19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 ARALIK 2010 PAZARTESİ KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 17 Nâzım Hikmet ile İbrahim Balaban’ın ve o uzun mapusluğu onlarla paylaşanların hikâyesi; ‘Şair Baba ve Damdakiler’ ARI DÜŞÜNCE HULKİ AKTUNÇ Balaban’ı Balaban’la seyretmek iyatro ile hayat ne ölçüde buluşur? Hayatın gerçekliği sahneye ne ölçüde aktarılabilir? Tiyatro kuramı ve sahne estetiği açısından Aristoteles’in “Poetika”sından bu yana sürekli tartışılan sorulardır bunlar. Tartışma özellikle 19. yüzyıl sonundan itibaren hız kazanmış, bu sorulara aranan yanıtlar farklı ve çok önemli akımların çıkış noktalarını oluşturmuştur. Ama bazen öyle bir şey yaşanır ki, tiyatro ile hayat kendi doğal akışları içinde, siz hiçbir çaba göstermeden buluşuverirler. O olağanüstü anın içinde zamanın parçalanmaz akışı tüm gücüyle duyumsatıverir kendini. 17 Kasım 2010. Kişisel tarihimin en unutulmaz günlerinden biri... Ankara Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi’ndeyiz. En son sahneye koyduğum ve koreografisini de hazırladığım oyun olan “Şair Baba ve Damdakiler”in prömiyerindeyiz. Birinci sırada 8 kişilik bir aile oturuyor: Resim sanatımızın önemli köşetaşlarından İbrahim Balaban, oğullarıyla, kızıyla, torunlarıyla, hayat arkadaşıyla birlikte Bursa Cezaevi’nden, “Şair Baba”sıyla, Nâzım Hikmet’le geçirdiği mapusluk yıllarından sahneye süzülenleri izliyor. Kendisinin kaleme aldığı aynı adlı anıromandan Haldun Çubukçu tarafından oyunlaştırılan, dramaturjisi Özcan Özer tarafından hazırlanan, müzikleri Tahsin İncirci’ye, dekorkostüm tasarımı Ali Cem Köroğlu’na, ışık tasarımı Ya Şimdi Biz Ne Yazalım Ey Okur? Geçen pazar günü, öğlen oluyor; yazımı gazeteye yolluyorum. Oh, sakin bir haftaya giriyoruz. 13.00, öğle yemeğimizi yiyoruz. Şaraplı rakılı bir atıştırma. 14.30 masayı topluyoruz. Yorulunca ne yaparım ben? Diyelim Ahmet Mithat Efendi’den bir şeyler okurum. Üzülürüm, gülümserim, kahkahalarla gülerim. İşte “Musullu Süleyman…” “Pantolonunun arka cebinde daima taşıdığı Smit Nelson tabancası” ile Ahmet Mithat Efendi. Okuruna (bana!) sık sık doğrudan sesleniyor: “…size haber verelim ki, meselenin içyüzü henüz meydana çıkmamıştır. Hikâyenin yazarı biz olduğumuzdan, bu işin sırrı bize malumdur.” Hâcei Evvel’imiz, ilk öğretmenimiz. Kendini bilmeyip de belki biraz uyuklayan okurunu sarsar. Dur bakalım, daha 140 sayfamı okuyacaksın. Notlarımı alıyorum, çok neşeli bir Ahmet Mithat Efendi yazısı yazacağım. Belki biraz uyukluyor muyum? Tren gürültüleri aniden kesiliyor. “Kalksana Hulki,” diyor Semra, “Haydarpaşa yanıyor!” Yataktan düşüyorum. Feneryolu hat boyundaki evimizden bile görülüyor dumanlar. 15.30. Televizyonda görüntüler geliyor. Üst üste yapılan korkunç beceriksizlikler! İlk saatlerde söndürücüler, yangına teslim. Hasar için, yeter. Ben Haydar’ı anlatmışımdır. Yaşamımda ayrılık ve kavuşma anlamına geldiğini söylerim çoğu yerde. Şimdi? Şimdi, bir çağ yangını! İşin içinde iş var. Cumhuriyet yazdı. Kundakçıların peşine düşülecek. Uzatmayayım. Sakin bir hafta olacak. Haydarpaşa söndürüldü. Çok önemli bir gündem maddesi aktı geçti. Öyle mi dersin Hulki Efendi? Bir anda WikiLeaks belgeleri, ne sızıntıları, dünya medyasına şakır şakır akıtılmaya başlanıyor. Kimi öğeleri XXX diye sansürlü olsa da Türkiye’nin dünyadaki yerini, yöneticilerinden kimilerinin cibilliyetini izletiyorlar bize. Siz bizi yönetecek adamlar mısınız xxx’ler! Bu lafı hem Wiki’ciye söyledim, hem de sanıkken mağdur görünüp medyaya (halka) bas bas bağıran yöneticilerimize söyledim. Uykulu bir pazar ikindisi başına gündem yağan yazar ne yazar? Bunun sırrı bizdedir ey okur… (*) Ahmet Mithat, “Musullu Süleyman”, hazırlayan ve günümüz Türkçesine aktaran: Behçet Necatigil, Milliyet Yayınları, İstanbul 1971. Necatigil’in 44 sayfalık önsözü çok önemli. [email protected] T kup Çartık’a ait oyun, cezaevinin kapısının açılıp “İbram Ali” (Balaban) ile “ayıngacılık” arkadaşları “Pıtır” ve “İlez”in karanlık ve onların gözünde kendi köylerinden de büyük “Bursa damı”na girmeleriyle başlıyor. Ben ise, oturduğum yerden oyunu olduğu kadar Balaban’ı ve tüm aileyi izliyorum. Aklımda, Balaban’ın biraz önce kuliste anlattıkları... ITIR’IN GÖZYAŞLARI Bundan yaklaşık 3035 sene önce köyüne gitmiş Balaban. Onu hapiste de çok kollamış arkadaşı “Pıtır”ı bulmuş. Birlikte, “ayıngacılık” yaparken yakalandıkları in gibi mağaraya gitmişler. Balaban orada “Pıtır”a yaşadıklarını kitaplaştırdığını, bunun bir gün belki sinema belki de tiyatro yapılacağını söyleyince, “Pıtır”ın gözünden sicim gibi yaş inmeye başlamış. Şimdi, salonun karanlığı içinden süzülen ışık huzmelerinin altında Bursa Cezaevi’ndeki koğuş tüm sakinleriyle birlikte uyanırken, Balaban, “Pıtır”ı (Cem Balcı tarafından oynanıyor), “İlez”i (Mehmet Ali Toklu) ve kendisini (Cengiz Uzun) izliyor, o ilk ürkek adımları içinde. “Yanık Veli” (Bülent Çiftçi), “Namazcı Cavit” (Gültekin Gürkan), “Asri Yusuf” (Orhan Özyiğit), “Karaborsacı Zeki Bey” (Aydın Uysal), “Bethoven Hasan” (Erdinç Doğan) çeviriyorlar etraflarını, sahnede şimdiki zamanda kurulan Bursa Cezaevi, Balaban’ın varlığıyla geçmişle bütünleşiyor, acılı, çileli, ama onurlu bir geçmişi doldururken sahneyi, tiyatro ile hayat iç içe geçiyor. Sonra “Ayşe”, Balaban’ın çileli anası (Serpil Gül) ve kalabalık ailesi giriyor sahneye. Bir yanda bugünkü Balaban ailesi, sahnede geçmişleri. Oyuncular için de, aile için de hem tadına do sam, bir devrimci, bir insan çıkışının, bu gerçek yeniden doğum sürecinin baş aktörleri onlar. Balaban’la tanıştığınız, bedenine sığmayıp taşan delikanlı coşkusuna tanık olduğunuz zaman, onun hâlâ Nâzım’la birlikte yaşadığını hemen algılıyorsunuz zaten. Tüm şiirlerini, özellikle de “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı ezbere biliyor. O inanılmaz destanın kahramanlarından biri kendisi ne de olsa... DİĞERİNİNKİ HİKMET OLSUN “Piraye” (Miraç Eronat) Nâzım’ın ziyaretine geldiğinde, onlarla birlikte şiirleri mırıldanıyor Balaban seyirci koltuğunda. “Üsen Enişte” (Neşet Erdem) ile birlikte yüzü aydınlanıyor, “Âdem Baba” (Erkan Alpago) ile birlikte çöküyor koltuğuna. En korktuğum sahne geliyor sonra. Balaban’ın annesini oynayan Serpil Gül, artık oyunculuğun da dışına çıkmış, gözyaşlarını tutamıyor bir türlü sahnede. Anne Ayşe hapiste ziyarete geldiği oğluna karısı Fadime’nin doğumda öldüğünü ve iki oğlu olduğunu haber veriyor çünkü ve soruyor: “Adlarını ne koyalım?” “İbram Ali” Balaban doğruluyor, cevap veriyor: “Birinin adı Nâzım, diğerininki Hikmet olsun.” Ve o Nâzım ile o Hikmet en ön sıradan izliyorlar sahneyi. Tiyatro ile hayat böyle buluşuyor 17 Kasım’da Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi’nde. Nâzım Hikmet ile İbrahim Balaban’ın ve o uzun mahpusluğu onlarla paylaşanların hikâyesi, “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamanın, insan olma yolculuğunun hikâyesi aslında. İyi ki varsın Balaban, iyi ki varsınız... [email protected] P BİRİNİN ADI NÂZIM BİR PRÖMİYER AKŞAMI Balaban’ın Şair Baba ve Damdakiler oyunu için yaptığı afiş tablosu. yulmaz, hem de zor bir akşam olacak diye geçiyor içimden. Nâzım Hikmet’i (Okan İrkören) görünce, Balaban dikiliyor yerinde, sanki sahneye atlayıp boynuna sarılacak “Şair Baba”sının. Kolay değil, onlar öyle bir on küsur yılı paylaşmışlar ki mapusta, Balaban’ın sonraki tüm ömrünün harcı olmuş bu. Ayıngacılıktan içeri girmiş, adam vurmuş, ilkokulu üçüncü sınıfa kadar okuyabilmiş bir köylü çocuğundan evrensel çapta bir res Ünlü bariton Mesut İktu, 40. sanat yılını bugün vereceği konserle kutluyor Sanata adanmış bir ömür SİBEL ÇORBACIOĞLU nsanın ağzından bir çırpıda çıkıveriyor ‘40 yıl’. Kimileri için neredeyse bir insan ömrünü kapsayan bu zaman ‘keşke’lerle dolu, kimileri içinse boşa geçen yıllardan ibaret olabilir. Ünlü bariton Mesut İktu içinse bu 40 yıl, “bir çırpıda”, “çok çalışarak” ve her ânı dolu dolu geçmiş. Sanat hayatına Ankara Devlet Konservatuvarı’nda başlayan İktu, devlet bursu kazanarak müzik eğitimine Almanya’da Berlin Devlet Müzik ve Sahne Sanatları Yüksekokulu’nda devam etmiş. “Ben opera sanatçılığının yanında konser şarkıcısı (lied şarkıcısı) olmak istediğim için yurtdışına gitmeyi tercih ettim” diyen İktu, bu çok yönlü sanatçı kişiliğiyle pek çok resital ve konserde yer almış. Kendi ses rengine uygun her rolü, en önemlisi de ‘zamanında’ oynadığını söyleyen İktu, sanat hayatına ülkesinde devam etmeyi bir ‘görev’ kabul etmiş. Özellikle “Sevil Berberi”, “Sihirli Flüt” ve “Otello” operalarındaki Fi İ 40 yıllık sanat yaşamının 30 yılı Atatürk Kültür Merkezi’nde geçen İktu, “Açıldığı günden beri var olan eksiklikler zamanında giderilebilseydi, AKM’nin durumu bugün böyle olmazdı” diyor. garo, Papageno ve Jago rolleriyle adından söz ettiren İktu, Avrupa, Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının önemli sanat merkezlerinde sahneye çıkarak “yerelden evrensele giden bir yol” benimsemiş. Bu yolda üstlendiği misyon ise Türk bestecileri ve eserlerini dünyaya tanıtıp sevdirmek olmuş. İktu, solist sanatçılığı ve öğretim üyeliğinin yanında, uzun süre İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Müdürlüğü ve Genel Sanat Yönetmenliği, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın Opera Anasanat Dalı Başkanlığı ve Müdürlüğü görevlerini üstlenmiş. Asli görevinin sanatçılık olduğunu, ama sanat hayatı boyunca yöneticilik görevlerinin birbirini kovaladığını söyleyen İktu, Atatürk Kültür Merkezi’nde geçirdiği 30 yılını anlatırken hüzünleniyor. “Benim AKM’de uzun yıllarım geçti. Açıldığı günden bu yana AKM’de eksiklikler, tadilat ihtiyaçları vardı. Her yıl bu tadilatlar yapılabilseydi, sorunlara zamanında müdahele edilebilseydi AKM’nin durumu bugün böyle olmazdı” diyen İktu, konunun artık siyasal ve hukuksal olarak kitlenme noktasına geldiğini sözlerine ekliyor. İDOB’nin ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın göçebe hale geldiğini ve buna kendisiyle birlikte tüm sanatseverlerin çok üzüldüğünü söyleyen İktu, Türkiye’de sanatsal anlamda gelişmeler yaşanıyor olsa da, mekân sorununun en önemli sorunlardan bir tanesi olduğunun altını çiziyor. Diğer önemli sorunun ise sanat ve müzik alanında düzenlenen yasaların güncelliğini yitirmesi olduğunu söyleyen İktu, günümüz yasalarıyla devam eden işleyişin, sanatçının lehine gibi gözükse de, aslında sanatın aleyhine olduğunu vurguluyor. “Sanatçıların özlük hakları korunarak, çeşitli değişiklikler yapmak gerek” diyen İktu, bunları değiştirecek kültür bakanının bir anlamda tarihe geçeceğini de sözlerine ekliyor. 40. yılında, ilk günkü hevesini koruduğunu söyleyen ve bu hevesle sanatsal çalışmalarını sürdüren İktu, Üniversitelerarası Kurul Müzik, Sahne ve Görsel Sanatlar Doçentlik Komisyonu Başkanı, İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Yönetimi Bölüm Başkanı ve Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezi’nin Genel Sanat Yönetmeni olarak görev yapmaya devam ediyor. 40. sanat yılını, bugün Süreyya Operası Sahnesi’nde vereceği konserle kutlayacak olan İktu’ya, piyanoda Evren Büyükburçlu Erol eşlik edecek. Ünlü baritonun “Bugüne dek verdiğim konserlerin bir özeti” dediği kutlama konserinin başlama saati ise 20.00. Anadolu Ateşi’nin İstanbul molası Kültür Servisi Anadolu Ateşi Dans Topluluğu, İstanbul’da geçen cumartesi gerçekleştirdiği gösteri ile dünya turnesine ara verdi. Topluluk, ‘Anadolu Ateşi Evolution’ gösterisiyle İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde sahne aldı. Anadolu Ateşi Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan, gösteri sırasında ve sonrasında sanatseverlerden gördükleri yoğun ilgiden memnun olduklarını belirterek, “11 yılda dünyada neredeyse sahne almadığımız mekân kalmadı. Türkiye’yi yurtdışında bugüne kadar en iyi şekilde temsil ettik ve etmeye devam edeceğiz” dedi. Mesut İktu Don Carlos Operası’nda Rodrigo rolünde. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle