16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2010 SALI 6 HABERLER Adalet Bakanlığı’nca hazırlanan stratejik planda yargılama ve tutukluluk sürelerinin çok uzun olduğu belirtildi BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Bakanlıktan ‘makul süre’ itirafı ALİCAN ULUDAĞ Füze Kakıştırması3 Hem Kel Hem Fodul Eh, Cumhurbaşkanı Lizbon’dan “büyük zafer”le döndüğüne, “NATO’nun “ikinci önemli ülkesi” derecesine yükseldiğimize ve NATO’nun “çökmesini” de önlediğimize (*), üstüne üstlük İran da Türkiye’nin çabasını övdüğüne göre, işler tıkırında! Öyle mi acaba? Türkiye, örneğin Batı’yı Batı yapan “bilim, teknoloji ve ekonomi; düşünce, kültür, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri” gibi çağdaş kavramları ve üretimlerini içselleştiremez ve kendi kültürünün ana bileşenlerine dönüştüremezken Batı kampına ön cephe savaşçılığında birinci sınıf hizmet sunmayı hep başarmıştır! Lizbon Anlaşması’ndaki imza, Batı’nın yine Türkiye üzerindeki “Büyük Zaferi”nin kanıtı, başka bir şey değil! Oysa Türkiye orta ve uzun menzilli balistik füzelerin hedefi değil! Dolayısıyla füze kalkanı, hadi diyelim ki gerçekten korunma amaçlıdır, ABD ve Batı Avrupa’yı ilgilendirir! Niteliği de tamamen budur! Türkiye ise kendi savunma sistemini gerçekleştirebilecek konumdadır. Neden bu tartışılmıyor güzide Türk medyasında? Açıkça söyleyeyim: Komşularla sıfır sorun politikası, özü itibarıyla, bugüne kadar Türkiye’de bir iktidarın saptadığı ve uygulamaya çalıştığı en doğru dış politikaydı! Tabii neyin elde edildiği ve edileceğinin bilançolarına da bakmak koşuluyla... Dünyada başka bir ülke yoktur ki komşularının neredeyse hepsiyle sorunludur; ekonomik ve diğer ilişkileri olması gerekenin en alt düzeylerinde seyreder ve bu sorunlar da dünya egemenleri tarafından durmadan kullanılır! Böyle bir başka ülke daha gösteremezsiniz! Bu kadar aptalca bir şey olur mu? Türkiye’nin dış politikada “yeni bir açılım”ı, özellikle bu yüzyılın başından itibaren gerekliydi. Batı eksenli dünyadaki değişme nedeniyle! Dünya “çoklu eksenli”ye kaydı. Küreselleşmenin en büyük nimetlerini, Çin, Hindistan ve diğer “yükselen ülkeler” daha çok yemeye başladı. Amerikalı “Nobelli” ekonomistlerin (örneğin Paul Samuelson) yorumlarını bu köşeye taşımış ve “Küreselleşmeden ABD oldukça zarara uğradı, küreselleşme sürecini biraz frenlemek gerekir” dediklerini nakletmiştim (29 Eylül 2005). “Finans kapital”, daha kârlı gördüğü Çin ve diğer ülkelere akmış, arkasından veya eşzamanlı olarak fabrikalar taşınmıştı! Yani: Gelir düzeyi ve refahı tavan yapan ABD ve AB durağan duruma hatta düşüşe geçerken Çin ve diğer ülkelerin refahı yükselmeye başlamıştı! Küresel kapitalizmin en doğal sonuçları! Türkiye, yeni yükselen ülkeler kervanına bütün politikalarıyla katılmak zorundaydı! Komşularıyla sorunlarını hallederek ekonomisine hız kazandırmalıydı. Önündeki bütün engelleri kaldırmalıydı: Batı’nın “savunma” cenderesi dahil! Oysa, ABD’nin çok eksenli dünyaya göre yeni pozisyonu olan Füze Kalkanı’nın üssü olmanın altına imza attık! ABD’nin komşularımıza da yönelttiği silahın ortak tetikçisi durumundayız! Komşularla sorunları sıfırlama politikasının uygulayıcısının AKP olması da başka bir şanssızlıktı. Çünkü AKP bu politikaya İslamcı bir karakter verdi ve din ekseninde yürütmeye kalkıştı! İsrail’e karşı politikası da bunun bir ürünüdür! Cumhurbaşkanı Gül eksende kayma yok, eski eksen doğru değildi, şimdi düzeldi derken doğru konuşuyor. Ancak bu “düzeltme”nin diğer bir yüzü “İslami ve ideolojik”tir, ama bu açıdan “eksende kayma” vardır! Bu, iç politikasındaki İslami ve ideolojik kaymadan kaynaklanıyor. İçeride, İslamileştirme ve gerçek demokratik değerlerden ve sistemden uzaklaşma politikası, gözle görünür kadar nettir! Dolayısıyla, Ortadoğu’ya yönelişte de bu İslami renk açığa çıkmıştır. Şimdi Lizbon’da atılan mecburi imza, iktidarın açılımını hem kel hem de fodul yaptı! AKP adına ne demiştik: Şu seçimleri bi geçelim, gün ola harman ola! (*) Ah, güç karşısında yağdanlığa dönüşmüş irili ufaklı medyam benim, sizler uçaklarda böyle kabul edildiğiniz sürece, ödemeleriniz giderek daha da ağırlaşacak, vicdanlarınız ise halk karşısında susacak! ANKARA Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı stratejik planın ayrıntıları, adalet sisteminin “zayıf yönleri”ni ortaya koydu. Hükümlü ve tutuklu sayısının giderek arttığı belirtilen planda, “yargılama süreleri makul süreyi aştı” itirafı yapıldı. Buna karşın, yargılamanın daha etkili ve hızlı yürütülmesine yönelik mevzuat düzenlemelerinin hazırlanması için 2012 yılı sonuna kadar süre verildi. 20102014 yıllarını kapsayan Adalet Bakanlığı Stratejik Planı’nda “adalet sistemi”yle ilgili ciddi eleştiriler yer aldı. Planda, adalet sisteminin “zayıf yönleri” arasında ilk sırayı “mahkemelerin iş yükünün fazlalığı ve yargılama sürelerinin makul süreyi aşması” aldı. Bu konuda, “Yargılamaların makul sürede sonuç Gazeteciye ‘telekulak davası’na AB ayarı İstanbul Haber Servisi AB İlerleme Raporu’nda, “Ergenekon” davasıyla ilgili haber yazan gazetecilere açılan davalara yönelik endişenin yer alması hükümeti yeni bir tasarı için harekete geçirdi. Buna göre “Gizliliğin ihlali” ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsü” düzenleyen kanun maddeleri, AB’nin kaygıları çerçevesinde yenilenecek, hâkimin yorumuna yer bırakmayacak şekilde net olacak. Düzenleme ile internet ya da başka yayın aracı ile kamuoyuna yansıtılan dinleme kayıtlarının haber amaçlı kullanılması durumunda soruşturma açılmayacak. Tasarı kabul edilirse 4 bin 91 dava büyük oranda düşecek. Planda, “2012 yılı sonuna kadar” yargılamanın daha etkili ve hızlı yürütülmesine yönelik mevzuat düzenlemelerinin hazırlanması hedef olarak ortaya koyuldu. Soruşturmaların daha etkin ve hızlı yürütülmesinin sağlanması için yapılacak çalışmalar konusunda da yine 2012 tarihi işaret edildi. “Zayıf yönler” olarak bakanlık bütçesinin istenilen düzeyde olmadığı dile getirilen planda, adalet personelinin özlük haklarının yetersiz olduğu kaydedildi. Adalete erişim imkânlarının istenilen düzeyde olmadığı aktarılan planda, “bazı alanlarda mevzuat karmaşasının sürüyor olması” da zayıf yönler arasında sıralandı. Planda, adalet sistemine yönelik “tehditler” de açıklandı. Kamuoyunda yargıya güvenin istenilen düzeyde olmadığı belirtilirken, yargı landırılamaması, kişi ve kurumların yargıya güvenini etkileyen unsurların en önemlilerindendir. Makul sürede yargılama ilkesi ile yargılamaların gecikmeden ve haksızlığa yol açmadan yerine getirilmesi hedeflenmektedir. Yargılamaların uzaması nedeniyle adaletin zamanında gerçekleşmemesi adalet sistemine olan inancı sarsabilmektedir” değerlendirilmesi yapıldı. bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin yeterince özümsenmemiş olduğu vurgulandı. Medya, “yargıyı etkileme yönündeki eğilimi” nedeniyle eleştirilirken, hükümlü ve tutuklu sayısının giderek arttığı bildirildi. Planda, “tehdit” olarak ayrıca şunlar da ifade edildi: “Personel istihdam politikasının nitelik ve nicelik açısından sınırlayıcı özellik taşıması. Hukuk eğitimine ilişkin yetersiz politikalar. Amacına uygun işlemeyen bilirkişilik müessesesi. Adli kolluğun işlevine uygun şekilde örgütlenmemesi. Avukatlık mesleğinde yaşanan niteliksel ve niceliksel sorunlar. Örgütlü suçların artması. İşsizlik, göç ve gelir dağılımındaki orantısızlığın sosyolojik etkileri. Kadın ve çocuk haklarını koruma mekanizmalarının etkinliğinde sorunlar olması.” KURAY TEKRAR HÂKİM KARŞISINA ÇIKABİLİR İstanbul Haber Servisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 16 yıl süren yargılama sonunda “müebbet hapis” cezasına çarptırılan Sarp Kuray için Sarp Kuray Türkiye’den savunma istedi. AİHM, delillerin neden toplanmadığı, olaya ilişkin sanıkların neden dinlenmediği gibi toplam 7 sorunun Türkiye tarafından cevaplandırılmasını istedi. Kuray’ın avukatı Altan Görkem Gürcan ise yargılamayı “tam bir hukuk ayıbı” olarak nitelendirirken, Türkiye’nin savunma için 6 Ocak 2011’e kadar süresi bulunuyor. Eğer AİHM, söz konusu yargılamada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiğine karar verirse Kuray yeniden hâkim karşısına çıkacak. Yasalara göre hükümetin 6 Ocak 2011’e kadar süresi bulunuyor. Söz konusu sürenin sonunda AİHM, dosya kapsamına göre incelemesini yaparak Kuray’ın başvuruları hakkında kararını verecek. Kuray’ın avukatı Gürcan da, “Öncelikle yargılamanın 16 yıl sürmesi tamamen hukuka aykırı. Kuray bir örgüt vastasıyla anayasal düzeni yıkmak iddiasıyla hükümlü oldu. O zaman bu örgüt nerde? Böyle bir örgüt varsa, bu örgütün askeri kanadının ve diğer elemanlarının olması lazım. Mahkemenin bir örgüt şeması çıkarması lazım. Ama Türk mahkemeleri veridiği kararla, ‘Bu adam tek başına anayasal düzeni yıkacak güçtedir’ dedi. Böyle trajikomik bir olay olabilir mi? Sözde bir örgüt var ve bu örgüt adına ceza alan tek kişi Sarp Kuray. Yargılamada başından itibaren hukuk ihlali var” diye konuştu. Kuray, 2009’da, müebbet hapis cezasına çarptırılarak cezaevine konulmuştu. Hukukçular, yasaların ‘istihbari dinlemelerin delil sayılması’na izin vermediğine dikkat çekti: Polis devletinin yolu açılır ALİCAN ULUDAĞ ANKARA Hukukçular, eski HSYK tarafından özel yetkileri alınan Erzurum Savcısı Osman Şanal’ın Yargıtay’a “istihbari dinmelerin mahkemede delil sayılması” yönündeki başvurusuna tepki gösterdi. Yasalara göre önleyici dinlemenin delil olarak kullanılmasının mümkün olmadığını belirten hukukçular, “Bu iktidarların elinde baskı aracına dönüşür. Polis devletine gidilir” uyarısında bulundu. Eski Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in makamında arama yapan ve kısa süre sonra yetkileri elinden alınan savcı Şanal, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir davadaki, istihbarı amaçla yapılan telefon dinlemelerinin delil olarak sayılamayacağı yönündeki kararını Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne temyize götürdü. 9. Ceza Dairesi, önümüzdeki günlerde başvuruyu görüşerek kararını açıklayacak. İstihbari dinlemeler, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Emniyet Genel Müdürü veya İstihbarat Daire Başkanı’nın, Jandarma Genel Komutanı veya İstihbarat Daire Başkanı’nın, MİT Müsteşarı’nın veya yardımcısının yazılı emirleri ile uygulanıyor. Önleme amaçlı dinlemede, 3 ay için izin veriliyor ve bu izin 3 kez 3’er aylığına uzatılabiliyor. Engelli öğrenciye özel sınıf Çankırı 80. Yıl Cumhuriyet Lisesi’nde okuyan bedensel engelli Taner Baykaler’e okul yönetimince özel sınıf tahsis edildi. Baykaler’in 13 dersi olması nedeniyle, her hafta 13 sınıf değiştirmek zorunda kaldığını belirten Okul Müdürü Mustafa Turan, okul yönetimince yapılan düzenleme ile Baykaler’e okulun giriş katında, bedensel engelliler için yaptırılan tuvalet ve lavabonun hemen yanı başında bir sınıf ayrıldığını söyledi. (AA) Yasal olanağı yok Ceza hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen, önleme dinlemelerinin şu an delil olarak kullanılabilmesinin yasal imkânının bulunmadığını vurguladı. İstihbari dinlemenin delil olarak kullanılmasının önünün açılması halinde, bunun tüm istihbari dinlemeleri de kapsayacağını kaydeden Şen, bu durumda hukuka aykırı hareket edilmiş olacağını vurguladı. Şen, “Neden? Çünkü önleme dinlemesini düzenleyen hükümlerde önleme amacı dışında başka şekilde kullanılamayacağı belirtilmekle birlikte, bir defa bir dinlemenin delil olabilmesi için adli soruşturma ve soruşturma kapsamındaki kararla alınması lazım. Emniyet Genel Müdürü’nün izniyle yapılan önleme amaçlı dinlemelerin hâkim kararı da olsa dinlemenin sonuçlarında adli bir sonuç çıkaramazsınız. Bunlar delil olarak kullanılırsa, hukuka aykırı davranılmış olunur, açıkça kanun ihlal edilir. Bunların önü çok açılır, amacından sapılır. Özel hayata gereğinden fazla müdahale edilmiş olur” dedi. Anayasa devre dışı kalır Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Orhangazi Ertekin de, istihbari dinlemelerin delil olarak kabul edilmesi halinde, bunun içtihada dönüşeceğini belirterek, “Bunun tek bir anlamı var. CMK’deki belirlenen temel hak ve özgürlükler devre dışı bırakılır. Aynı zamanda anayasa da devre dışı bırakılır” dedi. Bu durumda “tamamen polis devletine gidişin” başlayacağını kaydeden Ertekin, şu değerlendirmeyi yaptı: “Son derece tehlikeli. Türkiye’yi polis devletine götüre cek hukuksal bir yoruma dönüşebilir. İstihbari dinleme konusunda takdir idarenin yetkisinde. Bu konuda Meclis’in bir denetim hakkının olması gerekiyor. Eğer yargının yetkisi tamamen idari birimlere, istihbaratla ilgili birimlere iletilirse bu durumda zaten hem hukuken hem de siyaseten ülke polis devletine taşınmış olacak. Bu, sürekli olarak iktidar güçlerinin elinde bir tehdit aracı olarak kullanılır. Özel alan, büyük siyasi ve ekonomik güçlerin etkisi alına girer. 1980’de buna benzer durumlar yaşandı. Bunu tekrar hatırlatacak girişimlerde bulunmanın tehlikeli olduğunu düşünüyorum.” http://orhanbursali.blogspot.com [email protected] TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ Cehalet eğer bir Arap atının sırtında dörtnala doğru gidiyorsa onu durdurmak olanaksızdır!.. Bazen kör bir karanlığın tam ortasında paslanmış bir çiviyi aramak gibidir cehalet... Ya da bazen cehalet, dipsiz bir kuyunun cendereye dönüşmüş kısırlığında, bir damla su için bin kovayı en uzun kendirlerle baş aşağı bırakmaktır!.. Feodalitenin cehaletle birleşmesi dünyanın en tehlikeli silahlarından birini meydana getirir!.. Çoğu zaman incir çekirdeğini dolduramayacak kadar değersiz tartışmalar birer orduyu andıran aşiretlerin kör dövüşüne dönüşür ve o zaman aydınlanma denilen o uygarlık kavgasının niçin bu kadar önemli olduğu da akla gelir... Bu köşeyi takip edenler, terörizmle törerizmin toplum üzerindeki erozyonuyla ilgili yüzlerce öyküyü okumuştur... Şüphesiz öykülerin en çarpıcısı “kum” yüzünden yaşanan bir katliamı anlatıyordu!.. Olay 1999’da, Gaziantep’in Oğuzeli ilçesine bağlı Yakacak köyünde meydana gelmişti. Yazgan ailesine ait bir koyunun meydandaki kumu dağıtması nedeniyle karşıt grupla çıkan kavgada, aralarında 14 yaşında bir çocuğun da bulunduğu 5 kişi yaşamını yitirmişti!.. Bu trajik olayı töre konulu her platformda şaşkınlıkla anlattım. Oysa [email protected] www.mehmetfarac.com Toz Bulutundaki Paradoks!.. önceki gün töre vakalarına en sık rastlanan Urfa’da öylesine ilginç bir olay yaşandı ki, ben bile şaşıp kaldım. İddiaya göre Suruçlu Selami Altay, ölen amcası Ahmet Akkoç adına taziye evi yaptırmaya başlar. Altay önceki gün inşaatın önünde biriken molozları temizlemek isterken çevre “toz” içinde kalır. Bu sırada Altay’la aynı aşirete mensup Paşa Baz, tozdan rahatsız olunca öfkeye kapılır. Altay ile Baz arasındaki tartışma kavgaya dönüşür. Olaya önce mahalledeki akrabalar, sonra da Yoğurtçu ve Remil köyünden gelenler katılır. Böylece kavga edenlerin sayısı kısa sürede 600’ü geçer. Polis 22 kişinin taş, sopa ve bıçaklarla yaralandığı kavgayı ancak takviye güç yardımıyla durdurabilir. Kavganın yeniden büyümesini kim önler biliyor musunuz?.. Köyde “Şeyh” diye anılan biri devreye girer ve kavgacıları barıştırır!.. Güneydoğu ne yazık ki paradoksun bile kendi içinde bocaladığı bir coğrafya olmaktan bir türlü kurtulamıyor!.. Baksanıza; karanlık ve toz, zehir ve panzehir gibi derin bir çelişki içinde yaşayıp gidiyor işte!.. Bu çelişki öylesine çarpıcı ki cehaleti gökyüzüne yükselen topraktan daha az tehlikeli görüyor! Geçtiğimiz hafta Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentine bağlı Heladiz beldesinde intihar eylemi için hazırlık yapan üç kişilik bir tim ele geçirildi. Kuzey Irak’taki güvenlik güçleri bu militanların uzun süredir sesi soluğu çıkmayan radikal dinci Ensar El İslam adlı örgüte bağlı olduklarını saptadı... Bundan 5 gün önce ise çok gizemli bir olay daha yaşandı. Peşmerge istihbaratı, Kerkük’ten Erbil’e giden bir otomobilde sanayi tüpleri içine yerleştirilmiş tam 150 kilo TNT ele geçirdi. İddiaya göre peşmerge güçleri araçtaki bir militanı halkın gözleri önünde öldürdü! Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren “Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi”ne göre otomobildeki militanın oracıkta öldürülmesi Erbil ve çevresinde son günlerde yaşanan intihar saldırısı kaosunu gözler önüne seriyordu! Yine merkezin stratejistlerine göre Erbil ve çevresinde son günlerde büyük gerginlik yaşanıyor. Üstelik bu gerginlik İran sınırındaki kapılarda güvenlik önlemlerinin en üst düzeye çıkarılmasıyla da dışa vuruyor. Merkezin yayın organında yer alan analizde, şu satırlar çok dikkat çekiyor: “Bu tür durumlar Güney Kürdistan halkı içinde de ciddi bir paniğe yol açmıştır. Halk artık eskisi gibi gönül rahatlığı ile ‘Ensarcılar’ı Kim Dürtüyor?.. pazara ve yoğun alışverişlerin olduğu ortamlara gidememektedir. Halk içinde her an her yerde yapılabilecek bir intihar eyleminden bahsedilmektedir. Tabii halkın içinde olduğu bu ruh hali ve tedirginlik giderek radikal İslamcı örgütlerin şahsında Araplara ve İran halkına kin ve nefrete dönüşmektedir.” Peki, iki intihar timinin Kuzey Irak topraklarına sızması ne anlama geliyor?.. İddiaya göre 7 yıl önce, Halepçe kırsalındaki kampta barınan 400’den fazla militanıyla Talabani ve Barzani peşmergelerine savaş açan “Ensarcılar” yeniden harekete geçiyor!.. Üstelik Arap militanlardan oluşan bu grubu İran da destekliyor. Ancak Amerika’nın Irak’a müdahalesi sırasında, kamplarının bombalanmasıyla büyük darbe alan örgütün yeniden nasıl hareketlenebildiği bilinmiyor!.. Bilinen iki önemli gerçek var; seçim anlaşmazlığının bir türlü giderilemediği ve rejim sıkıntısının büyüdüğü Irak’ta, giderek artan ArapKürt gerginliği Bağdat ve çevresindeki intihar eylemi kaosunu Türkiyeİran sınırındaki Kürt bölgesine itiyor!.. Diğer gerçeğe gelince; Ensarcılar gibi çok tehlikeli bir grubun yeniden yeryüzüne çıkması Türkiye açısından da yeni ve karanlık bir tehlikeyi haber veriyor!. Geçtiğimiz haftalarda bu köşede “medyanın kirlettiği siyaset” başlıklı bir yazı yazmış ve dinci basında uşaklık yapan bir internet sitesinin benimle ilgili yalan bir haberinin Sabah, Yenişafak ve Vatan gibi gazetelerce nasıl kopyalandığından yakınmıştım… Yazdıkları yalan çıktı çünkü ben CHP Parti Meclisi’nde bırakın tüzük aleyhine konuşma yapmayı kürsüye bile çıkmadım!.. Bu zavallı piyonların tek hedefi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile aramızı açmak, parti içine nifak sokmaktı... Sonradan öğrendim ki, kimi Truva atları bu uydurma saçmalık için her haberi 7 kez yalanlanmaya muhtaç bir internet sitesini kullanmışlardı!.. Kullanan da kullanılan da malumumuzdur!.. Cumartesi günü ise Hürriyet gazetesinde Bendeniz ‘Terör Uzmanı!..’ “silahlı terör örgütü üyesi” başlığıyla benimle ilgili tuhaf bir haber yayımlandı. Cumhuriyet’in sevgili avukatlarına rica ettim, dün Şişli Adliyesi’ne gidip baktılar. Ve benimle ilgili “Ergenekon” ilişkili herhangi bir soruşturmanın kesinlikle yürütülmediğini saptadılar. “Ergenekon” da dahil olmak üzere eğer gerçekten de şiddet ve terör unsurları içeriyorsa tüm yasadışı yapılanmaları sonuna kadar reddettiğimi çeşitli platformlarda onlarca kez dile getirdim. Görüyorum ki, kimi meslektaşlarımız TV programlarında bize atfedilen “terör uzmanı” titrini “terör örgütü üyesi” diye yanlış algılamışlar!.. Neyse ki Hürriyet’teki dostlar bugün yarın bu tuhaf yanlışı düzelteceklerini söylediler. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle