22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 23 OCAK 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Bütçe Açıkları Ülke ekonomilerinde devlet bütçesi ile dış ticaret açığının üst üste gelmesi, genel dengenin sağlanmasını güçleştirecektir. Bizim ekonomimizde, 1950’den beri, bu iki açığın yüksek tutarlarda üst üste geldiği dönemler çoğunluktadır ve ekonomimiz, bu nedenle de hiç dengeye getirilememiştir. Bunalım koşulları altında 2009’u, gelirleri toplamının yüzde 30’una yaklaşan bir bütçe açığı ve dışsatım gelirinin yüzde 36’sını aşan bir dış ticaret açığı ile tamamlamış bulunmaktayız. Geçen yılda bu iki açığın yüksek düzeylerde üst üste gelmesi ve 2010’da da aynı çerçevede planlanması, ekonomimizi yönetenler için çözümü zor sorunlar yaratacaktır. Bütçe açığının tehlikeli boyutlara ulaştığını öne süren geçen haftaki yazımız (Ekonominin Dengeleri, 16 Ocak) bütçe açığını, konu ile ilgili tüm kaynakların gerçekleşme tahmini olarak gösterdiği 63 milyar lira düzeyinde belirlemişti. Yazı gazeteye yollandıktan sonra 15 Ocak’ta Maliye Bakanlığı, Merkezi Yönetim Bütçesi açığının, 52.2 milyar lira olarak düzeltilmiş olduğunu açıkladı. Devlet bütçesi rakamlarının gerçekleşme tahminlerinde böyle düzeltmeler her zaman yapılmakta, önceki yıl bütçesi ile ilgili gerçek gelir ve gider bilgileri, ancak bütçe yılı (şimdi ülkemizde takvim yılıdır) sona erdikten sonra elde edilmekte, gerçekleşme tahminlerini gerçeklere yaklaştırmak için bu tür düzeltmelere yansıtılmaktadır. Yılsonu kapatma işlemlerinde, bazı ödemelerin, ödenek ve ödeme kaydetme işlemlerinin (tahakkuklarının) gelecek döneme aktarılmasından (ünlü deyimiyle, “düyuna bırakılmasından”) kaynaklananlar da vardır ve bu tür düzeltmelerde, düzeltmeyi yapanların yargı ve kararları önemli farkların ortaya çıkmasına neden olabilirler. Bu düzeltmenin azalma yönünde olması, Maliye Bakanlığı’nın bütçe açığını azaltmak istemekte olduğunun da göstergelerinden biridir. Aslında, gerekçeleri ne olursa olsun, merkezi yönetim bütçelerindeki açıklar, son birkaç yıl içinde, 1990’lı yıllardaki korkunç boyutlarına yeniden yaklaşmaktadır ve 2010 içinde bu gidişin tersine çevrilmesi, enflasyonun yeniden kontrol altına alınması sorunu ile bizleri karşılaştırmıştır. 2001 bunalımının korkunç boyutlarının en önemli nedeni, önceki on yılın büyük boyutlu bütçe açıkları olmuştur. 2000 yılında, milli gelirimizin (GSMH’nin) yüzde 8’ine ulaşmış bulunan merkezi yönetim bütçe açığı, 2009’da yeniden yüzde 6’yı geçmiştir. 2001 ve 2002 yıllarında bu oranın çok yüksek ve yüzde 12 dolaylarında olması, ekonominin dengeye kavuşmasını sürekli engellemiş ve yüksek enflasyonlara neden olduğu için de indirilmeye çalışılmıştı. 1983-1994 döneminde yıllık ortalama enflasyon oranının yüzde 62.7’ye, 1995-2001 döneminde de yüzde 71.6’ya yükselmesinin en önemli nedeni de bu yüksek bütçe açıkları olmuştu. Çok emek ve sıkıntılar pahasına, bütçe açığının milli gelire oranı, 2003’te yüzde 9’a, 2004’te yüzde 5’e, 2005’te yüzde 1’e, 2006’da yüzde birin yarısına kadar düşürüldükten sonra, 2007’den başlayarak yeniden yükselmiş ve 2008’de yüzde 2’ye yaklaşmıştı. 2009’daki yüzde 6’lık oran tehlikenin yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. TL tutarları olarak bütçe açıklarının son yıldaki gidişi daha da çarpıcıdır. 2000 yılındaki 13 milyar liralık açık, 2002 ve 2003 yıllarında 40 milyar liranın üstüne çıktıktan sonra 2006’da 5 milyar liraya düşmüş, ama 2009’da bunun 10 katına yükselmiştir. Bu çarpıcı artışta, ekonomik bunalımla savaşımın ve yerel seçimlerin gerektirdiği ek harcamaların payı büyüktür. Bu ek harcamalar, ekonomimizin 1950’den beri çoğu zaman içine düştüğü büyük dengesizlikler girdabına yeniden yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. 2010’da bu gidiş durdurulabilmelidir. Ancak, 50 milyar liralık açıkla bağlanan 2010 bütçesi, aynen uygulanırsa, ekonomide dengeler iyice bozulacaktır. Çok sayıda örneği ile ekonomi uzmanlarınca çok iyi bilinen açık yaratmayan ekonomi, maliye ve para politikalarının en uygun kombinezonunu bulabilmeli ve 2010’da uygulamaya koyabilmeliyiz. Gelecek birkaç yazımızda bunun yolları araştırılacaktır. [email protected] [email protected] Eylemin Perde Arkası TEKEL işçilerinin direnişi, 1991’de gerçekleştirilen büyük madenci yü- rüyüşüne benziyor. Bir önemli ay- rımla: TEKEL işçilerinin görünürde var gibi gözüken sendika önderliği as- lında yok! İşçiler, büyük ölçüde ken- di iradeleri ile sürdürüyorlar eylem- lerini... Neden? Çünkü, işin içinde iş var: Gözeneklerine AKP bulaşmış son kongresinden bu yana Türk-İş’in için- de bir saflaşma olduğu biliniyor. Ge- nel Başkan Mustafa Kumlu, Genel Mali Sekreter Ergün Atalay, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Pevrul Kavlak ve Genel Eğitim Sekreteri Ni- hat Yurdakul bir yanda, Genel Sek- reter Mustafa Türkel ile onu des- tekleyen sendikalar ise öbür yanda. Saflaşmada ideolojik bir yan filan aramayın sakın. Tümüyle kişisel hırs- lara dayalı bir durum bu. Bilindiği üzere, TEKEL işçilerinin üye bulunduğu sendika Tekgıda-İş. Yani, Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Türkel’in başkan olduğu sendika. Mustafa Türkel, geçtiğimiz yaz ay- larında beklenmedik bir çıkış yaparak, yeni konfederasyon kurulması ge- rektiğini gündeme taşıdı. Ardında Türk-İş’e bağlı kimi sendikalar, ör- neğin TOLEYİS de aynı konuyu dil- lendirmeye başladı. İşte tam bu aşamada, Mustafa Türkel, eylemci TEKEL işçilerini Türk- İş’in kapısına bıraktı. Sendika kulis- lerinde dile getirilen hesaba göre, Türk-İş, TEKEL işçilerine sahip çık- mayacak, Tekgıda-İş sorumluluktan sıyrılacak, işçiler Türk-İş’i suçlayacak; böylece hem Türk-İş yıpratılmış, hem de bir yeni konfederasyonun altyapısı hazırlanmış olacaktı. Ancak, evdeki hesap çarşıya uy- madı. Kamuoyu, tıpkı 1991 Zongul- dak madenci yürüyüşü gibi, TEKEL işçilerine büyük destek vermeye ça- lıştı. Bunun üzerine Türk-İş de, Tek- Gıda-İş de TEKEL işçilerini sahip- lenmek zorunda kaldı. Bunun en önemli kanıtı, TEKEL işçilerinin ilk gel- işlerinde yol paralarını karşılayan, daha sonra bu uygulamadan vazge- çen Tekgıda-İş’in, kamuoyu desteği karşısında geri adım atmasıydı... Türk-İş’in Başkanlar Kurulu’nu top- layıp kimi eylemleri örgütlemesi de aynı gerekçeye, yani kamuoyu bas- kısına dayanıyordu. Ancak, altı boş, laf olsun torba dolsun niyetiyle alınan Türk-İş eylem kararlarının ilki, yani cu- ma günleri iş bırakma girişimi, gülünç bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu gö- rüntü toplumda çok sırıtınca da, 17 Ocak mitingine yüklenildi. Miting he- yecanlıydı. Ama bakıyorsunuz, Türk- İş koridorlarında, “miting sonrasında fazla bir şey beklemeyin” havası ağır basıyor. Bu yüzden de TEKEL işçileri, coş- kun kalabalıklar arasında derin bir yal- nızlık yaşıyorlar. Bunu bilen AKP ik- tidarı da, kulağının üstüne yatıyor... Hem sendika sendika olsa, üyele- rini çok öznel ve zarar verici bir ey- lem olan açlık grevine yatırır mı? 24 Ocak... Gazetecilik, gündelik iştir. Güncele dayanır, o günü ilgilendirir. O gün ta- ze yazılan, ertesi gün bayatlar. Bayatlamayan; zaman geçse de değişmeyen ilişkiler, bağlantılar, ilin- tilerdir. Gazeteciliğin zor yanı; o ilişkileri, bağlantıları, ilintileri, tarihin hızla akıp giden sayfaları arasında yakalayıp iş- lemek, kamuoyuna duyurmaktadır. Uğur Mumcu’yu sıradışı, seçkin bir araştırmacı gazeteci yapan işte bu yö- nüdür. Açınız bakınız Rabıta kitabına, açı- nız bakınız ABD’nin ilk Körfez saldırı- sına. Bugün gün gibi ortada. Arala- rındaki tüm rabıtalarıyla... Uğur Mumcu’yu yaşatan, adını di- ri tutan, bize kalıt bıraktığı yazılarını bir daha, bir daha okutan işte bu yönü- dür. Çelişki gibi görünse de hiç çeliş- meyen bir başka gerçeği söylemek ge- rekirse, öldüren de, öldürten de bu yö- nüdür. Türkiye’nin son 30 yıldır çok canı ya- nıyor. Etrafımızdan, yanımızdan, yama- cımızdan sürekli tabutlar geçiyor. Ba- balarımızın, kardeşlerimizin, yakınla- rımızın, dostlarımızın, hiç tanımasak da arkadaş bildiğimiz, gönül birliğimizle, düşünce birliğimizle kaynaştığımız yurttaşlarımızın tabutları... Tenimiz yok oluşların yangınında, çığlığımız selvi, yüreğimiz gömütlük sanki... Bıraksalar yaşayacağız oysa kar- deşçe dirlik içinde, erinç ile... Oktay Rifat’ın dediği gibi: “Anladım ki hürriyet aşkı barış aşkı / Yaşama sevincinden ayrı değil” Bilim ve Ütopya Dergisi Genel Ya- yın Yönetmeni Gani Bayer, Anka- ra’da düzenledikleri “Evrim Kur- su”nun büyük ilgi gördüğünü du- yurdu. Akademisyenlerin ve dokto- ra öğrencilerinin de katıldığı kursa, yüksek lisans öğrencileri de büyük bir ilgi göstermiş. Bayer’e göre, ilgi yoğunluğunun en büyük nedeni, li- sans eğitimi sırasında evrim kuramı ile ilgili derslerin azlığı, hatta çoğu üniversitede hiç olmayışı... Kursu, 20-21 Şubat’ta İstanbul’a taşıya- caklarmış. Şöyle diyor, Bayer: “Yapılan istatistiklere göre Türki- ye ne yazık ki şu anda evrime inan- mayanlar listesinde ikinci sırada. Üstelik bu oran daha çok üniversi- teli gençler arasında. Anadolu’nun jeolojik konumu dolayısıyla milyon- larca yıldır göç yolu üzerinde bu- lunmuş olması, dolayısıyla yapılan ka- zı çalışmalarının da desteğiyle bu toprakların bir fosil cenneti olduğu- nun ortaya çıkarılması ülkemizin bu istatistiklerde daha aşağılara inme- sine neden olamamıştır. Mart sayı- mız ile bunu gündeme getireceğiz. Evrimin yaşandığı en önemli coğ- rafyalardan birinde yaşayıp da evri- mi görmemek...” Bu ayıp da bize yeter. Bilim Ayıbı Uğur Mumcu’nun Anısına... NEŞE DOSTER Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında, Mumcu’nun ağzından şu sözlere yer verilmişti: “Ben Atatürkçüyüm, Ben laikim, ben antiemperyalistim, ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım. Ben özgürlükçüyüm. Ben insan hakları savunucusuyum. Ben terörün karşısındayım. Ben yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha kadar araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın beni! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır”. Bu sözler Uğur Mumcu’yu anlatır. Bu sözler adam gibi bir adamın nasıl olması gerektiğini anlatır. Bu sözler geleceği gören bir gözün, başına gelecekleri anlatır. Uğur Mumcu bir gazeteci idi. Ülkemizin gelmiş geçmiş en yürekli kalemi idi. Araştırmacı gazeteciliğin ne olduğunun ustası ve öncüsü idi... O bir Kuvayı Milliyeci idi. Kendi deyimiyle, Kalpaksız Kuvayı Milliyecilerdendi. Kemalist, Atatürkçü ve Cumhuriyetçiydi... Uğur Mumcu kararlı, tutarlı, inançlı, dirençli, gözü pek, yiğit, mangal yürekli bir aydındı. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Anadolu Aydınlanmasını, 1923 Devrimini kelle koltukta savunandı. O gerçek bir yurtseverdi, emekten, bağımsızlıktan, aydınlanmadan, eşitlikten yana hakiki bir solcuydu. Ülkesine ve halkına yönelik tüm tehdit ve tehlikelere karşı aynı anda, pek çok cephede kavga veren bir Cumhuriyetçiydi. Bunu yaparken de bilime, bilgiye, belgeye dayanan bir gazeteciydi. Tüm bu niteliklerinden dolayı Uğur Mumcu bir hedefti. Karşı çıktıklarının, belgelerle ortaya çıkardıklarının boy hedefiydi. Kaçakçıların, numaracı cumhuriyetçilerin, devleti soyan çetelerin, bölücülerin, dini siyasete ve ticarete alet edenlerin korkulu rüyasıydı. O tüm bu özellikleriyle, boşluğu hiç doldurulmayan, yokluğu günbegün artan, yazılarıyla, kitaplarıyla her gün biraz daha anlaşılan, aramızda olmasa da yolumuzu, önümüzü aydınlatan bir isimdir. Aradan geçen bunca yıla karşın, bizlere “Şimdi o olsaydı, kim bilir neler yazardı” dedirten, “Yaşasaydı bu yolsuzluğun belgelerini çoktan çıkarmıştı” dedirten bir araştırmacıydı. Kalemini, duruşunu, ruhunu, konumunu satmamış bir basın emekçisi, erdemleriyle övünmeyen, alçakgönüllü bir yazardı. Peki! Nedir Uğur Mumcu’yu ölümsüz kılan? Atatürkçü, Cumhuriyetçi, çağdaşlıktan yana oluşu mudur? Kalemini satmayan, dürüst, çalışkan, üretken bir gazeteci oluşu mu? Halkını aydınlatmak için kendi mumunu söndürtecek kadar yürekli ve dik oluşu mu? Mumcu’yu toplumun temel değerlerinin, değer yargılarının simgesi yapan şey, bu özelliklerin, bu erdemlerin tümünü kişiliğinde toplamasıdır. Ölümden korkmadan ölümün üzerine yürümesi, karanlıktan korkmadan karanlığı aydınlatmasıdır. Uğur Mumcu medya plazalarının bol sıfırlı maaş alan memuru değil, halkının gazetecisiydi. Kalemini haksızlığa, yalana, talana karşı kılıç belleyen bir savaşçıydı. Bu nedenle görmeyen halkının gözü, duymayan kitlelerin kulağı, söylenmesi gerekip de söyleyemeyenlerin dili olmuştu. O tek kişilik bir ordu ve aynı zamanda da “sakıncalı piyade” idi. Onun bedenini parçalayan bomba, ülkemizin aydınlık yarınlarını parçalarken, bilinmezlerini de arttırmıştır. Cinayeti aydınlatmak için namus sözü veren bakanlar unutulmuş ama Uğur Mumcu unutulmamıştır... Gençler sevmiştir Uğur ağabeylerini. Nineler gözyaşı dökmüştür onun ardından. Ozanlar ağıt yakmıştır onun için. Yeni doğan bebelere Uğur adı verilmiştir. Bu yüzden yaşar Uğur Mumcu, halkının beyninde, yüreğinde ve yarınlarında. Bu yüzden artık yazamasa da aydınlatır halkının beynini, bilincini. Bu yüzden türküler onu anımsatır milyonlara... Uğur Mumcu, “Bir ülkenin türkülerini yakanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür” derdi hep. Türkülere konu olan, ozanlara ilham verenler hep daha güçlüdür, türküleri yasaklayan, şairleri, aydınları hapislere atanlardan. Uğur Mumcu da her zaman daha güçlüdür, dokunulmazlık zırhı taşıyanlardan... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Ağı-Ca Bizde katiller özgürdür, özgür- lükçüler öldürülür. Her dakika, her gün, her saat ölürüz; ölmekte katil- ler kadar hürüz... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Safkan ol- mayan hay- van... Bir soru eki. 2/ Bir za- man birimi.. Türk müziğin- de bir makam. 3/ Kõyamet gü- nünün yaklaştõ- ğõnõ gösteren belirtiler. 4/ Bal peteği... Ülke- miz sularõnda yaşayan ve “şip” de denilen mersinbalõğõ türü. 5/ Asya’da bir ülke... Yara ya da çõ- ban nedeniyle vücu- dun herhangi bir ye- rinde oluşan şişkinlik. 6/ Boyun eğen, ken- dini başkasõnõn buy- ruğuna bõrakan... Danslõ ve içkili eğ- lence yeri. 7/ Karagöz oyunundaki kambur cücenin adõ. 8/ İki halatõ ek yeri kalõnlaşmayacak biçimde birbirine ekleme işi... İşyeri olarak kullanõlan bir- kaç katlõ yapõ. 9/ Küçük mağara... Ekmek kõrõntõ- larõyla yapõlmõş çorba. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dağlõç ve karaman koyunlarõ arasõndaki melez- lemeden doğan hayvan... Bir nota. 2/ Dünyamõzõn uydusu... Gaziantep’in bir ilçesi. 3/ Belirti, iz. 4/ Bir organõmõz... Kunduracõlarõn delik açmakta kullan- dõklarõ çelik tõğ. 5/ Uzak... Hamur topağõ. 6/ Ku- maşlarõn aprelenmesinde kullanõlan makine... Kap- larda su nedeniyle oluşan tortu. 7/ Sevimsiz, budala ve bücür erkek. 8/ “Çok sarhoş” anlamõnda argo söz- cük... Türk hükümdarlarõna özgü unvan. 9/ İndiyum elementinin simgesi... Altõna benzeyen. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 G L İ S E M İ O L O D O S K E P O D L A M İ S E B A K A R A E R Ü İ K E B A N A L A L T E L T İ L İ K Y E T İ N E S İ M İ A F M E L A N İ N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle