15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 MART 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Önce Şiir Var’ Bilmem “Önce Şiir Vardı” adlı TV programını izleyenlerden misiniz? Üç şair haftada bir gün buluşup şiir ve şairler üzerinde konuşuyorlar, tartışıyorlar, güzel şiirler sunuyorlar. Talat Halman, Hilmi Yavuz ve Mustafa Şerif Onaran... Yaşamlarını şiire vermiş edebiyat tutkunu üç aydın... Geçen gün, Mustafa Şerif’le telefonda konuşuyorduk. Şiirin, romanın etkinliğini yitirmeye başladığını söyledim. Bir sanat, değeri olmayınca, çalakalem yazılar ne şiir olur, ne de roman! Neyse ki, güzel öyküler yayımlanıyor, okunuyor, seviliyor... Deneme, eleştiri alanları ise şimdilik boşlukta görünüyor... Edebiyat gündelik basında yitip gitti. Gerçi büyük gazetelerin kitap ekleri var, ama onlar da günlük söylentilerle, uzun tanıtmalarla dolu!.. Yüzlerce, nerdeyse binlerce köşe yazarımız var! Bir gün önce başbakan, muhalefet liderleri, bakanlar, bilmem kimler, ne demişse, ertesi gün hemen yorumlarını, çoğunlukla da övgülerini yapmakla yetiniyorlar!.. Bir şiirden, bir öyküden, bir romandan, kısacası belirli bir sanat değeri olan yapıtlardan, yazılardan söz eden birini arada bul!.. Mustafa Şerif’in, bizim gazetenin Kitap Eki’nde ilginç yazılarını okuyorsunuz. Bilen var mıdır bilmem, Mustafa Şerif bir hekimdir, hem de operatör bir usta hekim. Askerden gelme, ta çocuk yaşından bu yana şiirle, edebiyatla iç içe bir insan... Güzel uğraşlar ardında, örneğin Fethi Naci’nin anısına Kültür Bakanlığı’nca kalın bir kitap yayımlanması onun çabası... Okurlarım bilirler; gündelik politika söyletilerine, kavgalarına, karışmak istemem. Politikanın insana yarar sağlamasını, halkın, emeğin, emekçinin, çalışanın, yaratanın hizmetinde olmasını savunurum. Ulusumun Atatürk’ün istediği gibi “temeli kültür” olan bir anlayışla yaşamasını, yetişmesini uygarlığa, çağdaşlığa yakışan bir toplum olmasını... Bu her şeyden önce sanatla, edebiyatla sevdirilir. Düşünmenin, bilinçlenmenin, yaratıcı bir birey bir yurttaş olabilmenin tek yolu budur. Ama işbaşındakiler böyle şeylerin farkında değillerse, aydınlanmanın yararlı değil de zararlı olduğuna inananlardansa, bizlere düşen, durup dinlenmeden Atatürk’ün uygarlık savaşımını sürdürmektir. Ülkemizde siyasal, toplumsal olaylar her gün değişiyor, ama ne yazık ki yeni bir şey yok; hep yıllardır gördüğümüz, yaşadığımız, artık bıkkınlık veren boş konuşmalar, bağrışmalar... Şimdi sen de kalk, bir şiirin, bir romanın, bir denemenin güzelliğini anlatmaya çalış!.. Yüzlerce köşe bir gün önce olanı biteni bir gün sonra varsın anlatsın dursun, ben yine de gerçek aydınlanmanın yazarı olmaya çalışacağım. Sesimin yettiğince bir bilinç aydınlığında, okurlarımla dertleşmeyi sürdüreceğim! Evet kim ne derse desin “Önce Şiir Var”.. Benim de “Önce Şiir Var” adlı kitabımda dediğim gibi, önce şiir, sanat, kültür, aydınlanma!.. Gerçek “insan” olma!.. PENCERE Eşşekten Düşen Karpuz!.. Karpuz parça parça oldu. Sordum: - Karpuz bu ne hal?.. - Sorma eşekten düştüm!.. - Hangi eşekten?.. - Nasrettin Hoca’nın eşeğinden... Hoca’yı buldum. - Merhaba Hoca!.. - Merhaba!.. - Senin eşekten ne haber?.. - Kendini bir halt sandı.. - Nasıl?.. - Bana “dünyanın merkezi nerede” diye sor- duklarında “eşeğimin sol ayağının altındadır” diye yanıtlamıştım. O günden sonra bizim merkep kendisini bir şey sandı, burnundan kıl aldırmıyordu... - Karpuzu düşürmüş... - O düşürmedi?.. - Peki, ne oldu?.. Hoca anlattı. Çok sıcak bir günde Hoca eşeğiyle yola çık- mış; yorulunca yol kıyısında bir karpuz tarlasına girmiş; seçtiği karpuzu kesip yemeye başlamış; karnı doyunca geri kalan dilimlerin üstüne bir güzel işeyip uykuya dalmış... Uyandığında yeniden susadığını anlamış, üs- tüne işediği karpuz dilimleri de yerde duruyor. Hoca dayanamamış, “buna değmemişti” di- ye bir dilim karpuzu afiyetle yemiş... Sonra “buna değmişti, buna değmemişti” di- yerek tüm karpuzu mideye indirmiş, içine sindirmiş... Eşekler ülkesinde şeddeli eşşekler yönetime geçmişler, içlerinden bir eşşoğlu eşşek kürsüye çıkmış: - Arkadaşlar düşmanımız çok!.. - Ne yapalım?.. - Kendimizi koruyalım!.. - Nasıl?.. - Geyiklerden boynuz alalım!.. Ülkede bir etkinlik başlamış, bütün şeddeli eşşekler geyiklerden boynuz alıp başlarına takmışlar, ama, kafaları yine eşek kafasıymış... Bir şeddeli eşek bu durumu görünce ne yapacağını şaşırmış, arkadaşlarını uyarmış: - Arkadaşlar kendinize gelin!.. - Ne var?.. - Elinize bir ayna alıp kendinize baksanıza!.. Hepimiz boynuzlu olduk... Şeddeli eşşekler ellerine birer ayna almışlar, bakmışlar ki söylenen gerçektir. - Eyvah!.. - Ne yapmalı?.. Şeddeliler çok sevip saydıkları ata başvurup kendilerine bir akıl öğretmesini istemişler. At: - Ulan eşekler, demiş, kendi çiftesine güvenmeyip de geyiğin boynuzuna özenen eşek, geyik olmaz, olsa olsa boynuzlu merkep olur. Peki, karpuz hangi eşekten düştü? Nasrettin Hoca’nın merkebinden mi, geyik boynuzuyla donanmış eşekten mi, yoksa eşşoğlu eşekten mi?.. Hangisinden düşerse düşsün... Düştü ya... Sorun karpuzu eşekten düşürmemektir; çünkü karpuz bir kez eşekten düştü mü, parçalanır; artık onu yemekten başka çare yoktur. (22 Mart 1998 tarihli yazısı) T ürkiye ile Ermenistan arasõnda 10 Ekim 2009’da Zürih’te imzalanan iki protokolün onaylanmasõna ilişkin beklentiler çeşitli vesilelerle sürü- yor. Kõsa bir süre önce Ermenistan Cumhur- başkanõ Sarkisyan, Türk hava sahasõndan geçisi sõrasõnda Cumhurbaşkanõ Gül’e gön- derdiği mesajda ikili ilişkilerin normalleş- mesi gereğine atõf yaparak bunun sağlanma- sõnõn önemine dikkat çekiyor. Gül de bu me- saja “Normalleşme sürecini ülkelerimiz arasında varılan anlayış birliği doğrultu- sunda ileri götürmek için çalışmayı sürdü- receğiz” diye cevaplõyor. Uluslararasõ güçler de başta ABD ve AB olmak üzere bu yönde bir ilerleme sinyali olarak protokollerin onay- lanmasõnõ beklediğini çeşitli biçimlerde be- lirtiyor. Bugünkü koşullarda böyle bir normalleşme sağlanabilir mi? Bunun gerçekleşebilmesi iki tarafõn aralarõndaki temel sorunlar konusunda anlaşabilmesi ya da anlaşõlabilmesini sağla- yacak bir yola girilmesi ile olanaklõdõr. Bu bek- lentiler Türkiye için “soykırım” iddiasõnõn ön- yargõsõz bir biçimde araştõrõlmasõ, iki ülkenin ortak sõnõrõna ilişkin Ermenistan tarafõndan her- hangi bir kuşkuya yer verilmemesi ve son ola- rak da Karabağ sorununun Azerbaycan ile çö- zülmesidir. Ermenistan’õn beklentilerine ge- lince, ilk aşamada ortak sõnõrõn açõlmasõ ve iki ülke arasõnda diplomatik ilişkilerin kurulma- sõdõr. Türkiye Sovyetler’in dağõlmasõ ile bir- likte Ermenistan dahil bütün yeni devletleri ta- nõdõğõ için Ermenistan bugün Türkiye tara- fõndan tanõnan bir devlettir. Ancak, Ermenistan cumhurbaşkanõnõn 17 Kasõm 2009’da anayasalarõnõn ilgili hükümleri uyarõnca, protokollerin anayasaya uygunluğunu sormasõ ve anayasa mahkemelerinin de 12 Ocak 2010’da bu konudaki kararõnõ açõklamasõ sonucu Türkiye’nin beklentilerini karşõlayacak bir olumlu gelişmenin söz konusu olamayacağõ ortaya çõkmõştõr. Çünkü, en başta Başba- kan’õn Azerbaycan’a verdiği söz gereği, Ka- rabağ sorunu çözülmedikçe bu protokollerin uygulanmayacağõ konusunda mahkeme anõlan protokollerin yalnõzca Türkiye ile Ermenistan arasõnda karşõlõklõ yükümlülükler doğurduğunu ve bu protokollerin tarafõ olmayan hiçbir baş- ka devlet bakõmõndan hukuksal etki doğurmasõ olanağõ bulunmadõğõnõ bildirmektedir. (Pa- rag.4/a) Ermenistan ile Türkiye arasõndaki sõnõrlara gelince, mahkeme, Türkiye’de beklenenin aksine, 16 Mart 1921’de Sovyetler Birliği ile imzalanan Moskova Antlaşmasõ’nõ ve 13 Ekim 1921’de Ermenistan, Azerbaycan ve Gür- cistan ile imzalanan Kars Antlaşmasõ’nõ, ulus- lararasõ hukuka göre halen yürürlükte bulun- malarõna rağmen görmezlikten gelmektedir. Mahkeme bu kararõnda, soruna doğrudan de- ğinmeden, Diplomatik İlişkiler Protokolü’ndeki “iki ülke arasında var olan sınırın uluslar- arası hukukun ilgili antlaşmalarında be- lirlendiği biçimiyle karşılıklı olarak teyit ederler” cümlesini, uluslararasõ hukukun çok taraflõ antlaşmalarda yer alan temel ilkelerini ifade ettiği biçiminde yorumlayarak Mosko- va ve Kars antlaşmalarõnõ üstü kapalõ olarak protokollerin kapsamõ dõşõnda bõrakmakta- dõr. (Parag. 3) Mahkeme kararõnõn bir başka kõs- mõnda da Ermenistan’õn “ortak sınırın açıl- ması” konusundaki iradesini sõnõr kontrol noktasõnõn (border chekpoints) açõlmasõnõn ola- ğan bir işlemi olarak değerlendirerek (Parag. 54/d) protokollerdeki “var olan ortak sınırı teyit eder” cümlesini Moskova ve Kars ant- laşmalarõ gibi sõnõr düzenlemesi içeren ikili ant- laşmalarõ genelinde kapsamadõğõ biçiminde yo- rumlar görünmektedir. Ermenistan devletini bağlar Mahkeme kararõnda ayrõca, soykõrõm id- dialarõnõ sürdüreceklerini bildiren 23 Ağustos 1990 Bağõmsõzlõk Bildirisi’nin 11. maddesine ve anayasalarõnõn bu bildiriyi teyit eden baş- langõç bölümüne atõf yaparak protokollerin bu hükümlere aykõrõ yorumlanamayacağõnõ ve uy- gulanamayacağõnõ bildirmektedir. (Parag.5) Böylece, mahkeme Türkiye’nin özellikle soy- kõrõm iddialarõnõn da ele alõnmasõnõ beklediği ortak komisyon çalõşmalarõnõn da önünü üstü kapalõ bir biçimde kapatmõş bulunmaktadõr. Ermenistan Anayasa Mahkemesi yukarõda belirtilen anlayõş ve koşullarla anõlan proto- kollerin anayasalarõna uygun olduğunu bil- dirmektedir. Mahkemenin kararõnda da açõk- ça bildirdiği gibi mahkemenin bu yorumu Er- menistan devletini bağlamakta olup Ermenis- tan’õn bu anlayõş dõşõnda hareket etmesi ola- naksõzdõr. (Parag. 6) Bu veriler karşõsõnda, anõlan iki protokolün yalnõzca Ermenistan’õn gereksinme duyduğu sõnõrõn açõlmasõ ve diplomatik ilişki kurulma- sõ konularõ dõşõnda, Türkiye’nin beklediği or- tak sõnõra ilişkin 1921 Moskova ve Kars An- tlaşmalarõnõn teyidini, “soykırım” konusunun önyargõsõz bir biçimde araştõrõlmasõnõ ve Ka- rabağ sorununun çözümüne ilişkin Azerbay- can’õn rõzasõnõ elde edebilecek duruma gelin- mesini sağlamaktan uzak olduğu görülmek- tedir. Bu gelişmelerin bize gösterdiği birinci şey, sözü edilen protokollerin Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin bu yorumu çerçe- vesinde Türkiye tarafõndan kabul edilmesinin olanaksõzlõğõdõr. Dolayõsõyla, Türkiye hiçbir bi- çimde bu protokolleri onaylamamalõdõr. Ak- sine bir yaklaşõm Türkiye’nin Ermenistan’õn uygun hareket etmek zorunda olduğu Erme- nistan Anayasa Mahkemesi’nin bu yorumunu kabul ettiği anlamõna gelecektir. Geçerliliği kalmadı TC Dõşişleri Bakanlõğõ’nõn Ermenistan Ana- yasa Mahkemesi’nin bu kararõndan sonra, 18 Ocak 2010’da yaptõğõ açõklamasõnda, Türki- ye’nin “söz konusu protokollerin asli hü- kümlerine bağlılığını muhafaza” ettiğini bildirmesi karşõsõnda da protokollerin Türki- ye’nin anladõğõ anlamda “asli hükümlerinin” geçerliliğinin artõk kalmadõğõnõ söylemek ge- rekmektedir. Başka bir deyişle, protokoller, Er- menistan Devleti’nin iradesinin önceden Ana- yasa Mahkemesi’nce açõklanmasõ çerçevesinde, Ermenistan açõsõndan başka türlü yorumlan- maya olanak bõrakmamaktadõr. Aksine “ben başka türlü yorumluyorum” diyerek Türkiye protokolleri onaylama yoluna gitse dahi, Er- menistan için böyle bir yorumun kabul edilmesi olanaksõz olup Ermenistan’õn Anayasa Mah- kemesi’nin anlayõşõ dõşõnda hareket etmesini sağlamasõ söz konusu değildir. Akla gelebilecek bir başka yol bazõ protokol hükümlerine ta- raflarõn birlikte gerçekleştireceği bir antlaşma ya da mutabakat ile Türkiye’nin beklentileri- ni de karşõlayacak eklemeler yapõlmasõ olabi- lecektir ki, bu olasõlõk en başta Ermenistan hü- kümetince kabul edilebilir bulunmayacaktõr. Ancak, Ermenistan hükümetinin böyle bir yolla eldeki protokolleri değiştirme yoluna git- meyi kabul etmesi durumunda da bu kez de- ğiştirilmiş protokollerin Ermenistan Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi ve büyük olasõ- lõkla mahkemenin önceki kararõna aykõrõ dü- şen değişiklik hükümlerini anayasaya aykõrõ olarak yorumlamasõdõr. Akla gelebilecek bir üçüncü olasõlõk ise protokolleri tamamen bir kenara bõrakarak iki ülke arasõndaki sorunla- rõ çözmeye çalõşmaktõr. Ancak, Anayasa Mah- kemesi’nin bu kararõndan sonra, Ermenistan Anayasasõ’nõ protokollerin dõşõnda da başka tür- lü yorumlamak ve “hukuku dolanmak” ola- nağõ yoktur. Sonuçta Ermenistan, Anayasa Mahkemesi kararõ aracõlõğõyla Türkiye ile ilişkilerinin normalleşmesini yalnõzca kendi anlayõş ve is- teklerine bağlõ hale getirmiştir. Böylece, bu ka- rardan sonra artõk taraflarõn siyasi iradelerinin alanõ daha da daraltmõş olmaktadõr. Bu du- rumda Türkiye’nin yapabileceği tek şey, pro- tokolleri onaylamama konusunda sağlam dur- mak ve çözüm arayõşlarõndaki engellemenin Er- menistan’dan kaynaklandõğõnõ göstermek ola- caktõr. Hükümetin protokollerin TBMM’de onay- lanmasõnõ kesin olarak gündeme getirmeme- si koşuluyla bunlarõn Meclis’ten geri çekilip çekilmemesi kanõmõzca diplomatik strateji açõsõndan değerlendirilmesi gereken bir nok- ta olarak ortaya çõkmaktadõr. Türkiye-ErmenistanİlişkileriNormalleşebilirmi? Prof. Dr. Hüseyin PAZARCI Balõkesir Bağõmsõz Milletvekili Ermenistan, Anayasa Mahkemesi kararõ aracõlõğõyla Türkiye ile ilişkilerinin normalleşmesini yalnõzca kendi anlayõş ve isteklerine bağlõ hale getirmiştir. Böylece, bu karardan sonra artõk taraflarõn siyasi iradelerinin alanõ daha da daraltmõş olmaktadõr. Bu durumda Türkiye’nin yapabileceği tek şey, protokolleri onaylamama konusunda sağlam durmak ve çözüm arayõşlarõndaki engellemenin Ermenistan’dan kaynaklandõğõnõ göstermek olacaktõr. Y aşamõmda korkuya yer vermedim kolay kolay. Böyle dedim diye, olasõ ya da beklenen bir kötülük kar- şõsõnda yoğun bir duyguyu yaşa- madõğõmõ sanmayõn. Kürşat’õn öldürümünü yõllarca duyumsa- dõm. Her gün, ölüm haberini ge- tirecekler diye kapõ çalõşlarõn- dan, telefon seslerinden kork- tum. Simin’in ölümünü ise, dört yõl birlikte yaşadõm. Onu her di- yaliz günü ölecek diye bekledim. Diyaliz gecesi uyuyamazdõm, ancak diyalizden çõktõktan sonra uyurdum. Ölüm ve öldürüm kar- şõsõnda bir süre duydum ve ya- şadõm bu kaygõlarõ, ama beni öl- dürmeye çalõşanlar karşõsõnda bir an bile korkmadõm. Böyle du- rumlar, beni, yağmur yağacak kaygõsõ değin korkutmamõştõr, kaygõlandõrmõştõr ama çocukla- rõmõn yükselen ateşleri bile beni kaygõlandõrmõştõr. Bir de sevgi- limden ayrõlmak acõ verir. Ço- cuklarõma da, onlarõn anlõksal ve duygusal gelişmelerini etki- leyecek bir düşünce aşõlamadõm. Kulaklarõna korku koymadõm. Belki de, ölümden bu yüzden korkmadõlar ve kucağõna koşarak atõldõlar. Koşullandırma Tek korktuğum şey “önyar- gı”dõr. Önyargõ (prejuge, itikad- õ bâtõl, peşin hüküm), bir şeyi, bir durumu, bir olayõ ya da bir ko- nuyu yeterince bilmeden varõlmõş kanõdõr. Yetersiz bilgi, kanõ sa- hibiyle birlikte, kanõnõn yansõtõl- dõğõ toplumu da yanlõş koşul- landõrõr. Koşullandõrma, çok teh- likeli bir davranõştõr. Bireyleri ve toplumu, zorlayan bir koşula uy- durmaktõr koşullandõrmak. Kö- leleştirmedir bir bakõma. Köle- leştirme zorla kabul ettirilmiş bir durumdur ama, koşullandõ- rõlma benimsendirilmiştir. Kay- nağõnda, koşullandõrõlmõş kimse, köleden daha çok aşağõlandõğõnõn ayrõmõnda değildir. Kölenin, her zaman bir başkaldõrõ ruhu saklõ- dõr, ama koşullandõrõlmõş kişi ya da toplumlar, koşullandõranõn (kişi, örgüt, kurum, kuruluş) ku- ludur. Vurulan gem, kölenin da- mağõnõ her zaman acõtõr, ama koşullandõrõlmõş kişi ya da top- luluk, vurulan gemden haz duyar. Önyargõ, kişinin kolay kolay terk edemeyeceği, çüzümleyemeye- ceği bir yargõdõr. Kişi, yargõsõnõn doğruluğunu denetleme olana- ğõnõ araştõrmaz. ‘Açılımcı iktidar’ Tokat’õn Reşadiye ilçesinin kõrsalõnda, yedi askerimiz şehit ol- du. “Açılımcı iktidar”õn Cum- hurbaşkanõndan milletvekillerine değin tüm sorumlularõ ve yetki- lileri, Başbakan da içinde, olayõ bir kõşkõrtma olarak nitelediler. Başbakan, okyanus ötesinden, yardõmcõlar korosu, televizyon- larda, “Ne zaman demokrasi için bir atılım yapılsa, birileri çomak sokuyor, bir kargaşa yaratıyor. Bu da bir kışkırt- madır” diye buyurdular. 10 Ara- lõk 2009 günü, olayõ PKK üst- lendi. Anlaşõldõ ki, sorumlular ve yetkililer, yeterince bilgi edin- meden, salt açõlõmlarõnõ haklõ çõ- karmak için, denetlenmemiş bil- gilerini kamuoyuna yansõtmõş- lardõr. İzledikleri siyasanõn doğ- ruluğunu kanõtlamak amacõyla, dayanaksõz konuştuklarõ çõktõ or- taya. Belli ki, önyargõlõydõlar. “Devlet içinde bir devlet -kuş- kusuz Kemalist bağnazlar- var- dı, bunlar toplumun demokra- tikleşmesini istemiyorlardı.” Sözleri şu anlama geliyordu: “Ordu içinde bir örgüt, AKP iktidarını devirmek için To- kat’ta kendi askerlerini öldür- dü. Bunlar, dindar bir iktida- ra ram olmayan kâfir Ata- türkçülerdir.” Ama, İnsan Hak- larõ Evrensel Bildirgesi’nin ya- yõmlanmasõnõn 61. yõldönümün- de, çok anlamlõ biçimde, PKK olayõ üstlendi. Anlamlõydõ, çün- kü, iktidarõn insan haklarõ gibi bir savõ vardõ. Özgürlükleri geniş- letmek için, AKP iktidarõ, her tür- lü çabayõ gösteriyordu ama Ata- türkçüler ve toplumsalcõlar (sos- yalistler), özgürlüklerin genişle- mesini istemiyorlardõ. Başbakan, Danõştay’õn, YÖK’ün katsayõ uy- gulamasõnõ kaldõran kararõnõ da “ideolojik” diye niteledi. Oysa, kendisinin İslamcõ yönetim õsra- rõ, bir ortaçağ ideolojisinin yirmi birinci yüzyõlda, Türk toplumu- na kabul ettirilmesidir. Nasõl tanõmlarsak tanõmlaya- lõm, önyargõlar, toplumsal sağ- duyunun devinimleridir. Bu- günkü iktidarõn dinsel düşün- ceyle eğitilmiş önderleri, doğal ki, bilgi edinmeye gerek duy- madan, Atatürkçüleri ve çağ- daş düşünceyi suçlayacaklardõr. Onlar için en büyük engel, Ata- türk’tür. Üstelik, öyle bir engel ki, ona sõğõnmadan, devleti İs- lamlaştõrmak olanağõnõ bulamõ- yorlar. 10 Kasõm’da açõlõyorlar, ama 11 Kasõm’da saçõlõyorlar. Erdoğan, toplumsal duyarlõğõn devinimine sõğõnõyor. Müslü- man Anadolu halkõ, ne olursa ol- sun, dinsiz Mustafa Kemal’i ko- lay kolay dõşlayamõyor. Recep Tayyip Erdoğan, toplumun bu sağduyusunu fark etmiş görü- nüyor ve sõrasõ geldikçe, “Mus- tafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine” ulaşmak için çalõştõklarõnõ yineleyip du- ruyor. Kuşkusuz, önyargõlarõ, çağdaşlaşma kavramõnõ da sõğ- laştõrõyor. Ona göre, çağdaşlaş- mak, yol yapmak, enerji sant- rallarõ kurmak, oteller açmak ve okullarõ bilgisayarla donat- maktõr. Bu durumda, Arap şeyh- likleri, bizden yüzyõl ilerideler! Erdoğan’õn bu düşüncelerini sõğ bulsam da, kõnamõyorum. Çün- kü, onun düşünce yapõsõnda, çağdaşlaşma, çağdaş Batõ dün- yasõnõn araçlarõyla ve gereçle- riyle özdeştir. Mersedes arabasõnõn sol ca- mõndan kolunu çõkarõp çalõm atan türbanlõ kadõnõn, önde ya- şayõp geride durduğunu fark edemez. Kuşkusuz, kendisinin de, kõzlarõnõ Amerika’da okutup Türkiye’de Müslümanlõk yaptõ- ğõnõ da, bilinçle yorumlayamaz. Bağ başkadõr, bahçe başka. Düşünce güçsüzlüğü Önyargõlar, inançlarla ve ka- nõlarla ilişkilidir. Kişiyi, kararla- rõnda kesin, kesin ve dönüşsüz ya- parlar. Önyargõnõn iki temeli var- dõr: “Öğretilenlere inanç ve dü- şünce güçsüzlüğü ile düşünce tembelliği.” Şu yaşadõğõmõz gün- lerde, YÖK’ün, özellikle de Baş- bakan’õn, imam hatip okulu me- zunlarõyla ilgili Danõştay kararõ- na tepkilerinin nedeni, düşünce güçsüzlüğüdür. Başbakan’da, ay- rõca düşünce tembelliği de görü- lüyor. Danõştay’õn kararõnõ, ideo- lojik buluyor. Oysa, biraz dü- şünse, kendisinin, yõllardõr, Cum- huriyetin eğitim dizgesini İs- lamlaştõrmak istediğini kolayca görür. Ancak, Başbakan’õ suçla- mõyorum. Çünkü, dinsel düşün- ce donmuş düşüncedir, yani inak- tõr (dogma, nas) değişmeyi ve dö- nüşmeyi yadsõr. Ana babalara da (ebeveyn) bir sözüm var: “Çocuklarınıza, salt öğrenci gözüyle bakmayın.” Onlar da, gelişme yasalarõna ko- şut gelişirler. Öğretmenlere de sö- züm var: “Çocuklarımız, top- lumun değişik katmanların- dan gelirler, ama biz, onlara tek bir eğitim izlencesi uygularız. Yöntemlerimiz de özdeştir. Beyninizi renklendiriniz ve zen- ginleştiriniz.” İnaklardan kur- tarmanõn yolu, çocuklarõmõza de- ğişen ve dönüşen dünyayõ, de- ğiştiren ve dönüştüren bilimsel düşünceyi özümsetmeliyiz. Unut- mayõnõz, değişim de değişir. Önyargõ... Vecihi TİMUROĞLU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle