23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
U ygar ve çağdaş ülkeler- de ulusun güvencesi hu- kuktur. “Hukuk Dev- leti” demek, “Hukukun Üs- tünlüğü” demek, hukuk kural- larõnõn egemenliği demektir. O nedenle de yönetim biçimi- mizde, “yürütme”nin karar- larõnõn hukuka uygunluğunu “Danıştay”, “yasama”nõn ka- rarlarõnõ ise “Anayasa Mah- kemesi” denetler. Bu denetle- meleri kaldõrmaya kalkarsanõz, hukuk devleti olmazsõnõz, olsa olsa, polis devleti olursunuz. Osmanlõ valisinin Osmanlõ ka- dõsõna söylediği, “İlamını gör- düm, kahkaha ile güldüm, ilamını yırtarım, mahkeme kapısına asarım” sözleri, artõk tarih sayfalarõ arasõnda kalmõş- tõr. Ülkemizde uzunca bir za- mandõr yargõnõn sorunlarõ tartõ- şõlõyor. Yargõ kurumlarõnõn si- yasal “erk”in etkisi altõnda ol- masõ, ayrõ bir adli kolluk gücü- nün bulunmamasõ, yargõnõn so- runlarõnõ ağõrlaştõrõyor. “Adalet bakanının” ve bakanlõk müs- teşarõnõn, HSYK’nin başkan ve üyesi bulunmasõ, AB tarafõndan da eleştirilmiş ve yargõ bağõm- sõzlõğõnõn önündeki en büyük engel olarak gösterilmiştir. Ya- salarla yapõlacak iyileştirme- lerin dõşõnda, yargõ görevlileri- nin, özellikle yargõç ve savcõ- larõn eğitimlerinin yeterli olup olmadõğõ da ayrõ bir önem taşõ- maktadõr. Mahkemelerimizde, “Ge- cikmiş adalet, adalet değildir” sözünü doğrular biçimde süren yargõlamalar, bireylerin yargõ- ya duyduklarõ güveni azalt- maktadõr. Yõllar süren yargõla- malar, taraflarõ bõktõrmakta, hak aramayõ güçleştirmektedir. Yargı reformu Son “Ceza Yargılama Ya- samızla”, sözde güçleştirilmiş bulunan tutuklama kurumu, kö- tüye kullanõlmakta, tutukluluk, bir önlem olmaktan çõkarak ce- za yerine geçmektedir. Tutuk- lanan bireyler, suçlarõnõ bile bilemeden aylarca yargõç kar- şõsõna çõkmayõ beklemektedir- ler. Bu durum, ne acõ ki yay- gõnlaşmõştõr. Hukuka aykõrõ tu- tuklamalar, en büyük insan haklarõ bozgunlarõdõr. Bu tu- tuklamalarõn, siyasal amaçlar- la yapõlmõş olmasõ ise bir uy- garlaşma, çağdaşlaşma eksikli- ğidir. Şu anda cezaevlerimizde, kõrk bini aşkõn tutuklu bulun- maktadõr. Henüz yargõlamalarõ süren, suçluluklarõ kesinleşme- miş kişilerdir bunlar. “Yargı Reformu” adõ altõn- da, “Adalet Bakanlığı’nın” hazõrladõğõ ve henüz kamuoyu- na tam olarak sunulmamõş dü- zenlemelere bakõldõğõnda, bu hazõrlõklarõn gerçek bir yargõ re- formundan uzak olduğu görül- mektedir. HSYK’nin üye sayõ- sõnõ arttõrarak bu üyelerin büyük bölümünün TBMM tarafõndan seçilmesini sağlamak, yargõ ba- ğõmsõzlõğõna en büyük kötü- lüktür. TBMM’nin seçtiği üye- ler, siyasal “erk”e bağlõ üyeler olacaklardõr. “Anayasa Mah- kemesi’nin” yetkilerini elinden alarak parti kapatmalarõ TBMM’nin yetkisine vermek ise anlaşõlõr gibi değildir. Ço- ğunluğu elinde bulunduran bir siyasal parti, kendisinin kapa- tõlmasõnõ engelleyeceği gibi, kendisine karşõ bir siyasal par- tinin kapatõlmasõnõ da sağla- yabilecektir. Bu düzenlemeler, ne bağõmsõzlõğa ve ne de hu- kukun üstünlüğüne uygun ola- maz. Olsa olsa, siyasal bir dik- taya yol açar. “Bağımsız değil, tarafsız yargı” sözü de hiçbir anlam ta- şõmamaktadõr. Bağõmsõz olma- yan bir yargõ, tarafsõz da ola- maz. Tarafsõz olmaktan söz ederken yargõnõn kendi tarafla- rõnda olmasõnõ isteyen, yargõ is- tedikleri gibi karar verecekse, bu durumu tarafsõzlõk olarak gö- ren siyasetçilere ise söyleyecek çok sözümüz vardõr. Dünya da sanõnõn başõnda, “Cumhuri- yet” sözcüğü bulunan savcõlar, “Fransa” dõşõnda, bir tek bizim “ülkemizde” bulunmaktadõr. Atatürk’ün Adalet Bakanõ Mahmut Esat Bozkurt, sav- cõlarõn, “Cumhuriyet Savcısı” olmalarõnõ isterken gerekçe ola- rak, “Gün olur, Cumhuriyeti korumak için, herkesi, baş- bakanları, bakanları da so- ruşturmaları gerekebilir” de- miştir. “Cumhuriyet savcıla- rının” öncelikle, “Cumhuri- yeti” savunmak görevleri var- dõr. “Türkiye Cumhuriyeti, bir Kurtuluş Savaşı” sonucunda gerçekleştirilen bir devrimle kurulmuştur. Her devrim gibi, “Türkiye Cumhuriyeti”nin de kendisini korumak için, ge- rekli önlemleri almasõ doğaldõr. Bu nedenle de savcõlar, önce- likle “Cumhuriyetin Savcıla- rıdır.” Bu ilkeyi unutan, “Cumhuriyetimizin” kuruluş felsefesini unutan savcõlar, bel- li ki başka bir şeyin savcõlarõdõr ancak “Cumhuriyetin” sav- cõlarõ değillerdir. Yargõ doğal olarak bağõmsõz olacaktõr. Bu bağõmsõzlõktan amaç, siyasal güce bağlõ ol- mamaktõr. Ancak, bir devrimle kurulan “ülkemizde” ise yar- gõnõn öncelikle, “Cumhuri- yet” ilkelerinden yana olmasõ beklenir. Bundan ötürü de ba- ğõmsõz, ancak “Cumhuriyet” ilkelerinden, aydõnlanmadan yana taraf olan bir yargõ istiyo- ruz. Mahmut Esat Bozkurt’un 1 Kasõm 1926 günü yargõçlara söylediği, “Türk yargıçları, sizler, Türk devriminin demir eliyle kurulan uygarlığın kıs- kanç bekçileri olmak zorun- dasınız. Görev ve sorumlu- luklarınız, geçmişin dirilme- sine, yeniliğin acı çekmesine zaman ve olanak vermeye- cektir” sözlerini, yargõçlarõ- mõz hiç unutmamalõdõrlar. Çift başlõ bir eğitim sistemi- ni uygulamaya koyarsanõz, ak- lõ ve bilimi dõşlayan, Darwin yerine, Âdem ile Havva’yõ öne çõkaran kuşaklar yetiştirirse- niz, ülkeyi de yargõyõ da böler- siniz. Böyle olunca da “Tür- kiye Cumhuriyeti’ni” kuran ve “Türk Devrimini” gerçekleş- tiren düşünce ile buna karşõ olan gerici düşünce, çatõşõr du- ruma gelir. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 MART 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Şantaj Üç: Avrupa Birliği BAZI konular gerektiğinden fazla önemsenirse, onlardan devletin temel vizyonuymuş gibi söz edilirse, bazı hedefleri gerçekleştirememiş olmak büyük ulusal felaket sayılırsa, o zaman bütün bu duygular ve endişeler başkaları için çok elverişli ve sonuç verici birer şantaj aracına dönüşmüş demektir. Ama öyle yapacağınıza tam tersine bunları umursamaz görünerek ve heveslerinizi içinizde saklayarak olmazsa olmazlar listesinden çıkarmış görünürseniz, şantajcıların oyunları sıfırlanır, o yola başvuranlar gülünçleşir. Şimdiki durumda, olmazsa olmazlarımız arasına Avrupa Birliği’ne tam üyeliği oturtmuş görünüyoruz. Üstelik, tam üyeliğin ne anlama geldiğini, ne verip ne alacağını bilmeden, hatta birçok kusurumuzun düzeltilmesi için tek çare saydığımızı çevreye yayarak ve sağır sultanlara bile duyurarak. Hatta, neredeyse yalvararak, o hedefe varmak için birçok tutumdan vazgeçebileceğimizi belli ederek. Sayın Başbakan, büyük olasılıkla AB’ye girme çabalarında “bir adım öne geçmiş” görünmek için, “Kıbrıs’ta çözüm olursa askerimizi de çekeriz” demekten kendini alamadan. Adada asker bulundurmanın başlangıçtan beri bize tanınmış bir hak olduğunu, her görüşmede bunu tekrar etmeye özen gösterdiğimizi unutarak. Hem de AB’nin en güçlü iki ülkesinin, Almanya’yla Fransa’nın hâlâ “Taş çatlasa Türkiye tam üye yapılamaz; ayrıcalıklı ortaklık verelim” demeye devam ettikleri halde. Bizdeki bu aşırı heves ve ağzını tutamamazlık sürdükçe, siz AB üyesi devletlerden biri olsanız, şantaja başlamaz mısınız? Bir yandan Türkiye’yi tam üye yapmaya bugünden hazır olduğunuzu söylerken, bir yandan da Ankara’ya dönüp “Bunu da ver, şunu da ver” diyerek şantajın en kibar görünüşlüsüne soyunmaz mısınız? Yunanistan’ın, politika değiştirip on beş yıldır yaptığı gibi. İşin en kötü yanı, bizdeki bu havayı sezenler, yalnız “Kıbrıs’ı Rumlara verin, askerinizi çekin, limanlarınızı ve hava sahanızı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gemilerine ve uçaklarına açın” demekle yetinmeyip, “Etnik haklar bataklığına girin, Heybeliada Papaz Okulu’nu açın, Patrikhane’ye Vatikan gibi özerklik, hatta bağımsızlık verin” diyerek Cumhuriyetimizin köküne kibrit suyu dökme aşamasına bile kolaylıkla girebilmişlerdir. Bu tutum, artık, AB konusundaki zayıflığımızı kullanarak “Şunu şunu yapmazsanız” diye başlayan bir şantajdan da öteye gitmiş, “Siz aptalsınız” demeye gelen bir hakarete dönüşmüştür. Buna bile isyan etmeyeceksek, neye edeceğiz? mumtazsoysal@gmail.com A KP’nin anayasa reformuna ilişkin olarak sürdürdüğü politikalar, ka- muoyunu aldatmaya yönelik söy- lemler açõsõndan yargõ reformu ile paralellik göstermektedir. 1) Anayasa reformu bağlamõnda sõk sõk duyduğunuz “ideolojiden bağımsız” ya da “renksiz” anayasa söylemleri, bunun ilk uy- gulamasõdõr. Her anayasa, kendi oluşumunu sağlayan sosyal ve siyasal hareketlerin ve dünya görüşünün izlerini taşõr ve bunlar için- de vazgeçilmez nitelikte gördüklerini mutlak koruma altõna alõr. Cumhuriyet anayasalarõ- mõzõn ortak mirasõ olan ilkeler bu niteliktedir. Federal Alman Anayasasõ da nasyonal-sosya- list geçmişine bir tepki olarak insan haysiye- tine, federal, demokratik ve sosyal hukuk devleti düzenine ya da direnme hakkõna do- kunan bir anayasa değişikliğine izin verme- mekte, bu değerleri korumak üzere “müca- deleci demokrasi” kavramõnõ benimsemek- tedir. AİHM de şeriat düzeninin ve çok hu- kukluluğun AİHS’nin arkasõnda yatan de- mokrasi anlayõşõyla bağdaşmadõğõnõ vurgula- maktadõr. Bu da Batõ demokrasisinin dayandõğõ ideolojinin bir yansõmasõdõr. Kısa anayasa söylemi İdeolojiden bağõmsõz ve renksiz anayasa söylemleri, çoğu kez belli bir siyasal ve ideo- lojik hedefi gizlemek ve bu hedefi engelle- yen anayasa kurallarõnõ uzun vadede ortadan kaldõrmak amacõyla kullanõlõr. Bunun gibi, kõ- sa anayasa söylemi de anayasanõn siyasal ik- tidar için öngördüğü sõnõrlama ve yükümlü- lükleri asgariye indirerek, aynõ amaca hizmet eder. Antidemokratik rejimlerden ağzõ yanmõş olan ülkelerin anayasalarõ bizimkinden kõsa de- ğildir. 2) Anayasa Mahkemesi ile ilgili demokratik meşruiyet tartõşmalarõ da bir başka aldatma ko- nusudur. Ulusal iradeyi doğrudan temsil eden bir organõ denetleme görev ve yetkisinin “ana- yasa mahkemesi” adõ altõnda ayrõ bir mahke- meye verilmesi, 20. yüzyõlõn ikinci yarõsõnda or- taya çõkan oldukça yeni bir düşüncedir. Bu ne- denle anayasa mahkemelerinin ilk kuruluş aşamasõnda böyle bir yetkinin “demokratik meşruiyet” düşüncesini gündeme getirmesi do- ğaldõr. Ancak aradan geçen yarõm yüzyõla ya- kõn bir uygulamadan sonra, anayasa mahke- meleri, çoğulcu demokrasilerin vazgeçilmez bir parçasõ durumuna gelmiştir. Yakõn zamanlara kadar ön denetimden öteye geçememiş olan Fransa bile, somut norm denetimine ilk adõmõnõ atmõş bulunmaktadõr. Günümüzde artõk de- mokratik meşruiyeti Anayasa Mahkemesi üye- lerinin yasama organõ ile organik bağõnda ara- mak oldukça eskimiş bir düşüncedir. Anayasa mahkemelerinin meşruiyetini, organik bağ- dan çok anayasanõn siyasal iktidara karşõ bu or- gana sağladõğõ bağõmsõz statüde, halkõn ona duy- duğu güvende ve onun halk nezdinde kazandõğõ saygõnlõkta aramak gerekir. Öte yandan anayasa mahkemesi üyelerinin tümünü parlamentoya seçtiren Federal Al- manya’da, bu seçimin fiilen nasõl işlediğini an- latmadan onu örnek göstermek, kamuoyunu al- datmaktan başka bir anlam taşõmaz. Bu se- çimleri, partilerin karşõlõklõ uzlaşmasõ belirler. Bu uzlaşma, 50 yõldõr hiç bozulmadan ve ke- sintiye uğramadan yürütülebilmiştir. Böyle bir uzlaşmanõn Türkiye’de sağlanabilme şansõ bulup bulmayacağõ sorusuna inandõrõcõ bir cevap getirmeden, Almanya’yõ ya da benzer ül- keleri örnek göstermek, ideolojik bir aldat- macadõr. Partilerin uzlaşması Ayrõca eklemek gerekir ki; bu uzlaşmaya rağ- men, bugün Almanya’da Federal Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminin siyasal partiler- ce belirlenmesi, ciddi bir eleştiri konusudur. Al- manya’yõ örnek gösterenler, nedense bu eleş- tirilerden hiç söz etmiyorlar. Yönetimde istikrar düşüncesinin ürünü olan ve uzlaşma düşüncesinden giderek uzaklaşan bir parlamentoya, Anayasa Mahkemesi üye- lerini seçtirmek, çoğunluğun politik iktidarõnõ denetleyecek bir organõ, çoğunluğa bağõmlõ du- ruma getirmekten başka bir sonuç doğuramaz. Bu da Anayasa Mahkemesi’nin, insan hakla- rõna dayalõ, demokratik ve sosyal hukuk dev- leti ilkelerinin güvencesi olma işlevini ortadan kaldõrõr ve değişmez ilkelerin ihlali sorununu gündeme getirir. 3) Askeri darbelerin alternatifi sivil darbe ola- maz. Çoğunluğun egemenliği de çağdaş de- mokrasiyle özdeş değildir. Hukuk devleti il- kesinden bağõnõ koparmõş, kendisine yandaş yargõ yaratma peşinde koşan bir çoğunluk, se- çimle de gelmiş olsa demokratik yönetim ni- teliğine sahip olamaz. Kendisini eleştiren ya- zarlarõ işten atmasõ için medya patronlarõna teh- ditkâr çağrõlar yapan bir siyaset adamõnõn, de- mokrasiyi uygulama niyet ya da hevesinden söz etmek abestir. Ülkemizde uygulanan demok- rasi, milletvekili adaylarõ başta olmak üzere, tüm temel kararlarõn parti liderleri ya da çev- resi tarafõndan belirlendiği bir demokrasidir. Parti içi demokrasi, anayasamõzõn önemli bir ilkesi olmasõna rağmen adeta tüm partilerin el- birliği ile içi boş bir ilke durumuna getirilmiştir. Liderler egemenliği yaşõyoruz. Buna bir de halk tarafõndan seçilecek bir cumhurbaşkanõnõn fiili gücü eklendi. Oysa en büyük gereksini- mimiz, lider sultasõnõn kõrõlmasõ; seçim yasa- sõnda öngörülen taşra ağõrlõklõ temsilin, dina- mik toplum kesimlerine kaydõrõlarak, adil ve dengeli bir temsilin sağlanmasõ, ülke seçim ba- rajõ ile partilere yapõlan devlet yardõmõna iliş- kin barajõn makul bir çizgiye çekilmesi, par- tilere yapõlacak devlet yardõmõnõn parti öz- kaynaklarõnõ aşamamasõ gibi önlemlerin ana- yasa düzeyinde alõnmasõdõr. TBB’nin anaya- sa önerisinde bunun somut örnekleri gösteril- miştir. 4) Ayrõmcõlõk yasağõ, Türkiye’deki demok- ratikleşme sürecinin en önemli unsuru olma- lõdõr. Kadõn - erkek eşitliğini yaşama geçirecek önlemlere koşut olarak, etnik ayõrõmcõlõğõn da önü alõnmalõdõr. Son günlerin moda deyimi olan “demokratik açılım”õ anlamlõ ve etkili kõl- manõn anahtarõ da “etnik ayrımcılık yasa- ğı”dõr. Anayasanõn değişmez kurallarõ, “fe- deratif yapıya, ayrı dil ve ayrı ulus arayışı”na engeldir. İçeriği belirsiz bir “demokratik açılım” söylemiyle bu konuda gerçekleşmesi mümkün olmayan umutlar yaratmak, her şey- den önce “demokratik açılım”a zarar verir. Şiddete başvuran ya da şiddete başvurulmasõ- nõ haklõ gören partilerin kapatõlmasõ, Avrupa standardõna uygun bir önlemdir. Oysa dõşarõ- dan empoze edilen “demokratik açılım” da- yatmasõ, şiddete başvuran ya da şiddete baş- vurma tehdidinden vazgeçmeyen partilerin kapatõlmasõnõ bile bir sorun haline getirmek- tedir. Bu yolu tõkamak üzere partilere karşõ da- va açma yetkisinin Yargõtay Cumhuriyet Baş- savcõsõ’ndan alõnarak AKP çoğunluğunun keyfine bõrakõlmasõ yönündeki girişimler, bel- ki Batõ’nõn kendisi için yararlõ gördüğü bir po- litikaya destek olabilir, ama sonuçta kamuoyu ile birlikte kendini de aldatma sonucunu do- ğurur. 5) Bugün TEKEL işçilerinin direnişi, küre- sel bunalõma rağmen sosyal devlet ilkesinde ya- şanan duyarsõzlaşmanõn bir yansõmasõdõr. 2001 anayasa değişikliği, 65. maddede yaptõğõ dü- zenleme ile anayasanõn devlete yüklediği ödevlerde mali kaynakların belli öncelikle- re göre kullanılması yükümlülüğünü getir- miştir. Sosyal ve iktisadi haklar bölümünde bu tür önceliklerin dava edilebilir nitelikte asga- ri hak alanlarõ olarak somutlaştõrõlmasõ gerekir. Bunun örnekleri de TBB’nin anayasa öneri- sinde yer almõştõr. Oysa AKP için hazõrlanan anayasa taslağõnda bunun tam tersi yapõlmõş, birçok sosyal hak, sosyal devlet ilkesini ihlal edecek ölçüde anayasadan çõkarõlmõştõr. Şim- diki anayasa reformu girişiminden de bu alan- da başka bir şey beklemek safdillik olur. Uluslararasõ standartlarõ dillerinden düşürme- yenler, BM bünyesinde bağõtlanmõş bulunan İk- tisadi, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Söz- leşme’ye ek olarak 10 Aralõk 2008 yõlõnda ka- bul edilmiş bulunan ek protokolde bireysel baş- vuru hakkının tanındığını görmezlikten gel- mekte ve bunu halktan özenle gizlemektedir. Anayasa reformu yapılamaz Siyasal iktidar ve yandaşlarõnõn bu gibi de- mokratik reformlarla hiç mi hiç ilgilenmedik- lerini görmemek için kör olmak gerekir. Ta- rafsõz bir hakem rolündeki Cumhurbaşka- nõ’nõn seçiminde bile uzlaşmanõn sağlanama- dõğõ, üstelik böyle bir uzlaşmayõ savunan yak- laşõmlarõn, demokrasi karşõtõ düşünceler olarak gösterilebildiği bir ortamda anayasa reformu yapõlamaz. Yapõlõrsa bunun adõ reform değil, anayasa deformasyonu olur. Gerçek bir anayasa reformu, ancak tüm toplum kesimlerini uzlaşma bilinci ile içine alacak, ana ekseni tüm baraj- lardan arõndõrõlmõş bir seçimle oluşturulacak bir kurucu meclis tarafõndan yapõlabilir. Uzlaş- manõn temel dayanağõ ise üniter yapõyõ koru- yan, insan haklarõna dayanan, ulusal, demok- ratik, laik bir sosyal hukuk devletidir. Bu il- kelerle çatõşarak yeni bir anayasa ya da kalõcõ ve anlamlõ bir anayasa reformu yapmak müm- kün değildir. Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Eski Anayasa Mahkemesi Üyesi Anayasa Reformuna İlişkin Aldatmacalar -II- Tarafsõz bir hakem rolündeki Cumhurbaşkanõ’nõn seçiminde bile uzlaşmanõn sağlanamadõğõ, üstelik böyle bir uzlaşmayõ savunan yaklaşõmlarõn, demokrasi karşõtõ düşünceler olarak gösterilebildiği bir ortamda anayasa reformu yapõlamaz. Yapõlõrsa bunun adõ reform değil, anayasa deformasyonu olur. Hukuk Devleti... Av. Erol ERTUĞRUL PENCERE Halk Çoğunluğu Oluşumu Seziyor... Dostum sordu: - Ne oluyor?.. Dedim ki: - Oldu bile... Merakla yüzüme baktı, herkesin için için sezdiği, ama yüksek sesle dile getirmekten kaçındığı değişimi, o da ayrımsamıştı; ama birinin yüksek sesle gerçeği söylemesini bekliyordu. Gerçek, ancak sözle ya da yazıyla açıklandığı zaman algılanabilir. Üsteledi dostum: - Ne oldu?.. Bir şeyler değişiyor gibi; ama tam anlamında kavranamıyor; nedir dönüşen?.. - Devlet değişiyor. - Nasıl?.. - 1923’ten İkinci Dünya Savaşı’na dek “devrimci devlet” vardı. - Sonra?.. - İkinci Dünya Savaşı’ndan 1991’e değin yaşanan süreçte karşıdevrimci devlet... - Daha sonra?.. -1991’den sonra dünya dengeleri değişince yeni bir devlete doğru dümen kırdık... İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye, Batı Bloku’na katıldı. Ancak bu katılım karşıdevrimin işine yaradı. Avrupa’da demokrasi sola açılışla kurulmuştu; bizde çok partili rejim “sola kapalı-sağa açık” bir yasaklar rejimine dönüştü. Türkiye’de kırk yıl “Cadı Kazanı” kaynatıldı, devlet irticayı “komünizme karşı panzehir” diye desteklemeye başladı; aydınlar düşman sayıldı; solcu “potansiyel komünist” idi. Soğuk Savaş’ın koşullarında “1923 Aydınlanma Devrimi”yle kurulan laik cumhuriyet yok edilecekken, Sovyetler yıkıldı; komünizm “tehlike” olmaktan çıktı; yarım yüzyıldan beri “Soğuk Savaş” koşullarına göre konuşlanan devlet anlayışı boşluğa düştü. Dostum sordu: - Ne zaman oldu bu?.. - Koşulların değişmesiyle değişimin algılanması arasındaki süreç yaşanıyor. - Bu oluşumun bilincinde miyiz?.. - Kimisi sezinliyor, kimisi eski değer yargılarının güdümünde yaşıyor. Hiçbir şey değişmemiş gibi düşünen, yazan, çizen, politika yapmaya çalışan çok kişi var; karmaşa ya da kargaşa bu yüzden... - Peki, devletteki değişimin dışavurumu ne zaman tümüyle yaşama yansıyacak?.. - Kolay değil!.. Soğuk Savaş’ta komünizme karşı “ileri karakol” olarak kullanılıyorduk; Amerika’nın “Yeşil Kuşak” kuramı “Türk-İslam Sentezi”yle devlet ideolojisine dönüştürülmüştü; irtica, devlet eliyle desteklendiği için yükseldi; ama bu desteğin çekilmesiyle dinciliğin inişe geçmesi arasında yine bir zaman dilimi yaşanacak... Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan 1991’e değin devlet gücünü arkasına alan irtica, yarım yüzyıldan beri kurumlaştı; ekonomik altyapısını kurdu. Bu kurumlaşma ve yapısallaşmadan toplum kolayca arınamaz; devlet örgütünün bile temizlenmesi zaman alacaktır. Laik cumhuriyetin tazelenmesi bu kez demokrasiyi de kurumlaştıracak... Halk çoğunluğu bu gidişatı sezdi... Liderler ne zaman ayrımsayacak?.. (22 Nisan 1998 tarihli yazısı) Çift başlõ bir eğitim sistemini uygulamaya koyarsanõz, aklõ ve bilimi dõşlayan, Darwin yerine, Âdem ile Havva’yõ öne çõkaran kuşaklar yetiştirirseniz, ülkeyi de yargõyõ da bölersiniz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle