Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
U
ygar ve çağdaş ülkeler-
de ulusun güvencesi hu-
kuktur. “Hukuk Dev-
leti” demek, “Hukukun Üs-
tünlüğü” demek, hukuk kural-
larõnõn egemenliği demektir. O
nedenle de yönetim biçimi-
mizde, “yürütme”nin karar-
larõnõn hukuka uygunluğunu
“Danıştay”, “yasama”nõn ka-
rarlarõnõ ise “Anayasa Mah-
kemesi” denetler. Bu denetle-
meleri kaldõrmaya kalkarsanõz,
hukuk devleti olmazsõnõz, olsa
olsa, polis devleti olursunuz.
Osmanlõ valisinin Osmanlõ ka-
dõsõna söylediği, “İlamını gör-
düm, kahkaha ile güldüm,
ilamını yırtarım, mahkeme
kapısına asarım” sözleri, artõk
tarih sayfalarõ arasõnda kalmõş-
tõr.
Ülkemizde uzunca bir za-
mandõr yargõnõn sorunlarõ tartõ-
şõlõyor. Yargõ kurumlarõnõn si-
yasal “erk”in etkisi altõnda ol-
masõ, ayrõ bir adli kolluk gücü-
nün bulunmamasõ, yargõnõn so-
runlarõnõ ağõrlaştõrõyor. “Adalet
bakanının” ve bakanlõk müs-
teşarõnõn, HSYK’nin başkan ve
üyesi bulunmasõ, AB tarafõndan
da eleştirilmiş ve yargõ bağõm-
sõzlõğõnõn önündeki en büyük
engel olarak gösterilmiştir. Ya-
salarla yapõlacak iyileştirme-
lerin dõşõnda, yargõ görevlileri-
nin, özellikle yargõç ve savcõ-
larõn eğitimlerinin yeterli olup
olmadõğõ da ayrõ bir önem taşõ-
maktadõr.
Mahkemelerimizde, “Ge-
cikmiş adalet, adalet değildir”
sözünü doğrular biçimde süren
yargõlamalar, bireylerin yargõ-
ya duyduklarõ güveni azalt-
maktadõr. Yõllar süren yargõla-
malar, taraflarõ bõktõrmakta, hak
aramayõ güçleştirmektedir.
Yargı reformu
Son “Ceza Yargılama Ya-
samızla”, sözde güçleştirilmiş
bulunan tutuklama kurumu, kö-
tüye kullanõlmakta, tutukluluk,
bir önlem olmaktan çõkarak ce-
za yerine geçmektedir. Tutuk-
lanan bireyler, suçlarõnõ bile
bilemeden aylarca yargõç kar-
şõsõna çõkmayõ beklemektedir-
ler. Bu durum, ne acõ ki yay-
gõnlaşmõştõr. Hukuka aykõrõ tu-
tuklamalar, en büyük insan
haklarõ bozgunlarõdõr. Bu tu-
tuklamalarõn, siyasal amaçlar-
la yapõlmõş olmasõ ise bir uy-
garlaşma, çağdaşlaşma eksikli-
ğidir. Şu anda cezaevlerimizde,
kõrk bini aşkõn tutuklu bulun-
maktadõr. Henüz yargõlamalarõ
süren, suçluluklarõ kesinleşme-
miş kişilerdir bunlar.
“Yargı Reformu” adõ altõn-
da, “Adalet Bakanlığı’nın”
hazõrladõğõ ve henüz kamuoyu-
na tam olarak sunulmamõş dü-
zenlemelere bakõldõğõnda, bu
hazõrlõklarõn gerçek bir yargõ re-
formundan uzak olduğu görül-
mektedir. HSYK’nin üye sayõ-
sõnõ arttõrarak bu üyelerin büyük
bölümünün TBMM tarafõndan
seçilmesini sağlamak, yargõ ba-
ğõmsõzlõğõna en büyük kötü-
lüktür. TBMM’nin seçtiği üye-
ler, siyasal “erk”e bağlõ üyeler
olacaklardõr. “Anayasa Mah-
kemesi’nin” yetkilerini elinden
alarak parti kapatmalarõ
TBMM’nin yetkisine vermek
ise anlaşõlõr gibi değildir. Ço-
ğunluğu elinde bulunduran bir
siyasal parti, kendisinin kapa-
tõlmasõnõ engelleyeceği gibi,
kendisine karşõ bir siyasal par-
tinin kapatõlmasõnõ da sağla-
yabilecektir. Bu düzenlemeler,
ne bağõmsõzlõğa ve ne de hu-
kukun üstünlüğüne uygun ola-
maz. Olsa olsa, siyasal bir dik-
taya yol açar.
“Bağımsız değil, tarafsız
yargı” sözü de hiçbir anlam ta-
şõmamaktadõr. Bağõmsõz olma-
yan bir yargõ, tarafsõz da ola-
maz. Tarafsõz olmaktan söz
ederken yargõnõn kendi tarafla-
rõnda olmasõnõ isteyen, yargõ is-
tedikleri gibi karar verecekse,
bu durumu tarafsõzlõk olarak gö-
ren siyasetçilere ise söyleyecek
çok sözümüz vardõr. Dünya da
sanõnõn başõnda, “Cumhuri-
yet” sözcüğü bulunan savcõlar,
“Fransa” dõşõnda, bir tek bizim
“ülkemizde” bulunmaktadõr.
Atatürk’ün Adalet Bakanõ
Mahmut Esat Bozkurt, sav-
cõlarõn, “Cumhuriyet Savcısı”
olmalarõnõ isterken gerekçe ola-
rak, “Gün olur, Cumhuriyeti
korumak için, herkesi, baş-
bakanları, bakanları da so-
ruşturmaları gerekebilir” de-
miştir. “Cumhuriyet savcıla-
rının” öncelikle, “Cumhuri-
yeti” savunmak görevleri var-
dõr.
“Türkiye Cumhuriyeti, bir
Kurtuluş Savaşı” sonucunda
gerçekleştirilen bir devrimle
kurulmuştur. Her devrim gibi,
“Türkiye Cumhuriyeti”nin
de kendisini korumak için, ge-
rekli önlemleri almasõ doğaldõr.
Bu nedenle de savcõlar, önce-
likle “Cumhuriyetin Savcıla-
rıdır.” Bu ilkeyi unutan,
“Cumhuriyetimizin” kuruluş
felsefesini unutan savcõlar, bel-
li ki başka bir şeyin savcõlarõdõr
ancak “Cumhuriyetin” sav-
cõlarõ değillerdir.
Yargõ doğal olarak bağõmsõz
olacaktõr. Bu bağõmsõzlõktan
amaç, siyasal güce bağlõ ol-
mamaktõr. Ancak, bir devrimle
kurulan “ülkemizde” ise yar-
gõnõn öncelikle, “Cumhuri-
yet” ilkelerinden yana olmasõ
beklenir. Bundan ötürü de ba-
ğõmsõz, ancak “Cumhuriyet”
ilkelerinden, aydõnlanmadan
yana taraf olan bir yargõ istiyo-
ruz. Mahmut Esat Bozkurt’un 1
Kasõm 1926 günü yargõçlara
söylediği, “Türk yargıçları,
sizler, Türk devriminin demir
eliyle kurulan uygarlığın kıs-
kanç bekçileri olmak zorun-
dasınız. Görev ve sorumlu-
luklarınız, geçmişin dirilme-
sine, yeniliğin acı çekmesine
zaman ve olanak vermeye-
cektir” sözlerini, yargõçlarõ-
mõz hiç unutmamalõdõrlar.
Çift başlõ bir eğitim sistemi-
ni uygulamaya koyarsanõz, ak-
lõ ve bilimi dõşlayan, Darwin
yerine, Âdem ile Havva’yõ öne
çõkaran kuşaklar yetiştirirse-
niz, ülkeyi de yargõyõ da böler-
siniz. Böyle olunca da “Tür-
kiye Cumhuriyeti’ni” kuran ve
“Türk Devrimini” gerçekleş-
tiren düşünce ile buna karşõ
olan gerici düşünce, çatõşõr du-
ruma gelir.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 6 MART 2010 CUMARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Şantaj Üç: Avrupa Birliği
BAZI konular gerektiğinden fazla
önemsenirse, onlardan devletin temel
vizyonuymuş gibi söz edilirse, bazı hedefleri
gerçekleştirememiş olmak büyük ulusal felaket
sayılırsa, o zaman bütün bu duygular ve
endişeler başkaları için çok elverişli ve sonuç
verici birer şantaj aracına dönüşmüş demektir.
Ama öyle yapacağınıza tam tersine bunları
umursamaz görünerek ve heveslerinizi içinizde
saklayarak olmazsa olmazlar listesinden
çıkarmış görünürseniz, şantajcıların oyunları
sıfırlanır, o yola başvuranlar gülünçleşir.
Şimdiki durumda, olmazsa olmazlarımız
arasına Avrupa Birliği’ne tam üyeliği
oturtmuş görünüyoruz. Üstelik, tam üyeliğin ne
anlama geldiğini, ne verip ne alacağını
bilmeden, hatta birçok kusurumuzun
düzeltilmesi için tek çare saydığımızı çevreye
yayarak ve sağır sultanlara bile duyurarak.
Hatta, neredeyse yalvararak, o hedefe
varmak için birçok tutumdan
vazgeçebileceğimizi belli ederek.
Sayın Başbakan, büyük olasılıkla AB’ye
girme çabalarında “bir adım öne geçmiş”
görünmek için, “Kıbrıs’ta çözüm olursa
askerimizi de çekeriz” demekten kendini
alamadan.
Adada asker bulundurmanın başlangıçtan
beri bize tanınmış bir hak olduğunu, her
görüşmede bunu tekrar etmeye özen
gösterdiğimizi unutarak.
Hem de AB’nin en güçlü iki ülkesinin,
Almanya’yla Fransa’nın hâlâ “Taş çatlasa
Türkiye tam üye yapılamaz; ayrıcalıklı ortaklık
verelim” demeye devam ettikleri halde.
Bizdeki bu aşırı heves ve ağzını tutamamazlık
sürdükçe, siz AB üyesi devletlerden biri
olsanız, şantaja başlamaz mısınız? Bir yandan
Türkiye’yi tam üye yapmaya bugünden hazır
olduğunuzu söylerken, bir yandan da
Ankara’ya dönüp “Bunu da ver, şunu da ver”
diyerek şantajın en kibar görünüşlüsüne
soyunmaz mısınız?
Yunanistan’ın, politika değiştirip on beş yıldır
yaptığı gibi.
İşin en kötü yanı, bizdeki bu havayı sezenler,
yalnız “Kıbrıs’ı Rumlara verin, askerinizi çekin,
limanlarınızı ve hava sahanızı Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin gemilerine ve uçaklarına açın”
demekle yetinmeyip, “Etnik haklar bataklığına
girin, Heybeliada Papaz Okulu’nu açın,
Patrikhane’ye Vatikan gibi özerklik, hatta
bağımsızlık verin” diyerek Cumhuriyetimizin
köküne kibrit suyu dökme aşamasına bile
kolaylıkla girebilmişlerdir.
Bu tutum, artık, AB konusundaki zayıflığımızı
kullanarak “Şunu şunu yapmazsanız” diye
başlayan bir şantajdan da öteye gitmiş, “Siz
aptalsınız” demeye gelen bir hakarete
dönüşmüştür. Buna bile isyan etmeyeceksek,
neye edeceğiz?
mumtazsoysal@gmail.com
A
KP’nin anayasa reformuna ilişkin
olarak sürdürdüğü politikalar, ka-
muoyunu aldatmaya yönelik söy-
lemler açõsõndan yargõ reformu ile
paralellik göstermektedir.
1) Anayasa reformu bağlamõnda sõk sõk
duyduğunuz “ideolojiden bağımsız” ya da
“renksiz” anayasa söylemleri, bunun ilk uy-
gulamasõdõr. Her anayasa, kendi oluşumunu
sağlayan sosyal ve siyasal hareketlerin ve
dünya görüşünün izlerini taşõr ve bunlar için-
de vazgeçilmez nitelikte gördüklerini mutlak
koruma altõna alõr. Cumhuriyet anayasalarõ-
mõzõn ortak mirasõ olan ilkeler bu niteliktedir.
Federal Alman Anayasasõ da nasyonal-sosya-
list geçmişine bir tepki olarak insan haysiye-
tine, federal, demokratik ve sosyal hukuk
devleti düzenine ya da direnme hakkõna do-
kunan bir anayasa değişikliğine izin verme-
mekte, bu değerleri korumak üzere “müca-
deleci demokrasi” kavramõnõ benimsemek-
tedir. AİHM de şeriat düzeninin ve çok hu-
kukluluğun AİHS’nin arkasõnda yatan de-
mokrasi anlayõşõyla bağdaşmadõğõnõ vurgula-
maktadõr. Bu da Batõ demokrasisinin dayandõğõ
ideolojinin bir yansõmasõdõr.
Kısa anayasa söylemi
İdeolojiden bağõmsõz ve renksiz anayasa
söylemleri, çoğu kez belli bir siyasal ve ideo-
lojik hedefi gizlemek ve bu hedefi engelle-
yen anayasa kurallarõnõ uzun vadede ortadan
kaldõrmak amacõyla kullanõlõr. Bunun gibi, kõ-
sa anayasa söylemi de anayasanõn siyasal ik-
tidar için öngördüğü sõnõrlama ve yükümlü-
lükleri asgariye indirerek, aynõ amaca hizmet
eder. Antidemokratik rejimlerden ağzõ yanmõş
olan ülkelerin anayasalarõ bizimkinden kõsa de-
ğildir.
2) Anayasa Mahkemesi ile ilgili demokratik
meşruiyet tartõşmalarõ da bir başka aldatma ko-
nusudur. Ulusal iradeyi doğrudan temsil eden
bir organõ denetleme görev ve yetkisinin “ana-
yasa mahkemesi” adõ altõnda ayrõ bir mahke-
meye verilmesi, 20. yüzyõlõn ikinci yarõsõnda or-
taya çõkan oldukça yeni bir düşüncedir. Bu ne-
denle anayasa mahkemelerinin ilk kuruluş
aşamasõnda böyle bir yetkinin “demokratik
meşruiyet” düşüncesini gündeme getirmesi do-
ğaldõr. Ancak aradan geçen yarõm yüzyõla ya-
kõn bir uygulamadan sonra, anayasa mahke-
meleri, çoğulcu demokrasilerin vazgeçilmez bir
parçasõ durumuna gelmiştir. Yakõn zamanlara
kadar ön denetimden öteye geçememiş olan
Fransa bile, somut norm denetimine ilk adõmõnõ
atmõş bulunmaktadõr. Günümüzde artõk de-
mokratik meşruiyeti Anayasa Mahkemesi üye-
lerinin yasama organõ ile organik bağõnda ara-
mak oldukça eskimiş bir düşüncedir. Anayasa
mahkemelerinin meşruiyetini, organik bağ-
dan çok anayasanõn siyasal iktidara karşõ bu or-
gana sağladõğõ bağõmsõz statüde, halkõn ona duy-
duğu güvende ve onun halk nezdinde kazandõğõ
saygõnlõkta aramak gerekir.
Öte yandan anayasa mahkemesi üyelerinin
tümünü parlamentoya seçtiren Federal Al-
manya’da, bu seçimin fiilen nasõl işlediğini an-
latmadan onu örnek göstermek, kamuoyunu al-
datmaktan başka bir anlam taşõmaz. Bu se-
çimleri, partilerin karşõlõklõ uzlaşmasõ belirler.
Bu uzlaşma, 50 yõldõr hiç bozulmadan ve ke-
sintiye uğramadan yürütülebilmiştir. Böyle bir
uzlaşmanõn Türkiye’de sağlanabilme şansõ
bulup bulmayacağõ sorusuna inandõrõcõ bir
cevap getirmeden, Almanya’yõ ya da benzer ül-
keleri örnek göstermek, ideolojik bir aldat-
macadõr.
Partilerin uzlaşması
Ayrõca eklemek gerekir ki; bu uzlaşmaya rağ-
men, bugün Almanya’da Federal Anayasa
Mahkemesi’ne üye seçiminin siyasal partiler-
ce belirlenmesi, ciddi bir eleştiri konusudur. Al-
manya’yõ örnek gösterenler, nedense bu eleş-
tirilerden hiç söz etmiyorlar.
Yönetimde istikrar düşüncesinin ürünü olan
ve uzlaşma düşüncesinden giderek uzaklaşan
bir parlamentoya, Anayasa Mahkemesi üye-
lerini seçtirmek, çoğunluğun politik iktidarõnõ
denetleyecek bir organõ, çoğunluğa bağõmlõ du-
ruma getirmekten başka bir sonuç doğuramaz.
Bu da Anayasa Mahkemesi’nin, insan hakla-
rõna dayalõ, demokratik ve sosyal hukuk dev-
leti ilkelerinin güvencesi olma işlevini ortadan
kaldõrõr ve değişmez ilkelerin ihlali sorununu
gündeme getirir.
3) Askeri darbelerin alternatifi sivil darbe ola-
maz. Çoğunluğun egemenliği de çağdaş de-
mokrasiyle özdeş değildir. Hukuk devleti il-
kesinden bağõnõ koparmõş, kendisine yandaş
yargõ yaratma peşinde koşan bir çoğunluk, se-
çimle de gelmiş olsa demokratik yönetim ni-
teliğine sahip olamaz. Kendisini eleştiren ya-
zarlarõ işten atmasõ için medya patronlarõna teh-
ditkâr çağrõlar yapan bir siyaset adamõnõn, de-
mokrasiyi uygulama niyet ya da hevesinden söz
etmek abestir. Ülkemizde uygulanan demok-
rasi, milletvekili adaylarõ başta olmak üzere,
tüm temel kararlarõn parti liderleri ya da çev-
resi tarafõndan belirlendiği bir demokrasidir.
Parti içi demokrasi, anayasamõzõn önemli bir
ilkesi olmasõna rağmen adeta tüm partilerin el-
birliği ile içi boş bir ilke durumuna getirilmiştir.
Liderler egemenliği yaşõyoruz. Buna bir de halk
tarafõndan seçilecek bir cumhurbaşkanõnõn
fiili gücü eklendi. Oysa en büyük gereksini-
mimiz, lider sultasõnõn kõrõlmasõ; seçim yasa-
sõnda öngörülen taşra ağõrlõklõ temsilin, dina-
mik toplum kesimlerine kaydõrõlarak, adil ve
dengeli bir temsilin sağlanmasõ, ülke seçim ba-
rajõ ile partilere yapõlan devlet yardõmõna iliş-
kin barajõn makul bir çizgiye çekilmesi, par-
tilere yapõlacak devlet yardõmõnõn parti öz-
kaynaklarõnõ aşamamasõ gibi önlemlerin ana-
yasa düzeyinde alõnmasõdõr. TBB’nin anaya-
sa önerisinde bunun somut örnekleri gösteril-
miştir.
4) Ayrõmcõlõk yasağõ, Türkiye’deki demok-
ratikleşme sürecinin en önemli unsuru olma-
lõdõr. Kadõn - erkek eşitliğini yaşama geçirecek
önlemlere koşut olarak, etnik ayõrõmcõlõğõn da
önü alõnmalõdõr. Son günlerin moda deyimi olan
“demokratik açılım”õ anlamlõ ve etkili kõl-
manõn anahtarõ da “etnik ayrımcılık yasa-
ğı”dõr. Anayasanõn değişmez kurallarõ, “fe-
deratif yapıya, ayrı dil ve ayrı ulus arayışı”na
engeldir. İçeriği belirsiz bir “demokratik
açılım” söylemiyle bu konuda gerçekleşmesi
mümkün olmayan umutlar yaratmak, her şey-
den önce “demokratik açılım”a zarar verir.
Şiddete başvuran ya da şiddete başvurulmasõ-
nõ haklõ gören partilerin kapatõlmasõ, Avrupa
standardõna uygun bir önlemdir. Oysa dõşarõ-
dan empoze edilen “demokratik açılım” da-
yatmasõ, şiddete başvuran ya da şiddete baş-
vurma tehdidinden vazgeçmeyen partilerin
kapatõlmasõnõ bile bir sorun haline getirmek-
tedir. Bu yolu tõkamak üzere partilere karşõ da-
va açma yetkisinin Yargõtay Cumhuriyet Baş-
savcõsõ’ndan alõnarak AKP çoğunluğunun
keyfine bõrakõlmasõ yönündeki girişimler, bel-
ki Batõ’nõn kendisi için yararlõ gördüğü bir po-
litikaya destek olabilir, ama sonuçta kamuoyu
ile birlikte kendini de aldatma sonucunu do-
ğurur.
5) Bugün TEKEL işçilerinin direnişi, küre-
sel bunalõma rağmen sosyal devlet ilkesinde ya-
şanan duyarsõzlaşmanõn bir yansõmasõdõr. 2001
anayasa değişikliği, 65. maddede yaptõğõ dü-
zenleme ile anayasanõn devlete yüklediği
ödevlerde mali kaynakların belli öncelikle-
re göre kullanılması yükümlülüğünü getir-
miştir. Sosyal ve iktisadi haklar bölümünde bu
tür önceliklerin dava edilebilir nitelikte asga-
ri hak alanlarõ olarak somutlaştõrõlmasõ gerekir.
Bunun örnekleri de TBB’nin anayasa öneri-
sinde yer almõştõr. Oysa AKP için hazõrlanan
anayasa taslağõnda bunun tam tersi yapõlmõş,
birçok sosyal hak, sosyal devlet ilkesini ihlal
edecek ölçüde anayasadan çõkarõlmõştõr. Şim-
diki anayasa reformu girişiminden de bu alan-
da başka bir şey beklemek safdillik olur.
Uluslararasõ standartlarõ dillerinden düşürme-
yenler, BM bünyesinde bağõtlanmõş bulunan İk-
tisadi, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Söz-
leşme’ye ek olarak 10 Aralõk 2008 yõlõnda ka-
bul edilmiş bulunan ek protokolde bireysel baş-
vuru hakkının tanındığını görmezlikten gel-
mekte ve bunu halktan özenle gizlemektedir.
Anayasa reformu yapılamaz
Siyasal iktidar ve yandaşlarõnõn bu gibi de-
mokratik reformlarla hiç mi hiç ilgilenmedik-
lerini görmemek için kör olmak gerekir. Ta-
rafsõz bir hakem rolündeki Cumhurbaşka-
nõ’nõn seçiminde bile uzlaşmanõn sağlanama-
dõğõ, üstelik böyle bir uzlaşmayõ savunan yak-
laşõmlarõn, demokrasi karşõtõ düşünceler olarak
gösterilebildiği bir ortamda anayasa reformu
yapõlamaz. Yapõlõrsa bunun adõ reform değil,
anayasa deformasyonu olur. Gerçek bir anayasa
reformu, ancak tüm toplum kesimlerini uzlaşma
bilinci ile içine alacak, ana ekseni tüm baraj-
lardan arõndõrõlmõş bir seçimle oluşturulacak bir
kurucu meclis tarafõndan yapõlabilir. Uzlaş-
manõn temel dayanağõ ise üniter yapõyõ koru-
yan, insan haklarõna dayanan, ulusal, demok-
ratik, laik bir sosyal hukuk devletidir. Bu il-
kelerle çatõşarak yeni bir anayasa ya da kalõcõ
ve anlamlõ bir anayasa reformu yapmak müm-
kün değildir.
Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Eski Anayasa Mahkemesi Üyesi
Anayasa Reformuna İlişkin Aldatmacalar -II-
Tarafsõz bir hakem rolündeki Cumhurbaşkanõ’nõn seçiminde bile
uzlaşmanõn sağlanamadõğõ, üstelik böyle bir uzlaşmayõ savunan
yaklaşõmlarõn, demokrasi karşõtõ düşünceler olarak gösterilebildiği bir
ortamda anayasa reformu yapõlamaz. Yapõlõrsa bunun adõ reform değil,
anayasa deformasyonu olur.
Hukuk Devleti...
Av. Erol ERTUĞRUL
PENCERE
Halk Çoğunluğu
Oluşumu Seziyor...
Dostum sordu:
- Ne oluyor?..
Dedim ki:
- Oldu bile...
Merakla yüzüme baktı, herkesin için için
sezdiği, ama yüksek sesle dile getirmekten
kaçındığı değişimi, o da ayrımsamıştı; ama
birinin yüksek sesle gerçeği söylemesini
bekliyordu.
Gerçek, ancak sözle ya da yazıyla
açıklandığı zaman algılanabilir.
Üsteledi dostum:
- Ne oldu?.. Bir şeyler değişiyor gibi; ama
tam anlamında kavranamıyor; nedir
dönüşen?..
- Devlet değişiyor.
- Nasıl?..
- 1923’ten İkinci Dünya Savaşı’na dek
“devrimci devlet” vardı.
- Sonra?..
- İkinci Dünya Savaşı’ndan 1991’e değin
yaşanan süreçte karşıdevrimci devlet...
- Daha sonra?..
-1991’den sonra dünya dengeleri değişince
yeni bir devlete doğru dümen kırdık...
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye, Batı
Bloku’na katıldı. Ancak bu katılım
karşıdevrimin işine yaradı. Avrupa’da
demokrasi sola açılışla kurulmuştu; bizde çok
partili rejim “sola kapalı-sağa açık” bir yasaklar
rejimine dönüştü. Türkiye’de kırk yıl “Cadı
Kazanı” kaynatıldı, devlet irticayı “komünizme
karşı panzehir” diye desteklemeye başladı;
aydınlar düşman sayıldı; solcu “potansiyel
komünist” idi.
Soğuk Savaş’ın koşullarında “1923
Aydınlanma Devrimi”yle kurulan laik
cumhuriyet yok edilecekken, Sovyetler yıkıldı;
komünizm “tehlike” olmaktan çıktı; yarım
yüzyıldan beri “Soğuk Savaş” koşullarına göre
konuşlanan devlet anlayışı boşluğa düştü.
Dostum sordu:
- Ne zaman oldu bu?..
- Koşulların değişmesiyle değişimin
algılanması arasındaki süreç yaşanıyor.
- Bu oluşumun bilincinde miyiz?..
- Kimisi sezinliyor, kimisi eski değer
yargılarının güdümünde yaşıyor. Hiçbir şey
değişmemiş gibi düşünen, yazan, çizen,
politika yapmaya çalışan çok kişi var; karmaşa
ya da kargaşa bu yüzden...
- Peki, devletteki değişimin dışavurumu ne
zaman tümüyle yaşama yansıyacak?..
- Kolay değil!.. Soğuk Savaş’ta komünizme
karşı “ileri karakol” olarak kullanılıyorduk;
Amerika’nın “Yeşil Kuşak” kuramı “Türk-İslam
Sentezi”yle devlet ideolojisine
dönüştürülmüştü; irtica, devlet eliyle
desteklendiği için yükseldi; ama bu desteğin
çekilmesiyle dinciliğin inişe geçmesi arasında
yine bir zaman dilimi yaşanacak... Çünkü İkinci
Dünya Savaşı’ndan 1991’e değin devlet
gücünü arkasına alan irtica, yarım yüzyıldan
beri kurumlaştı; ekonomik altyapısını kurdu. Bu
kurumlaşma ve yapısallaşmadan toplum
kolayca arınamaz; devlet örgütünün bile
temizlenmesi zaman alacaktır.
Laik cumhuriyetin tazelenmesi bu kez
demokrasiyi de kurumlaştıracak... Halk
çoğunluğu bu gidişatı sezdi...
Liderler ne zaman ayrımsayacak?..
(22 Nisan 1998 tarihli yazısı)
Çift başlõ bir eğitim sistemini uygulamaya koyarsanõz,
aklõ ve bilimi dõşlayan, Darwin yerine, Âdem ile
Havva’yõ öne çõkaran kuşaklar yetiştirirseniz, ülkeyi de
yargõyõ da bölersiniz.