09 Ocak 2025 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 KASIM 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 KARŞILAŞMALAR İNCİ ARAL Ünsal Coşar’ın yönettiği Ankara DT yapımı oyunda televizyonun ‘kirli suratı’ sergileniyor Ekranda ‘Krem Karamel’ tarifi nce ‘oyuncu’ vardı. Kendini anlatabilmek için doğanın ve yaşamın ‘taklidini çıkaran’ insan... Zaman içinde, hünerli kişiler, şarkı söylemek, saz çalmak, dans etmek, cambazlık, hokkabazlık, ‘taklit’ yapmak için tek başlarına çıkıvermişler topluluk ortasına. Gezginci saz ozanları insanları yüzyıllar boyunca çevrelerine toplamışlar. İslam dünyası da gezginci meddahı yaratmış. Geçtiğimiz yüzyılın başında tiyatro sahnesi için ‘tek kişilik oyun’ metinleri yazılmaya başlanmış. ‘Tek kişilik oyun’ların yapım masraflarının düşük oluşu ve kolay ‘taşınabilirlik’ gibi yararları var. Sanatçıyı bir oyunu tek başına kotarırken izlemenin özel çekiciliğini de unutmamalı. Gürültülü patırtılı bir yaşama yazgılanan günümüz insanı, tek kişilik bir oyunun yalın/dingin ortamında oyuncuyla sanki ‘teke tek’ ilişkiye girebilmekte, sahnede yansıyan duygu ve düşünceleri, bir dostla söyleşiyormuşçasına paylaşmaktadır. Öte yandan, bir oyunun sorumluluğunu tek başına yüklenen sanatçı da büyük risk almaktadır. Sahnede, seyircinin eleştirel bakışları karşısında, jestleri, mimikleri ve sesiyle yapayalnızdır. Yazgısını ellerinde tutmakta, incelikli, soluklu bir yorum kotarma adına, oyun kişi hünerlerini amansız bir biçimde sınamaktadır. Yolculuklar Bu yaşıma gelene dek her türlü araçla sayısız yolculuk yaptım. Birkaç küçük kaza atlattımsa da şaşılası biçimde hayatta kaldım ama artık bayramlarda karayollarına çıkmaktan çok korkuyorum. Aslında korkudan çok, bilinçsiz, gözü pek bir kalabalığın içinde yer almak ve boş yere kurban olmaktan sakınmaya çalışıyorum. Ortak kanıya göre, suçlu trafik canavarı, yani uykusuz, aceleci, acemi sürücüler. Ancak otomobil merkezli bir ulaşım sisteminin taşıdığı günahı ve kısırdöngüyü de hesaba katmalıyız. Yolculukları severim ve üstümdeki baskının hafiflediğini fark ederim. Her şeyi yeniden bir araya getirir, kendimi önyargı ve körlüklerden kurtulmuş, atılımlara, aylaklık ve bozgunculuğa hazır hissederim. Başka bir yer, insanı kendi hayatından koparır. Alışıldık mekân, kural ve tasarımların bir parçasıdır çünkü. Yola çıkarken aradığımız belki de bundan bir süre için de olsa sıyrılmak, bir yerde kökleşmek yerine serüven duygusuna açık olmaktır. Farklı amaç ve duygularla aştığımız yollar vardır. Yolun sonunu ise hiçbir zaman bilemeyiz. Her yolculuk özünde bir varsayımdır çünkü. Zaman gibi yollar da izler bırakıyor. Tenimize, zihnimize çizgiler çiziyor ve kendimize yaklaşma fırsatı veriyor. Kim olduğumuzu, neyi aradığımızı daha iyi anlıyoruz. Olmazlıklar, uzaklıklar, yakınlıklar daha çok da görüntüler, ışıklar, sesler var yolculuklarımdan bende kalan. Bayat sigara, bebek pudrası, plastik, ayak ve ucuz erkek losyonu kokan gece otobüslerinin çivit mavisi lambaları var. Yol kıyılarındaki ıssız köyler, kavaklar, kırık dökük at arabaları, uğultulu yalnızlık kamyonlarının stop lambaları, kasvetli benzinlikler, hep aynı kaseti çalan uykulu ‘kaptan şoför’ler var. Dünyanın belli yerlerini gördüm ama en çok kendi ülkem iz bıraktı bende. Taşıt pencerelerinden akan ürkütücü güzellikteki denizler, kırların şenlikli manzaraları, buğday tarlaları. Sonra ev içleri, yer sofraları, rengârenk yorganlar, yüzler, eller, bakışlar ve bu coğrafya insanının uzun serüveni. Gaziantep’te altı yüz yıllık bir han gördüm; üç yüz yıl önce avlusuna bağlanmış atların taşlaşmış toprağa sinmiş ter ve idrar kokularını duydum. Afrodisyas ya da Batıkkent’te binlerce yıl önceye gittim. Anabasis’le on binlerin dönüş seferine katıldım. Yolculuklarım, anlaşılmaz şeyleri, zamanın gizlediği acıyı ve geçiciliğimi hatırlattı bana. Yaz öğlelerinde, kendi gölgesinde dinlenen sakin kasabaların, köy çeşmelerinin yanından geçtim. Anadolu’nun unutulmuş tren istasyonlarında, yoksul çocukların sattıkları ayranlardan içtim. Benzi sarı, hasta, umutsuz kadınlarla ve tıraşı uzamış sıska, çaresiz adamlarla –ya çok sıcak ya çok soğuk– kompartımanlarda sabahladım. Çoğalttım onların hikâyelerini. Derindir bu hikâyeler. Bitkin, kederli, sıkıntılı ve kesinlikle yalnızlık doludur. Yolculuklarım insana duyduğum sevgiyi merhametle karışık bir borçluluğa dönüştürdü. Tekerlek seslerine eşlik eden bebek ağlamaları, camlardaki TCDD damgaları aidiyet duygumu pekiştirdi. Bu ülkede doğmuş olmaktan çaresiz bir kederle birlikte coşkulu bir sevinç de duydum. Maraş’ın pamuk tarlalarındaki işçi çadırları. Kar altındaki Konya ovası. Dolunayda ışıldayan kıraç tepeler, Çarşamba’nın ortasından akıp giden Yeşilırmak. Harran ovasının o görkemli havadan görünümü. Mersin’in portakal bahçeleri, Bolu’nun sonbahar ormanları… Bütün gündoğumları. Limanlar. Rüzgârda balık ağları. Sonra o mağrur dağlar. Suskun, görmüş geçirmiş kızıl, kara çileli topraklar ki kalbimi kaptırmış olduğumdan ben de o çilenin gönüllü bir parçasıyım artık… Ö yandan ‘mutfağa hapsolmuş kadın’ imgesini ev kadınlarının gerçeğiyle bire bir örtüştürürken, bir yandan da TV yoluyla mutfakta ne ‘harika zamanlar’ geçirilebileceğinin gösterilmesiyle, ‘kadın tutsaklığı’nın desteklendiğini dile getiriyor. Tuzaklı bir ‘oyuncu oyunu’ Ankara2.Devlet Tiyatrosu’nda yılına giren ‘Krem Karamel’in rejisi Ünsal Coşar’, metni ise Zeynep Kaçar’a ait. Oyun, Sanat Kurumu Övgüye Değer Yazar ve oyuncusu Servet Pandur’a Sadri Alışık Anadolu Tiyatro Ödülleri Komedi Dalı’nda En Başarılı Kadın Oyuncu ve Baykal Saran’a ‘En İyi Oyuncu’ ödüllerini kazandırdı. yönetmen Ünsal Çoşar’ın amaçladığı, her bakımdan ‘kitsch’ özellikli gösteri ortamını oluşturuyor. Sunucu, bu tür izlencelerde yer alan, seyirciyle söyleşme, şakalaşma, kucaklaşıp öpüşme, göbek atma gibi klişeleri art arda sıralarken, araya ‘reality şov’lardan bildiğimiz bir sözde ‘gerçek yaşamöyküsü’ giriyor. Bir ‘ev kadını dramı’nın görüntüleri bunlar. Yazar, bir Çok ödüllü tek kişilik oyunlar Son dönemde, Maral Üner’in (‘Hüzzam’), Günay Karacaoğlu’nun (‘Basit Bir Ev Kazası’), Erdal Beşikçioğlu’nun (‘Bir Delinin Hatıra Defteri’), Ali Poyrazoğlu’nun (çeşitli üretimleri), Ferhan Şensoy’un (‘Ferhangi Şeyler’), Genco Erkal’ın (‘İnsanlarım’, ‘Kerem Gibi’, ‘Marx’ın Dönüşü’), Müşfik Kenter’in (‘Müşfik Kenter’i/Orhan Veli’yi Dinliyorum’) gibi çok ödüllü tek kişilik oyunları aynı anda sürüp gitmekte. Yeni ürünlerden biri, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Ünsal Coşar’ın rejisiyle sahnelenen, Zeynep Kaçar’ın yazıp Servet Pandur’un sunduğu ‘Krem Karamel’. Televizyonda yansıtılan ‘kadın’ imgesine ‘parodi’nin gözlükleriyle bakıldığı oyunda bir yandan da ‘televizyon’un ‘gözboyayıcı’ gücünün sınırsızlığına yaslanarak ‘sahte’ olanın ‘gerçek’ olana nasıl baskın çıkabildiği gösteriliyor. TV’deki mutfak izlencelerinden birindeyiz. Sahnedeki tek oyuncu, izlencenin sunucusu. Biz de onu ekranda ya da stüdyoda izleyen seyircileriz. Hakan Dündar’ın, ‘sahte’ olduğu metrelerce öteden anlaşılabilen cırtlak renklerdeki mutfak dekoru, Funda Karasaç’ın abartılı sunucu giysileri, Osman Uzgören’in –‘set’in göz alıcılığını bütünleyen ışık tasarımı, İzledikleri olayı ‘gerçek’ sanarak telefonları kilitleyen seyirciler ise ‘parodi’nin kurbanı oluyor. Derken ‘reklam’ giriyor araya. Ne ki, ev işlerinde başyardımcı sayılan ‘Süperman’ bu kez ‘derde deva’ olamayacak. (Ali Yoğurtçuoğlu’nun tüm sevimliliğine karşın, oyuna ikinci bir kişinin girmesiyle sahne anlatımının ekseni kayıyor.) ‘Mutfak izlencesi’ krem karamel tatlısı yapılamadan sonlanırken, ekrana (sahneye) ‘çekim sonrası’ görüntüleri de gelecektir. Zeynep Kaçar’ın çok da iddialı olmayan küçük metni tuzaklı bir ‘oyuncu oyunu’ niteliği taşıyor. Yazarın ‘sıradan bir ev kadını’, ‘TV sunucusu’ ve ‘çekim sonrasındaki televizyoncu’ olarak çizdiği kadın oyun kişisini, rollerden hiçbirinin tuzağına düşmeden, her birinin ‘sahtelik’ ve ‘gerçeklik’ dozunu gözeterek, bir saati aşan bir süre boyunca müthiş bir enerjiyle ve tutarlılıkla sahneye getiren Servet Pandur oyunculuk uğraşında önemli bir aşama gerçekleştiriyor. ‘Krem Karamel’ elbirliğiyle, doğru biçimde kotarılmış bir çalışma. DT’nin 60. yıl yapımlarının en iyilerinden… Mannheim’da ‘Siyah Beyaz’a Jüri Özel Ödülü GÖNÜL DÖNMEZ COLIN MANNHEIM Bu yıl 59.’su düzenlenen “Uluslararası MannheimHeidelberg Film Festivali”, önceki akşam düzenlenen ödül töreniyle sona erdi. “Mannheim Büyük Ödülü” Kanadalı yönetmen Daniel Grou’nun “On Buçuk” filminin oldu. Festivalde uluslararası yarışma bölümünde yarışan Ahmet Boyacıoğlu’nun ilk filmi “Siyah Beyaz” ise “Uluslararası Jüri Özel Ödülü”ne değer görüldü. Jüri, ödülün verilme gerekçesini açıklarken Boyacıoğlu için “dostluğu samimiyet, mizah ve neşeyi ustaca bir araya getirerek anlatan yönetmen” ifadesini kullandı. Rainer Werner Fassbinder anısına verilen ödül ile Ahmet Boyacıoğlu’nun ilk filmi ‘Siyah Beyaz’da Şevval Sam, Tun “FIPRESCI Ödülü”nün Çinli yönetmen Zhao Dayong’un “Yucel Kurtiz, Taner Birsel, Erkan Can ve Nejat İşler rol alıyor. karıda Yaşam” filmine verildiği festivalde “Halk Ödülü” ise Arjantin’den Sabrina Farji’nin “Eva ve Lola” filmi ile Danimarka’dan Kaspar Munk’un “Sarıl Bana Sımsıkı” filmlerinin oldu. Mannheim ve Heidelberg gibi birbirine oldukça uzak iki kente yayılan festival, özellikle Avrupa sinema dünyasında filizlenen yeni akımları izleyebilmek için özel bir fırsattı. “Buluşlar Yolu” bölümünde kariyerlerine Mannheim’da başlayan genç yönetmenlerin filmlerinden örneklere yer veriliyordu. Bu yılın “genç yönetmeni” de 2003’te “Rainer Werner Fassbinder Ödülü”nü alan Şilili yönetmen Matias Bize’ydi. Festivalin “Uluslararası Buluşlar” bölümünde A. Taner Elhan’ın “Acı Aşk” filmi de yer alıyordu. Bugün, keman sanatçısı ve orkestra şefi Ekrem Zeki Ün’ün 100. doğum yıldönümü Eserleri seslendirilmeyen besteci ERSİN ANTEP Bugün, keman sanatçısı ve orkestra şefi Ekrem Zeki Ün’ün 100. doğum yıldönümü. İstiklal Marşı’nın bestecisi Osman Zeki Üngör’ün oğlu Ekrem Zeki, 1987 yılında aramızdan ayrıldı ve hayattayken pek az orkestra eserini canlı olarak dinleyebildi. Adeta eseri seslendirilmeyen besteciliğe mahkum edildi. Her Türk eseri, en az bir kez seslendirilmeyi hak ediyor. Tıpkı Ün’ün 29 yıl önce yazdığı “Atatürk’e Armağan” adlı yapıtı gibi… İlk Türk gitar üçlüsü “İstanbul Gitar Üçlüsü”nün kuruluşuna öncülük eden, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın resmi şeflerinden ve başkemancılarından Ün’ün doğum yıldönümü için bugün sadece Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde bir panel düzenleniyor. 27 Kasım’da saat 18.30’da ise Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir anma gecesi yapılacak. Ün’ün “Atatürk’e Armağan” eserinin yalnızca 4. bölümünün ilk seslendirilişi ise şef İbrahim Yazıcı yönetiminde İzmir Devlet Senfoni Orkestrası tarafından yapıldı. Ekrem Zeki Ün’ün “Yu İlk Türk gitarkuruluşuna öncülükGitar üçlüsü “İstanbul Üçlüsü”nün eden, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın resmi şeflerinden ve başkemancılarından Ün’ün doğum yıldönümü için bugün sadece Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde bir panel gerçekleştirilecek. 27 Kasım’da ise bir anma gecesi düzenlenecek. nus’un Mezarında” adlı flüt ve piyano eseri; 1933 yılındaki bestelenişinden sonra ilk kaydı yapılan Türk eserlerinden biri oldu. Daha çok “Keman Konçertosu”, “Beyaz Geceler” gibi orkestra eserleri tercih edilse de, birçok eseri hâlâ dinleyici önüne çıkamadı. 1933’e kadar yurtdışına sınavla gönderilen pek az bestecimiz vardı: Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Ün... Cemal Reşit Rey, Necil Kazım Akses ve Ferid Alnar ise kendi olanaklarıyla öğrenim görmüştü. Aralarında ifade, yazım tekniği, esinlenilen kaynak gibi konularda herhangi bir ortaklık bulunmayan “Türk Beşleri” ifadesini icat eden Halil Bedi Yönetken; Ün’ü kapsam içine almayarak aslında kaderini de zorlaştırmıştı. 19341935 tarihlerinde, ilk Türk operası “Özsoy” operasının sahnelenmesi sırasında yaşanan fikir ayrılıkları sonucu Musiki Müesseseleri Müdürlüğü (tüm müzik kurumlarının müdürlüğü) görevinden ayrılan Üngör ve Ün, doğal bir Ankara dışlanmışlığına sürüklenmişti. Bu dışlanmışlık, eserlerinin seslendirilmemesine, Üngör’ün İstiklal Marşı bestecisi olarak dahi adının anılmamasına yol açtı. Ekrem Zeki; İstanbul Belediye Konservatuvarı ve İstanbul Müzik Öğretmen Okulu’nda yetiştirdiği birçok değerli öğrenci, “uluslararası düzey”i Türkiye’de benimsetmeye yönelik görüşleri ve eğitsel amaçlı çok sayıda çalışması ile daha kapsamlı etkinliklerle anılmayı hak ediyor. Ve ne yazık ki devlet orkestraları ile müzik kurumlarının programlarında yokluğu ile dikkat çeken bu umursamazlık, Alnar ile Erkin’in 105., Faik Canselen ile Kemal İlerici’nin 100., İlhan Usmanbaş’ın 90. doğum gününü de ıskalayacak gibi görünüyor. (ersin@muzikoloji.org) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle