Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 13 NİSAN 2010 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Bu Utancı Duymak!
Kaç orgeneral? Kaç korgeneral? Kaç
tümgeneral, kaç tuğgeneral? Albaylar,
subaylar, teğmenler, erler, çavuşlar?..
Nerdeyse Türk ordusunun yarıya yakını!..
Nerde bunlar?
Cephede mi?
AKP’nin ünlü kişisi ne demişti: “İyi ki savaşta
değiliz, yoksa bu komutanlarla...”
Dediği oldu. Sayısız komutan, muvazzafı
emeklisi bir araya getirildi.
Evet, iyi ki bir savaş yok! Yoksa!
Askerle işleri biter gibi değil. Gün geçmiyor,
ülkenin bir yerlerindeki askerleri de toplayıp
getiriyorlar. Yaşları elli, altmış, yetmiş!..
Saygısız, sevgisiz bir eylem!.. Atatürk
Cumhuriyetini “korumak ve kollamak”la görevli
insanları, kendilerini bile koruyamayacak hale
getirdiler...
“Ben Ergenekon savcısıyım” diyen kişinin
verdiği işaretle mi?
“Paşa”lar sıradan suçlular gibi sıra sıra
savcıların önünde... Neler soruluyor, ne yanıtlar
veriliyor? Bilen anlayan yok! Bunca komutan
bir darbe hazırlığında imiş! Peki neden bir şey
yapmamışlar! Oysa her şey ellerinde, uçaklar,
silahlar, gemiler, değişik rütbelerdeki subaylar,
askerler...
AKP’nin ünlü kişisi haklı mıymış; “Bunca
komutan varken iyi ki savaşa girmemişiz” mi?
Ben utanıyorum bu satırları yazarken.
Gazetede, TV’de o koskoca “Paşa”ların kuzu
kuzu teslim olmaya gelişlerini, ellerinde
bavullarını, yanlarında vedaya gelen eşlerini,
kızlarını, oğullarını gördükçe... İnsan olan
utanır! Türk’üm diyen utanır! Yurt görevi olarak
askerliğini yapan her yurttaş, bu utancı yaşar,
yaşamalıdır...
Türk ordusunun nerdeyse üçte biri
gözaltında, tutuklu... Aylarca, yıllarca! Kimi
hastanelerde, hekimlerin elinde, ya da
koğuşlarda acılar içinde... En kötüsü de, bir
ömür boyu yurt diye, vatan diye, dağda taşta
görev yapanların içine itildikleri bir onursuzluk
batağında olmaları! Bunu da bizlerin, tüm
yurttaşların görmesi, yaşaması!..
Ben utanıyorum! Sizler bu utancı duymuyor
musunuz? Duymayacak mısınız?
PENCERE
Utanmazlığın Dibi Yok...
Ünlü şeyh, caminin yanındaki havuzda
abdest alırken ayağı kayıp düşmüş; suda
çırpınır dururken, havuzdan güçlükle
çıkarmışlar.
Namaz kılındıktan sonra müritlerinden birisi
şeyhe sormuş:
- Anımsıyorum ki denizin üstünde yürürdün,
ayağın ıslanmazdı. Bugün ise bir adam boyu
suda boğulayazdın; bundaki hikmet nedir?..
Şeyh gözlerini kapayıp, başını önüne eğmiş,
bir süre düşündükten sonra demiş ki:
- Politikayla uğraşmaya başladım; siyaset
hırsı bedenimi kapladı, yüreğime işledi;
günahım büyük...
Yavru deve:
- Ana, demiş, ben kendimi bildim bileli
yürüyorsun, biraz dursan olmaz mı?..
Deve:
- Ah yavrum, diye yanıtlamış, yularım benim
elimde olsa durmaz mıydım?..
Kimi zaman bir eşek, koskoca bir kervanı
çekip felâkete doğru götürür.
Nereye gidiyoruz?..
Alın yazımız, edepsizle evlilik sözü kesmiş
utanmazın nişan yüzüğüne hakkedilmiş mühür
mü?..
Utanmazlığın çarşısında edep satmaya
çıkmış satıcı gibiyiz; müşterisiz malın
pazarlamasını yapıyoruz.
Cennetin anahtarlarından söz açılır; ama,
cehennemin kapısını açmak için anahtara
gerek var mı?.:
Maymuncuk ne güne duruyor?..
Yusuf ile Züleyha’nın öyküsü, eski kitapların
sararmış yapraklarına yazılıdır.
Züleyha saygın bir kişiyle evliydi; ama, aşk
şarabından sarhoş olmuş, Yusuf’u gözüne
kestirmişti...
Puta tapıyordu Züleyha; sevgilisiyle yatmak
ateşiyle yanarken taptığı puttan utanıyordu.
Bir yolunu buldu; putun başını yüzünü örttü;
sonra Yusuf’a heveslendi...
Yusuf kaçtı; Züleyha sevgilisini yakaladığı
yerde kucakladı:
- Ne acımasızsın, dedi, halimi görmüyor mu-
sun?.. Yüreğin taştan mıdır?.. Sana nasıl
sevdalandığımı bilmiyor musun?.. Ne olur beni
dışlama, sevişelim.
İki eliyle yüzünü kapadı, ağlamaya başladı
Yusuf; çünkü Züleyha yasaklıydı. Yusuf dedi
ki:
- Sen, tahtadan yontulmuş bir puttan
utandın; ben Allah’tan utanmaz mıyım?..
Gelelim günümüze...
Allah’tan utanmayanlar, putlarına tesettür
uygu layıp Müslümanlığı siyaset piyasasında
pazarlıyorlar.
Utanmazlığın dibi yok!..
(4 Mayıs 1997 tarihli yazısı)
Ç
ok sayõda adõ var Urfa’nõn, Edessa,
Riha, Ruha gibi. Ama en çok Edes-
sa olarak biliniyor. Haçlõlarõn da me-
kânõ olmuş, Bizansõn da Moğollarõn da.
Fransõzlar Suriye’ye katmak istemişler.
Hõristiyanlarõn ilk kez özgürce ibadet et-
tikleri yer Harran. Zengin bir tarih. Niha-
yet bir Osmanlõ beldesi olan Urfa. Türk-
lerin, Araplarõn, Ermenilerin, Yahudilerin
yaşadõğõ bir kent. Peygamberler yaşamõş
orada, Eyüp, Şuayip peygamberler. En ün-
lüsü Hz. İbrahim (Abraham).
Putlarõ kõran İbrahim. Bir mağarada doğ-
muş. Saklamõşlar onu. Nemrut şehrinin
hâkimi zalim Nemrut yaşatmõyormuş er-
kek çocuklarõ. Ama nihayet ele geçirilmiş
ve ölüme mahkûm edilmiş. Takipçisi (sev-
gilisi) Zeliha ile birlikte mancõnõklardan atõ-
larak ateş üzerine düşecek ve yanarak öle-
cekler. İki büyük ateş yakõlmasõnõ emretmiş
Nemrut. Urfalõlar iki büyük ateş hazõrla-
maya mahkûm edilmiş.
Günlerce, aylarca çalõ çõrpõ, odun kömür,
ağaç kütük ne varsa toplamõşlar iki büyük
ateş için. Öyle ki yemek pişirecek yakõt kal-
mamõş onlara. Çaresiz çiğköfteyi icat et-
mişler. Dünyanõn en lezzetli yiyeceğini. İb-
rahim ve Zeliha aynõ anda mancõnõklardan
o büyük ateş yõğõnlarõnõn üzerine atõlmõş.
Orada Tanrõ müdahale etmiş bu haksõzlõğa
ve ateş suya, odunlar balõklara dönüşmüş.
İşte heybetli ağaçlarla, camilerle gölgele-
nen o iki güzel göl böyle oluşmuş.
Ayn-i Zeliha (Balõklõ Göl) ve Halilül-
rahman. Kutsaldõr o göller ve o balõklar,
kimse dokunmaz o balõklara, yem verilir.
Ama yaz günlerinde bir cennet parçasõna dö-
nen o göllerde yüzmek yasak değildir. Ur-
fa 1919 Mart ayõnda İngilizler tarafõndan iş-
gal edilir.
Coşkulu bayram
Onlar çekilir, bu defa 1919 Ekim sonunda
Fransõzlar tarafõndan işgal edilir. Direnir Ur-
falõlar, birkaç ay içinde yalnõz biber tarla-
larõnõ değil peygamberlerin yaşadõğõ şe-
hirlerini kurtarõrlar. 11 Nisan 1920. Hiçbir
yardõm almadan başarõrlar bunu. Anka-
ra’daki Büyük Millet Meclisi açõlmadan 12
gün önce. Türk, Kürt, Arap, Yahudi ayrõ-
mõ yoktur burada. Urfalõ vardõr ve şehirle-
rini düşman istilasõndan kurtarmõşlardõr. Ur-
falõyõm ezelden, yaşasõn Urfalõlar teslim ol-
madõ, türkülerini hep birlikte söyler, birlikte
övünürler. Topçu meydanõnda kutlanõr 11
Nisan’lar.
Meydan hõnca hõnç doludur. Öğrenciler
bisikletlerini krapon kâğõdõ ile süslemiş-
lerdir. İzci kõlõğõndadõrlar, trampet ve bo-
razan taşõrlar. Meydanõn iki yanõnda eyer-
siz Arap atlarõ yer alõr. Üstünde Arap uşak-
larõ. Tõlfõdõr tepesinde kalede sabah saatle-
rinde Fransõz bayrağõ asõlõdõr. Temsili bir
muharebe başlar. Çeteler Allah Allah ses-
leri ile tepeye doğru savlet ederler. Düşüp
yaralananlar olur, onlarõ sedye ile kaldõrõr-
lar. Birden büyük hücum başlar çetelerle bir-
likte. Yerinde duramayan Arap atlarõ üst-
lerindeki binicilerle tepeye doğru rüzgâr gi-
bi yol alõrlar, görkemli bir sahnedir bu ve
kaledeki Fransõz bayrağõnõ indirir Türk
bayrağõnõ asarlar. Topçu meydanõ trampet,
borazan, davul zurna ve insan sesleri ile in-
ler.
Böyle büyük coşku ile kutlanõr 11 Nisan
bayramlarõ. Hazreti İbrahim’in gölleri kut-
saldõr ama yaz günlerinin sõcağõnda cennete
dönen o güzelim serinlikte kutsal balõklar-
la birlikte yüzme yasağõ filan yoktur. Ora-
da gençler yüzer ve hafta sonlarõnda yüz-
me müsabakalarõ yapõlõr. İyi yüzücüler ye-
tişir bu havuzda. Kazananlar Adana’da
yüzme birinciliklerine katõlõrlar. Abdur-
rahman Aloğlu Türkiye üçüncüsü olmuş-
tur. Bayramlar coşku içinde kutlanõr. Kõr-
lara gidilir birlikte.
Özgür zamanlardan bugüne
Yüzlerce binlerce uçurtma uçurulur kuy-
ruklarõndaki fenerlerle, Hõdrellezde (6 Ma-
yõs) Halkevi’nde hemen her gece tiyatro ya-
põlõr, halka açõk konferanslar verilir, müzik,
folklor günleri düzenlenir, o günün eli
öpülesi öğretmenleri hep birlikte Halk-
evi’nde çalõşõrlar. Cumhuriyetin doktorla-
rõ aralõksõz sõtma, trahom ve frengi savaşõ
verirler.
Sõra gecelerini bilmeyen yoktur, tadõna
doyum olmaz onlarõn. Şarkõ ve türkülerin
büyük çoğunluğu bu yöreden çõkar. Evler-
de ve sokaklarda türküler söylenir, sazlar ça-
lõnõr. Şehrin orta yerinde bir gazino vardõr,
Türk musikisi yapõlan. İsteyenler içkileri-
ni içerler orada. Kadõnsõz değildir şehir, bü-
yük saygõ gören kadõn öğretmenler, doktor
eşleri, memur eşleri zarif elbiseleri ile so-
kaklardadõr. Yerli halk onlara garip der, ka-
tõlmasa da hoşgörüyle, saygõyla karşõlar on-
larõn farklõlõğõnõ. Türban diye bir şey yok-
tur, geleneksel başörtüsü takõlõr, saçlar
açõktadõr.
El sõkmayan dindar pek yoktu o zaman.
Büyük kurtarõcõyõ, insanlık idealinin âşık
ve mümtaz siması eşsiz kahraman Ata-
türk’ü karalayan dindar tasavvur edilemez
o günlerde. İlişkiler çok uygarcadõr. Ba-
şörtülü kadõnlar sarõlõp öperler sizi. Urfa
halkõ cömerttir, vericidir, merttir, büyüğe,
okumuşa saygõlõdõr. 19 yaşõnda Urfa’ya öğ-
retmen olarak gelen Lamia Özdemir 30 yõl
görev yapar orada ve sevgili Mengü Er-
tel’in ‘Cumhuriyete Kanat Gerenler’
programõnda “30 yıl daima ilgi, saygı ve
destek gördüm, bir kez olsun kırıcı, say-
gılı olmayan bir davranışla karşılaşma-
dım” der. Evet böyle bir Urfa var olmuş-
tur. Çok ilginçtir, sandõk demokrasisi ile bir-
likte Türkiye’yi ileriye, çağdaşlõğa taşõya-
cak ilkeler geride kalõr, göz ardõ edilir, şeh-
rin çehresi değişmeye başlar. Şimdi artõk ge-
ri bõrakõlmõş halkõ türlü çeşitli yollarla al-
datarak oyunu alma zamanõdõr. 1984’te Ur-
fa hak ettiği bir unvana kavuştu, Şanlõurfa
oldu.
Birkaç kez yineledim sanõrõm. Bir soh-
betimizde benim akranlarõm gençleri gös-
tererek bana, “Coşkun beg sen bu genç-
lere kulah asma onlar Şanlıurfalı, biz se-
nin kimin Urfalıyıh” dediler. Atatürk,
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlara Türk
ulusu denir demişti. Ulus siyasal bütün-
lüğün ürünü, bir resmi kimliktir. TC va-
tandaşlõğõ ortak resmi yasal kimliğimiz. Tür-
kiye Cumhuriyeti hiçbir zaman etnik köken
cumhuriyeti olmadõ.
Kimsenin dini inançlarõna ve ibadetine de
karõşõlmadõ. Kim Türk, kim Kürt, kim
Arap ya da Yahudi böyle bir soru da yok-
tu o beldede. Köylerde Kürtçe konuşulur-
du. Sahnede Babi Yılmaz’dan “top heyye,
tüfek heyye, tabanca heyye, ceseret tün-
ne” skeçleri dinlerdik. Ama birileri plan-
lar yaptõ, etnik kimlikleri, dinsel kimlikle-
ri öne çõkardõ. Vatandaşõn bilinci bu ayrõ-
lõğa yönlendirildi. Kõydõlar ve böldüler ül-
keyi. Uluslaşma süreci sabote edildi.
Öte yandan din eksenli iktidar tarafõndan
referansõ din olan bir toplum yaratõldõ.
Tüm Türkiye gibi Urfa ve halkõ da çok göç
aldõ, bir değişime uğradõ. Gelişmeye, iler-
lemeye açõk halkõmõzda tutuculuk arttõ, lo-
kantalarda içki içilmez oldu. Göllerde yüz-
me söz konusu olamazdõ artõk elbette.
Yakõn yõllarda Ayn-õ Zeliha gölünün bir
gazinosunun kapõsõnda “Erkekler giremez,
aileye mahsustur” uyarõsõnõ okudum. Be-
ton binalar, yollar, caddeler, yeni okullar ya-
põldõ ama gelişmenin, ilerlemenin, uygar-
laşmanõn, kadõn-erkek eşitliğinin önü ke-
sildi. Feodalite, aşiret, şeyh, tarikat, cema-
at etki ve baskõlarõyla birlikte, töre cina-
yetleri, kõz çocuklarõnõ çocuk yaşta başlõk-
la evlendirmek artarak devam ediyor. Eği-
tim yetersizliği sürüyor. Israrla anadilde eği-
tim talebinde bulunanlar neden bunlara, bu
derin yaralara değinmiyorlar. açõklayabilir
misiniz?
Urfa halkõ sola, sosyal demokrasiye oy ve-
rirdi. Şimdi dincilik ve etnisite seçim, ter-
cih ve davranõşlarda öncü rol oynuyor. Türk
toplumundaki değişim doğaldõr ki tüm ül-
keye yansõyor.
Çok uzun sürmez diyorum bu geriye gi-
diş. Tarihin doğal akõşõ ve yurtseverler bu-
na izin vermeyecektir. Türkiye yeniden ge-
lişme, ilerleme, uygarlaşma yoluna girecek,
yeni bir kurtuluşu yaşayacaktõr. Selam
hemşerilerime. 11 Nisan Bayramõ kutlu ve
mutlu olsun...
coskunoz@superonline. com
Urfa 11 Nisan 1920-2010...
Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR
Urfa halkõ sola, sosyal demokrasiye oy verirdi. Şimdi dincilik ve etnisite
seçim, tercih ve davranõşlarda öncü rol oynuyor. Türk toplumundaki
değişim doğaldõr ki tüm ülkeye yansõyor. Çok uzun sürmez diyorum bu
geriye gidiş. Tarihin doğal akõşõ ve yurtseverler buna izin vermeyecektir.
Faşizmin Ayak Sesleri...
G
eçen yõl beklenmedik bir anda
yitirdiğimiz değerli yazõncõ,
yazar ve araştõrmacõ Demirtaş
Ceyhun bu özelliklerinin ya-
nõ sõra tutarlõ bir siyasetçi, iyi
bir mimardõ da aynõ zamanda. Kendisiyle ge-
rek sanat ve kültür, gerekse siyaset alanõn-
da birçok etkinlikte birlikte olmak şansõna
sahip oldum. Özellikle 12 Eylül faşist dö-
neminin “dağlara taşlara korku saldığı”
o karanlõk günlerde birlikte katõldõğõmõz et-
kinliklerin dõşõnda da sõkça birlikte olurduk.
Yine birlikte olduğumuz bir sohbet top-
lantõsõnda 12 Eylül’lün getirdiği olumsuz-
luklarõ, toplumda açtõğõ derin yaralarõ ko-
nuşuyorduk. Konuşmanõn bir yerinde De-
mirtaş Ceyhun ilginç bir saptama yaptõ: “Fi-
ziksel acılar, açtığı yaralar bir tarafa 12
Eylül’ün baskıcı etkisi asıl insanların ya-
ratıcı gücünü, düş yetisini körletmiş ol-
masında aranmalıdır. Çünkü yaratıcılı-
ğın temel öğelerinden biri düş gücüne da-
yanır. Buna tasarım gücü de denebilir.
En zengin projeler aslında en güçlü ta-
sarım gücüyle üretilir. Bakın şöyle 80’li
yıllar Türkiyesi’ne; yazında, sanat ve
ekin yaşamımızda, hatta siyasette doğru
dürüst bir şey üretilebilinmiş midir?..”
Demirtaş’õn bu yaklaşõmõnõn derinlikle-
rinde, ütopya ile gerçek arasõnda eytişimsel
(diyalektik) bir ilişki olduğu gerçeği vur-
gulanõyordu adeta.
Gerçekten de 12 Eylül’den günümüze 30
yõla varan ve hiç de küçümsenmeyecek bu
zaman diliminde özellikle sol siyaset ala-
nõnda üretilebilinmiş ciddi hiçbir tasarõ ve
izlencenin olmadõğõ son derece açõk ve or-
tadadõr.
Sol politika üretemedi
Söz konusu bu zaman diliminin ilk on yõ-
lõnõ Türkiye Özal’õn palavralarõyla geçirmiş,
Özal’õn belirlediği gündemin sõnõrlarõ için-
de sol kendine çõkõş yolu aramakla yetin-
miştir. Bugün gibi anõmsarõm, salt askerle-
re tepki olsun diye nice sol kesimler kendi
özgün projelerini oluşturmak yerine Özal’õn
peşine takõlõp gitmişlerdi...
İkinci on yõlõ ise Türkiye, sağõn kendi
içindeki siyaset çekişmeleriyle ve erk sahibi
olmanõn sağlayacağõ yararlardan pay alma
kavgalarõyla geçirip bir bütün olarak güç ve
saygõnlõk yitirirken sol bu evrede de ciddi bir
tasarõ ve politika üretememiştir. Başka bir an-
latõmla 12 Eylül toplumsal depreminden en
büyük yarayõ alarak çõkan sol bu süreçte üs-
tüne üstlük bir de Sovyetler Birliği’nin yõkõ-
lõşõ ve evrensel solun çöküşünün şaşkõnlõğõ-
nõ yaşayõnca bir bölümü salyangoz gibi ka-
buğunun içine çekilirken bir bölümü de şu-
raya buraya savrularak kimlik yitimine uğ-
ramõştõ.
Gerek sağda, gerekse solda yaşanan böy-
lesi bir siyasal ortama genelde yaşanan eko-
nomik zorluklar da eklenince toplumun ye-
ni arayõşlara yönelmesi kaçõnõlmazdõ. Nite-
kim de öyle oldu, doğan bu boşluğa birleşik
kaplar örneğinde olduğu gibi AKP geldi ra-
hatlõkla oturdu.
Burada vurgulamamõz gereken çok önem-
li bir tarihsel gerçek var. Avrupa’ya faşizm
gelmesinin kökeninde de bizdeki AKP’in ge-
liş sürecini çağrõştõran benzerliklerin bulu-
nuyor olmasõdõr. Her iki sonuçta da ekono-
mik, politik, toplumsal yozlaşmanõn etkilerinin
payõ büyük olmakla birlikte, solun siyasal kör-
lüğünün de böylesi bir sonuca malzeme ta-
şõdõğõ gerçeği unutulmamalõdõr...
Bugün de solda aynõ siyasal körlük sürdü-
rülmekte, geçmişe duyulan tepkinin tutsağõ
olmuş bir mantõkla demokratik hak ve öz-
gürlükler konusunda AKP’den medet umul-
maktadõr. Oysa AKP büyük bir demagojik us-
talõkla (!) toplumun duyarlõ ve dinamik ke-
simlerini kendi belirlediği gündemin yörün-
gesinde tutmaktadõr.
Tutmaktan da öte, kurmayõ düşlediği İs-
lamcõ devlet diktatörlüğünü daha açõk bir an-
latõmla İslam faşizmini gerçekleştirmek ama-
cõyla karşõsõna çõkabilecek bütün kurum ve ku-
ruluşlarõ daha şimdiden yõpratmaya ya da tü-
müyle ortadan kaldõracak yasal ve yönetsel
önlemlere başvurmaktadõr.
Anayasa değişikliği
Bugün anayasa değişikliği adõ altõnda ya-
põlmak istenenler de aslõnda yukarõda belirt-
meye çalõştõğõmõz faşizme giden yolun hukuk
alanõndaki taşlarõnõ döşemektir. Seçimlere bir
yõl gibi kõsa bir zaman kalmasõna karşõn bu
konuda bu denli direnmenin altõnda yatan ne-
denlerin içinde nelerin gizli olduğuna ciddi
bakmak gerekir.
2007 genel seçimlerinden bu yana siyasal
erkin işsizlik, yoksulluk ve gelir dağõlõmõn-
da yaşanan adaletsizlik gibi toplumu için için
kemiren konularda somut adõmlar atmak ye-
rine soyut sorunlarla gündemi doldurmasõnõn
altõnda yatan gerçek nedenin, koşullar ne olur-
sa olsun AKP’nin siyasal erki kimseye bõ-
rakmama gibi bir niyetinin yatõyor olmasõ bi-
çiminde açõklanabilir ancak.
Hatta anayasa referandumu adõ altõnda
gerçekleştirilmek istenen, ama aslõnda
AKP’nin kamuoyu yoklamasõna dönüştüre-
ceği bir genel halkoylamasõ sonuçlarõnõ ba-
kõlarak Türkiye bõrakõn erken seçimleri, ola-
ğan genel seçimlere bile götürülmeyebilir..
Düş gücümüzü biraz daha zorlarsak, kom-
şumuz İran’da geçmişte yaşanan tarihsel
olaylarõn bir benzerinin bizde de yaşanabi-
leceği sonucuna ulaşabiliriz. Humeyni nasõl
büyük törenlerle Paris’ten Tahran’a getirilip
İran devletinin doruğuna oturtulduysa, bizde
de Fethullah Gülen Amerika Birleşik Dev-
letleri’nden getirilip Çankaya’nõn tepesine
oturtulabilir.
Olmaz olmaz demeyin; geçmişte, bõrakõn
olmaz demeyi, hayal bile edemeyeceğimiz ne
varsa bugün fazlasõyla gerçekleşti. Özelikle
de aydõnlarõmõz ve solcularõmõzõn aymazlõğõ
yüzünden. Bunlarõ kavrayabilmek için uza-
ğa gitmeye ayrõntõlara girmeye de gerek
yok.
İran’da Humeyni rejimiyle bağlaşma içine
giren ve sonu hüsranla biten komünist parti-
si TUDEH’in (İran Kitlelerinin Partisi) başõna
gelenler henüz belleklerden silinmedi.
İran’da Humeyni rejimiyle bağlaşma içine giren ve sonu hüsranla biten
komünist partisi TUDEH’in (İran Kitlelerinin Partisi) başõna gelenler
henüz belleklerden silinmedi.
Sönmez TARGAN