16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 2 EK M 2010 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Savarona, Nereye? GÖCEK TEN kalkacak Savarona tekrar Deniz Kuvvetleri ne gitmelidir. Ama, önce denizlerin en kirlisine demir atıp orayı geçici olarak biraz daha kirletme pahasına da olsa, iyice sabunlanarak yıkanmalı, deterjanların en güçlüsüyle temizlenerek her köşesine DDT türünden ne toz varsa serpilmeli ve Gölcük Tersanesi ne böyle bir işlemden sonra alınmalı. Büyük kurtarıcının anısına ve ulusun özverisine sürülen leke ancak böyle silinir belki. Gemi kuru havuzda boyaların en beyazıyla boyanmalı, ardından tören bayraklarını donanıp Gelibolu nun Anzak koyu ve İzmir in Kordonboyu açığına demirleyip bir süre zafer rüzg rlarının esintisinde dinlendirilmelidir. Fantezi düşünceye ciddi nedenler eklemeden olmaz. Birincisi, bundan sonra izlenecek yolun bir an önce kesinleştirilmesi ve sorunu büsbütün çirkinleştirecek dalgalanmaları önleyici bir rotanın çizilmesidir. Rotası belirlenmemiş gemiye hiçbir rüzg r yardımcı olamaz. Elbet, Deniz Kuvvetleri ne dönsün demekle kalınmamalı, bu tercihin hukuksal ve parasal gerekleri yerine getirilmelidir. İkincisi, süreklilik. Telaşla gemiyi herhangi bir bakanlığa ya da kuruluşa bağlamak, büyük kurucunun titizlikle korunması gereken anısını sonradan siyasal rengi değişebilecek rastgele bir yere teslim etmek demektir. Ona kendi bağrından çıkaran ordunun denizci kanadı en sağlam ve kalıcı yuva olacaktır. Üçüncüsü, herhangi bir tekneyi denizde sürekli yüzer tutmak, bilen bilir, ancak denizi sevenin baş edebileceği bir güçlüktür. Deniz kıyısına yakın yere bırakılmış bir arabanın başına gelenlerin daha kötüsü karaya çekilen ya da rıhtımda hareketsiz duran geminin başına gelir. Araba gibi gemi de arada bir gezdirilmelidir; yoksa bakımı daha güçleşir. Kaldı ki, bakım için belirli sürelerle havuzlanarak özellikle sualtı kesiminin gözden geçirilmesi gerekecektir. Bu işi de en iyi, herhalde Kara ya da Hava değil, Deniz Kuvvetleri yapar. Dördüncüsü, denizcilik eğitimine yönelik okullarda ve savaş gemileriyle manevralarda gerekli bilgi ve becerileri edinmiş genç deniz subaylarının böyle bir gemiyle ara sıra dış limanları dolaşmaları kadar yararlı ve anlamlı bir etkinlik olabilir mi? Dünyaya açık olmak ve dünyayı bilmek denizciliğin temel niteliklerinden olduğuna göre, kendisi başlıbaşına müze olan ve hem eğitime elverişli hem de dış görüntüsüyle başkalarını imrendirebilecek durumda olan bir gemiyi müze görevine mahkum etmek kadar büyük haksızlık olamaz... Nedenler saymakla bitmiyor. Onları tartışmak, bir çeşit deniz kültürüne giriş sayılacağı için, toplumun kara ağırlıklı niteliğini değiştirmeye de yarayabilir. Savarona yı kirli çağdaşlığın çirkefinden arındırarak denizde ve dolaşır tutmak, devrimci Mustafa Kemal in muasır medeniyet seviyesi üstüne çıkma hedefine etkin ve doğru bakmanın simgesi niçin olmasın? [email protected] PENCERE Ekonomik Kriz Mintarafillah mı?.. Feryat, figan, SOS, imdat sesleri, eyvah battık, boğuluyoruz, yetişin, kurtarın çığlıkları... Kim kurtaracak?.. Devlet Baba!.. Kimi kurtaracak?.. Ezilen, sürünen, yarı aç yarı tok yaşayan, gün geçtikçe yoksullaşan işçiyi mi, köylüyü mü, küçük memuru mu, emekçiyi mi, emekliyi mi?.. Yok canım, ezilen yurttaşın hakkını savunmak Üçüncü Dünya solculuğu ya da dinozorluk değil mi?.. Devlet Baba kimi kurtaracak?.. Patronu!.. Peki, Devlet Baba zora dara düşen patronu kurtarsın; ama, neoliberalizmin raconunda böyle bir şey var mı?.. Yok!.. Ancak.. beni kurtar diye feryat edenler Devlet Baba ya diyorlar ki: Ne yapalım kriz patladı. Neden patladı bu kriz?.. Deprem, taşkın, kasırga, El Nino gibi bir şey mi bu?.. Yoksa kriz bizim ekonomiye Allah tarafından mı nazil oldu?.. Bir kodamanın neoliberalizm tapınağındaki günah hücresine girip bu işin sırrını papaza fısıldaması mı gerek?.. Neoliberalizmin Türkiye deki patronu bir süre önce Çankaya dan seslenmişti: Sosyal devlet öldü. Ne oluyor?.. İşsiz, evsiz barksız, yoksul, güçsüz yurttaş için ölen sosyal devlet , mezarında hortlayıp patronları kurtarmak için mi canlanıyor?.. Ya KİT ler?.. KİT ler Devlet Baba nın sırtında kambur sayılıyordu; bu durumda ne olacak?.. Krizden ötürü Devlet Baba ya yüklenen özel şirketleri de özelleştirmek mi gerekecek?.. Küreselleşmede ulus devlet e düşen işlev ne?.. Devlet sermayeye özgürlük tanıyıp emeğin jandarması olacak!.. Çoğunluğu Amerika da bulunan altmış ÇUŞ Çok Uluslu Şirket yeryüzü parasal egemenliğinde imparatorluk hanedanına dönüştü. Yeryüzünde en zengin üç kişi, kırk sekiz en yoksul ülkenin toplam ulusal gelirinden daha büyük parasal güce sahip. Dünya nüfusunda en zengin yüzde 20 yi oluşturan kesimin geliri, en yoksul yüzde 20 yi oluşturan kesimden 1960 ta 30 kat yüksekti; bu sayı 1995 te 82 kata tırmandı. Aklı başında hiçbir kimse bu tür bir dünya düzenine evet diyemez; çağdaş bir insan böyle bir ekonomik düzenin küreselleşmesinden hayır gelmeyeceğini bilmez mi?.. Dünya ekonomisindeki krizin nedeni akıl dışı düzenden kaynaklanıyor. Bu ilkel düzenin Anadolu coğrafyasındaki bunalımını yaşıyoruz. İnsan mı ekonomi içindir.. Ekonomi mi insan için?.. İnsanları acımasız bir çarkın dişlilerinde öğüten ekonomik düzeni uygarlığın aşması gerekiyor. Dünyamızda geçerli parasal egemenliğin padişahları bugün karar verseler, yeryüzünde ne aç kalır ne de yoksul!.. Dünya çapında sağlık ve beslenme gereksinimi için 13 milyar dolar yeterlidir ki bu para Amerika ve Avrupa nın bir yıllık parfüm gideridir. 20 nci yüzyılda iki savaş ve iki ekonomik kriz geldi geçti. Yaşadığımız kriz de geçecek; ama, gözleri açmaya yetecek mi?.. 12 Aralık 1998 tarihli yazısı B ir siyasal partinin gücü özellikle programının yeterliliği, inandırı cılığı, ülke sorunlarına somut çö zümler getirmesi, örgütün güçlü lüğü, temel konularda yaklaşım birliği ve kadrosunun yaygınlığı, etkinliğiyle ölçülür. Bu üç konu birbirini destekleyen ve birbirinden güç alan öğelerdir. Birinin güç süzlüğü ve yetersizliği, öbürlerini de olumsuz yönde etkiler. Bu yazımda güncelliğini koruyan bir konu da, genelde siyasal kadro sorunu üzerinde dur mak ve özelde de bu alanda CHP nin duru munu irdelemek istiyorum. Sayın Ali Sirmen 14 Eylül 2010 tarihli ya zısında, 12 Eylül referandum sonuçları Kemal Kılıçdaroğlu nun yakaladığı ivmenin önem li olduğunu göstermiştir, fakat bu yeterli de ğildir diyor ve CHP oylarının yıllardır yerin de saymasının örgütlenme modelinden kay naklandığını vurguluyarak şu konuyu öne sü rüyor: 1973 yılında dağa taşa Başbakan Ece vit yazarak Karaoğlan a iktidar yolunu açan dinamik parti kadrosundan çok uzakta olan bugünkü CHP, otuz yıl önceki dinamiz mini yakalayıp, aşmak ve güçlü, etkin bir kad ro oluşturmak zorundadır. Sirmen, CHP nin sorununun liderlik değil, kadro sorunu ol duğunun altını çiziyor. Sayın Sirmen in gö rüşlerine katılıyorum. Aristo ya göre insan siyasi bir yaratıktır ve onu öbür tüm yaratıklardan ayıran temel nitelik de insanın siyasi oluşudur. Doğru hiçbir ki şi ya da kuruluşun tekelinde olmadığına göre, doğruyu bulmakta insanların her konuda, bu bağlamda siyasal konularda da düşüncelerini belirtmesi, bu doğrultuda örgütlenebilmesi demokratik düzenin vazgeçilmez önkoşulla rıdır. Çağdaşlaşma çabası içindeki toplumlarda ön derliğin çok önemli bir işlevi vardır. Ancak si yasal bir örgüte de dayanmadan topluma yön vermek, önemli atılımların toplumca benim senmesini sağlamak olanak dışıdır. Bu nedenle çağdaşlaşma doğrultusundaki siyasalarda bir önder kadar bir siyasal örgüte de gereksinim vardır. Örgütleşme, siyasal iktidara ulaş manın önkoşullarından biridir. Siyasal ör gütleşme ise, siyasal partiyi gerekli kılar. Atatürk dönemi Atatürk büyük bir komutan, devlet kurucusu ve inanmış bir devrimcidir. Ancak Atatürk, ay nı zamanda usçu ve güçlü bir siyasacıdır. Bu nedenle devrimin oluşumu ve uygulama sü recinde birlikte olduğu, birlikte hareket ettiği, dayandığı ve danıştığı bir kadrosu vardır. Bu kadro İsmet İnönü, Mahmut Esat Bozkurt gibi sağduyu sahibi, ayağı yere basan ve ay nı zamanda devrimci atılımlara katkıları olan kişilerden oluşmaktaydı. Diyebiliriz ki, Ata türk döneminde siyasal yaşamın hem ilerici hem de istikrarlı olması önemli ölçüde önder kadrosu nun ulusallığından, dinamizmin den, kararlılığından, tutarlılığından ve yüksek niteliğinden kaynaklanıyordu. Atatürk ve onun devrimci kadrosu nun özellikleri, si yasal sistemin alabilirliğini kapasitesini art tırıcı ve çağdaşlaşmayı hızlandırıcı bir öğey di. Bu kadro amaç ve araçta birlik içindeydi. Amaç çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktı. Araç ise ulusal güce, us a ve bilime dayana rak cumhuriyetçi, halkçı, ulusçu, devletçi, la ik ve devrimci ilkeler doğrultusunda çalışmak ve çaba göstermekti. Ancak hemen belirtmek gerekirki o dönemde siyasal istikrarın varlığı yalnızca önderlik özelliklerinin üstün nitelik lerine bağlanamaz. Çünkü o günkü Türkiye de halk yeterince bilinçlenmemişti. Henüz çağdaş bir toplumun sınıfsal yapısı oluşmamıştı. Hü kümet halktan gelen isteklerin, yoğun özlem lerin baskısında değildi. O yıllardaki birlik ve istikrarın önder kadro nun özellikleri dışın da da nedenlere dayandığını ve ülkenin henüz çağdaşlaşmanın bazı aşamalarına ulaşmamış olmasına da bağlı olduğunu Barbara Ward şöy le dile getiriyor: Tek parti sistemine karşın Türklerin özgürlüklerine sahip oluşlarını, onları birleştiren ülkü birliğinde aramak ge rekmektedir. Batı da genellikle varsayılan bir konuda, partiler arasındaki büyük ay rılıklar, toplum yapısındaki derin farklı lıkları yansıttığı oranda örneğin, Fransa da komünist sol ile tutucu sağ arasında hiçbir zaman kapanmayacak olan ayrılık demo kratik sistem kolay işleyemez bir duruma gelmektedir. Birlik sağlayarak özgürlük ya ratan tek bir parti ile acaba Türkler de mokrasi konusunda yeni bir örnek mi ge tirmiş oluyorlar? Ancak herhalde, gerçek, bu kadar yalın da değildir. Türkiye deki bir lik bir yönden gönenç içinde çağdaşlaşmış ulusçu bir cumhuriyet yönetimi yaratma ko nusundaki ortak amaçtan doğmakta, öte yandan ise Batı da sanayileşmiş toplumla rın karşılaştığı sorunların Türkler için he nüz yarınların sorunları olmasından doğ maktadır. 1 Bugünkü Türkiye Barbara Ward ın sözünü ettiği yarınlar bu gündür. Çağdaş bir toplumun sınıfsal yapısı nın ana hatlarıyla ortaya çıktığı ülkemizde si yasal kadroların oluşmasında geçmişe göre çok daha fazla sorunlarımız olduğu kadar çok daha geniş olanaklarımız var. Siyaset ortaklaşa oluşturulur. Yalnızca belirli kesimlerin tekeline bırakı lamayacak kadar da bir ülkenin bugünü ve ya rını için yaşamsal bir uğraştır. Hiçbir örgüt siyasal partiler kadar her top lumsal katmandan ve kesimden insanların bir arada çalışmasına olanak vermez. Bu neden le oluşturulan parti kadrolarının seçkinci özellikler taşıması gerekmez. Aydın mı, halk adamı mı? Dürüstlük mü, beceri mi daha önemli? Daha çeşitli nitelikler de sıralayabi liriz. Bunların hepsi önemli ve gereklidir çünkü demokrasilerde insanlar ve değerler eş değerdedir. Gerçek demokrasilerde değerler hiye rarşisi yoktur. Bu da aydının siyasal yaşamda yapıcı işlevini küçümsemek anlamına gelmez. İşçi ya da köylü, ya da düşünür olmak eşde ğerdedir; hepsinin bir siyasal partinin bünye sinde yeri ve payı olmalıdır. CHP gibi özellikle sol eğilimli siyasal par tilerimizin kadrosu ve örgütü ülkemizin top lumsal katmanlarını, kadınlarımızı ve genç lerimizi en iyi bir biçimde bünyesinde örgüt lemeye, bu doğrultuda kadrolarını oluşturmaya özen göstermelidir. A.D. Lindsay, yalın bir dil le Uzmanlar her zaman ayakkabının ne resinin vurduğunu bilemez, sundukları re çeteler her zaman sorunları çözemez 2 di yerek halkaydın bütünleşmesinin, işbirliğinin önemini, halk adamının da siyasa oluşturma ya katılma gereğini vurgulamaktadır. Bugünkü siyasal yaşamımızda öne çıkan eleştirilerden biri güçlü bir muhalefetin oluş mamış olduğu doğrultusundadır. Bir siyasal partinin programı, örgütsel yapısı kadar, kad rosu da sürekliliğini, inandırıcılığını ve ya pıcılığını etkileyen özelliklerdir. Ülkemizde en uzun geçmişi olan ve çağdaşlaşma atılımları nın itici gücünü oluşturmuş bir parti, CHP nin son 30 yıldır kadro yetersizliği ve parti örgü tünün dinamizmini yitirmesi nedenleriyle top lumdaki gücü azalmıştır. Kemal Kılıçdaroğlu nun CHP nin genel başkanlığına gelmesi son aylarda CHP poli tikalarına bir canlılık getirmiştir. Ancak tek bir kişi den gerekli tüm atılımları gerçekleştir mesi beklenemez. CHP de kadro sorunu temelde henüz çözülmüş değil. Kılıçdaroğlu dı şında halk nezdinde etkili olabilecek bir siya setçi yok. Bir başka deyişle etkin, saygın bir ikinci adamlar grubu yok. Tüzükte tek adam lığı güçlendirmek için yapılan değişiklikler h l duruyor. Değişim olmadıkça örgüt bugün kü gibi zayıf kalacak. Beklentiler, kadınların, gençlerin ve işçi kesiminin, halk adamının bu kadroda daha yaygın bir biçimde yer alması doğrultusundadır. Politikanın yalnızca iktidarın elde edilmesi ve onun sağladığı yararların pay laşılması olarak görülmemesi gerekir. Politi kanın amacı, temelde çıkar ve düşünce fark lılıklarından doğan iktidarı elde etmeye yönelik çatışmaya indirgenmemelidir. Politika aynı zamanda ülkenin büyük so runlarına eğilme işlevini de görür. Politika yal nızca kuvvet, iktidar, gerçekler gibi boyutla rıyla da ele alınmamalıdır. Bluntchli nin de be lirttiği gibi politika gerçekçi olmalıdır; politi ka idealist olmalıdır. İşte birbirini tamamladığı zaman doğru, birbirinden ayrıldığı zaman yanlış olan iki ilke. Siyasal partilerimizde oluşmuş ve oluşacak kadroların politikayı bu açıdan da değerlendirmelerinin hem ül kemiz ve hem de partilerimiz açısından sa yısız yararları olduğu inancını taşıyorum. 1 Barbara Ward; Turkey. London: Oxford University Press, 1942, s. 59. 2 A.D. Lindsay, The Modern Democratic State. London: Oxford University Press, 1947, s. 270. Siyasal Partilerde Kadro Sorunu Prof. Dr. Suna KİLİ Politikanın yalnızca iktidarın elde edilmesi ve onun sağladığı yararların paylaşılması olarak görülmemesi gerekir. Politikanın amacı, temelde çıkar ve düşünce farklılıklarından doğan iktidarı elde etmeye yönelik çatışmaya indirgenmemelidir. Tarih tekerrürdür diye boşuna dememişler. Bir süredir acı deneyim lerle buna tanık olmakta yız. Emekli Org. Çetin Doğan, Ateşi ve İhane ti Gördük kitabında, Koşullar, Mütareke yıl larının sanki yirmi bi rinci yüzyıl versiyonu diyor. Kitabının sunuştan son raki bu ilk yazısını, bugün değil 5 Ocak 2004 tarihin de kaleme almış. Siliv ri de yargılanacağını aklı nın ucundan bile geçirme diği bir tarihte yazdığı bu makalesinin üzerinden al tı yıl geçmiş; söz, güncel liğini tüm kötü koşulla rıyla ne yazık ki doğrulu yor. Aynen değerli araş tırmacı yazar, eski büyük elçi Bilal Şimşir in Mal ta Sürgünleri adlı kita bında aktardığı gerçekler de olduğu gibi. Evet tarih tekerrürdür!.. Değişen sadece tarihi ya zan oyunculardır, ülke miz bağlamında oyun ye ri ve gerçekler aynı, sade ce oyuncular farklıdır. Şöy le ki: Dün Mondros Müta rekesi nden sonra Osman lı topraklarının sahnesinde İngilizler vardı, bugün Cumhuriyetin Türkiye si nde Amerika. Dün Os manlı toprakları, askeri iş gal ve kuşatma altındaydı, bugün silahsız, ekonomik kuşatmaya teslim olmuş durumdadır. Hiç değişmeyen oyun dün olduğu gibi bugün de aynen sahneleniyor. Dün, zayıf gördükleri Osmanlı Türkiyesi ni parçalamak isteyen güçler vardı; bu gün, AB, demokrasi ve darbe söylemlerinin arka sına sığınan yeni bölücü ler... Dün, İngilizle işbirli ği içinde olan devlet erk nı, Padişah Vahdettin, Damat Ferit Paşa gibi bugün AB ye Amerika ya boyun eğen bir hükümet. Dün, işgalci İngilizlerle, Yunanla işbirliği içinde olan gazeteciler, yazarlar ve basın vardı Bugün, isim vermeme gerek yok, birileriyle işbirliği aynen sürmekte. Dün, yanar dö ner örneği büyük isimler vardı Bir İngilizden ya na, sonra sözde özüne dö nen Sadrazam Sait Ha lim Paşa örneğinde oldu ğu gibi Bugün, soldan sağa, sağdan sola, ortadan tepeye dönen, dünü arata cak çoklukta zatı muhte rem.. Ve geliyoruz Malta Sür günleri nden Silivri sür günlerine.. Dün, Mondros Mütarekesi ne ve İngiliz iş galcilerine karşı kim varsa, ordu mensupları, subay lar, generaller, paşalar, ya zarlar, akademisyenler, ga zeteciler, devlet memurla rı, mebuslar insan ve su bay avı operasyonlarıyla hepsi soluğu Malta da al mıştı. Dün, amaç, işgale ve kuşatmaya ve tehlikeye düşen bağımsızlığa karşı başlatılan Kurtuluş Sava şı nı boğmak sindir mekti. Bugün, iktidara kar şı olan, Cumhuriyet kaza nımlarına, rejime sahip çı kan kim varsa Silivri de sürgünde. Subaylar, gene raller, askerler, yazarlar, akademisyenler, bilim adamları. Dün, Malta ya sürülen lerin, sorgusuz sualsiz öz gürlükleri elinden alın mıştı. İnsanlar keyfi ola rak tutuklanmışlar, bir iki yıl yargılanmadan ce zaevlerinde tutulmuşlar dır. Sorguya çekilme mişler, mahkeme önüne çıkarılmamışlardır. Suç lu idiyseler yargılanma ları, suçsuz idiyseler sa lıverilmeleri gerekirdi. Malta Sürgünleri, s.523 Bugünü ise hepimiz bili yoruz. Silivri sürgünlerinin yargılanmadan uzun süre dir cezaevinde tutuklu ol duklarını... Dün, Malta olayı hukuksal değil, si yasal bir olaydı. İngilizler adalet peşinde değil, çı karlar peşinde koşmuş lardı. Malta Sürgünleri sayfa 524 Bugün de so runun adalet değil, siyaset olduğunu artık bilmeyen kalmadı. Dün, Malta sürgünleri için üç sınıf suç söz konu su edilmişti: İngiliz savaş tutsaklarına kötü dav ranmak, Ermeni kırımı ve Mondros Mütareke si ni çiğnemek. Ama ne subayların suçlandığı bi rinci grupta, ne Ermeni kı rımında suç delili buluna bildi. Türk Kurtuluş Sava şı, ulusal nitelik kazanınca da Mütareke anlaşma sına karşı direnmek su çuyla yargılanmanın da bir anlamı kalmadı. Malta Sürgünleri s. 523 Sonuç ta İstanbul hükümetine kar şı Ankara da kurulan mil li Meclis in zorlu ve uzun girişimleriyle Malta sür günleri özgürlüklerine ka vuştu. Bugün, karmaşık bir suçlama ağı içinde mah kemeleri devam eden Si livri sürgünleri için de he men hemen hiçbir suçla manın kanıtı bulunamıyor. Onların da özgürlüklerine kavuşmalarının zamanı gi derek yaklaşmaktadır. Malta Sürgünleri ni Okumanın Zamanı Deniz BANOĞLU CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 2 EK M 2010 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Savarona, Nereye? GÖCEK TEN kalkacak Savarona tekrar Deniz Kuvvetleri ne gitmelidir. Ama, önce denizlerin en kirlisine demir atıp orayı geçici olarak biraz daha kirletme pahasına da olsa, iyice sabunlanarak yıkanmalı, deterjanların en güçlüsüyle temizlenerek her köşesine DDT türünden ne toz varsa serpilmeli ve Gölcük Tersanesi ne böyle bir işlemden sonra alınmalı. Büyük kurtarıcının anısına ve ulusun özverisine sürülen leke ancak böyle silinir belki. Gemi kuru havuzda boyaların en beyazıyla boyanmalı, ardından tören bayraklarını donanıp Gelibolu nun Anzak koyu ve İzmir in Kordonboyu açığına demirleyip bir süre zafer rüzg rlarının esintisinde dinlendirilmelidir. Fantezi düşünceye ciddi nedenler eklemeden olmaz. Birincisi, bundan sonra izlenecek yolun bir an önce kesinleştirilmesi ve sorunu büsbütün çirkinleştirecek dalgalanmaları önleyici bir rotanın çizilmesidir. Rotası belirlenmemiş gemiye hiçbir rüzg r yardımcı olamaz. Elbet, Deniz Kuvvetleri ne dönsün demekle kalınmamalı, bu tercihin hukuksal ve parasal gerekleri yerine getirilmelidir. İkincisi, süreklilik. Telaşla gemiyi herhangi bir bakanlığa ya da kuruluşa bağlamak, büyük kurucunun titizlikle korunması gereken anısını sonradan siyasal rengi değişebilecek rastgele bir yere teslim etmek demektir. Ona kendi bağrından çıkaran ordunun denizci kanadı en sağlam ve kalıcı yuva olacaktır. Üçüncüsü, herhangi bir tekneyi denizde sürekli yüzer tutmak, bilen bilir, ancak denizi sevenin baş edebileceği bir güçlüktür. Deniz kıyısına yakın yere bırakılmış bir arabanın başına gelenlerin daha kötüsü karaya çekilen ya da rıhtımda hareketsiz duran geminin başına gelir. Araba gibi gemi de arada bir gezdirilmelidir; yoksa bakımı daha güçleşir. Kaldı ki, bakım için belirli sürelerle havuzlanarak özellikle sualtı kesiminin gözden geçirilmesi gerekecektir. Bu işi de en iyi, herhalde Kara ya da Hava değ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle