19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PERİHAN ERGUN Dört gün içinde balyoz tertibinin başı olmakla suçlanan E. Org. Çetin Doğan’la birlikte 24 üst komutanla subayın, hâkimin tutuksuz yargılanmaları kararıyla salıverilmelerinden iki gün sonra savcıların istemiyle tekrar tutuklanmaları dudak uçuklatacak paldır küldürlüğü sergiledi. Bunun inandırıcılığını yadsıyan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı bu kişilerin tekrar tutuklanmalarını isteyen iki savcıyı acemilikle nitelendirerek görevden aldı. Yerlerine deneyimli uzman savcıları atadı. Neresinden bakılırsa bakılsın bu durum açıkça bir skandaldır. Ergenekon mahkemesinin hemen başlangıcında bu davanın başsavcısı olduğunu ilan eden Sayın Başbakan, bu karmaşık duruma mal bulmuş Mağribi gibi sarılarak, “İşte gördünüz mü? Anayasa taslağında bu nedenlerle HSYK’yi düzenlemek istiyoruz. Şu son olay haklılığımızı kanıtlamıyor mu?” gibi savunmalara soyundu. Oysa; gerçekte değiştirilemez üç temel kurumdan biri olan ‘Yargı’yı dış etkenlerden koruyarak bağımsızlığını sağlamak, başında bulunduğu hükümetin sorumluluğunda değil midir? İktidara geldikleri günden beri sosyal hukuk devletinin tüm kurumlarının kendisinden yana olmasını hedefleyen AKP, rejimin iki güçlü koruyucu ve savunucusu Yargı ile TSK’yi dolaylı yollardan sarsmak eylemlerini kendine iş edindi. Örneğin; Silivri’de yargı- lanmakta olan zanlılar hakkında görevli hâkimlerin biri “yeterli kanıt var, tutuklu kalmaları gerekli” derken diğer ikisi “kanıtlı bir suç unsuru yok, salıverilmeliler”diyor. Tek konuda böyle ikiye bölünmüş durumlar toplum katmanlarında da bölünmüşlüğü sergiliyor. Bunda yanlı medyanın çığırtkanlıkları da etkin oluyor. Böylece demokratik hukuk devleti de parçalanmaya sürükleniyor. Ulusun birlik ve beraberliği iç ve dış düşmanların istemleri doğrultusunda onları mutlu edecek biçimde zayıflatılıyor. Ergenekon adı verilen bu davada; suçlu suçsuz iktidar karşıtlarının seslerini kesmek amacıyla aylar ve hatta yıllarca Silivri Tutukevi’nde tutulmaları üzücü ve düşündürücü. Bunun bir yanı da TSK’de tutuklananların yüzü aşkın yoğunlukta kurumun üst rütbeli komutanlarıyla subay ve askerlerinin akla ziyan darbe senaryolarıyla onur kırıcı, incitici, gözden düşürücü suçlamalarla derdest edilmeleri. Ulusumuzun yargıyla birlikte en güvendiği ordusu, kınanası işlemlerle bozguna uğratılıyor. I. Dünya Savaşı’nda insan ve mühimmat yokluğuna karşın birleşik emperyal güçleri topraklarımızdan söküp atarak, boynumuza pranga gibi geçirilen Sevr fermanını yırtmak için ant içen M. Kemal ve arkadaşlarıyla birlikte açlık, yokluk, sefalet içindeki Anadolu halkı da ölümü, şehitlikle gaziliği göze alarak TSK’nin yanında durdu. Onların tarihimize kahramanlık destanlarını yazmaları en büyük övünçle gururumuzdur. Bu acımasız işgal ve zulmün üstesinden gelen TSK’mizi ufalayıp yok etmek isteyenlerin tanımını Yaradan’la halkımıza havale ediyorum. Anneannemin, annemin acılı yaşamlarının anlatılmasıyla, canlı tarih olarak öğrendiklerimle bugünkü olayları yaşayabileceğimi hiç akla getiremezdim. İzmir’de mutluluk ve huzur içinde yaşarlarken I. Dünya Savaşı’nda Yunan’ın acımasız işgalinde dayanılamayacak acılara gömülürler. Büyük dayım meçhul askerdir. Aileden sadece anneannem, işgalle 16 yaşında rüşdiyeyi terke mecbur olan dayımla 6 yaşındaki annem, yokluklar içinde sefil olurlar. Türk halkının vefalı yanıyla vatanı korumayla örgütlenenlerden Çakırcalı Mehmet Efe’nin annesi kadirbilirlikle ortada kalan dulla iki yetimi kucaklayarak, oturdukları Bayındır’ın Hasköy’ünde korumaya alır. Köyde tek erkek kalmamıştır. 16 yaşındaki dayım gecenin kör karanlığında efelerin beslenme ve gereksinimlerini onlara ulaştırma görevini yüklenir. Bu sorumlulukla bir gece Menderes’i geçmeye çalışırken, Efson (Yunan askeri) kurşunuyla dizinden vurulur. Tedavi olanağı olamadığından yara kangrene dönüşerek yaşamını yitirmesine neden olur. Anneannem iki oğlunun acılarıyla 6 yaşındaki kızını bağrına basıp oğullarının şehitliklerinin övüncüyle yaşamını sürdürür. Aklım erdiğinde her 10 Kasım’da Atatürk için okuduğu hatmi tüm şehitlerin de ruhuna borçluluk dualarıyla gönderişini hiç unutamam. Bu tarihi gerçeği hatırlamayanları tarifte çok güçlük çekiyor ve uygulamaları kınayarak tarihimizi bir kez daha okumalarını öneriyorum. Yaşamımızda önemli yeri olan Lozan Antlaşması’na da değinmeden geçemeyeceğim. Büyük Zaferden sonra Lozan’da oyunları bozulan emperyalistler adına Lord Curzon, onları tuşa getiren İsmet İnönü’ye cebinden çıkardığı amaçlarının planlarını tehdit edici bir tavırla göstererek “Gelecekte bunların tamamını tekrar elinizden alacağız” demişti. Galiba bugünkü uygulamalar düşmanların istemleriyle eşleşiyor. TSK’nin bu denli yıpratılmak istenmesi bu amacın taşındığını ister istemez düşündürüyor!.. CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Balyoz Tertibinde Paldır Küldürlük! HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 13 NİSAN 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Öz-Kök Erol Barutçugil: “Özü köstebek olana kökü sorulmaz!” Hukuksuz Çürük Yaşar Şengel: “İşin doğrusu, Anayasa Mahkemesi’ne hukukçu üye atanmamalı!” Ahmet Arpad: “AKP, kapattığı AKM ile iki yıldır kültür ve sanatı çürütüyor.” Yargı Ertan Somunkıran: “Yargı tartışmalarına son vermek için en iyi yöntem, yargıyı özelleştirip pazarlıkla devretmektir!” Halk, iktidardaki korkunun farkında SIRTI ne kadar sıvazlanırsa sıvazlansın halkın artık bir şeylerin farkına vardığı kanısında Recep Güven ve “Takıyye yapıldığını anladık” diyor: “Demokratik bir ülkenin başbakanının hesabının, öbür dünyada değil bu dünyada görüleceğini, görülmesi gerektiğini, demokrasinin bunu gerektirdiğini hiç değilse çoğumuz bilir olduk. Farklılıkları kaşıyarak, kışkırtarak birliktelik sağlanacağı saçmalığı artık kimseye inandırıcı gelmiyor. İşi yargılamak olan kurumların başındakilere yüklenerek onları savunmada bırakıp (gerçek demokrat ülke ve yöneticilerinde görülemeyen) konuştuklarında ise cüppelerini çıkarmaya davet eden birinin demokrasinin d’sinden bile nasiplenmediğini fark eder olduk. Darbe söylencesi (bilerek söylence ile ifade ettim) gerekçesiyle orduyu hedef tahtasına koyması ve adeta işkence düzeyinde hukuksuzluğu, hukukla açıklaması niyetinin ne denli kötü olduğunu gösterir oldu. Hele de salt kendi kaygı ve korkusunu ortadan kaldırmak, becerebilirse saltanatını pekiştirmek için yapmayı tasarladığı anayasa değişikliğini çoğumuza yutturacağına inanması, sanırım aklımızla alay etmesidir ve biz bunun farkındayız. Sözün özü, iktidardaki yedi-sekiz yılın sonunda işleri sarpa sardı.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” 2010/251 sayılı Bakanlar Kurulu kararı: “Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın taşra teşkilatında yer alan Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğü’nün adının Cumhuriyet Müzesi Müdürlüğü olarak değiştirilmesi; Devlet Planlama Teşkilatı ile Devlet Personel Başkanlığı’nın görüşlerine dayanan Kültür ve Turizm Bakanlığının 24/2/2010 tarihli ve 398758 sayılı yazısı üzerine; 27/9/1984 tarihli ve 3046 sayılı Kanunun 17’nci maddesinin (d) bendine göre, Bakanlar Kurulu’nca 11/3/2010 tarihinde kararlaştırılmıştır.” 2010/251 sayılı Bakanlar Kurulu kararını Ceyhun Balcı yorumluyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin köküne kibrit suyu ekiliyor diye kaygılanıyoruz. İlgili olduğunu düşünenlerin bile bir şekilde özeninden kaçacak sayısız gelişme yaşıyoruz. Ortalık yerde, gözümüzün önünde olan bitenleri fark ediyoruz ama devletin Resmi Gazete’si gibi ancak doğrudan ilgili olduğumuz gelişmelerle ilgili olarak izlediğimiz bir yayın organında ayrıntı gibi görünen yukarıdaki alıntı anlayanlara da anlamaktan kaçınanlara da fazlaca şey anlatıyor değil mi? Gaflet, delalet ve hatta hıyanette sınır tanımayanların sıkça dile getirdiği gibi ‘Kurtuluş Savaşı’ kurmacadan öte bir anlam taşımamaktadır. Anlaşıldığı kadarı ile bu anlayış öylesine güçlü ve egemendir ki ortama, kurumların adlarına olsun hoşgörü dönemi bile gerilerde kalmıştır. Bu eylemleri sergileyenler bakımından irdelendiğinde, yapılanlar son derece yerinde ve tutarlıdır! Bir ulusun çökertilmesi ve o ulusa ait örgütlenme olan devletin tasfiyesi için önde gelen koşul ulus-devletin varlık nedenlerine yönelmektir Ancak bu şekilde yaklaşıldığında köklerle ve dolayısı ile de varlık nedenleriyle bağlantının kopartılması ve buna bağlı olarak da izleyen dönemde yıkıcılık işlevinin başarılı kılınması olasıdır!” Köklerle bağlantı kopartılmaya çalışılırken yeni kökler yaratılmak istenmesine de tanık oluyoruz. Örneğin eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün görev yaptığı dönemi yüceltmesi ve onurlu yıllar olarak tanımlaması gibi. Demek ki, 4 Temmuz 2003’te Türk subaylarının, Amerikan askerleri tarafından başlarına çuval geçirilip elleri kelepçelenerek esir alınması, dövülerek sorgulanması ve “Köstebek Hilmi”nin bütün bunlara tepkisiz kalması “Yeni Türkiye Silahlı Kuvvetleri” için büyük bir şeref sayılacak. Kökler İntiharlar yüzde 35 artmış... Recep’e göre millet zevkten ölüyordur! YağmurDeniz GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM ‘Kararanlar’ın Akla Ziyan Görevleri (!) UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Önemli bir ola- yõ kutlamak için kentin belli yerle- rini õşõklandõrarak yapõlan şenlik. 2/ Yankõ... Üflemeli çalgõlarda, gövde- nin son kõsmõnda- ki huniyi andõran genişlik. 3/ Ru- bidyum elementi- nin simgesi... Pe- ru’nun başkenti. 4/ Avõ çekmek için dökülen yem. 5/ Isparta’nõn bir il- çesi... Eski dilde su. 6/ Rusçada “evet”... Akar- su kõyõsõndaki çalõ ve ağaççõklarõn üstünde de yaşayabilen bir balõk. 7/ Horoz, hindi gibi hay- vanlarõn tepesinde bu- lunan kõrmõzõ deri uzan- tõsõ... Bedenin yaşama gücü. 8/ Para, pul gibi değerli kâğõtlarõn basõlmalarõ sõ- rasõnda meydana gelen hatalar... Arap yasemini. 9/ İl- kel bir silah... Eskiden kullanõlan, tepesi yuvarlak ve dilimli çuha başlõk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çok büyük ve sağlam yapõlar için kullanõlan sözcük. 2/ İlave... Selçuklularda şehzadeleri eğitmekle görev- li kişilere verilen san. 3/ Göçebe ve yağmacõ topluluk... İran’õn plaka imi. 4/ Ayaksõz olduğu için yõlan sanõlan ve solucanla beslenen bir tür kertenkele. 5/ Bir renk... Bir şeyin yapõlmasõnõ yasaklama... Rutenyum ele- mentinin simgesi. 6/ Deniz kõyõsõnda dalga aşõndõr- masõyla oluşmuş sarp ve yüksek yer. 7/ Düğme deli- ği... Yõlanbalõğõna benzer bir balõk. 8/ Şöhret... Türk müziğinde bir makam. 9/ Elçilik ya da konsolosluklarda çalõşan koruma memuru... Bir nota. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ç A M U R C U N Ö R E K E T İ K Ğ Y U N A L A Ü Ç B O K S V N A N E S A M C R T İ K A Ş E D İ L H A S A K A T A K O F T İ Ş İ N E L I R 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yaşadığımız döneme ilerideki yıllardan bakılınca, “vaziyet-i umumiye”nin en belirgin çıbanbaşı olarak sivrilen bir kesime yapışacak adı, bu sütunda koyacağız. Hani şu her gece o kanal senin, bu kanal benim gezen, ya da cırtlak sesleriyle hezeyan içinde acılarını içlerine gömerek bu vatan için anlaşılmaz şekilde hapis yatan aydınlara dil uzatan o malum Atatürk Türkiyesi karşıtı “sözde aydın”lardan söz ediyorum. Artık onlara “Kararanlar” diyeceğiz. Yani “Kara” sahte-aydınlar, karanlığın borazanı ve iletkeni olan “Kararanlar”! Haftalardır anayasa paketi sefaleti ile yaşadığımızdan, Çin işkencesi hızlandı. Meydanı boş bulan “kararanlar” arttıkça açılıyorlar, açıldıkça da batıyorlar! Ama farkında değiller. Tarih onları en karanlık sayfalarına kaydediyor şu günlerde… Onlar “1923 büyük Türk Aydınlanması”na ihanet edip, aydınlığın en utanç yansıması olarak görev yapan piyonlar. “Kararanlar”ın ortak görüşü, papağan misali hep aynı jargon etrafında dönüyor. “Resmi tarih”, “Resmi ideoloji”,“Paradigmanın iflası”, “Jakoben ceberrut devleti”, “atanmışların egemenliği”, “Irkçı-milliyetçi söylem” vs… Aslında bu savların her birinin içi boş. Genellikle ulusalcı sert yazar ve düşünürlerin karşısına çıkamayan bu “kararanlar”, mesela en çok örnek vermeyi sevdikleri ülkelerden ABD’de temel anayasal özgürlüklerin kutsal kitap kadar dokunulmazlığı olan bir “resmi ideoloji” sayılabilecek antlaşması olduğunu hatırlamak istemezler. Dünyada her demokratik ülkede de, insanların uluslarına, bayraklarına, milli marşlarına bağlı olduklarını görmezden gelirler. Ulusalcı her muhalefet odağı ile iktidar gücünü kullanarak kirli bir savaş yürüten AKP, “Kararanlar”a göre tam tersine ülkenin “AB standartlarında demokratikleşmesi” için cansiperane görev yapan örnek bir kurumdur. Bu anayasa değişim paketini her zaman olduğu gibi kötülemeye çalışan muhalefet ise, statükocu direncini ortaya koymaktan başka bir şey becerememektedir. Parasal güç odaklarının akıttığı inanılmaz yeşil sermaye ile de beslenerek bu görüş bu çarpık senaryoyu yabancı gazetecilere ve saf siyasilere dayatmaktadırlar. Hadi onları anladık. Bu ülkede yaşamıyorlar. İyi de Türk olup bu sahtekârlıklara inanan “normal” insan var mı? AKP’nin (ve sunduğu ANAYASA’nın) bu ülkeye daha fazla özgürlük sunacağı palavrasını sıkanlar için iki şık var: Ya son derece aptallar ya da kalemleri üç kuruşa satılmış durumda. Bir ülke düşünün ki herkes fişlenmiş ve yobaz olduğunu kanıtlamayana yaşam, iş, memurluk şansı hiç bırakılmamış, devlet “kız vermem” diye tutturmuş. Hükümet, RTÜK gibi bir İslam Âlimleri Cemiyeti benzeri bir meclis toplayıp, ülkenin en sade masum eğlence hayatına bile, Huysuz Virjin’den Beren Saat’in öpüşme stiline kadar karışır hale gelmiş. Hükümet noteri konumuna gerilediği açık tartışma konusu olan Çankaya’nın RTÜK dışında, ister yargı, ister rektörlük, her ataması açıkça AKP’yi destekleyen, muhafazakârdan öte dinci kesimin dar alanına hapsolmuş. TEKEL işçileri, hükümet eliyle hedeflerine ulaşamadıkları gibi, polis copu, biber gazı ile boğuşup, artık Ankara’ya bile sokulmuyorlar! Hoşgörüsüzlük, tehdit, şiddet, hepsi her yerde diz boyu bir kuşatmaya girişmişken ve şu anayasa paketi ile TSK’den sonra, AKP’nin önünde en büyük engellerin başında görülen yargı dize getirilip faşizmin önü açılırken, “kararanlar”ın zor şartlarda(!) yaptıkları özverili(!!) görevlerini izliyorum… Sevgili Kararanlar, tarihe bu isimle geçeceksiniz ve lakabınız üzerinizden hiçbir zaman silinemeyecek. Hadi görev başına, marş marş! Kendi adınızın ırzına geçtiğinizi fark edemediğiniz sayfalar, programlar sizleri bekliyor! [email protected] www.bedribaykam.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle