Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 3 ŞUBAT 2010 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Kaçan Fırsat
OLAY, tarihe geçecek biçimde sonlandırılarak
Türkiye Cumhuriyeti açısından yeni bir tarih
yazılmış olabilirdi. Bu sütunda daha önce
vurgulandığı gibi, TEKEL işçilerinin istekleri AKP
iktidarınca kabul edilseydi eğer.
Öylece, buranın işçi örgütlenmesini belli bir
aşamaya getirip kamu düzenini altüst etmeden
haklı istekleri karşılayabilen çağdaş bir sanayi
ülkesi olduğu halka ve yedi cihana gösterilmiş
olurdu. Yine öyle bir çözüm, tarikat etkileriyle ve
dışa bağımlı ekonomisiyle çağdışı tutumlara
sürüklendiği söylenen bir iktidarın demokratik
sistemde pekâlâ haklı istekler karşısında sosyal
devlete yakışır çözümler üretebildiğini dosta
düşmana gösterilebilirdi.
Ö
yle bir sonucun içteki ve dıştaki yararları
saymakla bitmez. Oysa, şimdi girilen
aşamanın doğuracağı zararları teker teker
saymaya gerek var mı?
Zararların en belirgin olanı, henüz hukuk
altyapısı oluşturulmamış bir genel grev
girişiminin ulusal ekonomiye doğrudan ya da
dolaylı biçimde vereceği toplam zarardır. Öyle
bir aşamaya gelindi ki, girişimin yasal olup
olmadığını tartışmanın vakti geçti; yararı da yok,
ne yazık ki. İşçi ve memur sendikaları
eylemlerini görünürde hukuka ters düşmeyecek
bir zemine oturtmayı herhalde başaracaklardır
ve çalışmamaya karar vermiş insanları kuvvet,
şiddet ya da yaptırım kullanarak çalıştırmak da
dünyanın en zor çabasıdır.
En kolayı ise çalışır gözüküp de
çalışmamaktır. Gönülsüz çalışmadan hayır
gelmez. Böyle olduğu bilinseydi, genel grev
denen ve uygar ülkelerde hep rastlanan bir
yöntem yasayla düzenlenseydi, öyle durumda
nere kapanır, nere açık kalmalıdır, nerede
çalışılır, nerede çalışılmaz; bütün bunlar açık
seçik kurallara bağlansaydı, o terim bunca
ürkütücü olmazdı.
Bunların dışında asıl önemli olan, bir genel
grevin ulusal ekonomiye maliyetini
hesaplayabilmektir. Ne var ki, çalışanların başka
çare kalmayınca başvurulacak son yol saydığı
bu yöntemin hesabı Türkiye’de hiç yapılmaz.
Daha doğrusu, henüz gelişme aşamasında olup
pek hesap kitap bilmeyen bir ülkenin böyle bir
hesap yapması çok zordur, inandırıcı da olmaz.
O hesap yerine şöyle bir denklem kurulur
daha çok: Terazinin bir kefesine hukuk, yasa,
düzen gibi soyutluklar konur ve hiçbir somut
hesabın bu yüce kavramları zedelemeye
değmeyeceği savunulur. Oysa, hakkının
yendiğine inanarak o yola giden insana göre,
kendi hakkından ve inancından daha yücesi
yoktur.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Zamanın Köşeleri...
Masamın üzerinde bir faks iletisi:
“Kimden: Seda Arun.
Gönderme Tarihi: 4 Şubat”
Birlikte okuyalım:
“Adım Seda Arun, Özdemir Asaf’ın kızıyım.”
Özdemir Asaf Türkiye’de ‘yaşadığımız
durumla ilgili acaba neler yazmış’ diye tekrar
okudum yazdıklarını...
Yazdıklarından ilk okuduğumu sizinle de
paylaşmak istedim.
Kitabın adı:
‘Yuvarlağın Köşeleri’ - Etikalar.
Bölüm başlığı: Akıldan, Okuldan Yana
“Okula ilk başladığımız yıllarda şunları
hatırlıyorum, öğretmenlerimizden biri:
- Tanrı o kadar büyük, o kadar büyüktür ki,
insan göremez, demişti.
Başka bir öğretmen de:
- Mikrop o kadar küçük, o kadar küçüktür ki
insan göremez, demişti.
Başka öğretmenlerimiz de, iyilik, doğruluk,
kahramanlık, yüreklilik, vatan, nüfus.. gibi göz
ile görülemeyen, el ile tutulamayan kavramlar
üzerinde bizi düşünmeye zorlamışlardı.
Sonra, bizlere, görebileceğimiz,
tutabileceğimiz, taş, demir, tahta, toprak gibi
şeyleri gösterip öğrettiler.
Şimdi bakıyorum da.. görüp
öğrendiklerimizden çok göremediklerimiz
bizleri bugün de tartışmalara sürüklüyor.
Görülmeyenleri öğretmeye çalışırken bizleri
görünenlerle mi oyaladılar yoksa!
Yoksa görülenleri öğretmek isterlerken
görülmeyeceklerle mi oyaladılar bizi?”
Ne tuhaf rastlantı, geçen gün kitaplığımda
elime “Yuvarlağın Köşeleri” geçmişti..
Kapağını açıp bir kez daha baktım,
Özdemir’in işlek el yazısı:
“İlhan Selçuk’a,
Kelimeler kelimelere insanlarla ulaşırken..
2.12.1961”
Babıâli’de Molla Fenari Sokağı’nda Vatan ve
Milliyet gazeteleri sağlı sollu yer almışlardı; bu
ikisine doğru yürürken, solda, bir evin bodrum
katında “Sanat Basımevi”ni kurmuştu
Özdemir...
“Basımevi” dediğimiz bir pedal makinesiyle
hurufat kasalarıydı; ama, ‘U’ biçimindeki alçak
tavanlı bodrum katı şairlerin, yazarların
uğrağıydı.
Sonra Özdemir, Cağaloğlu’ndaki
‘basımevi’ni kapatıp, Bebek’te ‘tabir caizse’ bir
‘meyhane’ açtı...
Neden?..
Soruyu bir yana koyup en iyisi ‘Yuvarlağın
Köşeleri’nden birkaç deyişle yazıyı bitirelim:
“Köksüz bir ağaç olmaz, çünkü kökü vardır:
Evet.
Soysuz bir insan olmaz, çünkü soyu vardır:
Hayır.”
“Bir insan treni kaçırırsa başka bir tren gelir
onu alır.”
“Bir ulus treni kaçırırsa başka bir ulus gelir
onu alır.”
(9 Şubat 2003 tarihli yazısı)
A
dlarõmõz bir olsa
da, üçümüz ayrõ
ayrõyõz. İlkimiz,
beş parmaklõ.
Onun tutma özel-
liği, insanõ hayvandan ayõrõr.
İkincimizin imajõ, doğrusu hoş
değil. Ne de olsa, yabancõlõk
var içinde. Üçüncümüz ben, ya-
ni devlet. Kendimden söz etmek
hoş değil, biliyorum. Benim de
hoşluk ile başõm hoş değil. Çün-
kü hoşluk, sonuçta olunca, güzel.
Yoksa çok gördüm, hoş olan şey-
lerin ardõndaki boşluğu.
Bağõşlayõn ama bensiz olmu-
yor. Bu konuda, eski yeni sayõ-
sõz örnek gördüm. Ama ben gö-
rülmem, yaşanõrõm. Değerim,
yokluğumda anlaşõlõr.
Buna bir büyük örneği Al-
manlar yaşadõ. Birinci Dünya Sa-
vaşõ bitmiş, ordularõ yenilmiş.
Kayzer, Hollanda’ya kaçmõş.
Bir yanda Almanlõğõn kõlõcõ,
Fransõz Mareşal Foch’e sunu-
luyor. Öbür yanda, yenilgi im-
zalanõyor. Almanlar şaşkõn,
üzüntü içinde. Bir aydõn haykõ-
rõyor: “Askerlerin yarattığını,
diplomatlar öldürdü!”
Gerçek el değil
Benim, kanõm canõm yok. Yok
da, ben doğarken de, ölürken de,
çok kan akar. Çünkü beni iste-
yenler, sõnõrlarõnõ kanla çizer. Siz
bakmayõn, cetvel pergel ile çi-
zilenlere. Onlar, gerçek el değil,
sömürge eli. Ya da aldõrmayõn,
kuzen ilişkisi ülkelere. Sermaye
elidir. Silah, kan ve gözyaşõ ile
gelirim, yine öyle giderim. Bu
yüzden, göbeğimi kesen de, son
duamõ eden de askerdir. Siviller,
yönetici.
Şimdiye dek en çok Türkler ile
karşõlaştõm. Onlarõ da bir türlü
anlayamadõm. Bir bakõyorum
bana, baba diyorlar. Öte yandan,
torun ilgisini çok görüyorlar.
Bunu da nerden mi çõkardõm?
Cumhurbaşkanlõğõ forsundan.
Sanõrsõnõz ki, Guinness Rekorlar
Kitabõ’na girecekler. Övünür-
ler, 16 kez bana kavuşmalarõna.
Ama bilmezler sanki, 15 kez ta-
nõk olduğum; ölüm, gözyaşõ ve
göçlere.
Duygusal insanlar. Önce gön-
lünü alõn, sonra da her şeylerini.
Bu yüzden de, her defasõnda, ye-
niden başlarlar. Batõlõlar mõ?
Her konuda, özellikle de benim
için, virgül değiştirtmez. Bilirler
ki konularõm, duygusallõğõ kal-
dõrmaz. “Adalet mülkün te-
melidir” güzel söz elbet, Türk-
ler yanlõş yere asõyor. Çünkü ba-
na gereken adalet, mahkeme
koridorlarõndaki değil. Kimse-
sizlerin kimsesi olmakta, Sü-
leyman’õn mühründe.
Eskiden beni, din konusunda
anlaşanlar yaşatõrdõ. Fransõz dev-
riminden sonra, ulusal çizgide-
kiler. Gelecekte ise, dünya yurt-
taşlarõm olacak, ayrõsõz gayrõsõz.
Bu boyutta, kutuplardaki bir
parça buz, erimeden önce, ek-
vatordaki kelebeği düşünecek.
Acaba kanatlarõnõ incitir miyim
diye. Bu süreci, engellemek is-
teyenler olabilir. Kimi ota, kimi
suya çekebilir. Aldõrmayõn, on-
lara. Öncekiler de, aynõ düşün-
cedeydi.
Gün olur başõm ağrõr, kimi kez
midem bulanabilir. Bunun suçu,
benim olmamalõ. Söyleyin lütfen,
yemem içmem mi var sanki? Ba-
na nasõl bakõlõrsa o görülür.
Türkler ile son kavuştuğumda,
Ziya Gökalp’in büyük özlemi
gerçekleşti: “Bir ülke ki top-
rağında başka elin gözü yok.”
Bu buluşmayõ, efendiler kü-
çümsedi. Onlar, kendilerine gö-
re haklõydõ. Boşuna mõydõ onca
çaba; politika, asker, para? Tür-
kiye’de yaşatõlacağõma inanma-
yõp, La Fontaine’in karõncasõ ol-
dular. Kurucu Atatürk kõzmadõ.
Biliyordu ki, kõzmak duygusal-
lõktõr ve bende duygusallõğa yer
yok. Batõlõ örnekte ilkeler koy-
du benim için. 10 yõlda yapõlan-
lar, 15 kez yaşanan acõlarõ bil-
diğinin kanõtõydõ, bence.
Yedi düvele sorun
Bu arada unutmadan söyle-
yeyim, Türkler iyi askerdir.
Ama siyaset bilmezler. Bu yüz-
den de, savaş meydanõnda ka-
zandõğõnõ siyaset masasõnda kay-
bederler. Koskoca 600 yõllõk
Osmanlõ’yõ 36 padişah yönetti
de, iki siyaset ustasõnõ gördü.
Açõlõm sürecinde Fatih Sultan
Mehmet’i, kapanõşta II. Ab-
dülhamit’i. İlki zehirlendi, ikin-
cisi devrildi. Mustafa Kemal
Atatürk mü? Onu yedi düvele
sorun.
Hep kendimden söz edip dur-
dum. Unuttum, öteki adaşlarõmõ.
Bencilliğimi bağõşlayõn. Oysa
Türklerin güzel bir sözü var:
“Kendini öveni koy kaç, eli
öveni al kaç.”
Kültürel anıt
İlk adaşõm, iyi iş işlerse, öpü-
lesi olur. Vereni, alandan üstün.
Mevlevi semazenlerin, sağ eli
yukarõ, solu aşağõya bakmaz
mõ? Hakktan aldõğõnõ, halka.
Adaşõm yanlõş yaparsa, adalet
parmağõnõ keser, acõmasa da.
Ama duyumsanmayan acõlar kit-
lesel sancõya dönüşünce, ben
giderim. Çünkü artõk ikinci ada-
şõm gelmiştir.
Adlarõmõz aynõ olsa da sev-
meyiz birbirimizi. Ne de olsa ya-
bancõ, yaban davranõr. Bana inat,
yaptõğõmõn tersini yapar. Hani
denir ya: “Elden gelen öğün ol-
maz, o da vaktinde bulun-
maz.” Her yeni gün, yeni yük
bindirir omuzlara. Ayaklar yet-
mez olunca, iş ilk adaşõma düşer.
Ve bu düşüş, onun elden ayağa
düşüşü de olur. İsterseniz en
başa dönelim. El, ben, yani dev-
let. Gün yani kün ise halk. Bu iki
kavram, 4 bin 500 yõllõk kültü-
rel anõt. Son söylenişini, duygu-
sal bir şarkõda buluruz: Ele gü-
ne karşõ yapayalnõz böyle de
olmaz ki / Nasõl da gittin insaf-
sõz böyle bõrakõlmaz ki / Unutu-
rum sanmõştõm güzelim / Gözüm
yollarda kaldõ.
Gözünüz, hiç boş yere yollar-
da kalmasõn. Söylemiştim, ben-
de duygusallõğa yer yok, diye.
Ben gitmeden önce, düşünecek-
tiniz. Atasözünüzde yok mu,
sanki: El mi yaman, bey mi ya-
man?
Kalem-Kõlõç Tutanlar...
Prof. Dr. Mahir AYDIN
Gözünüz hiç boş yere yollarda kalmasõn.
Söylemiştim, bende duygusallõğa yer yok, diye. Ben
gitmeden önce düşünecektiniz. Atasözünüzde yok mu
sanki: El mi yaman, bey mi yaman?
B
üyük adamlarõ büyük
uluslar yaratõrmõş. Ya o
ayak altõnda dolaşan kü-
çükler kimlerdendir? Büyük
adamlar ön teker olurken, kü-
çükler takoz mu oluyor? Bu
ülkeyi kuranlara, Cumhuriyetin
kurumlarõna, işaret fişekleri sa-
natçõlarõmõza inanõlmaz saldõrõ-
lar yapõlõyor. Ön tekerlere açõk-
tan ateş ediliyor...
Yazar Mahmut Makal’õn
yanõnda 3-5 bin lira gibi paranõn
sözü edildi diyelim. Makal bu
parayla kaç sayfalõk kaç kitabõn
basõlacağõnõn hesabõnõ yapar.
O, altmõş yõlõ aşkõn süredir ki-
tapla, kalemle karanlõğa aydõn-
lõk taşõyor. Para, Makal için
kafanõn çapõnõ genişletme aracõ
iken bir başkasõ için cebi dol-
durma anlamõ taşõyabilir. Ör-
neğin en gözde (!) sanatçõmõz
Hülya Avşar, Ruhi Su’nun
yõllar önce ölümünden haber-
sizdi. Ona bir yakõnõyla selam
iletmesi, yaşamõnõn dar sõnõrla-
rõnõ çiziyordu. Bu sözle gerçek
sanatçõlarõn yürekleri ise cõz
ediyordu.
Kõrgõz yazar Cengiz Aytma-
tov 1978’de ülkemizi ziyaret
eder. Gazeteci Mustafa Ek-
mekçi ile İstanbul’dan Anka-
ra’ya gelmektedir. Aytmatov
yolda Ekmekçi’ye õsrarla An-
kara’daki işçi evlerini görme is-
teğini iletir. Türkiye’deki işçi-
lerin yaşantõsõnõ merak etmek-
tedir büyük yazar. Ekmekçi,
İstanbul yolundan Ankara Ye-
nimahalle girişindeki görkemli
apartmanlarõ Aytmatov’a gös-
terir. “İşte işçi evlerimiz!” der.
Şakacõ Ekmekçi’nin sözünü
Aytmatov, gülümsemeyle, be-
ğeniyle karşõlar. Bugün bizde
varlõğõ görmezden gelinse de
“emek, en yüce değerdir”. O
değerin yaratõcõsõ gözlerden
uzak tutulsa da altõnõn değerini
sarraf bilirmiş.
Bir gazete yazõsõndan; “Tay-
yip Bey ve Baykal’ın sözlü dü-
ellolarının gürültüsü...” söz-
lerinin üstünü çizdim. Dilimiz-
deki “sapla samanı karıştır-
mak” deyiminin tipik bir örne-
ği. İkisinin kişiliği, ikisinin ko-
nuşma içeriği aynõ mõdõr? Biri,
yüksek mahkeme kararõyla “la-
ikliği yıkmaya odak”lõğõ ke-
sinleşmiş parti başkanõ. Öteki,
en azõndan üstüne titrediğimiz
laikliğe bağlõ parti lideri. Biz bu-
na “söz düellosu” mu demeli-
yiz? Yoksa...
Bizi ileriye ön tekerler götü-
recek... Yeter ki küçükler takoz
olmasõnlar...
Nusret ERTÜRK
Ön Teker
Kavel Grevinden TEKEL Direnişine
G
rev, işçi ve emekçilerin işverenler
karşõsõnda yeni haklar elde edebil-
mek ya da daha önce kazanõlmõş hak-
larõnõ koruyabilmek için başvurduğu ey-
lemlerdir. Başka bir deyişle işçilerin özellikle
ekonomik, sosyal ve özlük haklarõnõn ka-
zanõlmasõnda başvurmak zorunda bõrakõl-
dõklarõnda en etkin bir savaşõm silahõ olarak
da tanõmlanõr grev. Başvurmak zorunda
kaldõklarõnda diyoruz çünkü grev bir amaç
değil bir araçtõr.
Uygulanmasõndan kaynaklanan neden-
lere bağlõ olarak grevler değişik sõnõflara ay-
rõlmakla birlikte temelde ikiye ayrõlõr. Bi-
rincisi ekonomik istemlerin ağõrlõklõ olduğu
klasik grevlerdir. İkincisi, toplumsal boyu-
tu öne çõkan siyasal grevlerdir. Ama hemen
belirtmek gerekirse, bir işyerinde ya da iş-
kolunda sõnõrlarõ belirlenmiş istemleri elde
edebilmek için başlatõlmõş grevler, taraflar
arasõndaki anlaşmazlõğõn derinleşmesi ve bu-
nun giderek toplumun geniş bir kesiminin or-
tak konusu olmasõ durumlarõnda ister iste-
mez siyasallaşmak zorundadõr.
Yazõmõzõn ana izleği de bugün yaşanmakta
olan TEKEL direnişi gibi, grevin siyasal-
laşmasõ üzerine olacaktõr.
Dünya işçi sõnõfõ tarihinde en büyük siyasal
grev 1 Mayõs 1886 yõlõnda ABD’de yaşan-
dõ ve giderek tüm dünyaya yayõldõ. Anõlan
tarihte özellikle sanayi işkollarõnda çalõşan
Amerikan işçileri 8 saatlik işgünü için ülke
çapõnda eylemler başlattõlar. Eylemler polis
tarafõndan kanlõ bir biçimde bastõrõlõrken ki-
mi işçi ve sendika önderi tutuklanarak mah-
keme önüne çõkartõldõ. Bunlardan dördü idam
edildi. Amerikan yönetiminin bu kanlõ ve acõ-
masõz tutumu dünyanõn birçok yerinde tep-
kilere neden oldu. II. Enternasyonal’in l889
yõlõnda Paris’te yapõlan toplantõsõnda 8 sa-
atlik işgünü kabul edilinceye değin olayla-
rõn başlangõç günü olan 1 Mayõs, “İşçilerin
Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü”
olarak kabul edildi ve bu kararõnõ dünya iş-
çi örgütlerine duyurdu.
Ancak grevler yakõn bir zamana değin baş-
ta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede
yasaklar kapsamõndaydõ. Avrupa ülkelerinin
çoğunda 1800’li yõllarõn ortalarõnda bu ya-
saklar kalkõp işçilerin grev haklarõ yasal gü-
vencelere bağlanmasõna karşõn bizde bu
yasak 1961 Anayasasõ’yla ancak ortadan
kalktõ.
Peki, bu tarihten önce Türkiye’de hiç grev
olmadõ mõ?
Yasal olmasa da Türkiye’de grevin tari-
hi ta Osmanlõ dönemine değin uzanõr. Os-
manlõ döneminde ilk grevin kamu alanõnda
1872 yõlõnda ücretlerin ödenmemesine bir
tepki olarak yapõldõğõnõ biliyoruz.
Bu tarihlerden başlayarak gerek 1. Meş-
rutiyet ve gerekse 2. Meşrutiyet dönemle-
rinde çok sayõda greve tanõk olmakla birlikte
kõsa bir zaman diliminde en yoğun grevle-
rin Kurtuluş Savaşõ yõllarõnda yaşandõğõ
ayrõ bir gerçektir. Bu grevleri Türkiye işçi
sõnõfõnõn aynõ zamanda işgal güçlerine kar-
şõ aldõğõ bir siyasal tutum olarak da algõla-
mak gerekmez mi?..
Kabul etmek gerekirse Türkiye’de grev de
dahil işçi sõnõfõnõn siyasal ve sendikal ya-
şamõnõn önü 1961 Anayasasõ’yla açõlmõştõr.
Ancak anayasa temel hak ve özgürlükler bağ-
lamõnda işçilere bu haklarõ tanõyordu ama uy-
gulamada doğacak ayrõntõlarõ bu konuda çõ-
kartõlacak yasalara bõrakõyordu.
Bir anayasa hükmü olmakla birlikte bu ko-
nuda çõkartõlmasõ gereken yasa taslağõ bir tür-
lü Meclis’in gündemine gelmiyordu. Tür-
kiye’nin birçok yerinde amaç doğrultusun-
da sendikalar eylemler koyuyor, grevler ya-
põyorlardõ. Bunlar içinde 31.12.1961 yõlõn-
da gerçekleştirilen Saraçhane mitingini en
önemliler arasõnda birincisi sayarsak, diğe-
ri yasanõn çõkmasõna asõl son noktayõ koyan
Kavel grevidir, diyebiliriz rahatlõkla...
Destanlara, türkülere, öykülere bile konu
olmuş Kavel grevi neydi, giderek nasõl bir
niteliğe büründü? Türkiye işçi sõnõfõnõn
künyesine yasa çõkartan grev olarak da ge-
çecek olan bu direnişin öyküsü, aslõnda bi-
linen bir sosyolojik gerçeğin toplum bilin-
cine çõkmasõna da tanõklõk edecekti: Gücü-
nün üretimden alan toplumsal eylemler salt
tarihe iz üretimden alan toplumsal eylemler
salt tarihe iz bõrakmakla kalmayõp, önceden
kestiremediğimiz siyasal dönüşümlerin ha-
zõrlayõcõ rollerini de üslenebilirler. İşte Ka-
vel grevinin böylesi bir işlevi de vardõ.
28 Ocak 1963’te İstanbul İstinye’de ku-
rulu Kavel Kablo Fabrikasõ’nda başlatõlan
grev aslõnda son derece kabul edilebilir is-
temleri içeriyordu. Bu fabrikada çalõşan
Maden-İş Sendikasõ’na üye 170 işçi, yõllõk
ikramiyelerinin ödenmemesi üzerine pasif
bir direnişe başlamõşlardõ.
Daha sonra işten çõkartõlan sendika tem-
silcisi arkadaşlarõnõn işten çõkartõlmasõna gös-
terilen tepkilerle direniş boyutlanarak, fab-
rikanõn işgalini de kapsayan bir grev ortamõna
dönüşmüştü. Grevde gösterilen kararlõlõk
Türkiye’deki diğer işyerleri ile kamuoyunun
da ilgi odağõ olmuştu. Hatta kimi işyeri ve
fabrikalarda destek grevleri başlamõştõ.
O günün siyasal erkini de hayli zorlayan
bu grev ve yarattõğõ toplumsal atmosfer so-
nucunda, 24 Temmuz 1963’te toplu iş söz-
leşmesi, grev ve lokavt konularõnõ kapsayan
275 sayõlõ yasa kabul edilerek iş yaşamõna
kazandõrõldõ. Aslõnda bu, gücünü üretimden
alan işçilerin Türkiye ölçeğinde kazandõk-
larõ siyasal bir zaferdi.
Bugün Kavel greviyle bire bir örtüşmese
bile adeta onu andõrõrcasõna giderek siya-
sallaşan ve toplumun en geniş kesimlerinin
gündemine oturan bir işçi eylemine, TEKEL
işçilerinin direnişine daha tanõklõk ediyor
Türkiye. Ekonomik kaygõlardan yola çõka-
rak Kavel günlerinde olduğu gibi kara kõş-
ta, ayazda sokaklara dökülen tütün işçileri
40 günü aşkõndõr büyük bir kararlõlõk için-
de direniyorlar.
Kavel’de de olduğu gibi burada da kaza-
nan yine işçi sõnõfõ olacaktõr şüphesiz. Hem
de AKP hükümetinin gerçek yüzünün top-
lum tarafõndan tanõnmasõnda okul görevi ya-
parak. Çünkü toplum yaşamõnda kimi ger-
çekleri yazmak, söylemek ve okumakla
anlatamazsõnõz çoğu kez. Bazen küçücük bir
toplumsal olay, düş dünyasõndan uyanma-
nõza yardõmcõ olur. TEKEL direnişinde ol-
duğu gibi...
Asõl bu son göreviniz için de toplum size
teşekkür etmelidir!
Sönmez TARGAN