25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 EK M 2010 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA KÜLTÜR 19kultur@cumhuriyet.com.tr CMYB C M Y B DEVREN SATILIK MADO CAFE Turgutreis / Bodrum Tel: 0532.282 45 48 MATEMAT K TÜBİTAK Matematik Şampiyonu, yurtdışı mastırlı, tecrübeli öğretmenden her seviyede matematik İngilizce matematik Kadıköy / stanbul 0532 420 22 31 ARI DÜŞÜNCE HULKİ AKTUNÇ Ölümsüz… Ekim tırpanlarıyla geçip gitse de, yazılar kendisini sürdürecek sevgili Deniz Som. İlgi ışıkları birbirini beslemeyi sürdürecek ey “hezarfen” Şiar Yalçın Bey. Gelecek yıl da “Cunda’da buluşamayız” ama şiirler sürecek Arif Damar ‘Barikat’ Ustam. Arif Ağabey, işte sizin evin balkonundan bir Mühürdar denizine bakmaktayız ya da Ayvalık’ta bir kıyı kahvesinden Ege’ye...Yelkenlilere. 2005’te bastonla gelip bastonsuz dönmüştüm Ayvalık’tan… Arif Ağabey, Ayvalık bana ilaç gibi geliyor. Bana da çok iyi geliyor. Şimdi pelesenk, ‘aman burayı da Bodrum’a çevirmesinler’… Ben Bodrum’a hiç gitmedim. Şaşırmadım bilir misin? Sürü sürü Papalina geçiyor. Dipte ise gürbüz Kefal çeteleri küçük ataklarla dolaşıyor. Yelkenliler demiştin? Yelkenlileri de bırak, bir tek yelkende nice bilgi var. Öykü var. Şiir var. Yelkende rüzgârın sonsuz bilgileri var. Daha 1960’larda aramızda yelken terzileri yaşıyor, Rum Matmazeller, Ermeni Madamlar. Bizim mahalleden balıkçı Yaşar, Matmazel Marikula’ya âşık olmuştu. 1963 Rum Kaçgununda balıkçı Yaşar, terzi Marikula ve o küçük yelkenli sanki göğe çekilmişti. İki yakada da artık bulunamadılar. Yoksuldular, dünyayı sevmiştiler. Kimi sözcüklerin ‘bir Şiar Yalçın bulmacası’nda yer almak için beklediğini görürdünüz. 1980’lerde, CumhuriyetPazar. Ben de çözmek için beklerdim. Yelken mi demiştik? Peki YELEKEN ne imiş? Sağdan sola 5: Yüksek, esintili yer. Hadi bakalım şimdi sözcüklere uçarsın. Yelkenin tarihçesini öğreniverirsin. YELKENLİ maddesine gelince, Yaşar ile Marikula’nın gülüşlerini duyuyorsun. Şiar Bey’i bulduysan bırakmayacaktın. Ben briçten pek anlamam, satranç dedin mi uçarım. Gerçek bir satranç entelektüeliydi o. Verdiği oyunlar, problemler, tam işte bulmacaları yoğunluğunda ve tadındaydı. İşte Alehin ile Rabinoviç. 1918 Mayıs’ında, Moskova’da oynuyorlar. Petroff savunması… Alehin, 29. hamlede mat ediyor. Büyük oyun! Şiar Bey’in yorumları o oyunlara oyun katabilirdi. Hulki, dur bir dakika, benim söylediğim lafı argo sözlüğüne kattın mı? Tabii ki Arif Ağabey… buyurun… KALDIRIM KARGASI, polis, hafiye. İyi, aklıma gelen oldukça seni ararım ben. Aklınıza gelmedikçe de arayın! Sen ara. Sor. Bu Ekim de geçip gidiyor… Deniz Som’a, Vaziyet’e bakıp Rahip Niemöller anekdotunu her gün bir kez daha okuyamayacaksın. Arif Ağabey’i göremeyeceksin, duyamayacaksın. Şiar Yalçın Bey’e tebelleş olamayacaksın. Ölümlü olan sensin Hulki, onlar ölümsüz artık. haktunc1949@yahoo.com T iyatro bir toplu yaratıcılık ve paylaşım sanatıdır. Ortak bir tasarım noktasından başla yarak farklı yaratım süreçleri hare kete geçirilir, sonra bunlar yeniden ortak bir potada, bir üslup bütünlü ğü oluşturacak şekilde eritilir. Top lu yaratıcılık ve paylaşımın en son ve kuşkusuz en önemli aşamasında ise, oyunun seyirci ile buluşması ve onun imgeleminde yepyeni bir yol culuğa çıkması yer alır. Dolayısıy la, yaratıcılık süreci yazaryönet menoyuncuseyirci ekseninde be lirlenen tiyatroda, tek ve ortak bir ta sarıdan hareket edilmesinin amacı, Meyerhold’un sözleriyle, “uyumlu bir temsil ortaya çıkarmak, or taklaşa yaratımın parçalı bir gö rüntü vermesini engellemektir.” Burada asıl görev yönetmene dü şer, çünkü ortak yapıta katılan her kesin kesişme noktasındadır ve fark lı süreçleri bir araya getirecek, den geyi kuracak ve toplu resmi oluştu racak olan odur. YAZARYÖNETMEN L ŞK S 20. yüzyıl başlarından, yani yö netmenin tiyatroda giderek mer kezi bir konuma gelmesinden bu yana, yazaryönetmen ilişkisi, çok verimli işbirliği örneklerine rast lanmakla birlikte, sorunlu bir hal de alabilmektedir. Tiyatronun 20. yüzyıldaki atılı mının ilk kilometre taşlarından bi ri olan Meyerhold’un adı, bazı oyunlarının afişinde oyun yazarı nın altında “temsil yazarı” olarak yer almıştır. Meyerhold, Ostrovski’nin Or man’ını ya da Gogol’ün Müfet tiş’ini sahnelediğinde, oyunları ken di sahne kurgusuna göre yeniden epizodlara bölmüş, bazı bölümleri çıkarmış, yazarların başka yapıtla rından bölümler eklemiştir. Bu yak laşımı nedeniyle, gerek kendi ül kesinde gerekse 1930’da turne yap tığı Batı ülkelerinde tutucu eleştir menler tarafından “klasik yapıtla ra saldırmak”la suçlanan Meyer hold, tiyatro yönetmeninin sanatsal yaratıcılık özerkliğini sonuna dek savunur. Çünkü hiçbir piyes, üze rinde yazılı olduğu kâğıtta durduğu gibi durmaz sahnede. Durmamalı dır. Bu nedenle yönetmenin metne değil, ama yazara karşı bağımsızlığı yaratıcı bir tiyatro yapılabilmesinin vazgeçilmez şartıdır. Her tiyatro çalışması sonuçta bi linmeze doğru çıkılan yeni bir yol culuktur. Çalışılan oyun kâğıt üze rinde bitmiş, kurgunun bütün un surları yerli yerine oturtulmuş, o oyun sizden önce de defalarca ve çok başarılı olarak sahnelenmiş olsa da bu “yeni yolculuk” özelliği değiş mez. Ama çıkılan her yeni yolculu ğun da mutlaka bir metinle başladı ğını görmek gerekir. Ortada yazılı hiçbir şey olmasa bile, her oyunun, her sanat eserinin bir metni, seyirciye, izleyiciye söyleyeceği bir şey mut laka vardır. Bu anlamda metne kar şı bağımsız olamazsınız. Yoksa ken di içinizde, çıktığınız yolculuk için de tutarlılığınızı koruyamazsınız. Ama bir metni seyirciye iletmenin tek yolu, tek ifade aracı asla söz de ğildir. Tiyatro birçok ifade aracından oluşan, bunların hepsini bir araya ge tirerek bir dil, bir sahne dili oluştu ran bir sanat dalıdır. Son derece ya lın, tek kişinin oynadığı, dekorsuz bir oyun bile yapsanız tek ifade aracınız söz olamaz; sahnedeki oyuncunun bedenini, duruşunu, sesini, uzuvla rını şekilleyecek bir sürü ifade ara cı, bir sürü farklı sanat disiplini devreye girmelidir. Bazı yazarlar, kendilerini oyunun tek sahibi sanmak yanılgısından bir türlü vazgeçe mezler. Oysa bir oyunun telif hak kının sahibi olmakla, sahnede orta ya çıkan yapıtın dilinin sahibi olmak arasında dağlar kadar fark vardır. “Tiyatrocunun işlevi yazarın söz lerini okuyan bir yorumculukla sı nırlanıyor. Yazar, tiyatro sanatı nın hizmetinde olacak yerde, ti yatro yazarın hizmetine giriyor ve alçakgönüllü bir görev yükleniyor. Bu nedenle de tiyatro bağımsız bir sanat olmaktan çıkıyor” diyen Metin And’ın bu eleştirisi, son de rece haklıdır. TYATRO OYUNCULUK SANATIDIR Tiyatrodaki üretim sürecinin en azından 20. yüzyıl başından beri odak noktasında duran ve farklılık lar arasında uyumu, armoniyi kura rak yazarın satır aralarından kendi yorumunu, kendi sözünü de ileten yönetmen de, bağımsızlığının ancak oyuncular ve tüm yaratıcı ekiple birlikte bir anlam kazanacağını unut mamalıdır. Çünkü yine Meyer hold’un dediği gibi, “Bu armoni dü zenlendikten sonra (yoksa temsi lin anlamı kalmaz), yönetmenin el de ettiği sonuç kendi tasarımının tam bir kopyası değildir. (...) Yö netmen kulislere saklanacağı anı bekler ve oyuncuları artık serbest bırakır: ya yönetmen ve yazarı onaylamadıkları için (...) ‘gemiyi yakacaklar’ [A. Blok’un sözü], ya da (...) ruhlarını ortaya serecek ve seyircinin oyunculuk sanatı priz masından süzülen yazarı ve yö netmeni yakalamasına olanak ta nıyacaklardır. Tiyatro, oyunculuk sanatıdır.” aemelmesci@yahoo.fr “Tiyatrocunun işlevi yazarın sözlerini okuyan bir yorumculukla sınırlanıyor. Yazar, tiyatro sanatının hizmetinde olacak yerde, tiyatro yazarın hizmetine giriyor ve alçakgönüllü bir görev yükleniyor. Bu nedenle de tiyatro bağımsız bir sanat olmaktan çıkıyor” diyen Metin And’ın bu eleştirisi, son derece haklıdır. Piyes kâğıtta durduğu gibi durmaz ZÜLAL KALKANDELEN Y enilikçi ve genç müzikleri 8 yıldır İstanbul’a taşıyan Phonem By Miller etkinli ği, bu yıl çarpıcı bir açılış yaptı. Cu martesi gecesi İKSV binasındaki Sa lon’un sahnesinde deneysel rock’ın önemli gruplarından Liars vardı. Birçok kişi yaptıkları müziği dans punk diye nitelendirse de, bence is tedikleri müziği hiçbir sınır tanıma dan yaptıkları için en uygun tanım lama deneysel rock. Angus Andrew (vokal ve gitar), Julian Gross (davul) ve Aaron Hemphill’den (vur malı çalgılar, gitar ve synth) kurulu Liars’ın bugüne kadar yaptığı her şey sıra dışı. Bir al bümden diğerine değişen so undlar, bir cümle uzunluğun da şarkı isimleri, kimi zaman minimalist kimi zaman sofis tike CD tasarımları ve elbet te vahşi gitarlarla ses deney lerini buluşturan müzikleri, onları diğerlerinden belirgin şekilde ayırıyor. ÜRKÜTÜCÜ AMA EĞLEND R C Gece 23.15’te sahneye çık tı Liars ekibi. Bu arada yeri gelmişken bir noktaya değin mek isterim. Türkiye’de bu tip konserler neden yurtdışında olduğu gibi 20.30 ya da 21.00’de başlamıyor? 23.15’te sahneye çıkan bir grup yak laşık iki saat çalınca, dinleyicinin İs tanbul trafiğinde eve dönmesi gece sa at 2’yi buluyor. Liars’dan önce ön grup olarak Türkiye’den Ayyuka çaldı ama onlar da sahneye 22.00’de çıktı. Üstelik bu durum hafta içi et kinliklerde bile aynı. Organizatörler, konserlerin saatini biraz öne almayı düşünürler umarım. Angus Andrews, sahnede sergile diği çılgın tavırlarıyla ünlü. “Acaba bunu şovun bir parçası olarak mı yapıyor?” diye merak ediyordum. Ancak canlı gördükten sonra kararı mı verdim; onlar sahnedeyken her şey kendiliğinden gelişiyor. Angus, adeta yaramaz çocukları an dıran bir edayla sahnede o kadar kontrolsüzce geziniyor ki, bir ara davulu düşürdü, bira şişesine çarpıp zemine bira döktü, gitaristin bacağı na dolandı. Bazen çok ciddi gözüke rek, bazen kurnazca gülümseyerek ka labalığı etkilemesini de çok iyi bili yor. Grubun diğer elemanlarının sa dece enstrümanlarını çalmakla ilgi lendiğini düşünürseniz, Liars’ın ür kütücü ama eğlendirici müziğini an cak böyle bir vokalist sunabilirdi. YALNIZLAŞAN NSAN Üstelik o müzikle neler anlattıkla rı da belli. Yeni albümleri “Sister world”, son yıllarda Amerika’ya pompalanan mantıksız iyimserliğe bir tepki olarak ortaya çıkmış. Müzi ğin, çevrelerinde gelişen dünyadan kopma noktasında alternatif bir dün ya yarattığını söylüyor Liars. Geniş leyen nüfus ve gelişen iletişim tek nolojilerine karşın giderek yalnızla şan insanın kurduğu yeni bir dünya bu. Böyle bir düşünceden yola çıkan bir grubun müziği elbette agresif ola caktır. Bunu anlatmasını sağlayacak en iyi müzik türü de tabii ki punk’dır. Bazıları Liars’ı fazla uçuk bulur. Ancak bis sırasında çaldıkları “Bro ken Witch”de Angus’un neden “At olmak istiyorum” diye bağırdığını anlamak için onları biraz tanımak la zım. Savaşlarla kana bulanan dünya da insanlığından utanıp at olmak is teyen birinin çığlığıdır o... Yaklaşık iki saatlik konserde hem “Sisterworld”den hem de önceki çalışmalarından şarkılar çaldı Liars. Sahne mükemmel bir şekilde kaotik, müzik doyurucuydu. Gecenin so nunda herkes at olmak istediğini hay kırıyordu. Bundan daha fantastik konser olur mu? (www.zulalkalkandelen.com) ‘At olmak istiyorum...’ Deneysel rock’ın önemli gruplarından Liars, İKSV Salon’da fantastik bir konser verdi Meyerhold’un sözleriyle, “uyumlu bir temsil ortaya çıkarmak, ortaklaşa yaratımın parçalı bir görüntü vermesini engellemektir” Bilbo’yu Freeman oynuyor Kültür Servisi Yıllardır yılan hikâyesine dönen Hobbit filmininin yönetmeni Peter Jackson, Bilbo Baggins’i The Office’in aktörü Martin Freeman’ın oynayacağını açıkladı. Jackson yaptığı açıklamada, “Freeman, tıpkı Bilbo gibi zeki, eğlenceli, şaşırtıcı ve gözü pek” dedi. Bu arada, Peter Jackson’ın eşi Fran Walsh’ın bir radio programında, filmin Britanya’ya kaydırıldığını ifade ettiği söyleniyor. Bilindiği üzere, Yeni Zelanda’daki Oyuncular Birliği Hobbit filmi için boykot çağrısı yapmıştı. Sektördeki tartışmalar sürerken Yeni Zelanda’nın ANZNational Bankası ekonomistleri filmin Yeni Zelanda yerine başka bir ülkede çekilmesinin ülkeye 1.5 milyar dolar kaybettireceğini söyledi. ‘Görüş hakkı’ Kadıköy’de açıldı Kültür Servisi British Council tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği Komisyonu’nca desteklenen “Benim Kentim/My City” Projesi kapsamında Avusturyalı sanatçı Andreas Fogarasi’nin tasarladığı “Panaroma/Görüş Hakkı” projesinin açılışı Kadıköy’de dün yapıldı. AB’nin “Sivil Toplum Diyaloğu: Kültür Köprüleri Programı” kapsamında Türkiye ve Avrupa arasındaki diyaloğun sanat ve kültür aracılığıyla güçlendirilmesi hedefleyen çalışmanın Konya, Mardin, Çanakkale ve Trabzon’dan sonraki ayağı olan İstanbul’da, projenin tanıtımı amacıyla Kadıköy Meydanı’nda tören düzenlendi. Projenin Kuratörü Silvia Eilmaybr de Panorama (Görüş Hakkı) tasarımının İstanbul’un kamusal alanında yer alan bir eser olduğunu aktardı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle