19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 18 KÜLTÜR CUMHURİYET 1 ARALIK 2010 ÇARŞAMBA [email protected] Meksika’nın iki ünlü ressamının NatashaJacques Gelman koleksiyonundaki resimleri 23 Aralık’ta Pera Müzesi’nde DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Frida ve Diego İstanbul’da Kültür Servisi Pera Müzesi 23 Aralık’ta Fırtınalı bir birliktelik yaşamış olan Frida Kahlo ve Meksikalı iki ünlü ressamın, Frida Kahlo ile Diego Rivera’nın resimlerinin yer alacağı serginin Diego Rivera’nın resimlerini sergilemeye hazırlanıyor. Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın, küratörü sanat tarihçisi Helga PrignitzPoda. Sergi 20 NatashaJacques Gelman’ın koleksiyonunMart’a kadar açık kalacak. daki yapıtlarından oluşan serginin küratörlüğünü sanat tarihçisi Helga Prignitz Poda üstleniyor. Kahlo’nun 20, Rivera’nın 11 yağlıboya, lü ressam Diego Rivera’yla evlenmişti. Meksika baskı ve deseninin yer aldığı sergide ayrıca arala Devrimi’nin umutlarını ve eylemlerini dile getiren rında “Mavi Elbiseli Frida” adlı fotoğrafının da yer siyasal ve toplumsal içerikli bir dizi duvar resmi yaaldığı sekiz de fotoğraf bulunuyor. Geçen temmuz pan Rivera’yla fırtınalı bir evlilik yaşayan Frida Kahayında Berlin’de, eylül ayında da Viyana’da ser lo 13 Temmuz 1954’te hayata veda etmişti. Yazagilenen koleksiyonda Frida ve Diego’nun Natasha rımız Zeynep Avcı, Berlin’de açılan “Frida KahGelman’ı resmettiği yapıtlar ve Frida’nın otoport lo” sergisini yorumladığı 19 Temmuz 2010 tarihreleri de yer alıyor. li yazısında sanatçıdan şöyle söz ediyordu: Frida Kahlo, 6 Temmuz 1907’de doğmuş olma“Frida Kahlo, 1954’te öldüğünde, hayatının sına karşın, doğum gününü Meksika Devrimi’nin büyük bir bölümü kimi zaman hasta yatağında, yapıldığı 7 Temmuz 1910 olarak ilan etmişti. 32 kez yattığı ameliyat masasında, büyük acılar 1925 yılında geçirdiği trafik kazası sonucu uzun sü içinde geçmiş bulunuyordu. Fiziksel acılar yetre yataktan çıkamayan sanatçı, tavandaki aynadan miyormuş gibi, âşık olduğu, iki kez evlendiği ünotoportrelerini yaparak resme başlamıştı. Kahlo, lü duvar ressamı Diego Rivera’nın çapkınlıklaMeksika Komünist Partisi’ne üye olduğu 1929 yı rı Frida’nın hayatını duygusal açıdan da fırtılında, “Meksikalı Michelangelo” olarak anılan ün nalara sürüklemişti.” ‘Saç Örgülü Otoportre’, Frida Kahlo, 1941. Edebiyatın Solu İçinde yaşadığımız kaotik dünya düzeni siyasetin temel unsurlarını da neredeyse unutturdu. Siyasal yelpazede tutuculuğun, gericiliğin ve bireyciliğin temsil edildiği sağ ile, ilericiliğin ve toplumculuğun temsil edildiği sol düşüncenin yerine türlü güncel yakıştırmalar konuldu. Oysa siyasal yapının temeli bu iki kavram üzerine kuruludur. Bakmayın siz, günümüz sağ siyasetçilerinin ağızlarından değişim sözcüğünün eksik olmamasına. Onların derdi, kendilerince gerçekleştirecekleri değişimlerle sermaye düzeninin sürdürülmesi yani tutuculuktan başka bir şey değil. Oysa sol için değişim, bireyci çıkarların savunulduğu sermaye düzeninin değişmesi, yerine toplumun ve insanlığın çıkarına olan yeni bir düzenin kurulmasıdır. Sağ ve sol kavramlarının güncel siyasal yaşamdan bile uzaklaşması, edebiyatın da kendi sularında yönünü yitirmesine, insana ilişkin temel sorunların düşünüldüğü bir alan olmaktan çıkıp, ticari hayatın ya da gösteri dünyasının bir parçası olmasına yol açtı. Osman Çutsay, Almanya’da yayımlanan “Kültür” dergisinde Doğan Hızlan’la yaptığı konuşmada tam da bu sorunu gündeme getiren can alıcı bir soru atmış ortaya: “Solu, sol düşünceyi tüm etki ve sonuçlarıyla Türk edebiyat ve sanat dünyasından çekip alırsak, geriye ne kalır?” Doğan Hızlan’ın yanıtı şöyle: “Kalmasını isterdim, ama ne yazık ki, kalmıyor. Çünkü Türk edebiyatının ve sanatının önemli adları solda. Ancak solda ve sağda olduklarını söyleyemeyeceğimiz birtakım ustaları da çekip alırsak, Türk edebiyatı kalmaz. Yalnız ince bir ayar yapalım. Bu ilave ettiğimiz ikinci gruba girenler, solda olmadıkları gibi sağda da değillerdi. Ayrıca solcu edebiyatçılarla bir arada bulundular, onlarla dostluk ettiler. Sözgelimi 1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağı. Yazarken toplumcu olmayan ama toplumsala değinen iyi edebiyatçılar da vardı. Köy Enstitülerini, buradan yetişen yazarları da özellikle anmak gerekir.” Neden böyle olduğunu düşünelim mi? Edebiyatın ve sanatın işi en genel anlamda insan, toplum ve dünya üzerine düşünmektir. Bunu yaparken bir bilimci gibi nesnel gerçek ve yargılardan yola çıkmak yerine henüz görülmemiş ve bilinmeyen gerçeğin peşine düşer. Peşinde koştuğu gerçeği anlatabilmek için kurduğu yapı, bulduğu yeni anlatım biçimleriyle heyecan yaratır. Edebiyatın en temel gereçlerinden biri de taşıdığı hümanizm (insan sevgisi) yüküdür. Bu insan odaklı düşünce ve üretim yapısı edebiyatı ister istemez sol düşünceye iter. Çünkü insana ilişkin düşünmek, insanın geleceği ve mutluluğuna ilişkin düşünmeyi de birlikte getirir. Toplumsal düzeninde bireyciliğin en uç noktalarda olduğu ABD’nin, edebiyatına baktığınızda, yoğun insan odaklı sol bir yaklaşımla karşılaşırız. Edebiyat tarihinde sağ düşünceli olarak tanınan Ezra Pound, T. S. Eliot, Knut Hamsun gibi büyük yazarları güncel siyasal düşencelerinden ayrı tutup yalnızca yazdıklarıyla değerlendirdiğinizde rahatlıkla solcu olduklarını düşünebilirsiniz. Bizde de öyledir: Metafiziğin şiirsel yapıya uygun unsurlarına yaslanan kimi başarılı ürünler görülse de, içeriği sağ düşünceyle örülmüş parlak yapıtlara pek rastlanmaz. Tanpınar gibi büyük bir edebiyatçının sağda gösterilmesi, ne yaşama biçimine ne de yapıtlarına bakıp varılabilecek bir sonuçtur. Türlü türlü kirlilik içinde yaşamak zorunda olan günümüz edebiyatçıları, her şeyden önce insan odaklı bir uğraş alanları olduğunu unutmamalıdırlar. [email protected] Kitaptan beyazperdeye Frida Kahlo anat tarihçisi Hayden Herrera tarafından, Frida Kahlo’nun mektupları ve resimlerinin analizleri, ayrıca detaylı biyografik araştırmalar sonucunda 2002 yılında hazırlanan “Frida” adlı kitap dünyada büyük ilgi gördü. Hayat dolu kişiliğiyle ve “kendi gerçeğini kendine özgü bir üslupla” resmedişiyle tüm dünyanın ilgisini çeken Frida’nın yaşamöyküsünün anlatıldığı kitap 17 dile çevrildi ve elde ettiği başarının ardından beyazperdeye aktarıldı. “Frida” 2003’te de Bilgi Yayınevi tarafından Türkçeye kazandırıldı. Herrera’nın kitabından sinemaya Julie Taymor tarafından aktarılan film, 20. yüzyılın en önem S li kadın ressamlarından olan ve Meksika için çok önem taşıyan bir kadın figürüne bir çeşit övgü niteliği taşıyordu. Kahlo’yu canlandıran Salma Hayek’in aynı zamanda yapımcıları arasında yer aldığı film, 2002 yılında gösterime girdi ve Frida’nın asi yaratılışını, fırtınalı aşklarını, çektiği acıları, sıra dışı yaşamını ve sanatını beyazperdeye taşıyarak, ünlü Meksikalı ressamın geniş kitleler tarafından tanınmasını sağladı. MÜŞFİK KENTER 63. SANAT YILINI SAHNEDE KUTLUYOR ‘O heyecan hiç bitmeyecek’ ÖZNUR OĞRAŞ O 63 yıldır sahnede olmanın heyecanını yaşıyor. Hem de ilk günkü gibi... Hocaların hocası, ustaların ustası diye anılıyor tiyatro dünyasında, sesiyle kulaklarımıza yer eden, Müşfik Kenter 63. sanat yılını kutluyor. 63 yıllık sanat geçmişine neler sığdırmadı ki Kenter; 28 sinema filmi, reklam filmleri, seslendirmeler, yüzlerce oyun, yüzlerce öğrenci ve tiyatro anıları... “Ne mutlu bana ki bu günlere gelmişim. 63 yıl uzun bir süre, bir insan ömrü neredeyse, ama daha dün gibi...” diyor Kenter. 63. yılında yeniden sahnede Müşfik Kenter... 50. yılını kutlayan Kent Oyuncuları için, uzun süredir sahnelediği ‘Bir Garip Orhan Veli’yi, ‘Müşfik Kenter’i Dinliyorum’ adıyla yenileyerek sahneliyor. Orhan Veli’nin şiirlerinden yola çıkarak Murathan Mungan tarafından oyunlaştırılan oyun 30. yılında da, bugün izleyiciyle buluşuyor. Müşfik Kenter’in tek kişilik oyunlarının en bilineni, en uzun sahneleneni, belki de en klasiği olan oyun sezon sonuna kadar Kenter Tiyatrosu’nda sahnelenecek. 1947 yılında Ankara Çocuk Tiyatrosunda komşusu Agah Hun sayesinde ilk kez “kütük” rolüyle bir çocuk oyununda sahneye çıkmış Kenter. Sahneye çıktığında ilk günkü gibi heyecanlandığını söylüyor, “O heyecan hiçbir zaman bitmez, bitmeyecek de” diyor. Kenter’in 63. sanat yılı ekim ayında Genel Sanat Yönetmenliği’ni yaptığı Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda öğ 63 yıllık sanat geçmişine neler sığdırmadı ki Kenter; 28 sinema filmi, reklam filmleri, seslendirmeler, yüzlerce oyun, yüzlerce öğrenci ve tiyatro anıları... “Ne mutlu bana ki bu günlere gelmişim. 63 yıl uzun bir süre, bir insan ömrü neredeyse, ama daha dün gibi...” diyor Kenter. rencileri ve dostlarının da katıldığı bir geceyle kutlandı. Yunus Emre Sahnesi’nin Müşfik Kenter Sahnesi olarak değiştirildiği gece için Kenter, “Çok duygulandım, benim için bunca yıl sonra ilk kez böyle bir kutlama yapıldı. Benim ruhuma uygun son derece naif ve sade bir törendi. Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda bir sahneye adımın verilmesi büyük bir sürpriz ve onur. Ateş Ünal Erzen sanat adına yapılan tüm çalışmalara, işlere sınırsız destek veriyor ve her zaman yanımızda. Kendisine bana bu gururu yaşattığı için teşekkür ediyorum” diyor. ASIL ÇALIŞMAM GEREKTİĞİNİ ABLAMDAN ÖĞRENDİM’ Kenter, “Nasıl çalışılması gerektiğini ablamdan öğrendim” dediği Yıldız Kenter için, “Kardeşim, ablam, çok iyi bir sanatçı, yönetmen; onunla sahnede olmaktan her zaman onur duydum. İki oyuncu olarak birbirimizi iyi anlamamız, karşılıklı alışverişimizin çok iyi olması birbirimizle oynamaktan zevk almamızı sağlıyor, bu duygular seyirciye de yansıyor” diyor. İLGİ ARTIYOR’ Mimar Sinan Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra 11 yıldır Haliç Üniversitesi Tiyatro Bölümü Başkanlığı ve hocalığını sürdüren Kenter, “Hepsiyle ayrı ayrı gurur duyduğum yüzlerce öğrencim var” diyor. Öğrencileri bilir ‘Sahnede önce insan olun’ diyen Kenter’i en iyi. “İnsan olmayı bilmeden, insanı incelemeden sahnede hiçbir şey yapılamaz. Sahne dışında da iyi insan olmak önemli ve üstün bir meziyet. Öğrencilerime yıllardır bu öğretiyi aşılamaya çalıştım ve çalışıyorum. İyi oyuncu olmalarını istiyorum. İşlerini iyi yaptıklarını gördüğüm zaman son derece duygulanıyorum, ağladığım da oluyor. İnsanın emeklerinin karşılığını görmesi, doğru iş yapmışız diye düşünmesi, böyle hisler yaratması… Bundan güzel ne olabilir ki.” Gençlerin tiyatroya olan ilgisinin arttığını da söylüyor Kenter, “Konservatuvarların tiyatro bölümlerine her yıl daha da artarak başvuru yapılıyor. Tiyatroyla uğraşan biri olarak bundan büyük haz duyuyorum. Arkamızdan gelenlerin çok olması beni mutlu ediyor.” (Müşfik Kenter’i Dinliyorum: Orhan Veli 30. Yıl Özel Programı, bugün, yarın ve 34 Aralık’ta saat 20.00’de, 5 Aralık’ta ise saat 15.00’te Kenter Tiyatrosu’nda sahnelenecek.) 10 Aralık’a kadar vergi borcunu ödemeyen özel tiyatrolar yardım alamayacak ‘KONSERVATUVARLARA ‘Uygulama adaletli değil’ CEREN ÇIPLAK Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu uygulaması. Atila Sav (Tiyatro Eleştirmeni/hukukçu): Anayasanın 64. maddesinin başlığı “Sanatın ve Sanatçının Korunması”. Anayasa devlete görev veriyor, sanatı destekle diyor. Kültürel bir hizmeti mali engellerle denetlemek ve engellemek doğru değil. Sanatı desteklemek devletin görevidir. Bu görevi yaparken kaşık ile verip sapı ile çıkarmak sosyal devlet anlayışına yakışmaz. Böyle bir engeli bu nedenle anayasaya da aykırı buluyorum. Ferhan Şensoy (Ortaoyuncular): Bir tiyatronun borcunun olmaması çok zor bir şey. Vergi borcu olanlara da yardım edilmeli. Tabii onların da borcunu ödemesi gerekir. Yardımı vergi borcu olanlara versinler ki onlar da vergisini ödeyebilsin! SEVMEKSEVMEMEK’ Hakan Gerçek (Tiyatro Gerçek): Bu sorun bir tek burada karşımıza çıkmıyor. Diyelim ki Muğla’da gösteri yapacağız, Muğla Belediyesi’nden para alabilmem için belediye benden ‘ver ültür ve Turizm Bakanlığı tarafından her yıl özel tiyatrolara verilen destek yardımı almak için gereken koşullar bu yıl biraz daha zorlaştı. Önceki yıllarda tiyatroların yardım başvurularında vergilerini ödediğine dair veya borçlu olduğuna dair belge göstermek yeterliydi. Bu yıl ise vergi borcunu 10 Aralık’a kadar ödemeyen özel tiyatrolar yardım alamayacak. Tiyatrocuların dileği ise bu durumun bir kez daha ve titizlikle değerlendirilmesi. Tiyatro dünyasından konuya ilişkin bazı yorumlar şöyle: VURULSUN?’ Dikmen Gürün (Tiyatro Eleştirmeni): Bu yıl vergi borcu olan özel tiyatrolar devlet desteğinden yararlanamayacaklarmış! Peki, ne olacak? Destek alamayacaklar ve kapılarına kilit mi vuracaklar? Özel tiyatrolar, zaten başta mekân sorunu olmak üzere yıllardır çeşitli problemlerle mücadele ederek kan kaybediyorlar. İstisnalar kaideyi bozmaz; karşımızdaki gerçek tablo bu. Öte yandan da bakıyorsunuz, vergi borçlarının affedilmesi, taksitlendirilmesiyle ilgili haberler her tarafta. Buna ne demeli? Kanımca adaletli değil K ‘ANAYASAYA AYKIRI’ gi borcum yoktur’ kâğıdı istiyor... Genellikle vergi ödemeyenin yanına kâr kaldığı bir ülkede tiyatroların bu kadar didik didik edilmesi saçma. Biz zaten can çekişiyoruz. Böyle bir ortamda tiyatrolara anlayış gösterilmesi gerekiyor. Ben 2 ay KDV ödemeyeyim hemen kapıma dayanabiliyorlar. Vergimi tabii ki ödeyeceğim ama biraz anlayışlı olunmalı. Bu mesele sanatı sevip sevmemekle ilgili. Keşke sanatı seven idarecilerimiz olsa da biz de bu acıları çekmesek. GİBİ YAPILIYOR’ Ayşegül Yüksel (Tiyatro eleştirmeni): Sorun, devlet kurumlarının, devlete borçlu olan bir kuruluşa “para yardımı” yapması sorunudur. Özel tiyatrolar özelinde bugüne dek bu sorun göz ardı edilmiş ve devlete borçlu olan topluluklara, A.S.T örneğinden bildiğimiz kadarıyla, “destek” verilmiştir. Şimdi ise vergi borçlarını 10 Aralık 2010 tarihine dek ödemeyen özel topluluklara, kararlaştırılmış olan parasal desteğin verilmeyeceği söylenmektedir. Bu tür borçların 10 günlük bir süre içinde ödenebilmesi neredeyse olanaksızdır. Demek ki, “destek” verilecekmiş gibi yapılmış, ardından da bir “son dakika” koşulu dayatılmıştır. ‘DESTEK VERİLECEKMİŞ ‘KAPIYA KİLİT Mİ ‘BORCU OLANA YARDIM’ ‘N ‘SANATI C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle