Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 2 MART 2010 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
‘Önce Şiir Var’
Bilmem “Önce Şiir Vardı” adlı TV programını
izleyenlerden misiniz? Üç şair haftada bir gün
buluşup şiir ve şairler üzerinde konuşuyorlar,
tartışıyorlar, güzel şiirler sunuyorlar.
Talat Halman, Hilmi Yavuz ve Mustafa
Şerif Onaran... Yaşamlarını şiire vermiş
edebiyat tutkunu üç aydın... Geçen gün,
Mustafa Şerif’le telefonda konuşuyorduk. Şiirin,
romanın etkinliğini yitirmeye başladığını
söyledim. Bir sanat, değeri olmayınca,
çalakalem yazılar ne şiir olur, ne de roman!
Neyse ki, güzel öyküler yayımlanıyor, okunuyor,
seviliyor... Deneme, eleştiri alanları ise şimdilik
boşlukta görünüyor...
Edebiyat gündelik basında yitip gitti. Gerçi
büyük gazetelerin kitap ekleri var, ama onlar da
günlük söylentilerle, uzun tanıtmalarla dolu!..
Yüzlerce, nerdeyse binlerce köşe yazarımız var!
Bir gün önce başbakan, muhalefet liderleri,
bakanlar, bilmem kimler, ne demişse, ertesi
gün hemen yorumlarını, çoğunlukla da
övgülerini yapmakla yetiniyorlar!.. Bir şiirden,
bir öyküden, bir romandan, kısacası belirli bir
sanat değeri olan yapıtlardan, yazılardan söz
eden birini arada bul!..
Mustafa Şerif’in, bizim gazetenin Kitap
Eki’nde ilginç yazılarını okuyorsunuz. Bilen var
mıdır bilmem, Mustafa Şerif bir hekimdir, hem
de operatör bir usta hekim. Askerden gelme, ta
çocuk yaşından bu yana şiirle, edebiyatla iç içe
bir insan... Güzel uğraşlar ardında, örneğin
Fethi Naci’nin anısına Kültür Bakanlığı’nca
kalın bir kitap yayımlanması onun çabası...
Okurlarım bilirler; gündelik politika
söyletilerine, kavgalarına, karışmak istemem.
Politikanın insana yarar sağlamasını, halkın,
emeğin, emekçinin, çalışanın, yaratanın
hizmetinde olmasını savunurum. Ulusumun
Atatürk’ün istediği gibi “temeli kültür” olan bir
anlayışla yaşamasını, yetişmesini uygarlığa,
çağdaşlığa yakışan bir toplum olmasını...
Bu her şeyden önce sanatla, edebiyatla
sevdirilir. Düşünmenin, bilinçlenmenin, yaratıcı
bir birey bir yurttaş olabilmenin tek yolu budur.
Ama işbaşındakiler böyle şeylerin farkında
değillerse, aydınlanmanın yararlı değil de zararlı
olduğuna inananlardansa, bizlere düşen, durup
dinlenmeden Atatürk’ün uygarlık savaşımını
sürdürmektir.
Ülkemizde siyasal, toplumsal olaylar her gün
değişiyor, ama ne yazık ki yeni bir şey yok; hep
yıllardır gördüğümüz, yaşadığımız, artık
bıkkınlık veren boş konuşmalar, bağrışmalar...
Şimdi sen de kalk, bir şiirin, bir romanın, bir
denemenin güzelliğini anlatmaya çalış!..
Yüzlerce köşe bir gün önce olanı biteni bir
gün sonra varsın anlatsın dursun, ben yine de
gerçek aydınlanmanın yazarı olmaya
çalışacağım. Sesimin yettiğince bir bilinç
aydınlığında, okurlarımla dertleşmeyi
sürdüreceğim! Evet kim ne derse desin “Önce
Şiir Var”.. Benim de “Önce Şiir Var” adlı
kitabımda dediğim gibi, önce şiir, sanat, kültür,
aydınlanma!.. Gerçek “insan” olma!..
PENCERE
Eşşekten Düşen
Karpuz!..
Karpuz parça parça oldu. Sordum:
- Karpuz bu ne hal?..
- Sorma eşekten düştüm!..
- Hangi eşekten?..
- Nasrettin Hoca’nın eşeğinden...
Hoca’yı buldum.
- Merhaba Hoca!..
- Merhaba!..
- Senin eşekten ne haber?..
- Kendini bir halt sandı..
- Nasıl?..
- Bana “dünyanın merkezi nerede” diye sor-
duklarında “eşeğimin sol ayağının altındadır”
diye yanıtlamıştım. O günden sonra bizim
merkep kendisini bir şey sandı, burnundan kıl
aldırmıyordu...
- Karpuzu düşürmüş...
- O düşürmedi?..
- Peki, ne oldu?..
Hoca anlattı.
Çok sıcak bir günde Hoca eşeğiyle yola çık-
mış; yorulunca yol kıyısında bir karpuz
tarlasına girmiş; seçtiği karpuzu kesip yemeye
başlamış; karnı doyunca geri kalan dilimlerin
üstüne bir güzel işeyip uykuya dalmış...
Uyandığında yeniden susadığını anlamış, üs-
tüne işediği karpuz dilimleri de yerde duruyor.
Hoca dayanamamış, “buna değmemişti” di-
ye bir dilim karpuzu afiyetle yemiş...
Sonra “buna değmişti, buna değmemişti” di-
yerek tüm karpuzu mideye indirmiş, içine
sindirmiş...
Eşekler ülkesinde şeddeli eşşekler yönetime
geçmişler, içlerinden bir eşşoğlu eşşek
kürsüye çıkmış:
- Arkadaşlar düşmanımız çok!..
- Ne yapalım?..
- Kendimizi koruyalım!..
- Nasıl?..
- Geyiklerden boynuz alalım!..
Ülkede bir etkinlik başlamış, bütün şeddeli
eşşekler geyiklerden boynuz alıp başlarına
takmışlar, ama, kafaları yine eşek kafasıymış...
Bir şeddeli eşek bu durumu görünce ne
yapacağını şaşırmış, arkadaşlarını uyarmış:
- Arkadaşlar kendinize gelin!..
- Ne var?..
- Elinize bir ayna alıp kendinize baksanıza!..
Hepimiz boynuzlu olduk...
Şeddeli eşşekler ellerine birer ayna almışlar,
bakmışlar ki söylenen gerçektir.
- Eyvah!..
- Ne yapmalı?..
Şeddeliler çok sevip saydıkları ata başvurup
kendilerine bir akıl öğretmesini istemişler.
At:
- Ulan eşekler, demiş, kendi çiftesine
güvenmeyip de geyiğin boynuzuna özenen
eşek, geyik olmaz, olsa olsa boynuzlu merkep
olur.
Peki, karpuz hangi eşekten düştü?
Nasrettin Hoca’nın merkebinden mi, geyik
boynuzuyla donanmış eşekten mi, yoksa
eşşoğlu eşekten mi?..
Hangisinden düşerse düşsün...
Düştü ya...
Sorun karpuzu eşekten düşürmemektir;
çünkü karpuz bir kez eşekten düştü mü,
parçalanır; artık onu yemekten başka çare
yoktur.
(22 Mart 1998 tarihli yazısı)
T
ürkiye ile Ermenistan arasõnda 10
Ekim 2009’da Zürih’te imzalanan
iki protokolün onaylanmasõna ilişkin
beklentiler çeşitli vesilelerle sürü-
yor. Kõsa bir süre önce Ermenistan Cumhur-
başkanõ Sarkisyan, Türk hava sahasõndan
geçisi sõrasõnda Cumhurbaşkanõ Gül’e gön-
derdiği mesajda ikili ilişkilerin normalleş-
mesi gereğine atõf yaparak bunun sağlanma-
sõnõn önemine dikkat çekiyor. Gül de bu me-
saja “Normalleşme sürecini ülkelerimiz
arasında varılan anlayış birliği doğrultu-
sunda ileri götürmek için çalışmayı sürdü-
receğiz” diye cevaplõyor. Uluslararasõ güçler
de başta ABD ve AB olmak üzere bu yönde
bir ilerleme sinyali olarak protokollerin onay-
lanmasõnõ beklediğini çeşitli biçimlerde be-
lirtiyor.
Bugünkü koşullarda böyle bir normalleşme
sağlanabilir mi? Bunun gerçekleşebilmesi iki
tarafõn aralarõndaki temel sorunlar konusunda
anlaşabilmesi ya da anlaşõlabilmesini sağla-
yacak bir yola girilmesi ile olanaklõdõr. Bu bek-
lentiler Türkiye için “soykırım” iddiasõnõn ön-
yargõsõz bir biçimde araştõrõlmasõ, iki ülkenin
ortak sõnõrõna ilişkin Ermenistan tarafõndan her-
hangi bir kuşkuya yer verilmemesi ve son ola-
rak da Karabağ sorununun Azerbaycan ile çö-
zülmesidir. Ermenistan’õn beklentilerine ge-
lince, ilk aşamada ortak sõnõrõn açõlmasõ ve iki
ülke arasõnda diplomatik ilişkilerin kurulma-
sõdõr. Türkiye Sovyetler’in dağõlmasõ ile bir-
likte Ermenistan dahil bütün yeni devletleri ta-
nõdõğõ için Ermenistan bugün Türkiye tara-
fõndan tanõnan bir devlettir.
Ancak, Ermenistan cumhurbaşkanõnõn 17
Kasõm 2009’da anayasalarõnõn ilgili hükümleri
uyarõnca, protokollerin anayasaya uygunluğunu
sormasõ ve anayasa mahkemelerinin de 12
Ocak 2010’da bu konudaki kararõnõ açõklamasõ
sonucu Türkiye’nin beklentilerini karşõlayacak
bir olumlu gelişmenin söz konusu olamayacağõ
ortaya çõkmõştõr. Çünkü, en başta Başba-
kan’õn Azerbaycan’a verdiği söz gereği, Ka-
rabağ sorunu çözülmedikçe bu protokollerin
uygulanmayacağõ konusunda mahkeme anõlan
protokollerin yalnõzca Türkiye ile Ermenistan
arasõnda karşõlõklõ yükümlülükler doğurduğunu
ve bu protokollerin tarafõ olmayan hiçbir baş-
ka devlet bakõmõndan hukuksal etki doğurmasõ
olanağõ bulunmadõğõnõ bildirmektedir. (Pa-
rag.4/a)
Ermenistan ile Türkiye arasõndaki sõnõrlara
gelince, mahkeme, Türkiye’de beklenenin
aksine, 16 Mart 1921’de Sovyetler Birliği ile
imzalanan Moskova Antlaşmasõ’nõ ve 13
Ekim 1921’de Ermenistan, Azerbaycan ve Gür-
cistan ile imzalanan Kars Antlaşmasõ’nõ, ulus-
lararasõ hukuka göre halen yürürlükte bulun-
malarõna rağmen görmezlikten gelmektedir.
Mahkeme bu kararõnda, soruna doğrudan de-
ğinmeden, Diplomatik İlişkiler Protokolü’ndeki
“iki ülke arasında var olan sınırın uluslar-
arası hukukun ilgili antlaşmalarında be-
lirlendiği biçimiyle karşılıklı olarak teyit
ederler” cümlesini, uluslararasõ hukukun çok
taraflõ antlaşmalarda yer alan temel ilkelerini
ifade ettiği biçiminde yorumlayarak Mosko-
va ve Kars antlaşmalarõnõ üstü kapalõ olarak
protokollerin kapsamõ dõşõnda bõrakmakta-
dõr. (Parag. 3) Mahkeme kararõnõn bir başka kõs-
mõnda da Ermenistan’õn “ortak sınırın açıl-
ması” konusundaki iradesini sõnõr kontrol
noktasõnõn (border chekpoints) açõlmasõnõn ola-
ğan bir işlemi olarak değerlendirerek (Parag.
54/d) protokollerdeki “var olan ortak sınırı
teyit eder” cümlesini Moskova ve Kars ant-
laşmalarõ gibi sõnõr düzenlemesi içeren ikili ant-
laşmalarõ genelinde kapsamadõğõ biçiminde yo-
rumlar görünmektedir.
Ermenistan devletini bağlar
Mahkeme kararõnda ayrõca, soykõrõm id-
dialarõnõ sürdüreceklerini bildiren 23 Ağustos
1990 Bağõmsõzlõk Bildirisi’nin 11. maddesine
ve anayasalarõnõn bu bildiriyi teyit eden baş-
langõç bölümüne atõf yaparak protokollerin bu
hükümlere aykõrõ yorumlanamayacağõnõ ve uy-
gulanamayacağõnõ bildirmektedir. (Parag.5)
Böylece, mahkeme Türkiye’nin özellikle soy-
kõrõm iddialarõnõn da ele alõnmasõnõ beklediği
ortak komisyon çalõşmalarõnõn da önünü üstü
kapalõ bir biçimde kapatmõş bulunmaktadõr.
Ermenistan Anayasa Mahkemesi yukarõda
belirtilen anlayõş ve koşullarla anõlan proto-
kollerin anayasalarõna uygun olduğunu bil-
dirmektedir. Mahkemenin kararõnda da açõk-
ça bildirdiği gibi mahkemenin bu yorumu Er-
menistan devletini bağlamakta olup Ermenis-
tan’õn bu anlayõş dõşõnda hareket etmesi ola-
naksõzdõr. (Parag. 6)
Bu veriler karşõsõnda, anõlan iki protokolün
yalnõzca Ermenistan’õn gereksinme duyduğu
sõnõrõn açõlmasõ ve diplomatik ilişki kurulma-
sõ konularõ dõşõnda, Türkiye’nin beklediği or-
tak sõnõra ilişkin 1921 Moskova ve Kars An-
tlaşmalarõnõn teyidini, “soykırım” konusunun
önyargõsõz bir biçimde araştõrõlmasõnõ ve Ka-
rabağ sorununun çözümüne ilişkin Azerbay-
can’õn rõzasõnõ elde edebilecek duruma gelin-
mesini sağlamaktan uzak olduğu görülmek-
tedir.
Bu gelişmelerin bize gösterdiği birinci
şey, sözü edilen protokollerin Ermenistan
Anayasa Mahkemesi’nin bu yorumu çerçe-
vesinde Türkiye tarafõndan kabul edilmesinin
olanaksõzlõğõdõr. Dolayõsõyla, Türkiye hiçbir bi-
çimde bu protokolleri onaylamamalõdõr. Ak-
sine bir yaklaşõm Türkiye’nin Ermenistan’õn
uygun hareket etmek zorunda olduğu Erme-
nistan Anayasa Mahkemesi’nin bu yorumunu
kabul ettiği anlamõna gelecektir.
Geçerliliği kalmadı
TC Dõşişleri Bakanlõğõ’nõn Ermenistan Ana-
yasa Mahkemesi’nin bu kararõndan sonra, 18
Ocak 2010’da yaptõğõ açõklamasõnda, Türki-
ye’nin “söz konusu protokollerin asli hü-
kümlerine bağlılığını muhafaza” ettiğini
bildirmesi karşõsõnda da protokollerin Türki-
ye’nin anladõğõ anlamda “asli hükümlerinin”
geçerliliğinin artõk kalmadõğõnõ söylemek ge-
rekmektedir. Başka bir deyişle, protokoller, Er-
menistan Devleti’nin iradesinin önceden Ana-
yasa Mahkemesi’nce açõklanmasõ çerçevesinde,
Ermenistan açõsõndan başka türlü yorumlan-
maya olanak bõrakmamaktadõr. Aksine “ben
başka türlü yorumluyorum” diyerek Türkiye
protokolleri onaylama yoluna gitse dahi, Er-
menistan için böyle bir yorumun kabul edilmesi
olanaksõz olup Ermenistan’õn Anayasa Mah-
kemesi’nin anlayõşõ dõşõnda hareket etmesini
sağlamasõ söz konusu değildir. Akla gelebilecek
bir başka yol bazõ protokol hükümlerine ta-
raflarõn birlikte gerçekleştireceği bir antlaşma
ya da mutabakat ile Türkiye’nin beklentileri-
ni de karşõlayacak eklemeler yapõlmasõ olabi-
lecektir ki, bu olasõlõk en başta Ermenistan hü-
kümetince kabul edilebilir bulunmayacaktõr.
Ancak, Ermenistan hükümetinin böyle bir
yolla eldeki protokolleri değiştirme yoluna git-
meyi kabul etmesi durumunda da bu kez de-
ğiştirilmiş protokollerin Ermenistan Anayasa
Mahkemesi’ne gönderilmesi ve büyük olasõ-
lõkla mahkemenin önceki kararõna aykõrõ dü-
şen değişiklik hükümlerini anayasaya aykõrõ
olarak yorumlamasõdõr. Akla gelebilecek bir
üçüncü olasõlõk ise protokolleri tamamen bir
kenara bõrakarak iki ülke arasõndaki sorunla-
rõ çözmeye çalõşmaktõr. Ancak, Anayasa Mah-
kemesi’nin bu kararõndan sonra, Ermenistan
Anayasasõ’nõ protokollerin dõşõnda da başka tür-
lü yorumlamak ve “hukuku dolanmak” ola-
nağõ yoktur.
Sonuçta Ermenistan, Anayasa Mahkemesi
kararõ aracõlõğõyla Türkiye ile ilişkilerinin
normalleşmesini yalnõzca kendi anlayõş ve is-
teklerine bağlõ hale getirmiştir. Böylece, bu ka-
rardan sonra artõk taraflarõn siyasi iradelerinin
alanõ daha da daraltmõş olmaktadõr. Bu du-
rumda Türkiye’nin yapabileceği tek şey, pro-
tokolleri onaylamama konusunda sağlam dur-
mak ve çözüm arayõşlarõndaki engellemenin Er-
menistan’dan kaynaklandõğõnõ göstermek ola-
caktõr.
Hükümetin protokollerin TBMM’de onay-
lanmasõnõ kesin olarak gündeme getirmeme-
si koşuluyla bunlarõn Meclis’ten geri çekilip
çekilmemesi kanõmõzca diplomatik strateji
açõsõndan değerlendirilmesi gereken bir nok-
ta olarak ortaya çõkmaktadõr.
Türkiye-ErmenistanİlişkileriNormalleşebilirmi?
Prof. Dr. Hüseyin PAZARCI Balõkesir Bağõmsõz Milletvekili
Ermenistan, Anayasa Mahkemesi kararõ aracõlõğõyla Türkiye ile ilişkilerinin
normalleşmesini yalnõzca kendi anlayõş ve isteklerine bağlõ hale getirmiştir.
Böylece, bu karardan sonra artõk taraflarõn siyasi iradelerinin alanõ daha da
daraltmõş olmaktadõr. Bu durumda Türkiye’nin yapabileceği tek şey,
protokolleri onaylamama konusunda sağlam durmak ve çözüm arayõşlarõndaki
engellemenin Ermenistan’dan kaynaklandõğõnõ göstermek olacaktõr.
Y
aşamõmda korkuya yer
vermedim kolay kolay.
Böyle dedim diye, olasõ
ya da beklenen bir kötülük kar-
şõsõnda yoğun bir duyguyu yaşa-
madõğõmõ sanmayõn. Kürşat’õn
öldürümünü yõllarca duyumsa-
dõm. Her gün, ölüm haberini ge-
tirecekler diye kapõ çalõşlarõn-
dan, telefon seslerinden kork-
tum. Simin’in ölümünü ise, dört
yõl birlikte yaşadõm. Onu her di-
yaliz günü ölecek diye bekledim.
Diyaliz gecesi uyuyamazdõm,
ancak diyalizden çõktõktan sonra
uyurdum. Ölüm ve öldürüm kar-
şõsõnda bir süre duydum ve ya-
şadõm bu kaygõlarõ, ama beni öl-
dürmeye çalõşanlar karşõsõnda
bir an bile korkmadõm. Böyle du-
rumlar, beni, yağmur yağacak
kaygõsõ değin korkutmamõştõr,
kaygõlandõrmõştõr ama çocukla-
rõmõn yükselen ateşleri bile beni
kaygõlandõrmõştõr. Bir de sevgi-
limden ayrõlmak acõ verir. Ço-
cuklarõma da, onlarõn anlõksal
ve duygusal gelişmelerini etki-
leyecek bir düşünce aşõlamadõm.
Kulaklarõna korku koymadõm.
Belki de, ölümden bu yüzden
korkmadõlar ve kucağõna koşarak
atõldõlar.
Koşullandırma
Tek korktuğum şey “önyar-
gı”dõr. Önyargõ (prejuge, itikad-
õ bâtõl, peşin hüküm), bir şeyi, bir
durumu, bir olayõ ya da bir ko-
nuyu yeterince bilmeden varõlmõş
kanõdõr. Yetersiz bilgi, kanõ sa-
hibiyle birlikte, kanõnõn yansõtõl-
dõğõ toplumu da yanlõş koşul-
landõrõr. Koşullandõrma, çok teh-
likeli bir davranõştõr. Bireyleri ve
toplumu, zorlayan bir koşula uy-
durmaktõr koşullandõrmak. Kö-
leleştirmedir bir bakõma. Köle-
leştirme zorla kabul ettirilmiş
bir durumdur ama, koşullandõ-
rõlma benimsendirilmiştir. Kay-
nağõnda, koşullandõrõlmõş kimse,
köleden daha çok aşağõlandõğõnõn
ayrõmõnda değildir. Kölenin, her
zaman bir başkaldõrõ ruhu saklõ-
dõr, ama koşullandõrõlmõş kişi ya
da toplumlar, koşullandõranõn
(kişi, örgüt, kurum, kuruluş) ku-
ludur. Vurulan gem, kölenin da-
mağõnõ her zaman acõtõr, ama
koşullandõrõlmõş kişi ya da top-
luluk, vurulan gemden haz duyar.
Önyargõ, kişinin kolay kolay terk
edemeyeceği, çüzümleyemeye-
ceği bir yargõdõr. Kişi, yargõsõnõn
doğruluğunu denetleme olana-
ğõnõ araştõrmaz.
‘Açılımcı iktidar’
Tokat’õn Reşadiye ilçesinin
kõrsalõnda, yedi askerimiz şehit ol-
du. “Açılımcı iktidar”õn Cum-
hurbaşkanõndan milletvekillerine
değin tüm sorumlularõ ve yetki-
lileri, Başbakan da içinde, olayõ
bir kõşkõrtma olarak nitelediler.
Başbakan, okyanus ötesinden,
yardõmcõlar korosu, televizyon-
larda, “Ne zaman demokrasi
için bir atılım yapılsa, birileri
çomak sokuyor, bir kargaşa
yaratıyor. Bu da bir kışkırt-
madır” diye buyurdular. 10 Ara-
lõk 2009 günü, olayõ PKK üst-
lendi. Anlaşõldõ ki, sorumlular ve
yetkililer, yeterince bilgi edin-
meden, salt açõlõmlarõnõ haklõ çõ-
karmak için, denetlenmemiş bil-
gilerini kamuoyuna yansõtmõş-
lardõr. İzledikleri siyasanõn doğ-
ruluğunu kanõtlamak amacõyla,
dayanaksõz konuştuklarõ çõktõ or-
taya. Belli ki, önyargõlõydõlar.
“Devlet içinde bir devlet -kuş-
kusuz Kemalist bağnazlar- var-
dı, bunlar toplumun demokra-
tikleşmesini istemiyorlardı.”
Sözleri şu anlama geliyordu:
“Ordu içinde bir örgüt, AKP
iktidarını devirmek için To-
kat’ta kendi askerlerini öldür-
dü. Bunlar, dindar bir iktida-
ra ram olmayan kâfir Ata-
türkçülerdir.” Ama, İnsan Hak-
larõ Evrensel Bildirgesi’nin ya-
yõmlanmasõnõn 61. yõldönümün-
de, çok anlamlõ biçimde, PKK
olayõ üstlendi. Anlamlõydõ, çün-
kü, iktidarõn insan haklarõ gibi bir
savõ vardõ. Özgürlükleri geniş-
letmek için, AKP iktidarõ, her tür-
lü çabayõ gösteriyordu ama Ata-
türkçüler ve toplumsalcõlar (sos-
yalistler), özgürlüklerin genişle-
mesini istemiyorlardõ. Başbakan,
Danõştay’õn, YÖK’ün katsayõ uy-
gulamasõnõ kaldõran kararõnõ da
“ideolojik” diye niteledi. Oysa,
kendisinin İslamcõ yönetim õsra-
rõ, bir ortaçağ ideolojisinin yirmi
birinci yüzyõlda, Türk toplumu-
na kabul ettirilmesidir.
Nasõl tanõmlarsak tanõmlaya-
lõm, önyargõlar, toplumsal sağ-
duyunun devinimleridir. Bu-
günkü iktidarõn dinsel düşün-
ceyle eğitilmiş önderleri, doğal
ki, bilgi edinmeye gerek duy-
madan, Atatürkçüleri ve çağ-
daş düşünceyi suçlayacaklardõr.
Onlar için en büyük engel, Ata-
türk’tür. Üstelik, öyle bir engel
ki, ona sõğõnmadan, devleti İs-
lamlaştõrmak olanağõnõ bulamõ-
yorlar. 10 Kasõm’da açõlõyorlar,
ama 11 Kasõm’da saçõlõyorlar.
Erdoğan, toplumsal duyarlõğõn
devinimine sõğõnõyor. Müslü-
man Anadolu halkõ, ne olursa ol-
sun, dinsiz Mustafa Kemal’i ko-
lay kolay dõşlayamõyor. Recep
Tayyip Erdoğan, toplumun bu
sağduyusunu fark etmiş görü-
nüyor ve sõrasõ geldikçe, “Mus-
tafa Kemal Atatürk’ün çağdaş
uygarlık hedefine” ulaşmak
için çalõştõklarõnõ yineleyip du-
ruyor. Kuşkusuz, önyargõlarõ,
çağdaşlaşma kavramõnõ da sõğ-
laştõrõyor. Ona göre, çağdaşlaş-
mak, yol yapmak, enerji sant-
rallarõ kurmak, oteller açmak
ve okullarõ bilgisayarla donat-
maktõr. Bu durumda, Arap şeyh-
likleri, bizden yüzyõl ilerideler!
Erdoğan’õn bu düşüncelerini sõğ
bulsam da, kõnamõyorum. Çün-
kü, onun düşünce yapõsõnda,
çağdaşlaşma, çağdaş Batõ dün-
yasõnõn araçlarõyla ve gereçle-
riyle özdeştir.
Mersedes arabasõnõn sol ca-
mõndan kolunu çõkarõp çalõm
atan türbanlõ kadõnõn, önde ya-
şayõp geride durduğunu fark
edemez. Kuşkusuz, kendisinin
de, kõzlarõnõ Amerika’da okutup
Türkiye’de Müslümanlõk yaptõ-
ğõnõ da, bilinçle yorumlayamaz.
Bağ başkadõr, bahçe başka.
Düşünce güçsüzlüğü
Önyargõlar, inançlarla ve ka-
nõlarla ilişkilidir. Kişiyi, kararla-
rõnda kesin, kesin ve dönüşsüz ya-
parlar. Önyargõnõn iki temeli var-
dõr: “Öğretilenlere inanç ve dü-
şünce güçsüzlüğü ile düşünce
tembelliği.” Şu yaşadõğõmõz gün-
lerde, YÖK’ün, özellikle de Baş-
bakan’õn, imam hatip okulu me-
zunlarõyla ilgili Danõştay kararõ-
na tepkilerinin nedeni, düşünce
güçsüzlüğüdür. Başbakan’da, ay-
rõca düşünce tembelliği de görü-
lüyor. Danõştay’õn kararõnõ, ideo-
lojik buluyor. Oysa, biraz dü-
şünse, kendisinin, yõllardõr, Cum-
huriyetin eğitim dizgesini İs-
lamlaştõrmak istediğini kolayca
görür. Ancak, Başbakan’õ suçla-
mõyorum. Çünkü, dinsel düşün-
ce donmuş düşüncedir, yani inak-
tõr (dogma, nas) değişmeyi ve dö-
nüşmeyi yadsõr.
Ana babalara da (ebeveyn) bir
sözüm var: “Çocuklarınıza, salt
öğrenci gözüyle bakmayın.”
Onlar da, gelişme yasalarõna ko-
şut gelişirler. Öğretmenlere de sö-
züm var: “Çocuklarımız, top-
lumun değişik katmanların-
dan gelirler, ama biz, onlara tek
bir eğitim izlencesi uygularız.
Yöntemlerimiz de özdeştir.
Beyninizi renklendiriniz ve zen-
ginleştiriniz.” İnaklardan kur-
tarmanõn yolu, çocuklarõmõza de-
ğişen ve dönüşen dünyayõ, de-
ğiştiren ve dönüştüren bilimsel
düşünceyi özümsetmeliyiz. Unut-
mayõnõz, değişim de değişir.
Önyargõ...
Vecihi TİMUROĞLU