17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 30 EK M 2010 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER DİRİLİĞİNİ yitirmiş bir cumhuriyeti diriltmek, devletteki bütün kurumların başlangıçtaki kuruluş ilkelerine bağlı kalmalarıyla sağlanabilir. Anayasa, değişmediği sürece, bu bağlılık zorunluluğunu geçerli tutmak için vardır. Kurumların kendiliklerinden bu bağlılığın dışına çıkma çabaları hoş görülemez. Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ya da temel nitelikleri denince, akla ilk gelen laiklik ilkesi ve cumhuriyetin laik niteliğini koruma zorunluluğu oluyor. Son zamanların başlıca tartışması da bu sorun çevresinde dönmekte. Bu bağlamda, cumhuriyetin kurumlarından biri olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan çok az söz edilmesi ve o kurumun pek gündeme gelmemiş olması şaşırtıcıdır. Diriliğini yitirmiş bir cumhuriyetin diriltilmesi çareleri düşünülürken o konuyu ele almadan olmaz. Diyanet İşleri Başkanlığı, çoğu zaman sanıldığı gibi devletin yapısından ayrı ve başına buyruk bir kuruluş değildir. Hele padişahlık döneminin şeyhülislamlık kurumuna benzetilmesi ya da onunla özdeşleştirilmesi kadar büyük yanlış olamaz. Cumhuriyet Anayasası’nın kurumla ilgili maddesi “Genel idare içinde yer alan...” diye başlar. Dolayısıyla kurumun kamu yönetimindeki herhangi bir devlet dairesinden farkı yoktur ve siyasal sorumluluğu da Bakanlar Kurulu’nun genel sorumluluğu çerçevesinde bir devlet bakanınındır. Cumhuriyet Anayasası, ayrıca, başkanlığın görevlerinden söz ederken, bunların “laiklik ilkesi doğrultusunda” olmasını, “bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında” kalmasını ve “milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi” amaç edinmesini emreder. Bu açıdan bakınca, ara sıra kurum dışından ve içinden ifade edilen bir düşünce endişe verici oluyor. “Özerkleşme isteği” olarak özetlenebilen bu düşünce, kurumun kendi görevlilerince, yani din hizmetlilerince yönetilmesini, dolayısıyla genel idare dışına çıkarılmasını amaçlar gibidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şimdiki statüsü Osmanlı devlet hukukundan cumhuriyetin kamu hukukuna geçişin başarılı ve duyarlı bir örneği olarak, hem vatandaşların din hizmetlerini devletin güvencesi altına alarak sağlamlaştırmakta, hem de devlet dışında zamanla onun otoritesine rakip çıkabilecek bir güç odağının oluşmasını engellemektedir. Sünnilik dışındaki mezheplerin mensuplarınca ileri sürülen istekler de eşitlikçi bir anlayışla karşılandıktan sonra, bu statüde değişiklik yapmak yanlış olur ve yeni sorunlara yol açabilir. Başkanlıktan asıl beklenen, başörtüsü konusunda laiklik ilkesine ters düşen ve cumhuriyetin hukukunu zedeleyerek dirileşmesini geciktiren yorumlamaları düzeltmesidir. Cumhuriyeti diriltmek o kurumun işini de kolaylaştıracak ve mezhep çekişmeleriyle yıpranmasını önleyecektir. [email protected] PENCERE ‘Enelhak...’ William Shakespeare yaşadı mı? Söylendiğine göre 1616’da Straford’da öldü, kentin kilisesine gömüldü. Kimi edebiyat tarihçileri de böyle bir adamın yaşamadığını, Francis Bacon’ın o güzelim oyunları ‘Şekspir’ adıyla yazdığını ileri sürüyorlar; ama öyle de olsa, böyle de olsa, Şekspir varlığını sürdürüyor, hayatımızı etkiliyor. Geçmiş yüzyıllardan bize kalan yapıtların çoğu nun sahibi bilinmeyenlerle donanmıştır. Nerede doğmuş? Nasıl yaşamış? Doğum yılı? Ölüm yılı? Ansiklopedilerde böyle yazarların ve ozanların do ğum ve ölüm yılları belirtilirken soru işareti konur. Homeros da bunlardan biri!.. Ozanın yaşamı bir soru işareti; ama yapıtları binlerce yıldan beri yaşıyor. Ya Ömer Hayyam? Hangi yılda öldü bu koca ozan? Bilinmiyor. Ancak şu dizelerine bakın: Bir ekmek kapısı aç bana Bir geçim yolu bulayım Kula kulluk etmeden Yaşamı söylencelerle bezenmiş bir şairimiz de Nesimi’dir. Nesimi’nin nerede doğduğu, nerede öldüğü, hangi zaman diliminde yaşadığı belli de söylencesinin gizemindeki gücü tanımlamak güç!.. Nesimi, Bağdat’ta doğmuş.. Halep’te öldürülmüş. Neden? Galileo Galilei neden engizisyon mahkemesin de yargılandı? Zamanın iktidarına ters gelen gerçeği dile getirdiği için değil mi? “Dünya evrenin merkezi değildir, güneşin çevresinde dönüyor” demek, kilisenin otoritesine karşı gelmekti. Zamanın egemeni öfkelendi; Galileo, zoru görünce sözünden döndü, canını kurtardı. Ya Nesimi? Asıl adı Seyid İmameddin olan Nesimi’nin, ya şamı soru işaretleriyle dolu; ama belli olan ne? Şairimize göre “İnsan Tanrı’dır, insanın dışında Tanrı yoktur. Bu yüzden kendini bilen, varlığının özünü kavrayan her insanın derin coşkunluk içinde ‘ben Tanrıyım’ anlamına gelen ‘enelhak’ demesi gerekir. İnsan konuşan bir Kuran’dır, tasavvuf diliyle ‘Kuran’ı natıktır’. Kendini bilen, varlığının derinliğinde saklı sırları, olgunlukları kavrayan bir insan için en yüce ibadet, insana tapmaktır; özünün sonsuzluğundaki anlama saygı göstermektir.” Doğu’nun “hümanizma”sını insan sevgisinde di le getiriyor büyük şair Nesimi, şeriatçının dünya görüşüne karşı çıkıyor; ama zamanın Memluk Sultanı Nasirüttin Ferec’in otoritesine de karşı çıkmış oluyor. Çünkü Galileo gibi Nesimi de din devleti düzeni içinde yaşamaktadır; bu ortamda ne hoşgörü vardır, ne fikir özgürlüğü... Tarihin saatinde akrep ile yelkovan 15’inci yüzyılı gösteriyor... Sultanın buyruğu üzerine Bağdat’ta derisi yüzü lerek öldürülüyor Nesimi... Derler ki: Nesimi’nin yandaşları, sevgili şairin cesedini al mak için infaz meydanına vardıklarında, kimseyi görememişler; çünkü Nesimi yüzülen derisini kaftan gibi sırtına alıp dalgalandıra dalgalandıra yürümüş gitmiş... Bağdat’ın 12 kapısındaki gözlemciler doğrula mışlar; Nesimi, 12 kapıdan birden çıkarak bilinmeyen bir yöne doğru yürümüş... O günden bu yana her Alevinin sırtındaki giysi, biraz da Nesimi’nin yüzülen derisidir; yüzyıllar bo yu bu kaftanın öyküsü kuşaktan kuşağa aktarılmış... Söylence ne denli inanılmaz da olsa, şair Nesimi, Galileo Galilei gibi, fikir özgürlüğü tarihinin bir sayfasına adını yazdı: ‘Enelhak’ diyerek... (25 Haziran 1996 tarihli yazısı) İ nsan yaşamını anlamlı kı lan, açıklığın, yalınlığın sı caklığıdır. Yalınlık, do ğallığın ilk adımıdır. Oysa bazılarına bakıyorsunuz sır lara sarılmış, sır küpü ol muş!Aslında, sırlara sarılma bir tür savunmadır. Sırla sis sözcükleri birbirine ne çok benziyor; ikisi de bir şeyleri gizliyor. Tarihin bilgisizlik dönem lerinde insanlara sırlar, gizler, cinler, periler egemen olur muş. O görünmezlerin arka sına saklanılırmış. Giz per desiyle gerçekleri örtme, ba zılarına çekici geliyor. Üste lik yarar da getiriyor. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” sözü eskilerden kalmadır. Günü müzde ise bazı şeyhlerin ye re inmeye hiç niyetleri yok! Sırlar sayesinde... Bir zamanlar, öğretmenli ğin Tanrı mesleği olduğu söylenir, sır verircesine, “Tanrı yere inse öğretmen liği seçer” denirdi. Ya şimdi? Günümüz gerçeğiyle yüzle şince, bu sözün sırları dö küldü! Bir an, Tanrı’nın öğ retmenlik için yere indiğini düşünelim. Atama bekleyen üç yüz bin öğretmenin arası na katılacaktı. Bu koşullarda Tanrı yere iner, öğretmenlik ister mi? Sırlı söz çöpe atıldı mı? Basından son bir haber (15.10.10): “Ataması yapıl mayan öğretmen platfor mu üyesi 51 kişi hakkında üç yıla kadar hapis isteni yor!” Bu da şansa... Sırlara Sığınanlar... Nusret ERTÜRK Gelecek evinizde. Siemens jetMatic Eco, 444 66 88 www.siemenshome.com %30 AÇI MÜMTAZ SOYSAL Cumhuriyeti Diriltmek (2)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle