18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 27 OCAK 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Propaganda Savaşı PENCERE Cumartesinin Eli Kulağında... Ahretteki sorgu sual üzerine üretilen edebiyat, İslamın mizah söylenceleri arasına kat kat istif edilmiştir; öteki dünyada hesap vermek korkusu kulun karabasanlarından biridir... Herifi naşerifin biri mübarek cuma günü sizlere ömür... Adam lanet, vurguncu, soysuz, mafiozi, üçkâğıtçı kişiliğiyle ünlüymüş; üstelik dinciliği siyasette kullanarak yapmadığını bırakmamış... Herifi naşerifin suç ortağı, en yakın yardımcısı, içtiği su ayrı gitmeyen bacanağı cenazeyi kaldırmak görevini üstlenmiş ama, içi pır pır ediyormuş... Neden?.. Çünkü bacanak amcasının günahlarını bir bir biliyor... Çevrede dolaşan bir açıkgöz akraba sözüm ona bu işlerden anlarmış, yeğenin kulağına fısıldamış: - Merak etme!.. Rahmetli mübarek cuma günü öldü... Cuma günü ölen Müslüman ayrıcalıklıdır, öteki dünyada sorguya suale tabi tutulmaz!.. Bacanak sevinmiş: - Deme!.. Bacanak cenazenin kaldırılacağı gün imamın çevresinde dolanıp durmuş... Durmadan sorarmış: - İmam Efendi, mübarek cuma günü ölen Müslüman ahrette sorguya tabi tutulmuyormuş; değil mi?.. İmam: - Haaa... Bacanak biraz sonra yinelermiş: - İmam Efendi, cuma günü ölene ahrette sorgu yokmuş.. İmam: - Hııı.. Kabrin başında bacanak yine imama asılmış: - İmam Efendi, mübarek cuma günü ölen sorgudan sualden geçmeyecek, değil mi?.. İmam yine atlatmış: - Hiii... Sonunda cenazeyi çukura sallandırmışlar, üstünü toprakla örtmüşler; mezarlıktan ayrılırken bacanak yine imamı yakalamış: - İmam Efendi, cuma günü öteki dünyaya gidene bir şey yokmuş, değil mi?.. İmam, herifi naşerifi gömdü ya, görevini yapıp işini bitirmiş bir kişi rahatlığıyla bacanağa dönmüş: - Ulan, demiş, cuma günü bir şey yapmazlar; ama, cumartesi günü anasını bellerler... Cuma mübarek gündür.. Mübarek ‘kutsal’ demektir.. İslamda mübarek ne varsa iktidar koltuğu için kullanan takıyyeciler kutsal Müslümanlığı batasıca özçıkarları için tepe tepe kullanıyorlar... Ama, cumadan sonra ne gelir?.. Cumartesi... Haber vereyim.. Cumartesinin eli kulağında... (27 Aralık 2005 tarihli yazısı) S iyasal iktidarõn, anayasa değişikliği yapma zama- nõnõn geldiğine karar ver- diği anlaşõlõyor. Halkoy- lamasõ süresini kõsaltacak yasal değişikliğin ivedi biçimde Mec- lis gündemine alõnmasõnõn nedeni bu. Çünkü, birçok değişiklikte, siya- sal iktidarõn nitelikli çoğunluk olan 367 ve üzeri oyu sağlayamayacağõ or- tada. Bunun için halkoylamasõna gi- dilmesi zorunlu görünüyor. Anayasa değişikliği konusunda iki husus çok önemli. Birincisi; “Tut- turmuşlar laiklik elden gidiyor di- ye! Yahu bu millet istedikten son- ra laiklik tabii elden gidecek”, “Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek is- tiyoruz”, “laikliğin tanımı yeniden yapılmalıdır” ve “laiklik din ve vicdan özgürlüğüdür” gibi söylem- lerle, amaçlarõnõ yõllar öncesinden ortaya koyanlarõn, bu amaçlarõ eyle- me dönüştürmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi’nin, AKP’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu- na” karar vermiş olmasõ. Bu kararõn nasõl bir sonuç doğurduğunu anlamak için kõsa bir saptama yapmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kurucu İrade tarafõndan belirlenen ve anaya- salarda yer alan ana amacõ, çağdaş- laşmadõr. Anayasayı ihlal Laiklik de bu amacõ sağlamak için, tüm devrimlerin temeli olarak öngö- rülmüş ve bu niteliğiyle anayasa ta- rafõndan korumaya alõnmõş ana ilke- dir. Laiklik karşõtõ eylemlerin odağõ ol- mak demek, bu ana ilkeyi, dolayõsõyla anayasayõ ihlal etmek demektir. Ana- yasa Mahkemesi’nin bir kararõnda, “din hürriyetinin anayasa ile çizi- len sınırlarının ihlali, dinin sömü- rülmesi ve kötüye kullanılması, devletin laiklik esasına dayanan düzenine karşı gelinmesi anlamı ta- şımaktadır” denilerek bu husus açõk- ça vurgulanmõştõr. (K.1971/76) Ana- yasayõ ihlal eden ve bu nedenle ana- yasal dayanağõnõ ve meşruiyetini yi- tirmiş olan bir siyasal partinin, TBMM’de tek başõna çoğunluğu sağ- ladõğõ yeterli görülerek anayasayõ de- ğiştirmesi hukuka uygun düşmez. Bõrakõnõz anayasayõ değiştirmeyi, böyle bir partinin siyasal yaşamõnõ sür- dürmesi, hele hele ülkeyi yönetmesi hukuksal mantõğõn kabul edeceği bir durum değildir. İktidarın amacı İkincisi; bu değişikliklerin halk ta- rafõndan onaylanmasõ durumunda bi- le geçerli olup olamayacağõ sorunu- dur. Hukuk devleti ilkesi gereğince, egemenliği ulus adõna kullanacak or- ganlarõn bu “Anayasadaki esaslara göre davranmaları” anayasal zo- runluluktur (m.6) ve anayasa herke- si bağlar. (m.11) Buna göre, anayasa değişikliğini yapacak yasama orga- nõnõn da değişiklikleri oylarõyla kabul ya da reddedecek halkõn da değiştiri- lemez nitelikteki anayasal ilke ve kurallarõ gözetmeleri gerekmektedir. Tersi durumda görev Anayasa Mah- kemesi’ne düşecektir. İşte can alõcõ nokta da burasõdõr. Çünkü, asõl amacõ laiklik ilkesinin ta- nõmõnõ ve kapsamõnõ dolaylõ yoldan değiştirmek olan siyasal iktidar, Ana- yasa Mahkemesi’ni aşabilmek için üye sayõsõnõ artõrmak, yandaş hukuk- çularõn çoğunlukta olacağõ bir yapõ oluşturmak istemektedir. Batõlõ ülke- lerde de parlamentolarõn anayasa mahkemelerine üye seçtiğini belirten aymazlara, bu ülkelerle aramõzda toplumsal koşullar, demokrasi ve hu- kuk anlayõşõ, kişilik oluşturma ve benimsenen dinin etkisi yönlerinden çok büyük farklõlõklar olduğunu anõm- satmak isteriz. Biz henüz “kul”luk- tan ve “biat kültüründen” kurtula- mamõş bir toplumuz. Bu farklõlõklarõ, laiklik konusundaki kararlarõnda en güzel biçimde Anayasa Mahkemesi ortaya koymuştur. Yüksek Mahkeme kararlarõnda; “laiklik ilkesi din ve devlet işlerini düzenleyen bir ilke ol- ması nedeniyle, her ülkenin içinde bulunduğu ve her dinin bünyesinin oluşturduğu koşullar arasındaki ayrılıkların, laiklik anlayışında da ortaya ayrımlar çıkarması zorun- lu bir sonuçtur” (K.1971/76, K.1991/8); başka bir anlatõmla, “la- iklik, uygulandığı ülkenin dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından et- kilenmektedir” (K.1986/26, K.1989/12, K.1998/1) yargõsõna va- rõlmaktadõr. Anayasa Mahkemesi’ne göre; din ve devlet işlerinin ayrõlmasõ biçi- mindeki klasik tanõmõna karşõn İslam ve Hõristiyan dinlerinin özellikle- rindeki ayrõlõklar gereği ülkemizde ve Batõlõ ülkelerde laiklik ilkesinin ku- rallaştõrõlmasõ ve uygulamasõ farklõ ol- muştur. Dinin sömürülmesi ve kötüye kullanõlmasõ söz konusu olmadõğõ için Hõristiyan dinini kabul etmiş top- lumlarda din ve devlet işleri ayrõla- rak kiliseye bağõmsõzlõk verilmesin- de sakõnca görülmemiştir. Oysa, İs- lam dininin, bireylerin manevi yaşamõ yanõnda toplumsal ilişkileri, kamusal etkinlikleri, kõsaca hukuk alanõnõ da düzenlediği gözetilerek ülkemizde la- iklik zorunlu olarak, dinin devlet iş- lerine karõşmamasõ ve devlet dene- timinde bulundurulmasõ biçiminde kurallaştõrõlmõştõr. (K.1971/76, K.1983/2, K.1986/26) Devrim yasaları Birçok yönden eleştirilebilecek olan 1982 Anayasasõ, 1961 Anaya- Anayasa Değişikliğinin Gerçek Hedefi... Bülent SERİM Eski Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri sasõ’nda olduğu gibi, la- iklik konusunda, kurucu iradeye ve ülkemiz ko- şullarõna uygun, mükem- mele yakõn düzenlemeler içermektedir. Başlangõçta, “laiklik ilkesi gereği, kut- sal din duygularının dev- let işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılama- yacağı” öngörülmüş; 24. maddesinde, devletin sos- yal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin kõs- men de olsa din kuralla- rõyla düzenlenemeyeceği, dinin, din duygularõnõn, dince kutsal sayõlan de- ğerlerin siyasal ve bireysel çõkar sağlamak için kulla- nõlamayacağõ belirtilmiş; 174. maddesinde de Tür- kiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğini koruma amacõ güden devrim yasalarõna yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi de bu kurallarõ değer- lendirerek “Dinin, dev- let işlerinde etkili ve egemen olamayacağı- na; dinin, bireylerin manevi yaşamlarının inanç bölümünde, sı- nırsız bir özgürlük için- de anayasa güvencesi- ne alındığına; dinin, bireylerin manevi ya- şamını aşarak toplum- sal yaşamı etkilemesine izin verilemeyeceğine; devletin bunu önlemek için dini hak ve özgür- lükler üzerinde dene- tim yetkisinin bulun- duğuna” kararlarõnda yer vermiştir. (K.1971/76, K.1986/26, K.1989/12, K.1996/5) İşte yukarõda açõklan- maya çalõşõlan anayasa değişikliklerinde güdü- len amaç, dolaylõ kural- lar ve Anayasa Mahke- mesi’nin üye yapõsõnõ değiştirerek Yüksek Mahkeme’nin yukarõda sergilenen yargõsõnõ ter- sine çevirmektir. “Sivil darbe” ile gerçekleşti- rilmek istenilen karşõ- devrim amacõna ulaş- mak üzeredir. Anayasa değişikliği bu süreçte son evredir. Bu değişik- likle yeni rejime yasal dayanak ve meşruiyet kazandõrõlmaya çalõşõla- caktõr. Parti kapatma davasõ açõlmasõnõn TBMM iz- nine bağlanmasõ, parti kapatõlmasõ koşullarõnõn ağõrlaştõrõlmasõ ve Ana- yasa Mahkemesi’nde ya- põlacak değişikliklerle hukuksal yönden yapõ- labilecekler de giderek azalmaktadõr. ZANNEDERSİNİZ Kİ, ülke bir yabancı devletçe istila edilmiştir ve işgal ordusuna karşı bir mücadele verilmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nda öyle mücadeleler çok oldu; Fransa’da, Hollanda’da, Danimarka’da ve Yunanistan’da yeraltı mukavemet örgütleri böyle az savaş vermediler. Çoğu zaman bir çeşit şehir gerillası olarak ve gizli yerlerde basılıp dağıtılan bildirilerle, sığınılmış dış ülkelerden yapılıp evlerin tavan aralarından dinlenen radyo yayınlarıyla. Türkiye’de yaklaşık altı-yedi yıldır süren mücadele, tam öyle değil. Pusuya düşürülüp öldürülen işgalci askerler ya da yakalanınca hemen kurşuna dizilen yeraltı direnişçileri de yok. Artık sinsilikten çıkıp açıktan açığa yapılan bir yıpratma mücadelesi var. Ama, en büyük fark başka. Büyük fark, yıpratılmak istenenin yabancının değil, bizim ordumuz, yıpratmak isteyenlerin de yine bizim insanlarımız olmasıdır. Asker, buna “asimetrik savaş” diyor ama tam o da değil. Çünkü, o ad daha çok şehir ya da kır gerillası için kullanılır ki, düzenli ordular için zor olan o savaş bile şimdi Türkiye’de yaşanmakta olan kadar çetin değildir. Türkiye’de yaşanan bunların hepsinden farklı. Aslında, Cumhuriyetin kuruluşuyla başlamış bir eski düzen-yeni düzen çatışması söz konusu. Burada da “asimetri” var ama onun özünde kullanılan kavram silahlarının çok farklı oluşu yatar. Kemalistler, biraz da “Büyük Fransız İhtilali”nden esinlenen köklü bir “özgürleştirme” hedefine yönelik devrimlerle yeni bir toplum yaratmak peşindeydiler. Tutucular Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi yanıltıcı etiketlerle ya da çarpıtılmış “hürriyet” ya da “serbestiyet” gibi kavramlarla direnişe geçmişti. Devrimciler, sonuçta o kavramları gerçekleştirmek için hukuk reformu, eğitim seferberliği, harf inkılabı gibi silahlarla amaçlarına yürümek istemekte ve “hakiki mürşit” olarak akıldan, ilimden, fenden söz etmekteydiler. Hilafet ve aşiret düzenlerinden yeni çıkmış bir toplum içindeki tutuculuğa karşı pek elverişli silahlar değildi bunlar. Nitekim yıllarca dinci ve etnik kökenli ayaklanmalarla boğuşmak zorunda kaldı Kemalist Cumhuriyet. O döneme Başbakan’ın yaptığı gibi “tek parti sultası” demek hayret verici insafsızlıktan başka bir şey olamaz. Asimetriyi arttıran ve bir bakıma o ilk dönem bozgunculuğundan da etkili olan, iktidarın iletişim ve medyatik propaganda olanaklarıdır. İtiraf edelim ki, özellikle bu olanakları kullanan bir yıpratma kampanyasına karşı ordunun gücü bazen yetersiz kalabiliyor. Unutmayalım ki Hitler’in en büyük gücü, yıldırım savaşları veren motorize zırhlı tugaylara ya da taktik saldırıları destekleyen Stuka filolarına değil, Göbells gibi usta bir propagandacıya sahip olmaktı. Bereket, Türk halkının askere duyduğu güven öylesine köklü ve güçlü ki, en yoğun yıpratma kampanyaları bile onu yıpratıp Cumhuriyete bağlılığını ve bekçiliğini zayıflatamıyor. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle