18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Yılbaşı Nasıl Geçti?.. 19’uncu yüzyılda yaşamış Amerikalı kadın şair Emily Dickinson’un ömrü 1830’da başlamış, 1886’da noktalanmış... Şair elli altı yaşında gözlerini hayata yummuş... Ama, bir anlamda hiç yaşamamış... Doğduğu kentten dışarı adımını atmamış.. Evlenmemiş.. Aşk yaşamı belli belirsiz ya da yok... (Yedisi dışında) bütün şiirleri ölümünden sonra yayımlanmış... Ancak bugün dünya edebiyatında Emily Dickinson’un yeri var... Peki, Emily yaşamamış mı?.. “Kır Yaratmak İçin” başlıklı şiiri Emily’nin hayatını -ya da nasıl yaşadığını- vurgulamak için yeterli: “Bir yoncayla bir arı Yaratır en güzel çayırı Bir yonca, bir arı Bir de insanın hülyaları. Olmasa da arı Elverir insanın rüyaları.” Dickinson kendi benliğinde devinip bilincinde yaşayan, duyularının evreninde uçsuz bucaksız gezilerini gerçekleştiren türden bir kadın... Kimine göre hiç yaşamamış sayılabilir.. Kimine göre yaşamı derinliğine algılamış, unutulmayan dizelere dökebilmiş... Dün geceniz nasıl geçti?.. Vur patlasın çal oynasınla kafayı çektiniz mi?.. Yoksa düşüncelerinizin denizinde hayatı duyumsamaya mı çalıştınız?.. Eskiden yılbaşına doğru çevremdeki kimileri garip bir telaşa düşerlerdi: - Yılbaşında ne yapıyorsun?.. - Hiç... - Ne demek hiç?.. Yeni yıla nasıl gireceksin?.. Yeni yıla nasıl girilir?.. Müzik, içki, dans, kahkaha, oyun, vesaireyle yaratılan sanal bir dünyada sanrılaşan sarhoşlukla sarmallaşıp felekten bir gece çalmakla mı?.. Sabahattin Kudret, Sait Faik’in yaşamını anlatırken diyor ki: “- Bir tek gününü anlatmak on beş yılını anlatmaya eşittir, o denli tekdüze bir yaşamdı bu...” - Nasıl? “- Sabahleyin on bire doğru Osmanbey’deki evinden çıkar, Beyoğlu’na gelir, caddede bir iki volta attıktan sonra bir birahaneye girer, sinema kapılarında bir süre durakladıktan sonra iki buçuk matinesine kendini atardı. Sinema çıkışı yine caddede birkaç volta, ardından bir pastaneye kapılanış. Hava kararınca, bira ve yemek, yine bu kez bir başka sinemanın suaresi...” Sait Faik’e soruyorlar: - Sizce yaşamak nedir?.. “- Balık tutmak, kahvede oturmak, yanında çok sevdiğim köpeğim. İnsan tanımak. Beyoğlu’nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, arada içmek, hikâye yazmak...” Yılbaşı bir insanın yaşamında nedir ki... Cim karnında bir nokta!.. İster dışa dönük yaşayın, ister içe dönük bir ömür sürün, hayatın sonundaki bilançoda ele gelen nedir?.. Yılbaşında vur patlasın çal oynasından çok düşünülmesi gereken şeyin bu soru olması gerek... (1 Ocak 2006 tarihli yazısı) BUGÜNÜN dünyasında uslu çocuk rolü oynamak işe yaramaz. Çünkü bugünün dünyası bıçkınlarla doludur. Uluslararası hukukla oynayan bıçkınlar. Türkiye, hiç değilse Kıbrıs konusu gibi hem haklı hem güçlü olduğu bir davada bu oyunlara son vermek istediğini artık kesinlikle göstermek zorundadır. Orams davası, o noktaya gelindiğinin en açık göstergesi sayılır. Dünyanın sözde hukuk düzeninde her devlet işine gelen oyunu oynayacak da, tek Türkiye mi kaldı böyle bir düzene uyarak ne denli uygar ve uysal olduğunu gösterecek? AKP iktidarı, asıl “one minute” saatinin Kıbrıs dolayısıyla geldiğini göstermek zorundadır. Yoksa, başka türlü ekran gösterilerine kimse inanmaz. Nedir Orams kararı?Bu soyadını taşıyan yaşlı bir İngiliz çift kendi ülkelerindeki emeklilik maaşlarıyla Kuzey Kıbrıs’ın en güzel köşelerinden Girne yakınlarındaki Lapta’da bir arsa satın alıp üzerine villa yaptırmışlar. Arsa, vaktiyle Kıbrıslı Rumlardan birininmiş; fakat KKTC’nin “eşdeğer yasası” gereği, Güneyde bırakılmış “koçanlı” mallarla yaklaşık aynı değerde bir arsa olarak Türk göçmenlerden birine verilmiş. Dolayısıyla Orams’ların KKTC tapusuna kayıtlı bir arsayı alıp üzerine yine KKTC yasalarına göre yaptığı villa da ailenin meşru mülkü. Ama eski malik Kıbrıs Cumhuriyeti denen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi mahkemelerinden karar çıkartıp “işgalci Türkiye’nin gasp ettiği mülkü satın aldıkları” için İngilizleri tazminata mahkûm ettirmiş; ayrıca, ödemezlerse ülkelerindeki mallarının haczedilmesi için İngiliz mahkemelerine başvurmuş. İngiliz mahkemesi de Avrupa Birliği’nin Lüksemburg’daki Adalet Divanı’ndan görüş istemiş. Son karar, o “görüş” üzerine verilen İngiliz mahkemesi kararıdır. En sonunda, “Türkiye tazminatı ödesin, yoksa Orams ailesinin mallarına haciz konur”a varması öngörülerek aldırılmış bir karardır bu. Ailenin şaşkınlığı ve Rumların zafer çığlığı da bundan. Tıpkı, Türkiye’nin Loizidu madamaya ve benzerlerine tazminat ödemesinin ardından atılan sevinç çığlığı gibi. Sorumluluk, o ilk dava sonrasında “Ödenmesi gerekir efendim” diyen bazı bürokratlara “Hayır, ödemeyeceksiniz” diyemeyen o zaman Dışişleri Bakanı ve şimdi Cumhurbaşkanı olan Sayın Abdullah Gül’ündür. Sözde hukuk devletleri arasında oynanan bu hukuk rezaletine, yine hukuk yoluyla verilecek doğru ve kesin bir yanıt vardır, ama mutlaka önlenmesi gereken rezalet çok büyük olduğu için onu anlatmak da birkaç sütunun arsa büyüklüğüne ancak sığar. [email protected] AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kesin Dönüş İnsanõ Sõfõrlama Baskõsõ... ‘Gelecekte, eylem yapma- yacağınıza imza atın!’ Eczacõlara sunulan sözde çö- züm, insanõ sõfõrlayan bir giri- şimdir. Yani diyorlar ki, insan- lõğõnõzdan soyunun! Yukarõdaki koşulu öne sürmek, böylesine aşağõlõk bir istektir. Bu sözün ay- rõmõna varmak, herkesi ilgi- lendirmez mi? Kişinin özlük hakkõ, devlet gü- cü kullanõlarak elinden alõnmak isteniyor. Eczacõlar, yakõnmala- rõna yanõt alamayõnca, topluca bir günlük kepenk kapadõ. Vay sen misin bunu yapan. Sana ilaç sattõrmam, seni sokağa atarõm! Ya, şuraya imza at ya da sen bi- lirsin! Yönetimin kini, sadece ecza- cõlara değil. Baş eğmeyen tüm çalõşanlara, kendisi gibi düşün- meyenlere aynõ efeleniş… İşçi- lere, “Önce sendikadan ay- rıl!” deniyor. Sonra, “Aldığın aylığı unut! Biz seni yılda on ay asgari ücretli, sözleşmeli ya- pacağız!” Ardõndan da “Sakın ağzını açma ha!” uyarõsõ yapõ- lõyor. Emeğin karşõlõğõnõ almak için meydana çõkanlara, Ankara’nõn ayazõnda önce tazyikli su sõkõlõ- yor. Yetmezse, biber gazõyla hastanelik ediliyor… Memuruna, işçisine asgari üc- reti bile çok görenler, sõra ken- dilerine gelince cömertleşiyor. Başbakanlõğõn iki uçağõ mõ var, yetmez! En lüksünden üçüncü uçak alõna! Bakanlarõn otolarõ son modellerle değiştirile! Ya- kõnlara televizyon, gazete ne is- tenirse kolaylõk gösterile… Nusret ERTÜRK 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle