16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 25 EK M 2010 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA EKONOMİ 15 CMYB C M Y B Hafta sonu G20 toplantısı yapıldı. Toplantı öncesinde ve toplantının ilk gününde egemen olan hava, önceki hafta yapılan IMFDünya Bankası’ndakinden farklı değildi (Dünya Ekonomisine bakış, 11Ekim): Küresel “dengesizlikler”, döviz savaşları korkusu. Bu hafta sonunda yapılan yalnızca maliye bakanları toplantısıydı, 11 Kasım’da Seul’de yapılacak “esas” liderler toplantısına zemin hazırlamayı amaçlıyordu. Ama Seul’de yapılacak liderler toplantısından da tıkanıklığı açacak bir sonuç çıkacak gibi görünmüyor. Çünkü tıkanıklıkların arkasında hem yapısal hem de psikolojik kültürel (siyasi) nedenler var. Bu nedenlerin kısa sürede (öngörülebilir bir dönemde) ortadan kalkması olanaklı değil. Hep aynı Déjà vù Hannah Barbara’nın çizgi film karakteri Ayı Yogi’nin (Yogi Bear) deyişiyle “Hep aynı Déjà vù” durumunu yaşıyoruz. IMF Dünya Bankası toplantısında da bir “Déjà vù” olmuştu. Çünkü bir önceki toplantıda da aynı konular ve çelişkiler vardı. Bu kez de aynı şey; bir “Déjà vù” daha... ABD’nin dış ticaret açığı, zayıf ekonomik toparlanma ve yüzde10 dolayında dolaşan işsizlik oranlarına karşın, kimi gelişmekte olan ülkelerin, yüksek büyüme hızı, büyük ticaret fazlası, döviz rezervleri olduğu görülüyor. Bunların içinde de bildiğiniz gibi en dikkat çeken ülke Çin. ABD bu “dengesizliklerin” temizlenmesini istiyor. Önerdiği çözüm de, Hazine Bakanı Geithner’in G20 toplantısına gönderdiği mektupta ifade edildiği gibi, dış ticaret fazlasına bir üst sınır getirmek, başta Çin olmak üzere bir seri Asya ülkesinin dövizlerini değerlendirmeye ikna etmek. BBC’nin bildirdiğine göre mektup G20 bakanlar toplantısında bir direnişle karşılaşmış. Böyle olması da çok doğal. Çünkü bu rezervlerin ve dış ticaret fazlası sorununun arkasında, öncelikle Dünya Bankası’nın eski baş ekonomisti, Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz’in işaret ettiği gibi, ülkelerin, “kendilerini istikrarsızlıktan korumak için büyük döviz rezervlerine sahip olmaları gerektiğini görmüş olmaları” yatıyor (Christian Science Monitor, 21/10). Diğer bir deyişle bu rezervlerin arkasında, 1997 Asya krizinin etkileri ve küreselleşmeye (finansallaşmaya) karşı korunma çabaları var. İkinci neden de yine “küreselleşmeyle”, daha doğrusu, 1982 borç krizinden sonra, bu ülkeleri ihracata dayalı büyümeye, dışa açılmaya iten IMF “reformları” ile, bunun öbür yüzü merkezdeki finansallaşmayla ilgili. Bugün G20 ülkelerinin hemen hepsi, ihracatı büyümenin en temel lokomotifi olarak görüyor. Daha önce bu köşede, Financial Times’dan aktardığım gibi, merkez ülkeleri, krizi (talep yetersizliği sorununu) ihracat yoluyla aşmaya çalışıyorlar. ABD’nin isteğine uyarak “dengesizlikleri” temizlemeye kalkacak olanlar, kendi büyüme hızlarını feda etmeleri, bu fedakârlığın sonucu ihracatçı sektörde oluşacak tahribatın ve işsizliğin siyasi sonuçlarına katlanmaları gerekecek. G20 ülkelerinin, artık tükendiği ortada olan bir modeli, bu modelin mimarı ABD hegemonyasını restore etmeleri için güçlü bir nedenleri yok. ABD de tehdit etmenin dışında teşvik edici birtakım avantajlar sunamıyor... Aksine, bu ülkelerin mal piyasalarını kullanmanın ötesinde, daha da hızlanacak olan sıcak para harekeleri yoluyla, bu ülkelerin ufkuna, yeni istikrarsızlık riskleri getiriyor. Bu nedenle Çin parasının değerini kendi ekonomisinin gereksinimlerine uygun bir hızda arttıracağını söylerken, Brezilya ve Endonezya (geçmişte sıcak para hareketlerinden çok çekmiş iki ülke) sermaye hareketlerine kısıtlamalar getiriyorlar. Güney Kore de getirmeye hazırlanıyor. Tüm bunları iki hafta önce de konuşmuştuk, gelecek aylarda, haftalarda da “hep aynı Déjà vù”yu yaşamaya devam edeceğimize eminin. Bu yüzden, gelin bu tartışmalara biraz eğlenceli bir açıdan bakmaya çalışalım. Nostaljik, histerik, nörotik Bir süredir, ABD dış politika çevrelerinden kimi yazarların yorumlarında, ABD liderliğinin (hegemonyasının) herkesi önüne katıp götürdüğü “küreselleşme engellenemez” günlerine yönelik bir “nostalji” dikkat çekiyor. Biliyorsunuz “nostalji”, eski Yunancada “nostos” (eve dönüş) ve “algos” (acılı, hüzünlü) sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor. Gerçekten de ABD’nin uluslararası alandaki liderliği gittikçe zayıflıyor, etkisini kaybediyor, önceki dönemi düşünmek bu yazarları hüzünlendiriyor. Diğer taraftan, 20072009 mali krizinin şok dalgası geçtiğinden, dünya ticaretinde ve sermaye hareketlerinde görülen iyileşmeler umutlandırıyor, “Küreselleşme geri geliyor” (Hufbauer & Suominen, Foreign Policy, 21/10) başlıklı uzun denemeler yazdırıyor. Ama bu yazarlar da bu geri dönüşün hüzünlü bir durum olduğunun farkındalar. Çünkü dış ticaretteki toparlanma ABD’nin değil, yükselen güçlerin artan etkilerine işaret ediyor. Sermaye hareketleriyse, çoğu ABD kaynaklı, heç fonların sıcak para operasyonlarından ve yükselen güçlerin “devlet fonlarından” kaynaklanıyor. Birincisi tepki çekiyor, korumacı refleksleri harekete geçiriyor. İkincisiyse, çok uygun koşullarda geldiğinden, gelişmekte olan ülkelerin yönetimlerince, Afrika ve Latin Amerika’da adeta kapıda karşılanıyor. Histeri ise ABD dış politika refleksiyle ilişkilendirilebilecek bir durum. ABD yönetimi, kriz yönetim modelinin tükendiğini, uluslararası alanda iktidar kaybetmekte olduğunu (kastrasyon) yadsıyor (kabullenmek istemiyor). ABD ısrarla, dünya ülkelerine, ABD liderliğinin kapitalizm (“Büyük Öteki”) için ne kadar gerekli ve herkesin yararına olduğunu anlatıyor. Onu kimse dinlemiyor, ama o ne “Amerika’nın ekonomik siyasi yapısının” artık kafasındaki eski Amerika imajına uygun olmadığını görebiliyor, ne de “yapısının” yeni haline uygun bir konumu benimsemeye hazır görünüyor. ABD yönetimi bu “çatlakta” ısrarla, biteviye, sanki hâlâ egemen güçmüş gibi anlatmaya devam ediyor... Nörotik’lik de bence Çin’in tutumlarıyla ilgili. Çin liderliğinin çeşitli açıklamalarından, “toplumsal ahengin” önemine yaptıkları vurgudan, ihracata yönelik modeli terk etmek, iç tüketime, katma değer oranı, teknoloji içeriği yüksek malların üretimine geçmek istediklerini, hatta bu yönde adımlar atmakta olduklarını anlıyoruz. Ama ABD veya IMFDünya Bankası, bu yönde önerilerle gelince, hemen tepki gösteriyor, sert çıkışlar yapıyorlar. Çünkü Çin liderliği (belki de haklı olarak), kendisi için gerekli bu dönüşümün gerektirdiği fedakârlıklardan, ABD ve Batı’nın, diğer bir deyişle simgesel evrenindeki (yüzyıllık aşağılanma ve sömürü söylemi) “Büyük Öteki’nin” yararlanmasından, böylece bugünkü konumunu kaybetmekten korkuyor. Kendi yükselişini ve dönüşümünü “Büyük Öteki’nin” hizmetine vermekten korkuyor... Almanya’nın Avrupa Birliği içindeki tutumunda da buna benzer bir yaklaşım görülebilir. AB’yi stabilize edecek mali kaynaklar var ama, Almanya bu kaynakları harekete geçirirken yapacağı “fedakârlıklardan”, AB içindeki (ve dışındaki) diğer güçlerin (ötekileri) yararlanmasından korkuyor. Böylece hem Çin hem de Almanya, nörotik refleksleri yüzünden kendi hegemonya inşa süreçlerini sabote ediyorlar... G20 Toplantısının Aynasında... Sonbaharı yaşıyoruz. Sonbahar, doğada canlanmanın durduğu; yaprakların sararıp döküldüğü bir mevsimin adıdır. Ancak bunlar olurken sonbaharda umutlar tomurcuklara dönüşür. Dalından kopan her yaprak, ayrıldığı noktada bir tomurcuk bırakır. Bu tomurcuk kışın karlı buzlu, dondurucu soğuğunu yaşayacak ve ilkbahara ulaşacaktır. Kış boyu içindeki canlılığı aylarca koruyacak olan tomurcuk, önce yaprağa, sonra rengârenk çiçeğe, sonra diğer çiçeklerle döllenmeye ve sonunda da meyveye dönüşecek süreçlerin gizilgücünü içinde taşır. Son günlerin toplumsal ilişkilerde yaşanan sonbahar karamsarlığı ortamında umut tomurcukları üniversitede açıyor. Pek çok üniversitede gençler, özgürlükleri savunarak türban kullanımına hayır diyor. Üniversitede türbana hayır diyen gençleri birleştiren ortak nokta solcu olmalarıdır. Halkoylaması sırasında pek çok kendini solcu diye tanımlayan yaşlı, AKP’nin kuyruğuna takılarak ve solun temel öğretisini unutarak, anayasa değişikliklerine evet dedi. Solcu gençler o eski solculara, gerçek sol özgürlükçülüğün tarihi bir dersini veriyor. Anayasa değişikliklerine dedikleri gibi, şimdi de üniversitelerinde türban takılmasına hayır diyor. Burada birkaç noktanın altı çizilmelidir. Üniversitede türban giyilmesine karşı çıkan solcu gençlerin özgürlükçü olmalarının ana dayanağı, bilimsel özgürlük ve üniversite özerkliğidir. Bu dayanak, Cumhuriyet’in kuruluşunda ilke edinilen, “bilginin kaynağını”, araştırmada, deneyde, nesnede ve onun evriminde arayan, her konuya eleştirel bakabilen temel yaklaşımla, doğal olarak uyumludur. Solcu gençlerin sahip olduğu bilimsel bilgi onların sorunlara sağlıklı çözümler üretmelerini güvence altına alır. Bu anlayışı içselleştiren ve taşıyan gençler, kaçınılmaz olarak, ilerici ve çağdaştır; değişimi, eskide değil, yenilikçilikte arar. Türkiye solu, on yıllar boyu ağır baskı altında tutuldu; binlercesi bu toplumun özgürleşmesi için canını verdi, işkenceden geçirildi; işinden, aşından oldu, ezildi. Faşizmin değişik türlerinin çemberinden geçilerek çekilenler ve ödenen ağır bedeller, belli bir deneyim ve birikim sağlamış olmalıdır. Diğer taraftan dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle, gençlerin sol düşünceyi öğrenmeleri, yirmi yıl öncesine göre çok daha kolaydır. Solcu gençler, bilimsel bilgiyle donanmış, özgürlük savunucusu olarak güçlenmelidirler. Kendilerine kurulacak büyük tuzakları ve oynanacak akıl almaz oyunları boşa çıkarmak, tomurcuğun kışa dayanması gibi, saldırılar karşısında kendilerini korumayı başarmak ve güçlenmek zorundadırlar. Gerçek özgürleşme ve gelişme bilinciyle donanımlı olan solcu gençler, bilimsel olarak haklıdırlar. Güçlerini, bu haklılıklarından alırlar. Bu nedenle fiziksel çatışmaya ve giderek şiddete başvurmaktan kesinkes kaçınmak zorundadırlar; kendilerini yalnızlaştıran yanlışlar yaparak haklılıklarının yok olmasına izin veremezler; kendilerinin ve toplumun umutlarını sürekli yeşertmekle yükümlüdürler. Bilimsel solun gelişmesi sürecinde “eşitlik, özgürlük, barış ve dayanışma,” solcu düşünceye yaşam veren ve günümüzde de geçerliliğini koruyan düşünce pınarlarıdır. Solcu gençler, bu değerleri içselleştirmeli; güçlerini yalnızca bunlardan almalı ve özgürlükçü olan kişi ve kuruluşlarla dayanışma içinde olabilmelidirler. Kuşkusuz, kendilerine özgürlükçü diyenlerin de solcu gençlerle dayanışma içinde olması gerekir. Türkiye toplumu, türban giyilmesini özgürlük sayan bugünkü büyük tarihsel yanlış noktasına bir günde gelmedi; özgürlükçü solun baskı altında tutulmasının sonucu olarak geldi. Günümüzün gençleri, sol düşünceyi gerçek kaynaklarından öğrenmek; onları ayrıntılarıyla ve korkusuzca tartışmak; ülkemizde ve dünyadaki uygulamalarına eleştirel bir gözle bakarak gerekli dersleri çıkarmak ve geleceğe çok daha sağlam adımlarla yürümek olanağına sahiptirler. Gelinen noktada özgürlük savunucusu solcu gençlerin, yanlış yapmamak gibi bir sorumlulukları da var. Tomurcuk olmak kolay değil elbet. Ancak, solcu gençler, daha önce öncülerinin taşıdığı özgürlük bayrağını en yukarılarda dalgalandırmayı, onunla birlikte, bilimsel bilgi, bilinç ve deneyim dolu birikimlerini toplumla birlikte gelecek ilkbaharlara taşımayı kuşkusuz başaracaklardır! [email protected] ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Umut Tomurcukları! [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Türkiye’nin cari açığı IMF’yi kaygılandırdı Ekonomi Servisi Uluslararası Para Fo nu (IMF) Başkanı Dominique Strauss Kahn, “Türkiye ekonomisi iyi gidiyor. Tek kaygı, çok hızlı büyüyen bir ülke, fazla ithalat yapıyorsunuz. Bu yüzden ca ri açığa dikkat etmelisiniz” dedi. Güney Kore’nin Gyeongju kentinde dü zenlenen G20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankaları Başkanları toplantısına katılan StraussKahn, AA’nın sorularını yanıtladı. G20 toplantısında gelişmiş AB ülkelerinin, IMF’nin 24 sandalyeli İcra Direktörleri Kurulu’nda sahip oldukları 9 sandalyeden 2’sini gelişmekte olan ülkelere bırakma kararına işaret edilerek, Türkiye’nin masa da yer alma olasılığının sorulması üzerine StraussKahn, “Bu 2 koltuğu nasıl bıra kacaklarına, Avrupa karar verecek. Ta bii ki herkesin aklında İcra Direktörleri Kurulu’nda yer almak için iyi adayın Türkiye olduğu var, ki bence de bu ma kul” diye konuştu. StraussKahn’ın ko nuşmasının satır başları şöyle: Türkiye hızlı büyüyen bir ekonomi, bu rada soru, bu büyümenin ne kadar sürdü rülebilir olduğudur. Türkiye ekonomisi iyi gidiyor, bu yıl için büyüme oranı yüzde 7.58 arasında öngö rülüyor, ki bu oldukça yüksek bir seviye. Bütçe açığı da fena değil. Türkiye ekono misinin gelecek yılıyla ilgili çok fazla kay gıya gerek yok, bence işler yolunda gidecek. Türkiye’nin gelecek için yatırım yap ması gerekiyor. Bir risk enflasyon, ki bu son zamanlarda güçlü değil. İkincisi de mali risk. Biz IMF olarak hükümetin ma li kuralı uygulamaya koymasını bekli yorduk. Sonuçta mali kural uygulamaya konmadı, belki bir gün konulur. Ama şu nu söylemeliyim ki; hükümet sanki mali kural varmış gibi doğru davranıyor. Bir zorlama olmadan doğru şeyleri yapıyor lar, ki bu oldukça iyi. IMF Başkanı Dominique Strauss Kahn: Türkiye’nin baş etmesi gereken iki risk; enflasyon ve mali risktir. Büyüyen bir ekonomisiniz, burada soru, bu büyümenin ne kadar sürdürülebilir olduğudur. Ekonomi Servisi Tür kiye 2010’un ocakağustos dö neminde, doğrudan yatırım için 3 milyar 43 milyon dolar düze yinde yabancı sermaye çekerken, bunun 5’te ikisini oluşturan 1 milyar 173 milyon dolarlık yerli sermayeyi yurtdışına yatırım için gönderdi. Merkez Bankası’nın ağus tos ayı ödemeler dengesi ge çici verilerine göre yılın ilk 8 ayında Tür kiye’ye giriş yapan doğrudan sermaye yatırımları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 34 azalarak 4 milyar 614 mil yon dolardan 3 milyar 43 milyon dola ra geriledi. Son 8.5 yılı aşkın dönemde doğrudan yatırım için Türkiye’ye giriş yapan yabancı sermaye 71 milyar 971 milyon dolar olurken, yurtdışına yatırım için giden yerli sermaye 12 milyar 386 milyon dolara ulaştı. 8.5 yılı aşkın dö nemde Türkiye’ye gelen doğrudan ya tırımların yüzde 17’si büyüklüğünde yer li sermaye yurtdışına yatırım için göç et miş oldu. 2010’un ocakağustos döne minde yurtdışına doğrudan yatırım için giden 1.3 milyar dolarlık yerli serma yenin 477 milyon dolarlık bölümü sa nayi, 646 milyon dolarlık bölümü hiz metler sektörü yatırımlarına gitti. Türk sermayesini en çok çeken ülke 498 milyon dolarla Hollanda oldu. IMF Başkanı Dominique StraussKahn DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA 1.21.2 milyar dolarlık sermaye göç etti
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle