fakat bunun dõşõnda kadõnõn konumsal konumu günümüz deyişiy- le toplumsal cinsiyete tanõ- nan değer ve kullanõlan öl- çütler aynõ zamanda devle- tin itibarõnõn da göstergesi- dir. İşte bu nedenle ister uluslararasõ alanda ister ulu- sal alanda olsun kadõn ko- nusu aynõ zamanda politik bir malzeme olarak da kul- lanõlmaktadõr. Örnek verelim: İran yoğun uğraşõlar sonucunda Birleş- miş Milletler’in Kadõn Sta- tüsü Komisyonu’na dört yõl süre ile üye seçilmiştir. Bu- na göre İranlõ kadõnlar, ne- den güneşlendikleri ve ne- den ince bir başörtüsü tak- tõklarõ nedeniyle tutuklana- bilecek, yargõlanabilecek bir ülkenin temsilcileri ola- rak başka bir ülkenin ka- dõnlarõnõn ne ölçüde eşit bir yurttaşlõk statüsüne kavuş- tuklarõnõ sorgulayabilecek- tir. Bu seçim kuşkusuz dün- ya kadõnlarõ için ümit vere- cek bir tercih olmamõştõr, buna karşõn İran devletinin itibarõnõ yükseltmiştir. Çarpıcı üç yaklaşım Diğer bir örnek: Uzun yõl- lar Boğaziçi Üniversite- si’nde öğretim üyeliği yap- tõktan sonra İngiltere’de Londra’daki ünlü SOAS (School of Oriental and Af- rican Studies)’ta öğretim üyesi olarak bulunan Prof. Dr. Deniz Kandiyoti kõsa bir süre önce Koç Üniver- sitesi’nde “Küresel ile ye- rel arasında toplumsal cin- siyet: Günümüzde Afgan kadınlar” konulu bir kon- ferans vermiştir. Kandiyoti, Afgan kadõnlarõnõn toplum- sal konumlarõnõ “iyileştir- mek” için yapõlan girişim- leri çarpõcõ üç yaklaşõm yar- dõmõ ile irdelemiştir. Girişimin ilki ABD’de 9/11 saldõrõyõ takiben döne- min başkanõ W. Bush tero- rizmi yenmek için Afganis- tan’a karşõ açtõğõ savaşõn gerekçeleri arasõnda “ka- dınları özgürleştirmek” isteğini de katmõştõr. Bu dü- şünceyi paylaşanlara göre Afgan kadõnlarõ, Amerikalõ silahlõ güçleri görür gör- mez burkalarõnõ atacaklardõ! Bir kõsõm Amerikalõ femi- nistlere göre, aslõnda katõk- sõz bir emperyalizm zihni- yetiyle girişilen askeri ha- rekât, kendi toplumlarõnda- ki eksikliklerini örtbas et- mek için başvurulan tipik bir oryantilist bahane sayõlõr. Judith Butler’in çok haklõ olarak belirttiği üzere “Eko- nomik sömürü ve kültürel baskı ile karşı karşıya ka- lan kadınlara, birinci dün- ya kadınlarına ilişkin dü- şünce kalıpları ile hitap et- mek kabul edilemez bir hatadır.” Kaldõ ki Afgan kadõnlarõ deyince akla kim- ler geliyor? Diyasporada yaşayan eski krallõğa men- sup üyeler mi? Bir mücahit kanadõnõn destekçileri mi? İltica kamplarõnda sürünen kadõnlar mõ? Afyon tarlala- rõnda çalõşanlar mõ? Yoksa gurbette yükseköğrenim görmüş meslek sahibi ka- dõnlar mõ? İkinci yanõltõcõ girişim. ABD’nin askeri müdahale- sinden sonra 2001’de o za- manki Alman başkenti Bonn’da yeniden yapõlan- maya çalõşõlan Afgan dev- letinin anayasasõ hazõrlanõr- ken topyekûn “ötekileştiri- len” Afgan kadõnlarõnõn top- lumsal konumlarõnõ iyileş- tirmek için son otuz yõldõr olgunlaştõrõlmõş olan birçok uluslararasõ sözleşmeler – örn. CEDAW (Kadõna kar- şõ her türlü ayrõmcõlõğõ kal- dõran sözleşme), Beijing ve Beijing + 10 Eylem Planla- rõ da eklendi, ayrõca bir Ka- dõn Sorunlarõ Bakanlõğõ da kuruldu. Fesat dolu düşünceler Bütün bu kapsamlõ karar- larõ uygulamaya koymak üzere ‘deneyimli’, kadõn çalõşmalarõ alanõnda uz- manlaşmõş Batõlõ/Asyalõ sos- yal bilimci kadõnlar Afga- nistan’a davet edilmiştir. Ancak bir yõldan az bir sü- reyi takiben bu kadõn so- runlarõ uzmanlarõ karşõ kar- şõya bulunduklarõ derin et- nik, dinsel, bölgesel, feodal ilişkiler ağõnõn parçalana- mayacağõ, parçalandõğõ yer- de ise ağõr bir yazgõ olarak süregelen örf ve ananelerle başa çõkõlamayacağõ sonu- cuna varõp başka ülkelerde daha verimli ve keyifli gö- revleri yeğlemişlerdir. Üçüncü yanõlgõ Taliban’la başa çõkamayan yönetimin uyuşturucu ticareti ve rüşvet mekanizmalarõ yardõmõ ile çok güçlü silahlõ savaş bey- leri haline gelen fraksiyon- larõn devlet mekanizmasõ ve güvenlik güçlerine dahil etmeleri olmuştur. Bunlar için, kadõn erkek eşitlik so- runsalõ üzerinde durulmaya bile değmez ‘batıl, fesat dolu, Batılı’ düşüncelerdir. Sonuç: Günümüzde ülke- lerin sõnõrlarõ içinde yaşa- mak zorunda kalan Afgan kadõnlarõn önemli bir kõsmõ dul olarak dilenmek ve fu- huş yapmaktan başka çare- leri yok; aileler afyon borç- larõnõ ödeyebilmek için er- kek-kõz çocuklarõnõ satmak zorundalar, cinsel saldõrõ ise hesabõ sorulmayan normal işlerdir. Toplumsal cinsiyet ile ilgili bu derin, karmaşõk, yaşamsal sorunsallar görül- düğü üzere dõş yardõm ile desteklenen teknokratik re- çeteler ya da yüzeysel öy- külenmelerle çözülemez. Kelimelerle yeter ölçüde betimlenen Afgan kadõnla- rõn durumu, dünyanõn diğer kõtalarõnda da ezilen, horla- nan, hakkõ verilmeyen ka- dõnlar gibi büyük devletle- rin çõkar mücadelesinde bir gündem maddesi, bir mal- zemeden öteye geçmemek- tedir. Türk kadın varlığının zenginliği Bu bakõş açõsõndan hare- ketle amaçlarõ açõk seçik belirlenmemiş, bir grup Türk kadõnõnõn “Türk ka- dın varlığının zenginliğini” kanõtlamak üzere yurtdõşõn- da gösteri yapmalarõ iz bõ- rakmayan bir sabun köpü- ğünden farksõzdõr. Türk top- lumunda kadõn nüfusumu- zun erişmiş olduğu eğitim düzeyi açõsõndan gelişmek- te olan ülkelerle kõyaslana- mamakla beraber kamusal alanda görünürlükleri yok- tur. Türkiye’nin kamu yö- netiminde 8 bin 284 üst dü- zey yöneticinin 7 bin713’ü erkek, sadece 571’i kadõndõr. Buna göre üst düzey yöne- tici koltuklarõnõn yüzde 93 erkek, yüzde 7’sinde kadõn oturmaktadõr. Türk bürok- rasisinde müsteşar, vali, ka- mu iktisat teşekkülü genel müdürü, yargõ organõ baş- kanõ yoktur. En kalabalõk kadõn grubunu 275 bin 287 ile öğretmenler oluştur- maktadõr. Bir ülke kadõnlõ- ğõnõn gücünü kadõn seçkin- leri olduğu kadar kadõn yurt- taşlarõnõn sosyo-ekonomik konumu belirlemektedir. Halen faal kadõn nüfusu- muzun yüzde 80’i evkadõnõ olarak yaşamõnõ sürdür- mektedir. Hedefimiz dün olduğu ka- dar bugün de iş ve özel ha- yatta erkek kadõn eşitliğinin var olduğunu belirleyen taze göstergeler olmalõdõr. Ulusal ve uluslararasõ alanda iddia- lõ olan her devlet, kadõn nü- fusunun dinamizmini sayõsal göstergelerle kanõtlayabilir, gerisi sadece renkli görsel medyanõn malzemesi olarak kalmaya mahkûmdur. Politikanõn Malzemesi Olarak Kadõn Prof. Dr. Nermin ABADAN-UNAT Bir ülke kadõnlõğõnõn gücünü, kadõn seçkinleri olduğu kadar kadõn yurttaşlarõnõn sosyo-ekonomik konumu belirlemektedir. Halen faal kadõn nüfusumuzun yüzde 80’i evkadõnõ olarak yaşamõnõ sürdürmektedir. Tarihini Yadsõyan İktidar... Doç. Dr. Hüner TUNCER Hadi Canõm Sen de... K endi tarihine, geçmişine iyi bakmamak, yakõşõk- sõz sözler söylemek, Er- meni sorununda olduğu gibi ol- mayanõ olmuş gibi göstermek, yabancõlarõ övmek, kendi yurt- taşõna sövmek son zamanlarda belirli kesimlerce moda haline geldi. 2 Mayõs 2010 tarihinde TC Başbakanõ Recep Tayyip Er- doğan da İsmet İnönü ile ilgili yaptõğõ talihsiz, düzeysiz açõk- lama ile bu kesimin içinde yer aldõ. 1. ve 2. İnönü Savaşlarõ’nõn Batõ Cephesi Komutanõ, Kurtu- luş Savaşõmõzõn kazanõlmasõnda çok önemli katkõlarõ olan, Lo- zan’da yedi düvele karşõ tarih ya- zan, Atatürk devrim ve ilkeleri- nin topluma benimsetilmesin- de küçümsenmeyecek görevler üstlenmiş, 2. Dünya Savaşõ’nõ Türk ulusunun zararsõz atlatma- sõnõ sağlamõş, ülkeyi çok partili yaşama geçirmiş, 2. Cumhur- başkanõmõz olmuş, Gazi Mus- tafa Kemal Atatürk ile Anõt- kabir’de yan yana yatan tarihi şahsiyetimizle ilgili, RTE’nin Hitler’e benzetme açõklamasõ tüylerimizi diken diken etmiştir. Nasõl olur da bir zamanlar başbakanlõk yapmõş ve tarihi- mize mal olmuş birisi ile ilgili, onun oturduğu koltukta oturan birisi böyle bir açõklama yapa- bilir? Bu düşmanca açõklamaya verilecek yanõt, İsmet İnönü’nün ünlü “Hadi canım sen de” sö- züdür. Ama unutmamalõdõr ki Garp Cephesi Komutanõ’nõn bir başka sözü daha vardõr: Na- muslular da en az namussuz- lar kadar cesaret sahibi ol- malıdır. Turgut ÜNLÜ ADD İstanbul Bölge Sorumlusu [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle