Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
PENCERE
Çete!..
Bir yobaz..
Bir dolandırıcı..
Bir katil..
Buluştular.
Yobaz dolandırıcıya dedi ki:
- Ortak olalım!..
Dolandırıcı yobaza dedi ki:
- Ver elini!..
Katil susuyordu.
Yobaz ile dolandırıcı baktılar ki katil
çekingen, köşede duruyor...
- Ne yapalım?..
Dolandırıcı önerdi:
Anya manya kumpanya..
İki şişe şampanya!..
Yobaz karşı çıktı:
- Olmaz
Dolandırıcı sordu:
- Neden?..
- Şampanya gâvur içkisidir, hem içki içmek
günah-ı kebairden sayılır...
Dolandırıcı:
- Şampanyayı çıkarırız, geriye kumpanya
kalır, nam-ı diğer çete!..
Katil kulağını dikti:
- Çete mi?..
- Evet...
- Payım ne olacak?..
Yobaz ile dolandırıcı kafa kafaya verdiler;
katile gereksinme vardı.
Sordular:
- Ne istiyorsun?..
Katil sırıttı:
- Sizin istediğinizden...
Yobaz ile dolandırıcı bakıştılar, gülüştüler,
kafalarındakini bölüştüler:
- İktidar!..
Katil fırsatı kaçırmadı:
- Tamam!..
Anlaştılar.
Yobaz ile dolandırıcı ve katil, kaç fail-i
meçhul cinayetin üstüne ve tüyü bitmedik
yetimin hakkına cenaze namazı kılmışlardı?..
Ve iktidara doymamışlardı...
Yobaz ikiyüzlüydü, takıyyeciydi, sinsiydi,
yılandı. Dolandırıcı, düzenbazdı, yalancıydı,
paraya doymazdı, edepsizdi, yüzsüzdü. Katilin
gözleri içine bakardı, korkaktı, içten
pazarlıklıydı.
Üçü de hastalıklı tiplerdi, ruhlarının
karanlığına sinmişti gerçek kimlikleri...
Yobaz, dolandırıcı ve katilden oluşan çete el
sıkışınca gökten üç ayva düştü.
Biri sana..
Biri bana..
Biri demokrasiye...
(27 Haziran 1997 tarihli yazısı)
H
atõrlanacağõ gibi, AKP Eylül
2007’de kendi görüşünde olan ve-
ya hükümete sempatiyle bakan
birkaç hukukçuya, bir anayasa
taslağõ hazõrlatarak, yeni bir anayasa tartõş-
masõ başlattõ. Bu anlayõş, çok haklõ olarak
yoğun eleştirilere neden oldu. Çünkü, ana-
yasalarõn çok geniş bir toplumsal uzlaşma-
ya dayanmasõ, değişik toplumsal kesimleri
temsil eden uzmanlarõn görüşlerinin, bu
yeni anayasanõn hazõrlanmasõnda dikkate
alõnmasõ ve hazõrlanan taslağõn da uzun bir
tartõşma sürecinden geçirilmesi gerekir.
Anayasalardaki bu en geniş toplumsal ka-
tõlõmõn ve uzlaşmanõn gereği, yasalarõn tü-
müne dayanak olacak olan bir anayasanõn,
toplumun en geniş kesimi tarafõndan bilinç-
li olarak kabul görmesi ve uzun ömürlü ola-
bilmesi isteğinden kaynaklanõr. Anayasa ko-
lay kolay değişmemeli ve hatta değişeme-
melidir. Anayasa sadece hazõrlanan tarihteki
gereksinime değil, gelecekteki on yõllarõn ih-
tiyaçlarõ göz önünde tutularak kaleme alõn-
mak zorundadõr. Türkiye’de son elli yõlda ha-
zõrlanan anayasalar bu anlayõş ve özenle ha-
zõrlanmadõğõndan, sõk sõk yenilenme gere-
ği doğmaktadõr.
Bunun karşõtõ bir örneği Federal Alman-
ya’dan vermek isterim. 23 Mayõs 1949’da
toplumun en geniş kesimlerinin katõlõmõy-
la uzun bir süreçte hazõrlanan bu ülke ana-
yasasõ, bugüne değin Alman toplumunda hiç-
bir kesim tarafõndan topluca değiştirilme is-
temiyle karşõ karşõya kalmamõştõr. Neo-
Naziler dõşõnda, hiçbir siyasi partiden veya
kuruluştan bu anayasayõ değiştirelim istemi
dillendirilmemiştir. Aksine sağcõsõndan li-
beraline, sosyal demokratõndan komünisti-
ne değin her kesim, bu anayasaya bugün bi-
le sahip çõkmaktadõrlar. Kuşkusuz bu 61 yõl-
lõk sürede, toplumsal gereksinimler karşõ-
sõnda anayasanõn bazõ maddeleri değiştiril-
miştir. Ancak bu değişiklikler için de üçte
iki çoğunluk gerektiğinden, geniş bir uz-
laşma zorunluluğu doğmuştur. Anayasada
devletin kuruluş felsefesini ve temel ilkelerini
belirleyen maddeler (1. ve 20. madde) asla
değiştirilemezler. İnsan temel hak ve öz-
gürlüklerini içeren 2. maddeden 19. maddeye
kadar olanlarsa, söz konusu maddelerin te-
mel felsefelerine aykõrõ olamayacak biçim-
deki eklerle ve en az üçte iki çoğunlukla ye-
niden düzenlenebilirler.
Türkiye’de ne yazõk ki uzlaşma kültürü he-
nüz gelişebilmiş ve toplumda, özellikle de
siyasi partiler arasõnda yerleşebilmiş değil-
dir. Uzlaşma kültürü, bir siyasi partinin ve-
ya görüşün, parlamentoda çoğunluğu olsa bi-
le, özellikle bu türden önemli konularda, mu-
halefetin de desteğini arama ve sağlamayõ
istemesiyle olasõdõr. Toplumsal barõşõn sağ-
lanabilmesi, çözüm bekleyen önemli top-
lumsal sorunlarõn aşõlabilmesi, zõtlaşmayla
ve didişmeyle değil uzlaşmayla olabilir. Kuş-
kusuz bu konuda ana sorumluluk ve temel
uzlaşma yaklaşõmõ çoğunluk partisinden, ya-
ni hükümetten gelmek zorundadõr.
İktidar partisi uzlaşmayı engelliyor
Ne var ki bu konuda iktidar partisi, izle-
diği politikalarla uzlaşmayõ engellemekte-
dir. 2007’de, AKP’nin kendi görüşündeki
hukukçulara hazõrlattõrdõğõ anayasa taslağõ,
bunun en belirgin örneğidir. Oysa bu ana-
yasa hazõrlõğõnõn parlamentodaki tüm parti
temsilcileri, üniversitelerden uzman anayasa
hukukçularõ, Barolar Birliği gibi sivil top-
lum kuruluşlarõndan ve hatta sendikalardan
katõlacak temsilcilerden oluşturulan bir ko-
misyon tarafõndan yapõlmasõ gerekirdi. Bir
siyasi partinin kendi görüşündeki hukuk-
çulara hazõrlattõğõ anayasa taslağõnõn, diğer
partilerden ve görüşü sorulmayan kuruluş-
lardan olumsuz tepki göreceği bilinmek
zorundaydõ.
Şimdi aynõ durum yeniden gündemdedir.
AKP kendince gerek duyduğu ve özellikle
de yargõ bağõmsõzlõğõnõ büyük ölçüde ze-
deleyeceği bilinmekte olan bazõ değişiklik-
leri, yine kendi hazõrladõğõ taslak üzerinde
yapmayõ istemektedir.
Hukuk devleti anlayışının
benimsenmemesi
Görülmektedir ki, başta Başbakan Sayõn
Tayyip Erdoğan ve yardõmcõsõ Sayõn Bü-
lent Arınç, hukuk devletinin temel felse-
fesiyle henüz barõşõk konuma gelememiş-
lerdir. Hukuk devletinin temel felsefesi
kuvvetler ayrõlõğõna dayanõr. Bağõmsõz yar-
gõnõn pek tabii ki en asli görevi, yasama ve
yürütmeyi denetlemektir. Bunun için tüm de-
mokratik ülkelerde anayasa mahkemeleri ve
yüksek yargõ kurumlarõ vardõr. Parlamen-
tolardan -hem de büyük bir çoğunlukla ol-
sa bile- çõkacak yasalarõn anayasaya uy-
gunluğunu tabii ki Anayasa Mahkemesi de-
netleyecektir. Yürütmedeki uygulamalarla
ilgili bir dava Anayasa Mahkemesi’ne gel-
diğinde, yasanõn ve uygulamanõn anayasa ile
örtüşüp örtüşmediğine, tabii ki yüksek yar-
gõ kurumlarõ karar verecektir.
Anayasa, Danõştay ve Yargõtay kararlarõ-
nõ hükümetler beğenmeyebilirler.
Hatta kararlar hakkõnda eleştirilerde de bu-
lunabilirler. Ancak yasama ve yürütme bu
kararlara kayõtsõz şartsõz uymak zorundadõr.
Hukuk devletinde, hukukun üstünlüğünün
anlamõ budur.
Yine iyi tanõdõğõm ülke olduğundan Al-
manya’dan örnek vererek bunun altõnõ çiz-
mek isterim. Alman Anayasa Mahkemesi al-
dõğõ sayõsõz kararlarla, parlamentonun çõ-
kardõğõ bazõ yasalarõn ve yürütmenin bazõ uy-
gulamalarõnõn anayasaya aykõrõ olduğuna da-
ir sayõsõz kararlar vermiştir. Örneğin;
? 2 Mart 2010’da, kuşku duyulan kişiler
hakkõnda bilgi toplamayõ öngören yasanõn
ve buna ait uygulamalarõn temel hak ve öz-
gürlüklere aykõrõ olduğuna karar vererek, ya-
sayõ iptal etmiş ve toplanan tüm bilgilerin
derhal imha edilmesine karar vermiştir.
? 1998’de, asgari ücretlerden vergi alõn-
masõna ilişkin yasayõ, asgari ücretle çalõ-
şanlarõn geçimini temine ve yaşam koşul-
larõna aykõrõ olduğuna karar vererek, iptal et-
miştir.
? Bir diğer kararla, bazõ eyaletlerdeki ya-
sal düzenlemeleri, bir kõsõm öğrencilere
yüksek öğrenimlerini yapabilecek ekonomik
koşullarõn verilmemesini anayasaya aykõrõ
bularak, iptal etmiştir.
Görüldüğü gibi, Federal Alman Anayasa
Mahkemesi, federal meclisin çõkardõğõ ya-
salarõ ve uygulamalarõnõ anayasaya aykõrõ bu-
larak iptal etmiştir. İlgili hükümetler hiç kuş-
kusuz bu kararlara sevinmemişlerdir, ancak
derhal gereğini yapmak zorunda kalmõşlar-
dõr. Ben, Almanya’da bulunduğum 42 yõl-
lõk bir sürede, herhangi bir Alman hükü-
metinden hiçbir zaman, “Biz milli iradeyi
temsil ediyoruz, parlamento çoğunluğu-
nun aldığı kararları birkaç hâkim nasıl
iptal edebilir” gibi açõklamayõ ve anlayõşõ
duymadõm, okumadõm. Böyle bir anlayõşa
ve açõklamaya Almanya’da zaten hiç kim-
se cesaret bile edemez.
Demokratik hukuk devletlerinde, bağõm-
sõz yargõ milli iradenin ayrõlmaz ve en tabii
bir kesimidir. Bu benimsenmeden ve iç-
tenlikle uygulanmadan bir ülkede ne de-
mokrasi ne de hukuk devletinden söz edi-
lebilir.
Anayasa Değişikliği Tartõşmalarõ...
Prof. Dr. Hakkı KESKİN2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili
ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi; Siyasal Bilimci
Görülmektedir ki, başta Başbakan Sayõn Tayyip Erdoğan ve yardõmcõsõ
Sayõn Bülent Arõnç, hukuk devletinin temel felsefesiyle henüz barõşõk
konuma gelememişlerdir. Hukuk devletinin temel felsefesi kuvvetler
ayrõlõğõna dayanõr. Bağõmsõz yargõnõn pek tabii ki en asli görevi, yasama ve
yürütmeyi denetlemektir.
SAYFA CUMHURİYET 24 MART 2010 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
‘Medya’da Tarihçilik Zanaatlarõ!
G
ünümüzde “medya” diye
anõlan basõn ve yayõn or-
ganlarõnõn, -daha eskiler-
deki ismiyle ifade edersem,
“matbuat”õn- etki alanlarõ içine
soktuklarõ bir konu da tarihçilik
olmuştur. Daha doğrusu, tarihçi-
liğin şaşõrtacak mahiyete bürün-
dürüldüğünü sandõğõm bir yak-
laşõm olan ve güncel bir deyim-
le “geçmişle yüzleşmek” iddia-
sõnõ taşõyan sloganlar inletmiştir
ortalõğõ, inletmektedir. Sanki geç-
miş ile yüzleşmek olasõ bir şey-
miş, mazinin labirentlerinde do-
lanmak, geçmişe dönmek müm-
künmüş gibi!
Meslek yaşamlarõnda tarihin
ne olduğuna ilişkin bilgileri kav-
radõklarõnõ sandõğõm profesör,
doçent, doktor unvanlarõyla “mü-
cehhez” tarihçiler, bu yolda mes-
lek icra eden gazeteciler ya da
meraklõ olup da sesini duyurabi-
lecek ortamlarõ yakalayanlar ko-
nuşuyorlar fõrsat buldukça; yazõ-
yorlar durmadan kafadarlarõnõn
kendilerine açtõğõ köşelerde.
Bu kişiler, kimi zaman tatlõ şey-
ler söylüyorlar, yerinde ikazlar-
la bu alanõn özellikle öğretimin-
de yapõlmõş yanlõşlõklarõ düzelt-
mek istiyorlar, haklõ olarak da
merak uyandõrõyorlar; kimi -ve
çoğu- zaman da kan kusturuyor-
lar muhalif saydõklarõna, intikam
ateşiyle yandõklarõnõ belli edi-
veriyorlar ilk tümcelerinde. Geç-
mişin günümüzdeki imgesi olan
“tarih”in sadece kendi beyinle-
rinde oluşan -tartõşõlamaz- ta-
savvurlarõnõ yaratõyorlar; kanun
koyucular gibi, Osmanlõlarõn sul-
tanlõk denetimindeki tarih yazõ-
cõlarõ olan vakanüvisler gibi, ta-
rihi kutsal saydõklarõ kalõplara
oturtan ortaçağlarõn kronikçileri
gibi.
Ve resmi tarihi eleştirirken bir
“postmodern resmiyet” yarat-
tõklarõnõn farkõnda olmadan; “sol-
culuk” çağlarõnda etkisinde kal-
dõklarõ doktirinlerin tam tersini is-
patlamak uğruna “tek bir olay”õ
genelleyerek ya da eskiden ilan
ettikleri ilkelere karşõ gelerek
hüküm veriyorlar; bir zamanlar
yerleştirmeye çalõştõklarõ kuram-
larõn içini doldurduklarõ olgularõn
aksi istikametinde esen fõrtõnalar
yaratmaya çalõşõyorlar.
Muhafazakâr olanlarõn tutucu-
luğa terfileriyle, “solcu” olanla-
rõn liberallik katõna yükselmele-
riyle düzenledikleri metinler top-
lumu unutmuş adeta. Ortak pay-
dalarla insanlarõn tüm yaşam
alanlarõnõ sarmasõ gereken tarih -
kimi eleştirel ve özgün metin-
ler/anlatõmlar bir yana- ya padi-
şah torunlarõnõ dile getiriyor ya da
“Cumhuriyet’in başımıza açtı-
ğı antidemokratik” ortamõ(!)
sergileme çabasõ içine giriyorlar.
Tarih din ile õrk arasõnda sõkõşõp
kalõyor; aş, iş ve ekmek -kõsaca-
sõ günlük yaşam ve hayatõn ida-
mesi- gibi temel konular unutul-
muş gibi. Çok büyük bir tarihçi
topluluğu da büzülüp kaldõğõ üni-
versiteler içindeki sessizliğini
koruyor; ilişkileri ve çõkarlarõ iyi
kollayanlar geçmişi, “postmo-
dern” fõrõldağõna takõp günlük
“piyasa tarihçiliği” yapõyorlar.
Geçmişin, ancak sağlam temelli
ve sabõrlõ çalõşmalarla yeniden yo-
rumlanabileceği ilkesini kenara
itip, serbest pazar alõşkanlõğõnda
yürümeye çalõşõyorlar.
Tarihçiliğin profesyonel labi-
rentlerinde toplumlarõn çeşitli
yönlerden irdelenmesi yolunda
özellikle geçen yüzyõlda atõlan
adõmlarõn geliştirilmesi kimi za-
man fark ediliyorsa bile, ama-
törlerin eskizlerinde, gazetecile-
rin bilhassa köşelerine ve ekrana
vurmuş söylemlerinde ve iktidar
simgeleri sayõlan sultan, kral,
başkan, başbakan, şeyh ve ağa-
babalarõn tuttuğu koca boyutlar,
insanlarõn, daha doğrusu kalaba-
lõklarõn gündelik yaşamõna ilişkin
sorunlarõ ve tarihçiliğin gelişti-
rilmiş yöntemlerini yaratan atõ-
lõmlarõ kenara iter olmuşlar ade-
ta. Tarih (ve tarihçilik) hiç bu ka-
dar muktedirlerin oyuncağõ ol-
madõ “medya”da, hiç bu kadar
tehlikeli anlar yaşatmadõ yarõm
yüzyõlõ aşan çabalardan sonra. Ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş
ve gelişme sürecinden -hiç bu ka-
dar- hõnçla ve cahilce intikam alan
bir bilgi dalõ haline getirilmedi.
‘Medya’ tarih
kürsüsü değildir
Tarih meraklõlarõnõn kõsa yol-
dan geçmişe ilişkin bilgi tazele-
melerini, kolaylõkla ve genellik-
le, televizyonlar aracõlõğõyla yap-
tõklarõndan dolayõ “medya”
önemli ve sorumlu bir görev
yüklenmiş bulunmaktadõr.
Ancak böyle bir sorumluluğu
yerine getirebilecek deneyim ve
düzenlemelerden yoksun olduk-
larõndan ölçüsüz sohbetlerin ge-
tirdiği sorunlara da yol açmakta-
dõr. İster unvanlarla donanmõş
ve ünlenmiş tarihçiler olsun, is-
terse amatör sesler olsun, akõlla-
rõna geliverenleri ifade ederlerken
sergiledikleri bilgiçlik (malu-
matfuruşluk), dalgõn bir tõp uz-
manõnõn yanlõş ilaç vermesinden
farksõz olur.
Ben, bir zamanlar gururlan-
dõklarõ “solculuk”larõndan piş-
man olan gazeteci ve tarihçilerin
vaktiyle yaptõklarõ sorgulamala-
rõ arõyorum şimdi.
Profesyonel tarihçiliğin kendi
yağõyla kavrulmuş olduğu 1960’lõ
ve 70’li yõllarda yaşadõğõm ta-
rihçiliğe evrensel õşõk saçtõklarõ-
na inandõğõm -ve çoğu yaşça
benden genç olmalarõna karşõn ta-
rihçiliğin gündemine pek girme-
miş sorunlarõ dile getirmiş ol-
duklarõndan dolayõ kendilerin-
den çok şey öğrendiğim- o “sol-
cular”õn çõkar gözetmeden ve kõ-
sa yoldan zengin olmayõ düşün-
meden -bağõmsõzca- tarihçilik
yaptõklarõ günleri özlüyorum.
Konularõnõ sadece etnik kö-
ken arayõcõlõğõna dayandõrma-
dan günlük yaşantõda hemhal
olunan sorunlara kadar inebilen-
leri düşlüyorum. Prim yaptõğõ
sanõlarak Türkiye Cumhuriye-
ti’nin başlangõç evrelerine kimi
“Batılı” tilkilerle birlikte -bir
uyum içinde- saldõrmayõ içlerine
sindirememiş “solcular”õ gör-
mek istiyorum; 19. ve 20. yüzyõ-
lõ -özellikle de 1960’lõ yõllarõ- ye-
niden irdelemelerini istiyorum.
Tarihçilik ne Osmanlõ’nõn sul-
tanlarõnõ hõfzetmektir tek başõna
ne de Cumhuriyetin devrim sü-
recinden intikam almaktõr. Eğer
“sonu gelmeyen bir münakaşa”
ise bu bilgi dalõ ya da “Böylesi-
ne engin ve böylesine önemli bir
konuya el attığım için fazlaca
küstah gözükmekten korku-
yorum” diyen bir tarihçinin al-
çakgönüllüğünde işlenecek bir
dal ise; hangi yetkiyle, hangi
çağda, neyi/kimi sorgulama ce-
sareti gösterdiğimizin farkõnda ol-
malõyõz.
Tarihçilik yapay gündem kal-
dõrmaz. 1930’lu yõllardaki tarih-
çiliğe getirilen kimi haklõ eleşti-
rileri yapanlarõn, günümüzde gös-
terdikleri tek yanlõ yaklaşõmlarõ
sorgulamalarõ gerekir. Pragma-
tik/günlük beklentilerdeki ön-
yargõlarõn çabucak sönüp gittiği-
ni ciddi tarihçiler çok iyi bilir.
Tarihçilik ciddi bir uğraştır
Tarih ne etnik milliyetçiliğin,
ne dinci beklentilerin, ne em-
peryalist emellerin, ne doktrin ve
dogmalarõn ne de iktidar sõnõrla-
malarõnõn tutsağõnda yazõlamaz,
söylenemez. Çağdaşlõğa atõlan
adõmda bir kilometere taşõ sayõ-
lan Cumhuriyet devrimlerinin
getirdiği özgürlükler ve -onlardan
da önce- dünyadaki açõlõmlar
kullanõlarak oluşturulabilir tarih.
Bu mesleğin gerçek sahipleri,
“medya” karşõsõnda ödevine iyi
çalõşmõş öğrenci konumuna dü-
şürülmekten kaçõnmalõdõrlar.
Tarihçi onlarõn istekleri doğ-
rultusunda servis yapan kişi de-
ğildir; yapay söylemlerini ezber-
den okuyan papağan olmamalõdõr.
Tarih (ve tarihçilik) hiç bu kadar muktedirlerin
oyuncağõ olmadõ “medya”da, hiç bu kadar tehlikeli
anlar yaşatmadõ yarõm yüzyõlõ aşan çabalardan sonra.
Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve gelişme
sürecinden -hiç bu kadar- hõnçla ve cahilce intikam alan
bir bilgi dalõ haline getirilmedi.
Salih ÖZBARAN
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Ulus Önünde Dürüstlük
POLİTİKACILIĞIN dürüstlükle ilişkisi zayıf
bir meslek ya da uğraş olarak düşünülmesi
kadar büyük bir yanlış olamaz.
Ama, ne yazık ki genellikle öyle
düşünülüyor ve böyle düşünüldüğü için de
öyle davranılıyor. Sanki sözünde durmak,
doğru söylemek, ahde vefayı unutmak,
bazen gönül almak için, bazen de acı
gerçeği dile getirip insanları üzmüş olmamak
gerekçesiyle yalan söylemenin de
politikacılıkta mubah, hoş görülebilir ve
affedilebilir olduğu gibi yaygın bir kanaat var.
Hatta bunları becerememek, geçerli bir
gerekçe bulup yalan söyleyememek,
doğrucu Davut olup beceriksizlik etmek
büyük bir kusur sayılabiliyor.
O nedenle, en azından politikacıların kendi
aralarında böyle düşünmenin ve böyle
davranmanın, yalnız kendilerince değil,
bütün toplumca doğal karşılandığını
söylemek kolayına geliyor herkesin.
Ne var ki belli bir çevre içinde doğal
karşılanıp az çok alışılmış sayılan bir
tutumun başka alanlara ve çevrelere
taşındığı zaman aynı hoşgörüyle
karşılanabileceğini düşünmek olabilir mi?
Koskoca topluma, milyonlarca kişilik bir
halka karşı dürüst davranmaktan uzaklaşıp
yalan söylenebilir mi? Belirli amaçlara
varmak ve hele kişinin, partinin, bir siyasal
topluluğun çıkarlarını korumak için
dürüstlüğün dışına çıkmak politikacıların
kendi aralarındaki alışılmış hoşgörünün
affettirici perdesine bürünebilir mi?
Özellikle de “milletvekili” sıfatıyla?
Sözcüğün ve gerisindeki kavramın
derinliğini düşünürseniz, bundan daha büyük
ayıp, hatta bundan daha büyük ihanet
olamaz. Çünkü, parlamento üyeleri için “halk
vekili” değil de “milletvekili” denmesinin
herhalde derin bir anlamı olsa gerek?
Var da. Anayasa, boşuna “TBMM üyeleri,
seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri
değil, bütün milleti temsil ederler” demiyor.
Bunu “bugünkü halk” biçiminde anlamak
bile yanıltıcı olabilir. “Millet” ya da “ulus”,
geçmişten geleceğe uzanan yüce bir
kavram. Gerisinde cumhuriyet
vatandaşlığının geçmişi, aynı devletin
vatandaşları olarak yaşayagelmiş olmanın
tarihi yattığı gibi çocuklardan torunlara ve
daha ötelere uzanan bir geleceğin ufukları
açılır.
Böyle kavramın yüceliğine karşı yalan
söyleyebilir ya da gerçeği saklayabilir
misiniz?
Son “Anayasa değişikliği paketi”
konusunda asıl niyetin ne olduğunu ve
buna karşılık söylenenlerin neler olduğunu
düşününce, millet önünde dürüst
davranmanın önemi kendiliğinden ortaya
çıkmıyor mu?
mumtazsoysal@gmail.com