14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 14 KASIM 2010 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 16 PAZAR KONUĞU Denktaş, BM’deki müzakerelerden sonuç çıkmazsa Ada’nın resmen bölüneceği görüşlerini değerlendirdi Rumlara sünnetçi korkusu yaşatmak SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, İngiliz Financial Times ve London Times gazetelerinde, BM’de yapılacak son Kıbrıs müzakerelerinde bir sonuç alınamadığı takdirde adanın resmen bölüneceği ve halihazırdaki ‘de facto’ ikiye bölünmüşlüğün ada sorununa en iyi çözüm olabileceği görüşünü, “Rum tarafına sünnetçi korkusu yaşatmak” biçiminde değerlendiriyor. AB yetkililerinin yıllardır Kıbrıs’ın gerçeklerini görmeyi reddetmelerini hayret verici bir durum olarak değerlendiren Denktaş, Kıbrıs konusunun da BM’de iflas ettiğini söylüyor. İngiliz Financial Times gazetesinde James Blitz imzasıyla yayımlanan bir yazıda, BM’de yapılacak Kıbrıs müzakerelerinin adanın sorunlarının çözümü için son şans olduğu, müzakerelerden bir sonuç alınamazsa adanın resmen ikiye bölüneceği görüşü savunuluyor. Siz bu görüşe ne diyorsunuz? R.D. İki liderin BM’de yapacakları ilk temasın sorunların çözümü için son şans olduğunu söylemek için liderlerin temel konularda anlaşmış olarak New York’a gitmeleri gerekir. Böyle bir durum yoktur. Tarafların konuya yaklaşımları arasında yüz seksen derece fark vardır. Hristofyas 1960’ta kurulan devletin üniter olduğunu savunurken biz bunun iki eşit taraf arasında bir ortaklık olduğu görüşündeyiz. Hristofyas, “Ben federasyona inanmıyorum. Federasyon formülünü kucağımda buldum. Türk askerini adadan çıkarmak için AB’nin hiçbir mantığa dayanmayan, federasyonu görüşüyorum. İki kesimli federasyonun uygulanabilirliği yoktur” diyor. Böyle bir anlaşmaya zorlansa bile bunu uygulamayacağının mesajını veriyor. Kıbrıs meselesinin 1974’te Türk işgalinden kaynaklandığını savunuyor. Biz ortaklıktan silahlı saldırıyla atıldığımızı, Akritas Planı’nda da görüldüğü gibi hedefin Enosis’i engelleyen garantilerden ve Türklere verilmiş olan haklardan kurtulmak olduğunu savunuyoruz. Hristofyas, AB üyeliğine sarılmış, “Uzlaşmadan sonra herkes istediği yerde yerleşebilecek. Hareket, yerleşim ve mülk edinme hakkı AB vatandaşlarının temel hakkıdır. Kıbrıs halkının bu temel hakları kısıtlanamaz” diyor. Biz bu konularda Kuzey’in yeniden Rum çoğunluğuna geçmemesi için kalıcı kısıtlamalar (derogasyonlar) istiyoruz. Hristofyas, “Federasyona, üniter devletin anayasasını tadil ederek iki eyaletli bir şekil vereceğiz” diyor. Biz,1960 anlaşması, Makarios’un deyimiyle ölmüş ve gömülmüştür, 1963’ten bu yana uygulanmamıştır; federasyona 47 yıldır ayrı yaşayan, ayrı yönetimler altında kendi işlerini gören egemen halkın bu Yunanistan’ın şantajına yenik düşerek Rum Yönetimi’ni Kıbrıs kabul edip üye yapması başlı başına bir skandaldır. İki devlet esası ABD, İngiltere gibi devletler tarafından kabul edilirse iki halk karşılıklı güven içinde, her konuda işbirliği yapar hale gelebilecektir. Rum gözüyle bakıldığında bu karar Kıbrıs meselesini Rumların lehine halletmiştir. Enosis’ten önceki adım bu unvana kavuşmaktı. ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği kendi çıkarları için bu unvanı Rum Yönetimi’ne hediye ettikten sonra Rumların bizimle yeni bir ortaklık anlaşması yapmalarına ihtiyaçları kalmamıştır. AB üyeliği de bu kanılarını büsbütün perçinlemiştir. ngilizin ikiyüzlülüğü egemenliklerinden belirli kısımları merkezi idareye vereceklerini, böylelikle kurucu devletler olacaklarını, geriye kalan egemenlik yetkilerini kurucu devletin kullanacağını savunuyoruz. Biz, iki egemen, kendi kaderlerini tayin hakları olan halklardan bahsediyoruz. Hristofyas, “İki toplumdan oluşan tek halk, tek vatandaşlık, tek egemenlik, tek devlet” diyor. O zaman nasıl bir anlaşmaya varılır? R.D. Bu konular ortada dururken liderlerin New York’ta BM Genel Sekreteri’yle buluşacakları birkaç saatlik bir yemekte bunların halli mümkün değildir. Bu görüşmenin arifesinde ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Londra ziyaretine rast gelen günlerde müzakerelerden bir sonuç alınamazsa adanın resmen ikiye bölüneceği yönündeki görüşleri Rumlara sünnetçi korkusu olarak değerlendiriyorum. Bunda yanıldığımı görmek beni mutlu edecektir. Çünkü 1968’den bu yana, başlayıp kesilen, kesilip başlayan görüşmelerden hiçbir sonuç alınamamasının nedeni, 1964’te BM Güvenlik Konseyi’nde çıkan kararda eli kanlı, suçlu Rum Yönetimi’nin “meşru hükümet” olarak savunulmasındandır. Eski İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw’un da London Times gazetesi için yazdığı makalede, Kıbrıs’a en iyi çözümün sanki ikiye bölünmesi olacağı vurgulaması sizce ne anlama geliyor? Özellikle İngilizler tarafından bu görüşlerin öne sürülmesi size göre ne demek? R.D. Zaman açısından bakıldığında birinci sorunuza verdiğim cevabı tekrarlamam gerekir. Gerçekçilik açısından bakıldığında bu çok geç kalmış bir teşhistir. Rum tarafında yapılan ciddi kamuoyu yoklamaları yüzde 65 Rum’un Türklerle bir arada yaşamak istemediğini göstermektedir. Münferit şekilde Rum tarafına geçen Türklere veya araçlarına yapılan saldırılar EOKA’nın başlangıç yıllarında karşılaştığımız manzarayı canlandırmaktadır. İngiltere, ortaklık devletinin garantörü olan üç devletten birisidir. Bu ortaklığı yıkan Rum ortağı 1964’ten beri “meşru hükümet” olarak tanımış olmasının tek nedeni, üslerini Rum tedhişçilerden korumak olmuştur. Ancak haklarımızın gaspına, insanlarımızın yok edilmesine, garantilediği anlaşmaların ayaklar altına alınmasına seyirci kalmakla garantörlüğünü sıfırlamış oldu. Temennimiz, Jack Straw’un açıklamasının bir vicdan muhasebesinin sonucu olması ve bunun İngiliz Hükümeti’nin siyaseti olarak tecelli etmesidir. Bir insan topluluğunun, hem de 1960 antlaşmalarına göre siyasi eşitliği, kurucu ortaklık statüsü, kendi kaderini tayin hakkı kabul edilmiş olan bir topluluğun uğradığı haksızlıklar karşısında 20 yıl uğraştıktan sonra kendi devletini kurmuş olmasının hâlâ yadırganması, hak ve hukuka, evrensel insan hakları beyannamesine uymamaktadır. AB ve BM’nin ayak oyunları Hedef Kıbrıslı Türkleri Rum adasında azınlık yapmaktır Acaba Rum lider Hristofyas’ın da bir ileri iki geri adım atma politikasıyla gizliden gizliye bölünmeyi desteklemiş olabilir mi? R.D. Rum tarafında da iki devletli çözüme yüzde 20’lik bir kitlenin yatkın olduğu görülmektedir. Böyle bir uzlaşmayı öneren yazılar yayımlanıyor. Ancak Rum liderler, Makarios’un zamanında kurduğu Milli Konsey’de oybirliğiyle alınan kararlara bağlıdır. Enosis 1967’den beri bu kararlar arasındadır. Garantilerden kurtulmak, Kıbrıs meselesini 1974’te başlayan bir istila meselesi olarak takdim etmek de bunlar arasındadır. Hristofyas’ın son açıklamalarına bakalım: “Makarios’un izindeyim. EOKA’dan ilham alıyorum. EOKA bize yön göstermektedir. Türk askeri adadan gitmedikçe EOKA mücadelesi zaferle taçlandırılamaz.” Yine Hristofyas’a göre tek halk vardır ve Türkler de Ermeniler, Maronitler ve Latinler gibi Kıbrıs halkının birer parçasıdır; yasalar altında eşit vatandaştır. 1960 devleti üniter bir devletti vs. Hristofyas tek halk siyasetiyle Kıbrıs Türklerini AB üyesi bir Rum adasında azınlık yapmak ve garantilerden, işgalden, kolonizasyondan kurtulmak, Kıbrıs Türkleriyle Türkiye’nin irtibatını kesmek için çalıştığını açıklamaktadır. BM’nin onlarca yıl Kıbrıs’a sözde çözüm getirmek için akıl almaz paralar harcamasına ne diyorsunuz? BM tarafından bir müzakere sektörü yaratılmış olabilir mi? R.D. Annan Planı’nı halkımıza satmak için ABD’nin ve AB’nin harcadığı milyonlar referandumda işe yaramıştı. O günden bugüne aldatıldığını gören halkımızın AB’ye güveni kalmamıştır. Ancak AB, adı var ismi yok derneklerin başkanlarına binlerce dolar harcamaya devam ediyor. Bu durum halkımızı ne kadar etkileyecek? Yine göreceğiz. Konu AB’nin Kıbrıs’taki gerçeklere rağmen hâlâ iki halktan tek halk, iki milletten tek millet yaratabileceği görüşünden vazgeçmemiş olmasıdır. Bunu geçici bir süre için başarsalar da sonunun yeniden kanla biteceğini sanki görmüyorlar. P RAUF DENKTAŞ O 1924 Baf doğumlu, hukuk öğrenimini İngiltere’de R tamamladı. Bir süre avukatlık ve savcılık yaptı. 1955’te Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi için terör T hareketlerine girişen EOKA örgütüyle mücadeleye birlikte Türk R başladı. 1958’de arkadaşlarıylakurdu. 1960’ta Kıbrıs Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) Kıbrıs Cumhurbaşkanı E Cumhuriyeti kuruluncatarafından istenmeyen adam Başpiskopos Makarios ilan edildi ve Kıbrıs’a girişi yasaklandı. 1967’de adaya gizlice girerken Rumlar tarafından yakalandı. Yoğun girişimler sonucu Türkiye’ye iade edildi. 1968’de yasaklı durumu kalkınca adaya geri döndü. 1973’e kadar Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muavini ve Türk Yönetim Başkanı görevlerini sürdürdü. 1974 Barış Harekâtı sonrası 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD) ilanının ardından Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı oldu. 1983’te KKTC’nin ilanıyla Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. 17 Nisan 2005’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koymadı. 24 Nisan 2005’te görevi Mehmet Ali Talat’a teslim etti. Kıbrıs’ın resmen ikiye bölünmesi AB’nin Kıbrıs politikasının iflası anlamına mı gelir? R.D. Kıbrıs meselesi BM Güvenlik Konseyi tarafından Genel Sekreter’in iyi niyet görevine tevdi edilmiş bir konuyken AB’nin hiçbir mantığa dayanmayan, Yunanistan’ın şantajına yenik düşerek ve uluslararası antlaşmaları çiğneyerek Rum Yönetimi’ni “Kıbrıs” diye üye yapmış olması hukuk, insan hakları, demokrasi ve uluslararası antlaşmaların kutsiyeti açısından başlı başına bir skandaldır. Türkiye’nin garantilediği bir ortaklık devletini terörle, cinayetlerle yıkmış olan Rum Yönetimi’ni Türkiye’ye meşru ve AB üyesi Kıbrıs Hükümeti olarak kabul ettirme çabasıysa başlı başına başka bir skandaldır. Kıbrıs’ı üye yaptıklarını söylüyorlar. Kendi kaderini tayin hakkı olan, Rum halkına denk, siyasi eşitliği kabul edilmiş Kıbrıs Türklerinin oluru alınmadan Kıbrıs’ın bir bütün olarak üye yapılması mümkün değildir. AB yetkililerinin yıllardır Kıbrıs’ın gerçeklerini görmemek için verdikleri uğraş hayret vericidir. Kıbrıs meselesinin BM’de ele alınışı çoktan iflas etmiştir. Bunu dönemin Genel Sekreteri Xavier Perez de Cuellar ve temsilcisi Hugo Gobi açıkça söylemişlerdir. Kıbrıs resmen ikiye bölünürse yakın gelecekte neler olabilir? R.D. Kıbrıs resmen ikiye bölünmüştür. 47 yıldır Türkler ayrı, Rumlar ayrı yönetimlerde yaşamışlardır. Halkın hür iradesiyle kurulmuş bir devlet 27 yıldır Rumların güneydeki devletlerine denk bir şekilde ayaktadır ve Rum Yönetimi’nin Türk halkını kolonize ederek adanın tümüne sahip çıkmasına set çekmiştir. 1960 antlaşmalarıyla kurulmuş olan iç ve dış dengeler KKTC’nin ilanıyla korunabilmiştir. Varılacak yeni bir uzlaşmanın kalıcı olması, bu uzlaşmanın iki egemen halkın kendi devletlerinde iyi komşuluk anlayışı içinde işbirliği yapmalarına, karşılıklı saldırmazlık anlaşmasıyla barışa hizmet etmelerine bağlıdır. Aksi halde karşılıklı egemenliğe dayanmayan herhangi bir anlaşmayı Rum tarafı yeniden, “Demokratik değildir, işlerliği, uygulanabilirliği yoktur” diye yıkmaya kalkışacaktır. Bu nedenledir ki yeni bir anlaşmada Rum halkının yüzde 95.5’i garantilere hayır diyor. Görüşmelerin bütün hedefi KKTC’yi ortadan kaldırmak ve garantilerden kurtulmaktır. İki devlet esası ABD, İngiltere gibi devletler tarafından kabul edilirse iki halk karşılıklı güven içinde, her konuda işbirliği yapar hale gelebilecektir. Fanatikler, resmen tanınmış bir KKTC’yi ortadan kaldıramayacaklarını görecek ve adaya huzur gelecektir. TürkYunan ilişkileri de Kıbrıs yüzünden sarsıntıya uğramayacaktır. Zamana oynamak, Türk tarafını içinden vurarak bıktırmak istiyorlar Eğer onlarca yıl havanda su dövüldüyse Annan Planı neyin nesi oluyordu? R.D. Biz herhangi bir zaman herhangi bir müzakereye başlamadan önce kırmızı çizgilerimizi açıkça belirtmezsek ve sadece iyi niyet göstereceğiz diye genellemelerde bulunur ve önümüze getirilen her gündemi görüşürsek önümüze daha çok Annan Planı benzeri planlar gelecektir. Rum tarafı “Meşru Kıbrıs hükümetiyim” diyor ve bu statüyü perçinlemek için her türlü gayreti gösteriyor. Dolayısıyla görüşmeleri, dünyaya, meşru hükümetle azınlık arasında işgali bertaraf etmek, bağımsızlığı kısıtlayan garantilerden kurtulmak için başlatılan bir egzersiz olarak takdim edebiliyor. Görüşmeler sırasında da birçok ülkeden meşru hükümet muamelesi görüyor. Görüşmeleri sırf görüşür görünmek için yapıyor. Hiçbir zaman uzlaşma peşinde olmuyor. Çünkü tek istediği meşru hükümet unvanını devam ettirmek. Zamana oynamak, Türk tarafını içinden vurmak, bıktırıp usandırmak. Bu, Makarios’un “uzun vadeli mücadele” dediği taktik yaklaşımdır. Hâlâ da devam ediyor. Sizce Mehmet Ali Talat başarılı bir müzakereci miydi? R.D. Başarılı müzakereci olmak başkadır, müzakere etmeyi kabul ettiği konularda isabetli mi hareket etti konusu başkadır. Hristofyas’ı masaya oturtmak için KKTC’den ve Kıbrıs Türklerinin ayrı egemenliğinden peşinen vazgeçtiğini açıklamak ve hiçbir zaman gündeme alınmamış olan garantileri gündeme almak herhalde isabetli bir hareket değildi. Ayrı devlet, ayrı egemenlik istemeyen, Rum tarafıyla birleşmekte samimi olan bir lider görünümü kendisine ait olabilir. Ancak tutmuş olduğu yol Meclis’te oybirliğiyle alınan milli çizgiden çok uzaktı. “İki yoldaş bu meseleyi süratle çözecektir” görüntüsü de bir sonuç getirmedi. Sayın Talat da en sonunda “Hristofyas Kıbrıs Türklerini bir azınlık olarak görmektedir” noktasına gelebildi. Ayrı devletten, ayrı egemenlikten vazgeçtiği halde bir sonuca varılamadı. Bugün Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? R.D. İyi bir ekiple çalışmaktadır. Görüşmelere Talat Bey’in bıraktığı yerden devam etmesi istendi (Türkiye tarafından). Talat Bey’in “Ayrı egemenlik, ayrı devlet istemiyorum” diye başlattığı görüşmeler bu çizgide devam ediyor. Halbuki Sayın Eroğlu’nun halka verdiği söz devlete, egemenliğe ve garantilere sahip çıkacağı yönündeydi. Eninde sonunda bu konularda büyük bir imtihan geçirecektir. Devlete, egemenliğe ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarına sahip çıktığı sürece büyük bir kitlenin desteğini görecektir. RUM S YASET Siz Cumhurbaşkanlığınızın son döneminde Rum lider Glafkos Klerides’le bir dizi müzakere yapmıştınız. Bu müzakerelerde hissiyatınız neydi? Bir sonuca ulaşılabileceğini düşünüyor muydunuz? R.D. Klerides de Makarios ve diğerleri gibi Milli Konsey’in kararlarına bağlıydı. Yumuşak bir yaklaşım altında, değişmeyen, katı Rum milli siyasetini savunup durdu. Başlangıçta, Makarios’un müdahalesi, EOKA’nın tehdidi olmasaydı belki bölgesel bir otonomi konusunda anlaşmaya varılabilirdi. Ancak bu kaç yıl devam ederdi? O da ayrı bir mesele. Klerides, lehimize birçok madde içeren Fikirler Dizisi’ne de karşı çıkmıştı. Seçim kazandı. Dört yıl bizimle görüşmedi. “Görüşecek bir DEĞ ŞMEZ konumuz yoktur” dedi ve diretti. Bütün gayretini AB üyeliğine harcadı. Tüm liderlerle katıldığım müzakerelerin hepsinde ABD’yle İngiltere’nin ve BM’nin Rum Yönetimi’ne, “Gerçekleri saptırma. Kıbrıs meselesi 1974’te başlamış değildir” demelerini çok bekledim. Olmadı. Bu nedenle, kendi kendilerini meşru hükümet, bizi de azınlık olarak gören bu liderlerin Türkiye’nin garantörlük hak ve yetkilerinden kurtulup Kıbrıs’a sahip çıkmanın ötesinde bir düşünceleri olmadığı o kadar barizdi ki fazla iyimser olmam için bir neden yoktu. Bugün de durum aynı noktadadır. İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı Jack Straw’un açıklaması neyi değiştirecek? Göreceğiz. Ancak biz kendi kırmızı çizgilerimizi dünyaya duyurmazsak fazla bir şey beklememiz de doğru olmaz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle