25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 13 NİSAN 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bu Utancı Duymak! Kaç orgeneral? Kaç korgeneral? Kaç tümgeneral, kaç tuğgeneral? Albaylar, subaylar, teğmenler, erler, çavuşlar?.. Nerdeyse Türk ordusunun yarıya yakını!.. Nerde bunlar? Cephede mi? AKP’nin ünlü kişisi ne demişti: “İyi ki savaşta değiliz, yoksa bu komutanlarla...” Dediği oldu. Sayısız komutan, muvazzafı emeklisi bir araya getirildi. Evet, iyi ki bir savaş yok! Yoksa! Askerle işleri biter gibi değil. Gün geçmiyor, ülkenin bir yerlerindeki askerleri de toplayıp getiriyorlar. Yaşları elli, altmış, yetmiş!.. Saygısız, sevgisiz bir eylem!.. Atatürk Cumhuriyetini “korumak ve kollamak”la görevli insanları, kendilerini bile koruyamayacak hale getirdiler... “Ben Ergenekon savcısıyım” diyen kişinin verdiği işaretle mi? “Paşa”lar sıradan suçlular gibi sıra sıra savcıların önünde... Neler soruluyor, ne yanıtlar veriliyor? Bilen anlayan yok! Bunca komutan bir darbe hazırlığında imiş! Peki neden bir şey yapmamışlar! Oysa her şey ellerinde, uçaklar, silahlar, gemiler, değişik rütbelerdeki subaylar, askerler... AKP’nin ünlü kişisi haklı mıymış; “Bunca komutan varken iyi ki savaşa girmemişiz” mi? Ben utanıyorum bu satırları yazarken. Gazetede, TV’de o koskoca “Paşa”ların kuzu kuzu teslim olmaya gelişlerini, ellerinde bavullarını, yanlarında vedaya gelen eşlerini, kızlarını, oğullarını gördükçe... İnsan olan utanır! Türk’üm diyen utanır! Yurt görevi olarak askerliğini yapan her yurttaş, bu utancı yaşar, yaşamalıdır... Türk ordusunun nerdeyse üçte biri gözaltında, tutuklu... Aylarca, yıllarca! Kimi hastanelerde, hekimlerin elinde, ya da koğuşlarda acılar içinde... En kötüsü de, bir ömür boyu yurt diye, vatan diye, dağda taşta görev yapanların içine itildikleri bir onursuzluk batağında olmaları! Bunu da bizlerin, tüm yurttaşların görmesi, yaşaması!.. Ben utanıyorum! Sizler bu utancı duymuyor musunuz? Duymayacak mısınız? PENCERE Utanmazlığın Dibi Yok... Ünlü şeyh, caminin yanındaki havuzda abdest alırken ayağı kayıp düşmüş; suda çırpınır dururken, havuzdan güçlükle çıkarmışlar. Namaz kılındıktan sonra müritlerinden birisi şeyhe sormuş: - Anımsıyorum ki denizin üstünde yürürdün, ayağın ıslanmazdı. Bugün ise bir adam boyu suda boğulayazdın; bundaki hikmet nedir?.. Şeyh gözlerini kapayıp, başını önüne eğmiş, bir süre düşündükten sonra demiş ki: - Politikayla uğraşmaya başladım; siyaset hırsı bedenimi kapladı, yüreğime işledi; günahım büyük... Yavru deve: - Ana, demiş, ben kendimi bildim bileli yürüyorsun, biraz dursan olmaz mı?.. Deve: - Ah yavrum, diye yanıtlamış, yularım benim elimde olsa durmaz mıydım?.. Kimi zaman bir eşek, koskoca bir kervanı çekip felâkete doğru götürür. Nereye gidiyoruz?.. Alın yazımız, edepsizle evlilik sözü kesmiş utanmazın nişan yüzüğüne hakkedilmiş mühür mü?.. Utanmazlığın çarşısında edep satmaya çıkmış satıcı gibiyiz; müşterisiz malın pazarlamasını yapıyoruz. Cennetin anahtarlarından söz açılır; ama, cehennemin kapısını açmak için anahtara gerek var mı?.: Maymuncuk ne güne duruyor?.. Yusuf ile Züleyha’nın öyküsü, eski kitapların sararmış yapraklarına yazılıdır. Züleyha saygın bir kişiyle evliydi; ama, aşk şarabından sarhoş olmuş, Yusuf’u gözüne kestirmişti... Puta tapıyordu Züleyha; sevgilisiyle yatmak ateşiyle yanarken taptığı puttan utanıyordu. Bir yolunu buldu; putun başını yüzünü örttü; sonra Yusuf’a heveslendi... Yusuf kaçtı; Züleyha sevgilisini yakaladığı yerde kucakladı: - Ne acımasızsın, dedi, halimi görmüyor mu- sun?.. Yüreğin taştan mıdır?.. Sana nasıl sevdalandığımı bilmiyor musun?.. Ne olur beni dışlama, sevişelim. İki eliyle yüzünü kapadı, ağlamaya başladı Yusuf; çünkü Züleyha yasaklıydı. Yusuf dedi ki: - Sen, tahtadan yontulmuş bir puttan utandın; ben Allah’tan utanmaz mıyım?.. Gelelim günümüze... Allah’tan utanmayanlar, putlarına tesettür uygu layıp Müslümanlığı siyaset piyasasında pazarlıyorlar. Utanmazlığın dibi yok!.. (4 Mayıs 1997 tarihli yazısı) Ç ok sayõda adõ var Urfa’nõn, Edessa, Riha, Ruha gibi. Ama en çok Edes- sa olarak biliniyor. Haçlõlarõn da me- kânõ olmuş, Bizansõn da Moğollarõn da. Fransõzlar Suriye’ye katmak istemişler. Hõristiyanlarõn ilk kez özgürce ibadet et- tikleri yer Harran. Zengin bir tarih. Niha- yet bir Osmanlõ beldesi olan Urfa. Türk- lerin, Araplarõn, Ermenilerin, Yahudilerin yaşadõğõ bir kent. Peygamberler yaşamõş orada, Eyüp, Şuayip peygamberler. En ün- lüsü Hz. İbrahim (Abraham). Putlarõ kõran İbrahim. Bir mağarada doğ- muş. Saklamõşlar onu. Nemrut şehrinin hâkimi zalim Nemrut yaşatmõyormuş er- kek çocuklarõ. Ama nihayet ele geçirilmiş ve ölüme mahkûm edilmiş. Takipçisi (sev- gilisi) Zeliha ile birlikte mancõnõklardan atõ- larak ateş üzerine düşecek ve yanarak öle- cekler. İki büyük ateş yakõlmasõnõ emretmiş Nemrut. Urfalõlar iki büyük ateş hazõrla- maya mahkûm edilmiş. Günlerce, aylarca çalõ çõrpõ, odun kömür, ağaç kütük ne varsa toplamõşlar iki büyük ateş için. Öyle ki yemek pişirecek yakõt kal- mamõş onlara. Çaresiz çiğköfteyi icat et- mişler. Dünyanõn en lezzetli yiyeceğini. İb- rahim ve Zeliha aynõ anda mancõnõklardan o büyük ateş yõğõnlarõnõn üzerine atõlmõş. Orada Tanrõ müdahale etmiş bu haksõzlõğa ve ateş suya, odunlar balõklara dönüşmüş. İşte heybetli ağaçlarla, camilerle gölgele- nen o iki güzel göl böyle oluşmuş. Ayn-i Zeliha (Balõklõ Göl) ve Halilül- rahman. Kutsaldõr o göller ve o balõklar, kimse dokunmaz o balõklara, yem verilir. Ama yaz günlerinde bir cennet parçasõna dö- nen o göllerde yüzmek yasak değildir. Ur- fa 1919 Mart ayõnda İngilizler tarafõndan iş- gal edilir. Coşkulu bayram Onlar çekilir, bu defa 1919 Ekim sonunda Fransõzlar tarafõndan işgal edilir. Direnir Ur- falõlar, birkaç ay içinde yalnõz biber tarla- larõnõ değil peygamberlerin yaşadõğõ şe- hirlerini kurtarõrlar. 11 Nisan 1920. Hiçbir yardõm almadan başarõrlar bunu. Anka- ra’daki Büyük Millet Meclisi açõlmadan 12 gün önce. Türk, Kürt, Arap, Yahudi ayrõ- mõ yoktur burada. Urfalõ vardõr ve şehirle- rini düşman istilasõndan kurtarmõşlardõr. Ur- falõyõm ezelden, yaşasõn Urfalõlar teslim ol- madõ, türkülerini hep birlikte söyler, birlikte övünürler. Topçu meydanõnda kutlanõr 11 Nisan’lar. Meydan hõnca hõnç doludur. Öğrenciler bisikletlerini krapon kâğõdõ ile süslemiş- lerdir. İzci kõlõğõndadõrlar, trampet ve bo- razan taşõrlar. Meydanõn iki yanõnda eyer- siz Arap atlarõ yer alõr. Üstünde Arap uşak- larõ. Tõlfõdõr tepesinde kalede sabah saatle- rinde Fransõz bayrağõ asõlõdõr. Temsili bir muharebe başlar. Çeteler Allah Allah ses- leri ile tepeye doğru savlet ederler. Düşüp yaralananlar olur, onlarõ sedye ile kaldõrõr- lar. Birden büyük hücum başlar çetelerle bir- likte. Yerinde duramayan Arap atlarõ üst- lerindeki binicilerle tepeye doğru rüzgâr gi- bi yol alõrlar, görkemli bir sahnedir bu ve kaledeki Fransõz bayrağõnõ indirir Türk bayrağõnõ asarlar. Topçu meydanõ trampet, borazan, davul zurna ve insan sesleri ile in- ler. Böyle büyük coşku ile kutlanõr 11 Nisan bayramlarõ. Hazreti İbrahim’in gölleri kut- saldõr ama yaz günlerinin sõcağõnda cennete dönen o güzelim serinlikte kutsal balõklar- la birlikte yüzme yasağõ filan yoktur. Ora- da gençler yüzer ve hafta sonlarõnda yüz- me müsabakalarõ yapõlõr. İyi yüzücüler ye- tişir bu havuzda. Kazananlar Adana’da yüzme birinciliklerine katõlõrlar. Abdur- rahman Aloğlu Türkiye üçüncüsü olmuş- tur. Bayramlar coşku içinde kutlanõr. Kõr- lara gidilir birlikte. Özgür zamanlardan bugüne Yüzlerce binlerce uçurtma uçurulur kuy- ruklarõndaki fenerlerle, Hõdrellezde (6 Ma- yõs) Halkevi’nde hemen her gece tiyatro ya- põlõr, halka açõk konferanslar verilir, müzik, folklor günleri düzenlenir, o günün eli öpülesi öğretmenleri hep birlikte Halk- evi’nde çalõşõrlar. Cumhuriyetin doktorla- rõ aralõksõz sõtma, trahom ve frengi savaşõ verirler. Sõra gecelerini bilmeyen yoktur, tadõna doyum olmaz onlarõn. Şarkõ ve türkülerin büyük çoğunluğu bu yöreden çõkar. Evler- de ve sokaklarda türküler söylenir, sazlar ça- lõnõr. Şehrin orta yerinde bir gazino vardõr, Türk musikisi yapõlan. İsteyenler içkileri- ni içerler orada. Kadõnsõz değildir şehir, bü- yük saygõ gören kadõn öğretmenler, doktor eşleri, memur eşleri zarif elbiseleri ile so- kaklardadõr. Yerli halk onlara garip der, ka- tõlmasa da hoşgörüyle, saygõyla karşõlar on- larõn farklõlõğõnõ. Türban diye bir şey yok- tur, geleneksel başörtüsü takõlõr, saçlar açõktadõr. El sõkmayan dindar pek yoktu o zaman. Büyük kurtarõcõyõ, insanlık idealinin âşık ve mümtaz siması eşsiz kahraman Ata- türk’ü karalayan dindar tasavvur edilemez o günlerde. İlişkiler çok uygarcadõr. Ba- şörtülü kadõnlar sarõlõp öperler sizi. Urfa halkõ cömerttir, vericidir, merttir, büyüğe, okumuşa saygõlõdõr. 19 yaşõnda Urfa’ya öğ- retmen olarak gelen Lamia Özdemir 30 yõl görev yapar orada ve sevgili Mengü Er- tel’in ‘Cumhuriyete Kanat Gerenler’ programõnda “30 yıl daima ilgi, saygı ve destek gördüm, bir kez olsun kırıcı, say- gılı olmayan bir davranışla karşılaşma- dım” der. Evet böyle bir Urfa var olmuş- tur. Çok ilginçtir, sandõk demokrasisi ile bir- likte Türkiye’yi ileriye, çağdaşlõğa taşõya- cak ilkeler geride kalõr, göz ardõ edilir, şeh- rin çehresi değişmeye başlar. Şimdi artõk ge- ri bõrakõlmõş halkõ türlü çeşitli yollarla al- datarak oyunu alma zamanõdõr. 1984’te Ur- fa hak ettiği bir unvana kavuştu, Şanlõurfa oldu. Birkaç kez yineledim sanõrõm. Bir soh- betimizde benim akranlarõm gençleri gös- tererek bana, “Coşkun beg sen bu genç- lere kulah asma onlar Şanlıurfalı, biz se- nin kimin Urfalıyıh” dediler. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlara Türk ulusu denir demişti. Ulus siyasal bütün- lüğün ürünü, bir resmi kimliktir. TC va- tandaşlõğõ ortak resmi yasal kimliğimiz. Tür- kiye Cumhuriyeti hiçbir zaman etnik köken cumhuriyeti olmadõ. Kimsenin dini inançlarõna ve ibadetine de karõşõlmadõ. Kim Türk, kim Kürt, kim Arap ya da Yahudi böyle bir soru da yok- tu o beldede. Köylerde Kürtçe konuşulur- du. Sahnede Babi Yılmaz’dan “top heyye, tüfek heyye, tabanca heyye, ceseret tün- ne” skeçleri dinlerdik. Ama birileri plan- lar yaptõ, etnik kimlikleri, dinsel kimlikle- ri öne çõkardõ. Vatandaşõn bilinci bu ayrõ- lõğa yönlendirildi. Kõydõlar ve böldüler ül- keyi. Uluslaşma süreci sabote edildi. Öte yandan din eksenli iktidar tarafõndan referansõ din olan bir toplum yaratõldõ. Tüm Türkiye gibi Urfa ve halkõ da çok göç aldõ, bir değişime uğradõ. Gelişmeye, iler- lemeye açõk halkõmõzda tutuculuk arttõ, lo- kantalarda içki içilmez oldu. Göllerde yüz- me söz konusu olamazdõ artõk elbette. Yakõn yõllarda Ayn-õ Zeliha gölünün bir gazinosunun kapõsõnda “Erkekler giremez, aileye mahsustur” uyarõsõnõ okudum. Be- ton binalar, yollar, caddeler, yeni okullar ya- põldõ ama gelişmenin, ilerlemenin, uygar- laşmanõn, kadõn-erkek eşitliğinin önü ke- sildi. Feodalite, aşiret, şeyh, tarikat, cema- at etki ve baskõlarõyla birlikte, töre cina- yetleri, kõz çocuklarõnõ çocuk yaşta başlõk- la evlendirmek artarak devam ediyor. Eği- tim yetersizliği sürüyor. Israrla anadilde eği- tim talebinde bulunanlar neden bunlara, bu derin yaralara değinmiyorlar. açõklayabilir misiniz? Urfa halkõ sola, sosyal demokrasiye oy ve- rirdi. Şimdi dincilik ve etnisite seçim, ter- cih ve davranõşlarda öncü rol oynuyor. Türk toplumundaki değişim doğaldõr ki tüm ül- keye yansõyor. Çok uzun sürmez diyorum bu geriye gi- diş. Tarihin doğal akõşõ ve yurtseverler bu- na izin vermeyecektir. Türkiye yeniden ge- lişme, ilerleme, uygarlaşma yoluna girecek, yeni bir kurtuluşu yaşayacaktõr. Selam hemşerilerime. 11 Nisan Bayramõ kutlu ve mutlu olsun... coskunoz@superonline. com Urfa 11 Nisan 1920-2010... Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR Urfa halkõ sola, sosyal demokrasiye oy verirdi. Şimdi dincilik ve etnisite seçim, tercih ve davranõşlarda öncü rol oynuyor. Türk toplumundaki değişim doğaldõr ki tüm ülkeye yansõyor. Çok uzun sürmez diyorum bu geriye gidiş. Tarihin doğal akõşõ ve yurtseverler buna izin vermeyecektir. Faşizmin Ayak Sesleri... G eçen yõl beklenmedik bir anda yitirdiğimiz değerli yazõncõ, yazar ve araştõrmacõ Demirtaş Ceyhun bu özelliklerinin ya- nõ sõra tutarlõ bir siyasetçi, iyi bir mimardõ da aynõ zamanda. Kendisiyle ge- rek sanat ve kültür, gerekse siyaset alanõn- da birçok etkinlikte birlikte olmak şansõna sahip oldum. Özellikle 12 Eylül faşist dö- neminin “dağlara taşlara korku saldığı” o karanlõk günlerde birlikte katõldõğõmõz et- kinliklerin dõşõnda da sõkça birlikte olurduk. Yine birlikte olduğumuz bir sohbet top- lantõsõnda 12 Eylül’lün getirdiği olumsuz- luklarõ, toplumda açtõğõ derin yaralarõ ko- nuşuyorduk. Konuşmanõn bir yerinde De- mirtaş Ceyhun ilginç bir saptama yaptõ: “Fi- ziksel acılar, açtığı yaralar bir tarafa 12 Eylül’ün baskıcı etkisi asıl insanların ya- ratıcı gücünü, düş yetisini körletmiş ol- masında aranmalıdır. Çünkü yaratıcılı- ğın temel öğelerinden biri düş gücüne da- yanır. Buna tasarım gücü de denebilir. En zengin projeler aslında en güçlü ta- sarım gücüyle üretilir. Bakın şöyle 80’li yıllar Türkiyesi’ne; yazında, sanat ve ekin yaşamımızda, hatta siyasette doğru dürüst bir şey üretilebilinmiş midir?..” Demirtaş’õn bu yaklaşõmõnõn derinlikle- rinde, ütopya ile gerçek arasõnda eytişimsel (diyalektik) bir ilişki olduğu gerçeği vur- gulanõyordu adeta. Gerçekten de 12 Eylül’den günümüze 30 yõla varan ve hiç de küçümsenmeyecek bu zaman diliminde özellikle sol siyaset ala- nõnda üretilebilinmiş ciddi hiçbir tasarõ ve izlencenin olmadõğõ son derece açõk ve or- tadadõr. Sol politika üretemedi Söz konusu bu zaman diliminin ilk on yõ- lõnõ Türkiye Özal’õn palavralarõyla geçirmiş, Özal’õn belirlediği gündemin sõnõrlarõ için- de sol kendine çõkõş yolu aramakla yetin- miştir. Bugün gibi anõmsarõm, salt askerle- re tepki olsun diye nice sol kesimler kendi özgün projelerini oluşturmak yerine Özal’õn peşine takõlõp gitmişlerdi... İkinci on yõlõ ise Türkiye, sağõn kendi içindeki siyaset çekişmeleriyle ve erk sahibi olmanõn sağlayacağõ yararlardan pay alma kavgalarõyla geçirip bir bütün olarak güç ve saygõnlõk yitirirken sol bu evrede de ciddi bir tasarõ ve politika üretememiştir. Başka bir an- latõmla 12 Eylül toplumsal depreminden en büyük yarayõ alarak çõkan sol bu süreçte üs- tüne üstlük bir de Sovyetler Birliği’nin yõkõ- lõşõ ve evrensel solun çöküşünün şaşkõnlõğõ- nõ yaşayõnca bir bölümü salyangoz gibi ka- buğunun içine çekilirken bir bölümü de şu- raya buraya savrularak kimlik yitimine uğ- ramõştõ. Gerek sağda, gerekse solda yaşanan böy- lesi bir siyasal ortama genelde yaşanan eko- nomik zorluklar da eklenince toplumun ye- ni arayõşlara yönelmesi kaçõnõlmazdõ. Nite- kim de öyle oldu, doğan bu boşluğa birleşik kaplar örneğinde olduğu gibi AKP geldi ra- hatlõkla oturdu. Burada vurgulamamõz gereken çok önem- li bir tarihsel gerçek var. Avrupa’ya faşizm gelmesinin kökeninde de bizdeki AKP’in ge- liş sürecini çağrõştõran benzerliklerin bulu- nuyor olmasõdõr. Her iki sonuçta da ekono- mik, politik, toplumsal yozlaşmanõn etkilerinin payõ büyük olmakla birlikte, solun siyasal kör- lüğünün de böylesi bir sonuca malzeme ta- şõdõğõ gerçeği unutulmamalõdõr... Bugün de solda aynõ siyasal körlük sürdü- rülmekte, geçmişe duyulan tepkinin tutsağõ olmuş bir mantõkla demokratik hak ve öz- gürlükler konusunda AKP’den medet umul- maktadõr. Oysa AKP büyük bir demagojik us- talõkla (!) toplumun duyarlõ ve dinamik ke- simlerini kendi belirlediği gündemin yörün- gesinde tutmaktadõr. Tutmaktan da öte, kurmayõ düşlediği İs- lamcõ devlet diktatörlüğünü daha açõk bir an- latõmla İslam faşizmini gerçekleştirmek ama- cõyla karşõsõna çõkabilecek bütün kurum ve ku- ruluşlarõ daha şimdiden yõpratmaya ya da tü- müyle ortadan kaldõracak yasal ve yönetsel önlemlere başvurmaktadõr. Anayasa değişikliği Bugün anayasa değişikliği adõ altõnda ya- põlmak istenenler de aslõnda yukarõda belirt- meye çalõştõğõmõz faşizme giden yolun hukuk alanõndaki taşlarõnõ döşemektir. Seçimlere bir yõl gibi kõsa bir zaman kalmasõna karşõn bu konuda bu denli direnmenin altõnda yatan ne- denlerin içinde nelerin gizli olduğuna ciddi bakmak gerekir. 2007 genel seçimlerinden bu yana siyasal erkin işsizlik, yoksulluk ve gelir dağõlõmõn- da yaşanan adaletsizlik gibi toplumu için için kemiren konularda somut adõmlar atmak ye- rine soyut sorunlarla gündemi doldurmasõnõn altõnda yatan gerçek nedenin, koşullar ne olur- sa olsun AKP’nin siyasal erki kimseye bõ- rakmama gibi bir niyetinin yatõyor olmasõ bi- çiminde açõklanabilir ancak. Hatta anayasa referandumu adõ altõnda gerçekleştirilmek istenen, ama aslõnda AKP’nin kamuoyu yoklamasõna dönüştüre- ceği bir genel halkoylamasõ sonuçlarõnõ ba- kõlarak Türkiye bõrakõn erken seçimleri, ola- ğan genel seçimlere bile götürülmeyebilir.. Düş gücümüzü biraz daha zorlarsak, kom- şumuz İran’da geçmişte yaşanan tarihsel olaylarõn bir benzerinin bizde de yaşanabi- leceği sonucuna ulaşabiliriz. Humeyni nasõl büyük törenlerle Paris’ten Tahran’a getirilip İran devletinin doruğuna oturtulduysa, bizde de Fethullah Gülen Amerika Birleşik Dev- letleri’nden getirilip Çankaya’nõn tepesine oturtulabilir. Olmaz olmaz demeyin; geçmişte, bõrakõn olmaz demeyi, hayal bile edemeyeceğimiz ne varsa bugün fazlasõyla gerçekleşti. Özelikle de aydõnlarõmõz ve solcularõmõzõn aymazlõğõ yüzünden. Bunlarõ kavrayabilmek için uza- ğa gitmeye ayrõntõlara girmeye de gerek yok. İran’da Humeyni rejimiyle bağlaşma içine giren ve sonu hüsranla biten komünist parti- si TUDEH’in (İran Kitlelerinin Partisi) başõna gelenler henüz belleklerden silinmedi. İran’da Humeyni rejimiyle bağlaşma içine giren ve sonu hüsranla biten komünist partisi TUDEH’in (İran Kitlelerinin Partisi) başõna gelenler henüz belleklerden silinmedi. Sönmez TARGAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle