25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 10 ARALIK 2010 CUMA AÇI MÜMTAZ SOYSAL Erdoğan ve Sıcak Para... AKP hükümetleri yorulmuştur. Türk ekonomisine yeni bir soluk gerekmektedir. Önlem alınmazsa, bu cari açık Türkiye’nin ekonomik yapısında büyük sorunlar açacaktır. ONUNCU KÖY ğiştirmeye başladılar. Yukarıda verdiğimiz rakamlar, aslında Türk ekonomisi için alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. Kuşkusuz bu nedenle, en büyük ulusal bankamız İş Bankası’nın Genel Müdürü Sayın Özince ve IMF Başkanı Kahn, dış ticaret açığına dikkat edin diye uyarıyor. İşte Erdoğan, belki de bu nedenlerle Beyrut’ta yaptığı konuşmada, ilk kez “cari açığın” tehlikelerinden söz etmiştir. Oysa, kendisi bu konuda en az 6 yıldır sürekli uyarılıyordu. Başbakan’ın bu çıkışı, ne yazıktır ki AKP hükümeti tarafından ciddiye alınıp önlemler geliştirilemez. Çünkü seçimler yakındır, AKP seçim ekonomisi uygulamaktadır. Çok güzel bir atasözümüz vardır: “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”... Başbakan “Cari açık konusunda önlemler alınmazsa durumumuz felaket olur” dediğine göre, şimdi yukarıdaki atasözünü Başbakan’a anımsatmak ve şu soruları sormak gerekiyor: AKP bu sıcak para politikasını 2002 yılından beri neden ısrarla uyguluyor? Yıllarca bu politika uygulandığına göre özellikle 20022008 döneminde Türk ekonomisinde tahribat “çöküntü” olmadı mı? Dolar bazında 1 yılda yüzde 25’e yakın gelir elde eden sıcak para fonları değil miydi? Mademki bu kadar güçlü bankacılık sistemimiz var, neden bu kadar sıcak paraya ihtiyacımız var? Sıcak para için Brezilya’nın uyguladığı bir tür “tobin vergisi” uygulanmalıdır, diyenlere karşı çıkan Sayın Başbakan ve bu iktidarın Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı değil miydi? Liranın değerini yüksek, doların değerini düşük tutmak için her türlü önemi alan, bu iktidar ve TC Merkez Bankası değil midir? BEKİR COŞKUN Türk Kalarak... HAFTA BAŞINDA ünlü besteci Muammer Sun’un 58. yaşı dolayısıyla düzenlenen ödül töreninde konuşmacıların en sık kullandıkları söz “Türk kalarak çağdaşlaşmak” sözüydü. Kemalist devrimleri en iyi özetleyen formül de buydu belki. Muammer Sun ile Murat Katoğlu’nun birlikte yazdıkları kitabın adı da böyleydi. Formül Sun’un müziğini de en iyi özetler. Anadolu türkülerinden ya da geçmiş savaşların marşlarından süzülerek gelen ezgileri çağdaş evrensel müziğin kalıplarıyla hem Türklere hem de bütün dünyaya sunan bir müzik. slında Hitit öncesinden gelen Anadolu kültürlerinin ve Kuzeydoğu Asya’dan kalkarak bu yarımadaya ulaşan bir kavmin değerlerini harmanlayan yeni Türk kültürü de bu olmalıydı. Bu kültürün temeldeki zenginliği ve geleceğe açılan esnekliği de böyle bir formülde saklıydı. Mustafa Kemal’in Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurarak ve Ankara Devlet Konservatuvarı’nı açarak böyle bir kültürün harmanlanmasından beklediği çok şey vardı. Öyle bir ulus yaratmak istiyordu ki, gerisindeki koca tarihi önündeki ufukla birleştirip çağdaş uygarlığın en ileri üyelerinden biri olsun. Katoğlu zaten Kemalist devrimi yeni bir “uygarlık projesi” diye tanımlamıştı hep. Tarihle coğrafyanın birlikte getirdiği bir noktada Osmanlı toplumundan bir ulus yaratmanın en kolay çerçevesi de böyle bir proje olabilirdi. Çeşitli etnik kökenlerin ve imparatorluğun uzak topraklarından gelmiş insanların birlikte yaşayacakları uygar ve özgürlükçü bir ulus ancak böyle bir çerçevede yaratılırdı. unları düşününce geçenlerde “Ben Türk değilim ki” diyen bir Meclis üyesini anımsamadan yapamıyor insan. BDP’li Sırrı Sakık, boyuna bosuna uygun düşmeyen bir yaklaşımla ilkokul çocuklarının güne başlarken ettikleri bir andı alıp “Varlığımı Türk varlığına niçin armağan edeyim ki?” demişti. Oysa yalnız o değil, 2. Dünya Savaşı sonundan başlayarak Federal Almanya’ya çalışmaya giden Anadolu insanlarının hepsi pasaport formu doldurduklarında ya da “Uyrukluğunuz ne” diye sorulduğunda hep “Türk” demişlerdi ve hâlâ da başka türlü diyemezler. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası da devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanları hukuken Türk olarak tanımlar. Şimdi hem böyle bir devletin sınırları içinde vatandaş olarak yaşayacaksınız ve uyrukluğunuz resmen böyle olacak, ama kendinizi Türk diye adlandırmaktan uzak duracaksınız. Böyle bir yaklaşım dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiştir. Ne anadili Almanca olduğu halde kendine Fransız diyen Alsache’lı kişi kendini Alman saymadığı gibi Fransız milli takımında oynayan Fas kökenli futbolcu da maça başlarken Fransız milli marşını söylemekten utanmaz. Yurdun Güneydoğu köşesinden BDP’li politikacıların şimdiye kadar söyledikleri yetmiyormuş gibi, bir de yerel milis kurmaktan söz ettiklerini duydukça yeni filizlenmekte olan bu tarz bir bölücülüğü tehlikeli bulmadan durabilir misiniz? Son yıllarda ürkütülüp parti kapatma yetkisine dokunmak bile istemeyen Anayasa Mahkemesi, hiç olmazsa bu tarz bir yıkıcılığı önlemek için kurulmuş değil midir? B Üniversiteliler… Onlar köşe yazarı değil… Susturamazsınız… Kovdurtamazsınız, patronları yok, patronların ihale mihale işi yok… İkiyüzlü ve yalaka değiller… Cumhurbaşkanı’nın uçağına binme dertleri olmaz, dolmuşa biner garibim, olmadı yürür de gider… Üniversitelileri susturamazsınız… İşadamı değil üniversiteliler… Yatırımları ceplerindeki buruşuk yirmilik, bilemediniz elliliktir… Mülkleri bir çanta, bir yurt dolabındaki iki tişört, bir pantolon… Diyelim ki üzerlerine vergi müfettişlerini gönderseniz, çıkamazlar o çaresizliğin, umutsuzluğun içinden, ağlayarak dönerler… Onları susturamazsınız… YÖK başkanı değiller… Himmet beklemezler, ki minnet duysunlar… Ne rektördür onlar, ne dekan… Kibirli ve mağrurdurlar… Gururları boylarından büyüktür... Eh, doğal olarak dilleri de ayakkabılarından… Susmazlar… Bürokrat değiller… Mesela makam mevki sahibi… Masa okulun malı, birisi alıp götürmesin diye bank yere çakılı... Lojman; bir odada dört kişi… Makam aracı; bir çift eski spor ayakkabı, teki dikişli… Üniversitelileri susturamazsınız… Hani olsalardı milletvekili… Ne yeniden aday olmak için baş sallama zorunlulukları var, ne geveze genel başkan her konuştuğunda alkışlama, ne talimatla el kaldırıp indirme dertleri… Ne de kurşun askerlerdir üniversiteliler… Bakımsız bedenleri vardır ve koca yürekleri… Hayal kurarlar ve hayalleri değişir her gün… Afrika’daki açları konuşurlar, çoğu yuvalarından uzak, anne yemeklerinin kokusunu özlerken… Küresel sömürüyü dert ederler, otobüs duraklarında beklerken, soğuktan iki büklüm… Dürüst ve mertler bize göre, korkutmak faydasız… Bir millet sustu ya… Üniversitelileri susturamazsınız… bcoskun@cumhuriyet.com.tr Dr. Alev COŞKUN ürkiye yıllardır gerçek gündemine sahip değildir. Türkiye’nin asıl gündemi ekonomik konular olmalıdır. Ama “Ergenekon”, “türban”, “temelsiz anayasa değişiklikleri”, “Balyoz, Ayışığı” ve “referandum” gibi yapay gündemler sürekli kamuoyunu işgal etmektedir. Yeri geldi, burada bir nebze, ekonominin sıcak bir konusuna değineceğiz. Geçen ay, Seul’de yapılan G20 toplantısında IMF Başkanı Dominique S. Kahn, Türkiye’nin ekonomik alanda baş etmesi gereken iki önemli ve tehlikeli konunun: enflasyon ve cari açık olduğunu belirtti. (Cumhuriyet, 25.10.2010) Kahn, “Türkiye büyüyen bir ekonomi ancak, konu bu büyümenin ne kadar sürdürülebileceğidir. Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlu alanı fazla ithalattır. Bu yüzden Türkiye cari açığa dikkat etmelidir” dedi. Cari açık, bir ülkenin bir yıllık ihracat ve ithalatı arasındaki farktır. Eğer ithalat, ihracattan fazla ise cari açık; tersi, yani ithalattan daha fazla ihracat yapılıyorsa, o zaman cari fazlalık vardır. Bir ülke için en çok arzulanan husus da bu ikinci durumdur. Çünkü o zaman ülke sağlıklı bir ekonomik süreçtedir ve döviz kazanıyor demektir. Bugün dünyada ihracatı, ithalatından büyük olan ülkeler nadirdir ve bu konuda en başarılı ve en büyük ülke Çin ekonomisidir. Türkiye, yıllardır sürekli cari açık veren bir ülkedir ve bu cari açık özellikle 2002 yı T A lından bu yana giderek yükselmektedir. Son rakamlara bakalım: 2010 yılının ilk 9 ayında dış ticaret açığı yüzde 77.3 artışla 27 milyar 430 milyon dolardan 48 milyar 640 milyon dolara çıktı. Bu dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 62.7’ye geriledi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2010’un OcakEylül döneminde ihracat yüzde 12 artmış ve 81 milyar 884 milyon olmuş, ancak aynı dönemde ithalat yüzde 29.8 (yüzde 30’a yakın) artarak 130 milyar 523 milyon dolara çıkmıştır. Aynı dönemler için, bir yıl önceye göre dış ticaret açığı yüzde 73.3 artışla 49 milyar dolara yaklaştı (48.634) ve ihracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 72.7’den yüzde yüzde 62.7’ye geriledi. Bu rakamlar Türkiye’nin çok ciddi bir cari açık sorunu olduğunu açık bir biçimde gösteriyor. Türkiye neden cari açık veriyor? Çünkü, AKP iktidarı döneminde sıcak para ekonomisi ısrarlı bir biçimde uygulanıyor. Türk Lirası’nın değeri yüksek, doların değeri bastırılarak aşağıda tutuluyor. Ayrıca, Türkiye dışarıdan gelen dövize en yüksek oranda faiz veriyor. Bunun sonucunda: 1. Baskı altında tutularak değeri aşağı çekilen döviz yüzünden ihracatçı zarar görüyor. 2. Bu durum, ithalatı ve özellikle ara malı sanayi malları ithalatını cazip hale getiriyor, ulusal sanayi kanamaya başlıyor, zor duruma giri mumtazsoysal@gmail.com yor, cılızlaşıyor. 3. Dışarıdan gelen sıcak para, büyük faiz gelirleri sağlayarak, Türk emekçilerinin ve iş dünyasının yarattığı artı değeri alıp götürüyor. Örneğin 20022009 yılları arasında yurda giren sıcak para Türkiye’den fahiş olarak, 35 milyar 333 milyon doları dışarıya çıkardı. Böylesi durumları engelleyebilmek için, birçok ülke önemler almıştır. Bu önemlerin başında Nobel ödüllü ekonomist James Tobin’in önerdiği ve “Tobin Vergisi” adı verilen bir vergi gelmektedir. Bu vergi, yurtdışından giren döviz fonlarının (sıcak paranın) ani çıkışlarını denetlemek amacıyla alınan bir çeşit vergidir. Bu vergiyi çeşitli oranlardan uygulayanların başında Brezilya, Çin, Hindistan, Tayvan gibi ülkeler gelmektedir. Bu verginin ya da benzer önlemlerin alınması için kimi ekonomi yazarları ısrarla önerilerde bulunuyorlar. Geçen ağustos ayında da İş Bankası Genel Müdürü Sayın Ersin Özince Türk ekonomisinde ani döviz çıkışlarının denetim altına alınması için böylesi bir verginin konulmasını önerdi. Ancak AKP hükümeti yıllardır bu önerilere karşı çıkıyor. Çünkü Türk ekonomisi dışarıdan sıcak para gelmezse çok zor duruma düşer. AKP iktidarı sıcak para ile cari açığı dengeliyor. Bunun için sıcak paraya dünyanın en yüksek faizini veriyor. Milyarlarca dolar sıcak para, serbestçe Türkiye’ye giriyor, Türk parasına çevriliyor, garantili devlet tahvili alıyor, bir yıl sonra dolar sabit düzeyde tutulduğu için tekrar dolara çevriliyor ve büyük getiri sağlayarak yurtdışına çıkıyor. Türkiye dünyada adeta sıcak paranın cenneti haline gelmiştir. Küresel tefecilik Sıcak para denilen fonlar aslında “küresel tefeciliğin” başka bir adıdır. Çin, Güney Kore, Tayvan ve Brezilya sıcak parayı caydırmak için türlü önlemler alırken, Başbakan da sıcak parayı felaket olarak tanımladığına göre, AKP hükümeti bu konuda neden bugüne kadar önlem almadı? Oysa, bugün dünyada uluslararası ekonomi alanında kur savaşları yaşanıyor. ABD, Çin, Hindistan ve Tayvan’ın kendi paralarının değerini düşürüp, doların değerini yükselterek ihracatı özendirmesini şiddetle eleştiriyor. Bu nedenle dünyadaki gözlemciler, geçen ay Seul’de yapılan G20 toplantısını “sıcak para savaşı” toplantısı olarak nitelediler. Ancak Türkiye yıllardır değeri düşük TL politikası izleyerek, dışarıdan gelen sıcak paraya dünyada en yüksek faizi vererek, dünyanın en cazip sıcak para politikasını izleyen ülkesi oldu. Böylece ihracatçı zor duruma girdi. Sanayici zor duruma girdi. Türkiye sanayisi ara malları üretme yerine, ara malı ithal eden bir duruma girdi. İhracatithalat rakamlarına bakıldığında Türkiye büyük cari açıklar veren bir ülke konumuna geldi. AKP hükümeti bu cari açığı, dışarıdan gelen sıcak para ile dengelemeye çalıştı. Türkiye son yıllarda yapay bir ekonomik cennet halinde. Ama, ülkenin artı değerini ve kaynaklarını sıcak para spekülatörleri alıp götürüyor. Şimdi Başbakan Beyrut’taki bu konuşmasıyla 8 yıldır izlediği bu politikayı inkâr ediyor duruma düşmüştür. AKP hükümetleri yorulmuştur. Türk ekonomisine yeni bir soluk gerekmektedir. Önlem alınmazsa, bu cari açık Türkiye’nin ekonomik yapısında büyük sorunlar açacaktır. Sıcak para politikası AKP’nin temel ekonomi politikası haline gelen bu sıcak para politikasına ve kâr transferine Başbakan geçen hafta beklenmedik bir biçimde karşı çıktı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Arap Bankaları Birliği’nin Beyrut’ta düzenlediği toplantıda yaptığı konuşmasında, “sıcak para”ya değinerek “Sıcak para akışını kontrol altına almak şart. Kontrol dışı tutarsanız siz kontrole girersiniz. Sizin durumunuz daha felaket olur” dedi. (26 Kasım 2010) Başbakan’ın bu konuşması Türkiye’de gerek ilgili bakanlar, gerekse piyasalarda kafaların karışmasına neden oldu. Başbakan birkaç ay önce “Değerli TL iyidir. Türkiye’nin gücünü gösterir” demişti. Oysa, Beyrut’ta yaptığı açıklama ise bunun tam tersi. Başbakan Yardımcısı Babacan ve Maliye Bakanı Şimşek, sıcak paranın yararlarını her zaman dillerinden düşürmeyen bu bakanlar, Başbakan’ın bu söylemi ve sıcak para lobisi karşısında önce şaşırdılar, şimdi de yavaş yavaş pozisyon de C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle