Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 1 ŞUBAT 2010 PAZARTESİ
10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Obama’nın Bir Yılı ya da
Umuda Düşen Gölgeler...
CARLO PETRİNİ
2009 Ağustosu’nda Suudi
Arabistan Kralõ Abdullah,
Etiyopya’da ilk princin üretilmesini
kutladõ. Princi, arpa ve buğday
izleyecek. Körfez’deki başka
devletler gibi çölün ortasõnda
gelişen Suudi Arabistan, gõda
sorununu Kõzõl Deniz’in öte
yakasõndaki, Fildişi Cumhuriyeti,
10 milyon insanõn açlõkla mücadele
ettiği Etiyopya ya da Darfur
trajedisinin etkisinden bir türlü
çõkamayan Sudan’da tarõm
yapõlabilir arazilerin tekelini eline
geçirerek çözmeye karar verdi. Bu,
yaklaşõk 15 ay önce başlayan yeni
bir olgu ve henüz üzerinde
yeterince araştõrma yapõlmadõ,
(çünkü ülkeler arasõndaki birçok
anlaşma gizli tutuluyor). Dünyanõn
en yoksul ve aç kõtasõnda toprak ve
gõda şeytanca bir yöntemle
çalõnõyor.
Hırsızlığın kahramanı:
hükümetler
Etiyopya, Mali, Sudan, Gana ve
Madagaskar’da milyonlarca hektar
toprak yirmi, otuz hatta doksan
yõllõğõna Çin, Hindistan ve Güney
Kore’ye devasa yatõrõm sözleri
karşõlõğõnda verildi. Seul, şimdiden
Afrika’da 2.3 milyon hektar
toprağa sahip, Pekin’in 2.1, Suudi
Arabistan’õn 1.6 ve Birleşik Arap
Emirlikleri’nin ise 1.3 milyon
hektar toprağa sahip olduğu
biliniyor. Bir başka yenilik de bu
şeytanca projenin kahramanlarõ
olan hükümetler. Bir yanda varlõklõ
ama toprağa gereksinim duyan
ülkeler var, genelde her türden
yolsuzluğun döndüğü hükümetler.
Bir miktar para, teknoloji ve altyapõ
yatõrõmõ karşõlõğõnda henüz
bütünüyle tarõm toplumlarõ olan bir
kõtanõn toprağõna göz dikiyorlar.
Öte yandan hiçbir Afrikalõ
çiftçinin toprak sahibi olmasõ
mümkün görünmüyor. Afrika
kõtasõnda toprak sahibi olma ya da
kiralama hakkõ mevcut topraklarõn
yüzde 2 ila 10’u için tanõnõyor.
Genelde uluslararasõ anlaşmalarõn
öngördüğü koşullar değil, yerel
ölçekte tanõnan geleneksel kurallar
dikkate alõnõyor. Böylece birkaç
kuşaktõr tarõm arazisi şeklinde
yõllardõr oturulan, ekilen ve
kullanõlan nice toprak, yeterince
yararlanõlmayan arazi olarak
görülüyor.
Çin gibi kendi evinden yerli
işgücünü getirenler de var
Afrika’ya. 2000 yõlõndan bu yana
Afrika’ya göçü teşvik eden Çin, bu
yöntemle kendi iç nüfus sorununa
çözüm getireceği inancõnda. Çin’in
yeni keşfi Uzak Batõ’da 800 bin
Çinli şirket bulunuyor, demiryolu,
yol, baraj inşa ediyor, petrol,
maden ve ahşap gibi maddeleri
kullanõlabilir hale dönüştürüyor,
ekonomik ürünleri pazara sunuyor.
Özel yatırımcılar da
işbaşında
Hükümetlerin yanõnda özel
yatõrõmcõlar var: Ekonomik kriz
sonrasõ birçoğu somut yatõrõm
yapõlabilecek mala mülke göz dikti.
Toprak, gõda ve enerji kaynaklarõ
listenin ilk sõrasõnda. Bu yönde
“Ekilebilir Alanların
Uluslararası Ticareti” başlõklõ ilk
konferansõn 2009 Ağustosu’nda
New York’ta düzenlenmesi
rastlantõ değildi...
Yabancõ yatõrõmcõlar geldiği
zaman Afrika kõtasõndaki arazilerde
ne oluyor? Bölgesel çeşitliliği
temel alan geleneksel tarõmdan bir
tek ürünün (pirinç, soya, hurma
yağõ) üretilmesini ve ihracõnõ hedef
alan endüstriyel tarõma geçiliyor.
Bu süreçte gübre ve tarõm ilacõ gibi
kimyasal ürünlerin kullanõmõ da
katlanarak artõyor. Söz konusu
topraklar bütünüyle yoksullaştõğõ
zaman yabancõ yatõrõmcõlar başka
bir alana yönelmekte zorlanmõyor.
1960’lõ yõllarda Ford ve
Rockefeller vakõflarõ ve Dünya
Bankasõ’nõn parasal kaynağõ ile
ortaya atõlan Afrika kõtasõndaki
açlõk ve yoksulluk sorununa
teknolojik yatõrõm ve endüstriyel
tarõmla çözüm arayõşõ getiren “yeşil
devrim”, her şeyi 50 yõl geriye
götüren eski bir formül gerçekte.
Bu stratejinin tümüyle iflas ettiği
ve işlemediğinin kanõtlarõ ortada,
örneğin 1970 yõlõnda Afrika’da
yeterince beslenemeyenlerin sayõsõ
80 milyon dolayõnda iken, on yõl
sonra bu rakamõn iki kat arttõğõ
gözleniyor.
2009 yõlõnda ise Afrika’da 250
milyon kişinin açlõkla mücadele
ettiği bilinen bir gerçek. Bununla
beraber gõda güvenliği adõna
AGRA (Alliance for a Green
Revolution in Africa) ya da
Afrika’da “Yeşil Bir Devrim İçin
İşbirliği” adlõ bir proje hayata
geçirilmeye çalõşõlõyor. Bu projenin
simgesel ürünlerinden biri, “Afrika
İçin Yeni Pirinç” adõyla sunulan
Nerica pirinci. Bu pirinç, ancak
endüstriyel tarõm ve kimyasal katkõ
maddeleri kullanõldõğõ zaman
verimli bir üretim sağlõyor. Bu
pirincin tohumlarõnõ elinde
bulunduran ve satõşõnõ yapan çok az
sayõda şirket ciddi anlamda para
vurgunu yapõyor, çünkü Nerica’nõn
üretilmesi için her yõl satõn
alõnmasõ gerekiyor.
Yõllardõr yerli geleneksel
yöntemlerle pirinç tarõmõ yapan
Mali ve Liberya gibi ülkelerin
çiftçilerinin uygulamasõ mümkün
görünmeyen bir sistem. Bu
stratejinin ardõnda kim var? Bilinen
isimler: Rockefeller Vakfõ, Dünya
Bankasõ, USAID (ABD
Uluslararasõ Kalkõnma Ajansõ) ve
Afrika ile dayanõşmaya karar veren
Bill Gates.
Pirinç, bir örnek: AGRA
patenti alõnmõş çok sayõda
yeni ürünü piyasaya sunmayõ
hedefliyor. Bu sektöre girmeye
çalõşan firmalarõn sayõsõ
mantar gibi çoğalõyor.
Afrikalõ çiftçilere ilk bir yõl
boyunca ücretsiz tohum ve gübre
verilirken (sonraki üç, dört yõlda
indirim yapõlõyor) Afrikalõ
köylüleri birkaç kuşak beslemiş
olan geleneksel ürünler özetle yok
oluyor. Sömürgeciliğin ortadan
kalkmaya başladõğõ 1960’lõ yõllarõn
başõnda Afrika ülkeleri günlük
gereksinimlerini karşõlayabilecek
düzeyde ürün üretebiliyor ve ihraç
dahi edebiliyorlardõ. Oysa bugün
hemen hepsi gõda maddelerini ithal
etmek zorunda.
Dakar’õn merkezinde Batõ
Afrika’nõn en büyük gõda pazarõ
Sandaga’da Portekiz, İspanya,
İtalya ve Yunanistan’dan gelen
meyve sebzeyi yerli ürünlerin yarõ
fiyatõna satõn almak mümkün.
Bu Avrupa’daki tavuk
çiftliklerinden gelen tavuk
kanadõndan Amerikan pamuğuna
ve Tayland pirincine kadar pek çok
ürün için geçerli. Batõ, endüstriyel
tarõmõn ürünlerini elde ettiği kamu
desteğinin yardõmõyla yerli
çiftçilerin yok olmasõna neden
olarak yoksul ülkelerin
pazarlarõnda çok ucuz fiyatlara
satõyor.
Afrika kıyılarında talan
Denizde de durum pek parlak
sayõlmaz. Avrupa ülkeleri,
Çin, Japonya ve Rusya’nõn
donanmalarõ yerel ülke
yönetimlerinin balõk avlama
lisanslarõnõ satõn alarak Afrika
kõyõlarõnõ talan ediyor.
Afrika sahillerinde 9 milyon
kişinin küçük balõk avcõlõğõndan
geçimini sağladõğõ dikkate
alõndõğõnda, kõyõlardaki yerli balõk
avcõlarõ da darmadağõn ediliyor. Bir
anlamda Afrikalõ balõkçõlar,
yabancõ şirketler tarafõndan
işletilen balõk fabrikalarõna hizmet
eden işçilere dönüşüyor. Ne yazõk
ki çoğu zaman teknelerini göçmen
ticareti yapan kişilere gülünç
fiyatlara satmak zorunda
kalõyorlar.
Açõk denizde seyretmeleri
mümkün olamayan bu teknelerde
yeni bir yaşam umudu için
Akdeniz’i aşmaya çalõşan binlerce
göçmen yaşamõnõ yitiriyor.
Sosyolog Jean Ziegler’õn şu
sözüne yer vermeden geçemeyiz:
“Bir yandan Afrika’da açlığa
zemin hazırlanıyor, öte yandan
açlığın sığınmacılarını suçlu
görüyoruz.” 1987’de
öldürülmesinden birkaç yõl önce
Burkina Faso’nun yöneticisi,
devrimci Thomas Sankara’nõn
dile getirdiği şu sözleri de anmamõz
gerekir: “Afrika’yı
Afrikadakilere geri vermek
gerekiyor.”
İtalyancadan çeviren: Aslı
Kayabal (La Repubblica
26 Ocak 2010)
Çöküş korkusu çift başlõlõk yarattõ
STEFAN REINECKE
Sol Parti, yönetim krizini rüzgâr hõzõyla
bitirdi. Normal koşullarda böyle bir
tempo, karar gücü ve profesyonel kriz
yönetimine dair bir gösterge sayõlõr. Ama
bu kez, sõrf bir korkudan doğmuş
görünüyor. Bir kaosun patlak vermesi ve
partinin de tümüyle birbirine düşman
grupçuklar arasõnda bölünmesi gibi bir
korku bu. Aman bir iktidar boşluğu
doğmasõn! Aman tüm pragmatikleri, sol
radikalleri, Doğulularõ ve
Batõlõlarõ hõzla kendimize
bağlayalõm! Tabii böyle
bakõnca da, torbada herkes
için bir şeker bulunduğu
görülüyor. Parti içindeki
gerçekçiler (Realos) için
Caren Lay, Batõlõ
sendikacõlar için Klaus Ernst, parti
solundan da Sahra Wagenknecht,
yönetimde. Ancak bunun çalõşabilir bir
ekip mi, yoksa örtülü bir tür müşteri
hizmeti mi olduğu sorusunun önü açõk. En
azõndan.
Gregor Gysi, Sol Parti’nin zaaflarõnõ kõsa
bir süre önce açõk bir biçimde betimledi.
İstikrarlõ bir parti ortasõnõn eksikliği
hissediliyor. Bu personel çizelgesi, bu orta
kesimi, eğer varsa tabii, en azõndan sahneye
koyma çabasõdõr. O nedenle, Gesine
Lötzsch, ki siyaseten göz çarpacak
düzeyde bir göze çarpmazlõk yeteneğiyle
bilinir, kariyer merdivenlerinin üst
basamaklarõna kapaklanõp düşüverdi. Sol
Parti’de şu sõralarda partiyi yönetmek için
herkesle konuşabilmek yeterli sayõlõyor.
Parçalanma korkusu
Hiç de iyi bir işaret değil bu.
Parçalanõp çökmekten korktuklarõ için parti
üst yönetimi her şeyi itinayla ve çifte
bağlarla sõkõ sõkõ bağlamõş oldu. İki parti
sorumlusu, düzenli bir biçimde Doğu-Batõ
ve kadõn-erkek diye kotalarla belirlendi. Bu
fikre şimdiye dek Yeşiller Partisi bile
kapõlmamõştõ. Böyle çok sayõda garantili
bağla ve güvencelerle dipsiz kuyuya
düşüşün engellenmesi amaçlanõyor. Ama
bunun bedeli hareket yeteneğini yitirmek
olabilir. Ayrõca, bir tür Wagenknecht
hukuku da söz konusu. Artõk partinin
başkan yardõmcõlõğõna gelecek olan Sahra
Wagenknecht, Gregor Gysi ve takõmõ
tarafõndan bir buçuk yõl kadar önce
engellenmişti. Parti yönetimine gelenlerin,
gelecekte, parti içi akõmlarda etkin olmasõ
istenmiyor. Böylelikle Sahra Wagenknecht
gibi kanat oyuncularõ, böyle bir kararla,
zorla partiye sadõk kõlõnõyor. Pek bir
hükümranlõk içerdiği söylenemez. Sol Parti
kendisine hiç bu kadar yabancõlaşmamõştõ.
Doğu eyaletlerindeki birçok insan
hâlâ Dietmar Bartsch’a yapõlanlar
nedeniyle öfkeli. Batõ
eyaletlerindeki birçok insan da
Oskar Lafontaine’in geri çekilişi
nedeniyle huzursuz. İktidar
aritmetiğine dayanarak yapõlan
yönetim hesaplarõ, partinin kendi
kendisini parçalama güçlerini sõnõrlama ve
bir biçimde devam etme çabasõ galiba. Bu
çabanõn alternatifi bulunmuyor. Ama
yönetim bu haliyle tuhaf bir aracõ
hatõrlatõyor. Bir sürü destek tekerleği var bu
aracõn, buna rağmen sarsõlõyor.
Almancadan çeviren Osman Çutsay
(Tageszeitung, 27 Ocak 2010)
Oskar Lafontaine’den sonra Sol Parti’de kaosu önlemek için çok parçalõ yönetim oluşturuldu
Almanya’da Sol Parti içindeki huzursuzluk, parti
içindeki tüm kanatlarõn yönetimde temsili sağlanarak
şimdilik yatõştõrõldõ. Ancak partinin böyle bir yönetimle
yoluna devam edip edemeyeceği tartõşmalõ.
Birleşik Devletler Başkanı Barack
Obama’nın 27 Ocak’ta “Birliğin durumu” ile
ilgili olarak Kongre önünde yaptığı geleneksel
konuşmanın ilki iktidarının birinci yılında her
şeyin yolunda gitmediği konusundaki genel
kanıyı doğrular görünmektedir. Başkan’ın
konuşmasını ana hatlarıyla şöylece özetlemek
mümkün:
“Ekonomide finansal kasırga geçmiş görünse
de enkazının bütünüyle kaldırıldığı söylenemez.
On Amerikalıdan biri bugün iş bulmakta
zorlanmaktadır. Çok sayıda işyerinin kapısı
kapalıdır.
İşsizliğin önünün kesilmesi Başkan’ın
önceliklerinin merkezi olmaya devam
etmektedir. İstihdam için yeni bir yasanın
çıkarılması gündemdedir, Wall Street
bankalarının devlete ödeyecekleri borçlarından
30 milyar doları, küçük işletmelerin kredi
ihtiyaçlarının karşılanması için mahalli bankalara
yardımda kullanılacaktır. Bu konuda bir başka
önemli gelişme Başkan’ın işsizliğin önlenmesine
dönük planıdır. İstihdama yönelik 150 milyar
dolar kaynaklı bu planın acilen yasalaşması
gündemdedir. Başlangıçta 50 milyon kişiyi
kapsayacağından söz edilen sağlık reformu;
lobilerin baskısı, dahası Demokrat Parti’nin
Massachusetts seçimlerinde hezimete
uğramasıyla kuşa çevrilmiş, federal devlet
tarafından yönetilecek ve herkesin kesesine
uygun ‘kamu sigortasının ihdası’, özeI şirketler
ve onların Kongre’deki uzantıları tarafından
‘haksız rekabet’le suçlanarak metinden
çıkarılmıştır. Bu ise Obama’yı destekleyenler
arasında düş kırıklığına neden olmuştur. Ülkede
işsizlik bir yılda iki katından fazla artmıştır.
Dahası Wall Street’i ayağa kaldırmaya yönelik
programlar ise istihdam yaratmak yerine işsizliği
arttırmıştır.” (Bruno Odent, L’Humanite, 21
Ocak 2010)
Öte yanda Başkan’ın, en azından tavır olarak,
tıpkı Başkan Sarkozy gibi bankalarla başı
derttedir. Finans kuruluşları belli kurallara
uygun biçimde çalışmaları, giderek finansal
çöküşün önde gelen sorumlusu olarak görülen
çok kârlı ne ki son derecede riskli spekülatif
girişimlerden uzak durmaları konusunda
uyarılmıştır. Başkan ayrıca onca işsizliğin
olduğu ülkede banka yöneticilerinin eskiden
olduğu gibi çok yüksek ücretler, primler ve
emeklilik ücretleri almaya devam etmelerine de
karşıdır. Irak’tan çekilme, İran’la ilişkiler,
küresel ısınma, Afganistan savaşı türündeki ne
zaman biteceği bilinmeyen sorunlar
sürmektedir. Bu ağustosun sonuna kadar ABD
askerlerinin Irak’ı terk etmeleriyle ilgili sözünü
yerine getirmesi ise kuşkuludur. İç savaş
tehlikesi ise bütünüyle uzaklaşmış değildir.
Afganistan savaşına gelince, Washington ve
Kâbil’in Taliban teröristlerini silah bırakmaları
karşılığında af, para, iş, dahası, terörün
“rüşvet”le pasifize edilmesini içeren yeni
stratejinin ise, neresinden bakılırsa bakılsın
sonuç vermesi de, keza kuşkulu
görünmektedir. Üstelik daha birkaç ay önce
Pakistan sınırındaki Peştun bölgesinde yer alan
Svat’ta “şeriat karşılığında barış” deneyimi kısa
sürede tam bir fiyaskoyla sonuçlanmış,
Taliban’ı pasifize edecek yerde tek kurtarılmış
bölge başkent Kâbil’i vuracak ölçüde
güçlenmesine yol açmıştır. Sonrasında Birleşik
Devletler bir kez daha strateji değiştirerek
bölgeyi 30 bin asker ve on üç bin NATO
gücüyle takviye ederek Taliban’a karşı silahlı
mücadeleye dönmüştür. Ayrıca yeni strateji
uyarınca nokta vuruşları, görüntü ve ses izleme
aygıtları ve roketlerle donatılmış “pilotsuz
uçaklar” da şu anda savaşa katılmış
durumdadır. Yaza doğru takviyelerin de
gelmesiyle durumun NATO lehine değişmesi
kimse için sürpriz olmayacaktır. Ne var ki
Taliban ve El Kaide çetelerinin bertaraf edilmesi
Pakistan’a, kuşkusuz Hindistan’ı da tedirgin
etmeden ne ölçüde askeri ve ekonomik yardım
yapılacağına da bağlı görünmektedir.
Karzai’nin “rüşvetle barış sağlanması”
çözümü ise hayaldir. Bu mümkün olsaydı,
yolsuzluk, uyuşturucu ve silah ticaretinin cirit
attığı, rüşvetin devlet yönetiminin üst
kademelerine kadar tırmandığı bu ülkeye barış
çoktan gelmiş olurdu. Üstelik Taliban’ın rüşvete
ihtiyacı da yoktur. Tıpkı savaş baronları gibi
onlar da uyuşturucu ticaretinden büyük gelir
sağlamaktadır. Ama ABD ve NATO’nun derdi
salt petrol yollarının güvenliği ise ülkenin eskisi
gibi şeriatçı Taliban’ın yönetiminde olup
olmaması önemli değildir. Nitekim ABD ve
NATO, koyu şeriatın egemen olduğu ülkelerle
pekâlâ barış ve işbirliği içinde yaşamayı içlerine
sindirmişlerdir. Sorun anlaşılan burada değildir.
Sorun siyasal İslamın aynı zamanda terör
üretmesidir. Terör ise petrol yollarının
güvenliğini ve bölgenin istikrarını tehdit eden
potansiyel bir tehlikedir. Sorun bu noktada
düğümlenmekte, giderek çözümsüzlüğü de
beraberinde getirmektedir. ABD ve NATO’nun
sürekli strateji değiştirip durmaları izlenmesi
gereken en iyi yolun bulunmasına dönük
olmaktan çok çaresizliğin şaşkınlığını ifade
etmektedir. Afganistan’da Talibansız bir
çözümün olanaksız olduğunu ileri sürmek,
Afgan ulemasını toplayarak “akıl” danışmak,
İslamcı partinin tarihsel suçlusu Gülbeddin
Hikmetyar’ı AKP liderine yakınlığı dolayısıyla
Taliban’la görüşmelerin gerçekleştirilmesinde
AKP’ye özlemle yanıp tutuştuğu “arabuluculuk”
görevi vermek, “imam albay” olarak ünlenen
Molla Ömer’in ABD ile görüşmesini sağlamak
siyasal İslamcı çözüm düşleri arasında yer
almakta, bu konuda El Kaide’nin de yola
getirilmesine yönelik görüşmelere ne zaman
sıra geleceği sorusunu akla getirmektedir.
Bruno Odent yukarda sözü geçen yazısında
Başkan Obama’nın bir yıllık iktidarında tüm
çabalarına karşın bazı sorunlarda başarısız
kalmasının içe ve dışa dönük çok sayıda
projesinin başarısız ya da en azından “eksik”
gerçekleşmesinin nedeninin “sistemin tutsağı”
olmasından kaynaklandığını ileri sürerken,
kanımızca haklıdır. İyi niyet yetmiyor!..
Afrika’dan
toprak ve gõda çalan kim
Dünyanõn en yoksul ve aç kõtasõnda toprak
ve gõda şeytanca bir yöntemle çalõnõyor
Etiyopya, Mali, Sudan, Gana ve Madagaskar’da milyonlarca hektar toprak yirmi,
otuz hatta doksan yõllõğõna Çin, Hindistan ve Güney Kore’ye devasa yatõrõm sözleri
karşõlõğõnda verildi. Seul, şimdiden Afrika’da 2.3 milyon hektar toprağa sahip,
Pekin’in 2.1, Suudi Arabistan’õn 1.6 ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise 1.3 milyon
hektar toprağa sahip olduğu biliniyor.
Nüfus cüzdanõmõ,
ehliyetimi kaybettim.
Hükümsüzdür.
ERDAL YILMAZ
Nüfus cüzdanõmõ,
kaybettim.
Hükümsüzdür.
FATMA ÜRKMEZ
Nüfus cüzdanõmõ,
Hükümsüzdür.
HİKMET TAŞLAN