19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 6 ARALIK 2010 PAZARTESİ AÇI MÜMTAZ SOYSAL Batı Bugün de Kemalist ‘Çetelere’ Karşı! Gerçekte, tüm yurtseverlerin, yalnız onların da değil, tüm mazlum ulusların gözlerini dikmeleri gereken oydu. Onun merkez aldığı Ankara artık bir kent adı değildi; yeni bir ruha bayrak olmuştu. “Ankara” yalnız bir başlangıçtı. Ardından, İnönü’ler, Sakarya, Dumlupınar, 30 Ağustos, İzmir, Lozan, Cumhuriyet ve halkçı, ulusçu, laik, devletçi ve devrimci ilkeler. Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV akup Kadri’nin “Yaban”ını şu sırada bir kez daha okudum. Okuyanı acılar içine atan, sarsıcı bir gerçekçilik. Sakarya zaferinden sonra Türkiye gerçeğinin Anadolu ve evrensel değerler içinde duyarlılıkla işlenişi. O yılların Anadolu’su şimdilerin Türkiye’sine hem benziyor, hem benzemiyor. Geniş bozkırlar artık o denli acımasız değil, açın çığlığı doğa rüzgârlarının uğultusunu bastırmıyor, günümüzde kentler yolsuz ve içindekiler eskisi gibi donuk bakışlı değil. O yıllarda, eski Abdülhamit ileri gelenlerinin üst yarısında pırlantalı madalyaları parıldarken, Zeynep kadının köy duvarında da taze tezek toprakları sanki göğüs nişanları gibi sıralanıyorlardı. Derken, Mustafa Kemal adı ülkenin ve tüm Doğu’nun semalarını sabahyıldızından daha parlak aydınlattı. Yüzyıllardır süregelen bozgunu onun eşsiz önderliğinde durdurduk. Şimdi, vatanın son sınırlarındayız. Ancak halkın çoğunluğu bugün de yeni bir göçük altında ve sınırlarımız gene zorlanıyor. Bakarsınız, bu gidişle geceleri köpeklerle birlikte inleyen açları gene duyarız. Ayrılık ve İç İçelik ÇAKIRÖZER’LE konuşan İngiltere Büyükelçisi’nin Kıbrıs konusunda kesin anlatımlı bir dil kullanmış olması çok şaşırtıcı. Haberin başlığı “Adada ayrılık asla yarar getirmez” diyor; metne göre Ekselans David Reddaway’in sözleri de tam şöyle: “Ayrılık çimentosunu atmanın hem AB içinde, hem de Ada’nın ekonomik gelişmesi bakımından olumsuz sonuçları olur.” Çözümü ayrılıkta aramanın AB’nin hoşuna gitmeyeceği doğru da, birlikte ve hele iç içe yaşamaya dayalı bir çözümün ekonomik gelişme ve sürekli barışla karşılıklı mutluluk getireceği çok şüpheli. AB elbet karşısında birleşik ve tek egemenlikli bir devlet görmek ister ama nasıl bir birleşiklik? Tam eşitlik ve tam denge mi? Yoksa, Rumların ağır bastığı ve Ada’yı hâlâ kendilerinin mülkü saymaya devam edecekleri topal bir bütünlük mü? Sayın büyükelçinin sözünü ettiği “Birleşmiş Milletler parametreleri doğrultusunda çok detaylı ve komplike görüşmeler” sonrasında bir çözüm arayışı daha önce defalarca denenmedi mi? Annan Planı, Türk tarafının bütün çabalarına karşın Rumlar lehine bir yığın üstünlük getirmemiş miydi? O haliyle bile planı reddeden yine onlar olmadı mı? BM, kendi parametreleri doğrultusunda olduğu söylenen o çözümü kabul ettirebildi mi? Avrupa Birliği, olaydaki rezalete tüy dikercesine birkaç gün sonra sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kırmızı yol halısıyla karşılayıp bağrına basmadı mı? yle anlaşılıyor ki Ankara çok kesin bir tutum takınıp “iki bağımsız devletin yan yana barış içinde yaşayarak” Ada insanlarına mutluluk getirmesine dayalı bir öneri ortaya koymadıkça, bu yorucu, bezdirici ve isyan ettirici oyun sürüp gidecek. Ada’da olup biteni, daha doğrusu olup da bitmeyeni eskiden beri seyreden İngiltere için artık daha gerçekçi bir tutum takınma zamanı gelmemiş midir? Bu yapılmazsa, Londra’nın “anlaşmazlıkları sürdürüp duruma ve zamana göre kendi lehine yontmak”la suçlanması da sürüp gidecek. ötü bir oyundan yararlanmaktansa, gerçekçilikle haklılıktan yana olarak hayalciliğe ve haksızlığa son vermeye yardımcı olmak, İngiltere gibi oturmuş, deneyimli ve sağduyulu bir devlete daha çok yakışmaz mı? Y gelenlerince ağırlandılar, eşekten inip koltuklara kuruldular. Mustafa Necati ve Hasan Âli Yücel gibi benzersiz bakanlar görmüş olan eğitimin günümüzdeki başlarının ders kitaplarında gerçekleştirdikleri değişiklikler açıkça “karşıdevrim”e dönüştü. Afganistan’a ve Irak’a “özgürlük” ve “demokrasi” götürdüğü söylenen ABD ve AB istiyor ve ayrıca küreselleşmenin gereği diye, ülkeyi neredeyse yirmi “özerk” bölgeye ayırmayı çok yerinde bulan köşe yazarlarımız türedi. Siyasallaştırılan kimi coğrafya adlarını kazıbilim ve ilkçağ tarihiyle uğraşanlar dışında kaç kişi biliyor? Özerklikbağımsızlık Balkanlar, Kırım ve Kafkasya’dan ölülerini ve topraklarını geride bırakıp güvenli diye Anadolu’ya sığınan Boşnak’ından Çeçen’ine bunca göçmen kümesinin her biri için “yerel haklar” diyenler, ABD ve AB esinlenmesiyle, seslerini çıkarıyor. Sevr ortamında olduğu gibi, önce “özerklik”, sonra (dışarıdan doluşanlarla da nüfus oranları tepetaklak olunca) “bağımsızlık”! Monako Prensliği boyutunda minik devletler düşü. Avustralya’da Melbourne’un dünyada en kalabalık üçüncü Yunan kenti olduğunu biliyor muydunuz? Kaç İsrailli kadının Urfa’ya gelip orada doğum yaparak çocuklarını nüfus kayıtlarına “Türkiye doğumlu” gösterdikleri haberleri kaçımıza Ö K Karşıdevrim yılları Mehmetçik İzmir’e yönelirken köylerde önüne geleni okuyup üfledikten sonra elde, avuçta ve çuvalda ne varsa alıp götüren “şeyh efendiler” zamanımızda çoğaldılar; dahası, bunlar kimi devlet ileri ulaştı? Gün gelir onların işine yarar. Yalnız toprak satın almak için de değil. Şu ek maaşlı yazarlarımıza dönelim. “Bunların değerleri ne?” diye soranlara yanıt: Bunlar çöp torbalarında Batı’dan alınan konservelerin boşalmış kutuları gibidirler. İkisinin de kaynağı aynı. Ayrılan ABD Büyükelçisi “şerefine” Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan toplantıda bu “demokrat” kişi “referandumda sizden evet bekliyoruz” diye komut vererek dinleyenleri “şereflendirmiş”! Ama böylesine emperyalist adımlar övülerek yazılırken şehit oğlunun ya da eşinin mezar taşını başının yastığı yapan yakınları hem artıyor, hem cenazelerinden ırak tutuluyor. Yakup Kadri’nin “Yaban” romanına dönelim. Oradaki kimi Anadolu insanı anlatımlarıyla günümüz aymazları arasında ilgiye değer örtüşmeler var. 1920’lerde birçok Anadolu insanının inandığı, Batı kaynaklı, SultanHalife onaylı ve işgalci Yunanlılarla onların yerli işbirlikçilerinin yaymacalarına göre, yabancılar “düşman” filan değilmiş, Anadolu halkını Kemalist “çetecilerin” elinden kurtarmak için yollanmış bir tür evliyalarmış. Bu gelenler topraklarımızın insanlarını kurtardıktan sonra, kendileri de zaten İslama sahip çıkacaklarmış. Günümüzde, hem de “ılımlı” olanına. Mustafa Kemal’in bu güzel gelecekten, ne yazık ki, haberi yokmuş. Çevresindekiler de ipten, kazıktan kurtulmuş kişilermiş! İşbirlikçi sarayın yaydığı, sadrazamın ilettiği ve Yunan uçaklarının Türk köyleri üstüne serptiklerinde yazılanlar, söylenenler buydu. tarlar, büyük toprak ağaları, tarikat şeyhleri ve asker kaçakları Avrupa emperyalizmiyle onun aracılarından onları yücelterek söz ediyorlardı. Sömürücünün yerlisi de, yabancısı da “amacımız sizi Kemalistlerden kurtarmak” diye üstüne basa basa söylerlerken toprak ağaları başta olmak üzere, birtakım yerlilerin gözleri parlıyor, Batılının ağzına attığı her şeyin parasını ödemeden midesine gitmeyeceğine inanıyordu. İşgalci Yunan askeri de şunu ekliyordu: “Batı’nın büyük devletleri bizi buraya sizin aklınızı başınıza getirmeye yolladılar. Bu insancıl görevi başarmadan geri gitmeyeceğiz.” Siyah derili ABD siyasetçilerinden Jesse Jackson’un şöyle bir sözü var: “Geçmişin bilinen sömürgeciliğinin yerini bugün IMF almıştır!” Bu doğru tanının en kapsamlısını o eski yıllarda yapmış olan kişi İzmir yolundaki ordunun başında ve askerlik yaşamında hiç bozgun görmemiş olan eşsiz komutandı. Ankara yalnızca başlangıçtı Gerçekte, tüm yurtseverlerin, yalnız onların da değil, tüm mazlum ulusların gözlerini dikmeleri gereken oydu. Onun merkez aldığı Ankara artık bir kent adı değildi; yeni bir ruha bayrak olmuştu. “Ankara” yalnız bir başlangıçtı. Ardından, İnönü’ler, Sakarya, Dumlupınar, 30 Ağustos, İzmir, Lozan, Cumhuriyet ve halkçı, ulusçu, laik, devletçi ve devrimci ilkeler. Doğu uluslarının ozanları bu tarihler üstüne şiirler yazdılar; binlerce Asyalı ana çocuğuna Mustafa Kemal adını koydu. Aynı tarihler Türk ulusunun genlerine de işlemiştir. Şanlı 30 Ağustos’un yıldönümünde Marx’ın ünlü sözünü şöyle değiştirelim: YALNIZ İŞÇİLER DEĞİL, TÜM YURTSEVERLER BİRLEŞİNİZ! Yurtseverliğin gereği Kimi yerel yöneticiler, örneğin muh [email protected] Avrupa Yazarlar Parlamentosu ve... Hikmet ALTINKAYNAK G eçen hafta İstanbul’da uluslararası çok önemli iki etkinlik gerçekleştirildi. İlki “Avrupa Yazarlar Parlamentosu” (AVP), ikincisi Contemporary İstanbul. AVP 2010 İstanbul buluşması, üç günlük çalışmayla görevini tamamladı, bildirisini yayımladı, dağıldı. Pazar günkü Cumhuriyet’te ‘İstanbul Deklarasyonu’nu okumuşsunuzdur. Sonuç şu: Avrupa yazarları coğrafyalarını genişletiyor, dünyada, Avrupa’da ve Türkiye’de yükselen hoşgörüsüzlüğü, Naipaul’un katılımının olanaksız kılınmasını kınıyor, çokkültürlülüğün yaygınlaştığını, kaybolmakta olan edebi türlere ilgi gösterilmesini, düşünce ve ifade özgürlüğünün desteklenmesini istiyorlar. Hepsi bu! Yazarlara katkısı tartışmalı AVP’nin İstanbul buluşmasını 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında Avrupa Kültür Ajansı (AKA) düzenledi. Yerli ve yabancı tüm yazarları bu ajans belirledi. 70 yabancı ve 30 yerli yazarın oluşturduğu parlamentonun dışarıdan görünen yapısı böyleydi... Yabancı dil bilen yerli yazarların seçildiği izlenimi veren bu toplantının 2010 Türkiyesi yazarlarına ne katkı sağladığı doğrusu anlaşılamadı. “TYS ve PEN gibi yazar örgütlerinin” böyle bir etkinlik içinde ya da dışında yer alıp almadıkları belirlenemedi. Duruşları, görüşleri öğrenilemedi. Önemsenmemiş olabilir miydi? Önemsenmiş olsa, “düşünce ve ifade özgürlüğü” desteklenerek, yaşanan Naipaul karşıtlığı kınanarak, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ suçlularına dikkat çekilerek ayrı etkin bir gündem de yaratılabilirdi. Sessiz kalınmaması gerekirdi diye düşünmeden edemiyor insan. Onca yıldır Avrupa’da yazan Yüksel Pazarkaya, Demir Özlü, Gültekin Emre, Güney Dal, Güray Öz vb. yazarlar neden çağrılmamıştı? Yazık oldu! Bu arada İstanbul’a eşzamanlı olarak sanatsal bir etkinlik de damgasını vurdu. Bu etkinlik 5. yılını dolduran yurtdışından 37, Türkiye’den 43 galerinin, 420 sanatçı 2 bin eserle katıldığı Contemporary İstanbul’du. Bu da dört gün sürdü. Basında “Türk sanatçılarının altın çağı” olarak nitelendirilen bu serginin önemi toplam 50 milyon tutan eserlerin 35 milyonluk bölümünün Türk sanatçılarının olmasıydı. Sanatseverlerden yoğun bir ilgi gö 44 44 253 ren bu sergide çok önemli çok sayıda ressamdan ve resminden söz edilebilir. Ama ben yalnızca birinden; ressam Bedri Baykam’dan ve onun “İçim Parçalanıyor” resimlerinden söz edeceğim. Baykam, biliyorsunuz Cumhuriyet’in de köşeyazarı, Türkiye’nin büyük resim ustalarından. İki yaşından beri, yarım yüzyıldır resim yapıyor, üretiyor, çağdaş Türk resminin öncü, devrimci, çağdaş, verimli ustası olarak hep gündemde kalıyor. Onlarca sergide, yüzlerce tablosunu sergiledi. Gündem yaratan sergilere imza atmış bir ressam, yazar, kültür adamı... Daha önce 14 Ekim24 Kasım tarihleri arasında Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde sergilenen resimlerinden birkaçı Contemporary İstanbul’da da yer aldı. Anımsayacağınız gibi “İçim Parçalanıyor”da tema “Cumhuriyet’e yönelik saldırılar”dı. Atatürk’ten İnönü’ye, İlhan Selçuk’tan Deniz Gezmiş’e, Mehmet Haberal’dan Mustafa Balbay’a, Uğur Mumcu’dan Tuncay Özkan’a kadar önemli kişileri, cumhuriyetin, demokrasinin yılmaz savunucularını, ülkemizin yaşadığı çok önemli olayları dört boyutlu ve yer yer soyutlaştırarak anlattı. İşte sanatçı sorumluluğu bu demek değil mi? “İçim parçalanıyor” diyebilmek! Topluma bir yol gösterebilmek! Toplumla ağlayıp toplumla gülebilmek… Düzene uyumlu yazarlar İktidarın söz ve ifade özgürlüğüne göz açtırmadığı Türkiye’de, AVP’nin bu konuya yeterli vurgu yapmadığı belli değil mi? Böylece yazarlar düzenle uyum halinde olmuş olmuyorlar mı? Nerede kalıyor yazarın eleştiri yapma, muhalefet etme görevi? Siyasetin yönetme şemsiyesi altına yazar da girerse, kim gerçeğin peşinde koşacak? Kim? WikiLeaks mi? Küreselleşme, küresel emperyalizme mi dönüşecek? Oysa yazardan beklenen gerçeği dile getirmesi, toplumdan yana tavır koyması değil mi? Gerçek mi diyorsunuz? İşte Bedri Baykam’ın tablolarında, Bekir Coşkun’un ve pek çok yazarın köşe yazısında… Parlamento dediğin bunları konuşmaz mı? Türkiye’yi eksen kaymasından kurtaracak, İstanbul’u gerçekten kültür ve sanatın başkenti yapacak görüşleri anlatmaz mı? Belki bir kez de AVP’yi Hari Kunzru’nun sanrılarını değil de asıl gerçekleri konuşmak için toplamak gerekecek! Ne dersiniz? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle