20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 5 EYLÜL 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Ekim Ayı Hazırlıkları... “Bayram değil, seyran değil bu açılımlar kam- panyası da nereden çıktı?” diyenler varsa hemen belirtelim ki yanılıyorlar. Nedeni de gayet basit. Çünkü ekim ayı geliyor. Üşenmesem önceki ekimlerin arifesinde Tür- kiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum için yapılacağını açıkladığı reformları belirleyip, örneklerini saya- bilirdim. O işi meraklısına bırakıp 2009 Ekim ayının Türkiye’deki etkilerini yansıtan açılımları anım- satmakla yetineyim dedim. 17 Aralık 2004 zirvesinde Türkiye’yi temsil edenler, sonradan gerçekleştiremeyeceklerini anladıkları bir dizi ödün vermişlerdi. Örneğin Kıbrıs Rum Kesimi’ne deniz ve hava li- manları açılacaktı. Bu uğurda Kıbrıs’ın ulusal kahramanı Rauf Denktaş, Türkiye’nin de katkılarıyla görevden uzaklaştırılmıştı. Ama Kıbrıs Açılımı, bir türlü açı- lamadı. Ermenistan’la diplomatik ilişkiler kurulacak, sınır kapıları açılacaktı. 2010 Dünya Kupası elemeleri için Erivan’a gi- den Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kapıyı arala- mış, ilişkilerin ve çözümün birbiri ardına gelişeceği umutları körüklenmişti. Beklenen olmadı. Son günlerde parafe edildi- ği açıklanan protokol de güme gidecek gibi gö- rülüyor. Terörü bitirme varsayımıyla gündeme getirilen, ama adı henüz kesinlikle belirlenemeyen açılım- sa neredeyse var olan kardeşliği bile tartışılır du- ruma getirdi. Yukarıda belirttiğim üç konunun Türkiye’deki si- yasal gerginliği tırmandırma tehlikesini taşıyor ol- masının tedirginliği de cabası. Ama Avrupa Birliği sözcüleri, bu girişimlerden duydukları mutluluğu gizlemiyorlar. Açıklamalarının, muhataplarını gaza getirdiği ko- nusundaki uzmanlıklarını da devreye sokmuş durumdalar. Bizimkiler de memnun. Çünkü 2009 yılı Avrupa Birliği İlerleme Rapo- ru’nun eli kulağında. Geçen yıllarda verdikleri sözlerle görüntüyü kur- tarmayı başardıklarını anımsayarak umutlanıyor- lar. “El kesesinden develer kurban” savsözü galiba bir kez daha kanıtlanıyor. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, ken- disini doğrudan ilgilendirmeyen konularda AB’ye istenilen ödünleri vermekten pek kaçınmazken, kendisi ile ilgili konularda AB’yi dikkate almıyor. Son ve en somut örnek de Adalet Reformu Stra- tejisi ile Eylem Planı’ndaki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin bakanlık yaklaşımı. Avrupa Birliği adına hem iki kez gelen yargıç- lar heyetinin raporlarını hem de Avrupa Yargıçlar Konseyi’nin 2007’nin Kasım ayında kabul ettiği 10 sayılı görüş bildirgesini yok sayan yaklaşım, ne- dense değiştirilmiyor. Adalet Bakanı ve müsteşarı kuruldan çıkarılmıyor. Kurulun, hangi tercihe göre 21 üyeden oluşa- cağı da kesinlikle belli değil. Bir yanda iki daire- den söz ediliyor. 21 üyeyi tek sayı kuralına göre ikiye bölme olanağı yok. Bir daire çift sayılı ola- cak. O zamanda kararlar nasıl alınacak? TBMM kendisine düşecek üyeleri nasıl seçecek? Parti gruplarının oranlarına göre mi paylaştırı- lacak? Yoksa oyçokluğuna sahip iktidar partisi bü- tün üyeleri mi seçecek? Anayasa değiştirilmeden yasa nasıl değiştirile- cek? HSYK üyeleri de Radyo Televizon Üst Kurulu’na seçilen üyeler gibi kendilerini seçen parti ile mi öz- leştirilecek? Soruları daha da arttırmak olası. Ama görünen o ki iktidarın AB’ye direnebildiği tek konu HSYK’nin oluşumu. Onun da nedeni zaten belli. [email protected] S ovyet birliklerinin Afganistan’dan çe- kilmesini (16 Şubat 1989) Berlin Duva- rõ’nõn yõkõlmasõ izlemiş, Sovyetler Birli- ği çözülme sürecine girmişti. Bu süreç, Türki- ye’de, “laiklik”i simgeleyen Atatürkçü kim- liklere silahlõ, bombalõ saldõrõlar ile örtüşüyor, aynõ zamanda CIA analistleri Paul Henze, Gra- ham Fuller vb. Türkiye’nin yeni jeopolitiğini belirliyor, yayõmladõklarõ yazõlarõnda, verdik- leri konferanslarda (1), laikliğin eskidiğini, “ılımlı İslam” anlamõnda dinin siyasallaşma- sõnõ (2), Atatürkçü “azınlık” anlayõşõnõn eski- diğini, yalnõzca Müslüman olmayan topluluk- larõn değil, Müslüman olan ama anadilleri farklõ olan topluluklarõn da “azınlık” statüsü- ne alõnmasõ gerektiğini (3), Atatürkçü yalõtõk (izole) dõş politikanõn eskidiğini, pantürkist ve panislamist politikalara dönülmesi gerektiğini (4), ulus devletlerin, 70 yõllõk da olsa, Ortado- ğu’da temel sorunlarõn çözümünde başarõlõ olamadõğõnõ, etnik, dinsel ve mezhepsel yapõ- lanmaya dayalõ federal bir sisteme, özellikle de Osmanlõ “millet” modeline dönülmesini, bir- biri ardõna yineliyorlardõ. ANADOLU FEDERASYONU CUMHURİYETİ Körfez Savaşõ’nõn sõcak günlerinde, ANK Ajansõ’nõn sorularõnõ yanõtlayan Talabani, “Türkiye’nin, Kürt halkının varlığını resmen kabul etmesi ve bir federasyon gerçekleş- tirmesi halinde, İran, Irak ve Suriye Kür- distan halkının Türkiye’ye sempati ile ba- kacağını, Özal güçlü ve istikrarlı bir Türki- ye yaratmak istiyorsa, ‘demokratik ve fede- ral’ bir Türkiye yönünde adımlar atması ge- rektiğini” söylüyor (Cumhuriyet, 2 Şubat 1991); ABD Senatosu Dõşişleri’ne bağlõ İnsan Haklarõ Komitesi’nin toplantõsõnda da “Kürt so- rununun bölgedeki mevcut ülkelerin sınır- ları içinde ‘konfederasyon ya da federasyon’ yoluyla hakkaniyete dayalı bir çözüme ka- vuşturulmasını” öneriyordu. (Ufuk Güldemir, Kürt Cephesi ABD Kongresi’nde, Cumhuriyet, 28 Şubat 1991) Mumcu, “Kürt Oyunu” adlõ yazõsõnda, Washsington Post’un deneyimli muhabiri Con Randal’õn, ocak (1991) ayõnõn son günlerinde Talabani’yle, ardõndan da Özal ile görüştüğü- nü, bu görüşmelerin ardõndan Özal’õn Güneş ga- zetesinden Cengiz Çandar’õ, Londra’ya, Ta- labani ile görüşmeye gönderdiğini yazacaktõ. (Cumhuriyet, 12 Mart 1991) Ardõndan da Ta- labani Ankara’ya çağrõlmõştõ. Bu görüşmeden bir yõl kadar sonra, Uğur Mumcu; “Talabani ve Barzani”nin Washington’da Amerikan yet- kililere “Türkiye ile Anadolu Federasyonu Cumhuriyeti” adõyla yeni bir devlet kurmak is- tediklerini bildirdiklerini yazõyor ve “doğrusunu söylemek gerekirse, ABD’nin, Kürtler üze- rindeki planını büyük bir başarıyla yürüt- tüğünü” söylüyordu. (Cumhuriyet, 31 Temmuz 1992 / 6 Ekim 1992.) CIA’DEN ÇİLLER’E İKTİDAR TEKLİFİ Yalçın Doğan, başbakan olarak Mesut Yıl- maz’õn gezisi sõrasõnda, konuştuğu her Ame- rikan yetkilisinin, Yõlmaz’a, “Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde bir ‘federasyon’ düşünmek mümkün mü” diye sormuş olma- larõnõ anõmsatarak “Kuzey Irak ve Güneydo- ğu’da siyasal çözümden” õsrarla söz etmiş olan John Deutch’un, CIA başkanõ olarak Türkiye’yi ziyaret ettiği zaman, Çiller’e, “tek başına ik- tidar karşılığında” “Güneydoğu’da siyasal çözüm” önerdiğini yaz- mõştõ. Hasõraltõnda bek- leyen “federatif çö- züm”e yatkõn görünen “TOBB raporu işte bu sırada patlamış” ve “ra- porun gürültüsü yatış- madan”, Amerika, iki lideri (Barzani ve Tala- bani’yi) Dublin’de bu- luşturmuştu. Yalçõn Do- ğan, “CIA… TOBB… Dublin… Ve yeni dev- let” yazõsõnõ şöyle bitiriyordu: “Kürt sorunu ve Güneydoğu’yu Türkiye değil, Amerika çözmeye karar veriyor!” (Milliyet, 12 Ağus- tos 1995) ÖZAL’A VERİLEN PLAN VE HARİTALAR Her Amerikan yetkilisinin Kürt sorununun çö- zümünde federasyon önerileri Yalçõn Doğan’õn gözlemiydi, ama yeni CIA Başkanõ Deutch’un Çiller’le görüşmesini, Posta gazetesinde ya- yõmlanan Fatih Yılmaz’õn haberinden aktar- mõştõ. Fatih Yõlmaz’õn haberi ise, örtük olarak Tuncay Güney’in Akşam’da yayõmlanan ha- berini “düzelten” bir haberdi. CIA Başkanõ Deutch’un Çiller’e önerdiği “si- yasal çözüm”, Tuncay Güney’in haberine gö- re, daha önce Turgut Özal’a verilen plan ve ha- ritalardan oluşuyordu. Bu plana göre, “Türkiye, Musul-Kerkük’e inecek ve karşılığında bir Kürdistan devle- ti ve bir Türk özerk bölgesi kurulacak. Bu devletçikler federasyonla Türkiye’ye bağlı olacaktı.” (Akşam, 28 Temmuz 1995) Özal’õn ölümünden (17 Nisan 1993) iki yõl sonra, ABD’nin Özal’a sunduğu planõ, yeni CIA baş- kanõnõn Tansu Çiller’e sunmak için gizlice (evet “gizlice”) Türkiye’ye gelmesinin anlamõ ola- bilir miydi? Tuncay Güney’in Akşam’da yayõmlanan haberinden kõsa bir süre sonra, 10 Ağustos 1995’te Posta gazetesinde, “Çiller, CIA pat- ronu ile neler konuştu?” başlõğõ altõnda, man- şetten yayõmlanan haberde, “sır toplantıda”, CIA Başkanõ Deutch’un, Çiller’in “tek başına iktidar olabilmesi” karşõlõğõnda Amerika’nõn “tam desteği”ni garanti ettiği yazõlõyordu. Deutch, Ankara’da, Başbakan Çiller, TOBB Başkanõ Yalım Erez ve MİT Müsteşarõ Sön- mez Köksal’la bir araya gelmişti. Ertesi gün, yani 11 Ağustos’ta, Akşam’da, “Büyük Tuzak” başlõğõ altõnda yayõmlanan ha- berde, CIA aracõlõğõyla Özal’a verildiği söyle- nen plandan farklõ olarak, ABD’nin, “Türki- ye, Irak, İran ve Suriye topraklarında oluş- turulacak bir diktörtgende, Kürt devleti kurulmasını ve bu devletin federasyonla Türkiye’ye bağlanmasını önerdiği” yazõlõ- yordu. Haberin yazarõ, 28 Temmuz 1996 gün- lü Akşam’da yayõmlanan Tuncay Güney’di. Posta’da kendisini yalanlayan haberi, bu kez kendi haberiymiş gibi “Büyük Tuzak” başlõ- ğõ altõnda yayõmlamõştõ. ‘GÜLEN ILIMLI İSLAMIN UYGULAYICISI’ Gülen, 28 Şubat (1997) “muhtıra”sõndan iki yõl önce, bir yerlerden muhtõra sinyali almõş (Hürriyet, 10 Ekim 1995), muhtõranõn, kendi- siyle birebir ilişkisi olduğunu öğrenmekte geç kalmamõştõ. İki gün sonra da Tuncay Güney “Muhtıra Olayının Perde Arkası” başlõğõ al- tõnda “Fettullah Gülen”in, devletin raporla- rõnda, Yeni Dünya Düzeni çerçevesinde Tür- kiye’ye dayatõlan ve “laikliği hedef alan” Ilõmlõ İslam Projesi’nin “uygulayıcısı ola- rak” nitelendirildiğini yazacaktõ. Ilõmlõ İslam Projesi’nin ana hatlarõ ise “Balkanlar, Kaf- kaslar, Önasya (Batı Türkiye) ve Ortado- ğu’da oluşturulacak ‘dört federasyonun’, ABD güdümünde bir konfederasyon çatısı al- tında ve milli kimliklerin yok edileceği yeni bir birlik” olarak özetleniyordu. (Akşam, 12 Ekim 1995.) “Türkiye” yerine “Önasya”nõn kullanõl- mõş olmasõ, “Ortadoğu” tanõmõna Türkiye’nin öteki yarõsõnõ katmak anlayõşõndan kaynakla- nõyordu. Ortadoğu ile ilgili olarak, CIA’nõn ba- vul içinde Türkiye’ye getirdiği haritalarõn, ba- sõnda, birbiriyle karõştõrõlmõş olmasõ, “açı- lım”õn ‘giz’ini sergilemesi bakõmõndan önem- li olabilirdi. Türkiye’nin Avrupa’da ve Ortadoğu’da ye- ni yerini belirleyen, gizli olmayan senaryolar da vardõ: Yazarlar Lind ve Heilburn, “Üçüncü Amerikan İmparatorluğu” başlõklõ yazõla- rõnda, ABD’nin, “İran Körfezi’nden Bal- kanlar’a kadar Müslüman ulusların resmi ol- mayan birliğinin liderliğini üstlendiği” yeni rolünü açõklamõşlardõ. (New York Times, 2 Ocak 1996.) Daniel Vernet, İran Körfezi’nden Bal- kanlar’a kadar “Müslüman ulusların” sõnõrõ- nõ ya da bu “Müslüman ekseni”, “Saraybos- na’dan Orta Asya’ya kadar” genişletiyor, “bunun gerçekleşmesi için Ankara’nın ‘böl- ge gücü’ olmasının kaçınılmaz olduğu” ya- zõlõyordu. (Le Monde, 4 Ocak 1996) ‘AMERİKA’YLA UYUMLU TÜRKİYE’ Avrasya’nõn dünya enerji kaynaklarõnõn yüz- de yetmiş beşini (yüzde 75’ini) coğrafyasõnda bulundurduğunu belirten Zbigniew Brzezins- ki, Avrasya’nõn merkezine, yani dar anlamda Avrasya’ya egemen olan gücün, Batõ Avrupa ve Doğu Asya üzerinde muazzam bir nüfuz ku- rabileceğini, Ortadoğu’yu ve Avrupa’yõ oto- matik olarak kontrol edebileceğini bu dönem- de gündeme taşõmõştõ. (Büyük Satranç Tahta- sı, s. 21-22.) Brzezinski’ye göre, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu etnik ve dinsel açõdan birer “kara delik” ve her biri kanayan birer “cadı kazanı”ydõ. Bu böl- gelerde istikrarsõzlõk, ancak otoriter bir gücün (küresel egemenliğin tarihsel mirasõ olduğunu savlayan ABD’nin) liderliğinde so- na erdirilebilirdi. Gene Brzezinski’ye gö- re, Amerika’nõn, kõsa, or- ta ve uzun vadelerde sürdürülebilir stratejisini engellemeye, Amerika’nõn küresel üstünlüğü- ne meydan okunmasõna engel olunmalõ, ke- sinlikle izin verilmemeli, engel olanlar ve ola- caklar bertaraf edilmeliydi. Brzezinski’nin “kesinlikle izin verilmeme- li” “bertaraf edilmeli” sözlerini, Cengiz Çan- dar, “Türkiye olmadan” değil, “Amerika ile uyumlu bir Türkiye olmadan üçüncü Ame- rikan imparatorluğunun mümkün olama- yacağını” ileri sürmüş ve eklemişti: “Ameri- ka, üçüncü imparatorluğu için Türkiye’ye ne kadar muhtaç durumdaysa, bu stratejik ufkunu karartacak Türkiye’deki herhangi bir oluşumu bertaraf etmeye de kararlıdır demektir.” (Sabah, 6 Ocak 1996) Çandar, aynõ yazõsõnda, “Türkiye’de daha önce” (Ocak 1996’dan önce) yaşanan olayla- rõn nedenlerini, bu “stratejik ufuk” şemsiye- si altõnda anlamanõn olanaklõ olduğunu da du- yurmayõ ihmal etmemişti. Bir başka deyişle Çan- dar, Çekiç Güç’ün sürecinin uzatõlmasõna ve Çe- kiç Güç’ün varlõğõna karşõ çõkan askere, yaza- ra, halka yönelik suikast ve sabotajlarõ, ABD’nin stratejik ufkunu karartanlarõn bertaraf edildiği operasyonlar olarak duyumsatõyordu. Washington Türkiye’ye etnik, dinsel ve mezhepsel yapõdaki federal bir sistemi sürekli dayattõ Kürt devleti taslağõ ve ABD P rogram taslağõnda yazõldõğõ gibi PKK, “sömürgeciliği yı- karak, bağımsız, demokratik ve birleşik bir Kürdis- tan kurmayı” asgari hedef olarak belirlemiş, bu hede- fe ulaşmak için de “siyasal çözüm yolunu değil, silahlı çö- zümü seçmişti.” (İsmet G. İmset, PKK-Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı: 1973-1992, s. 51-52) Graham Fuller, bir bakõma bu program taslağõnõ açõmlayan “Kürtlerin Kaderi” yazõsõnda, “Kürtçü hareketler arasın- da ayrılıkçı tam bağımsızlık hedefini benimseyen tek ör- gütün PKK olduğunu” belirtiyor, “tam bağımsızlığı” be- nimseyen PKK’nin, aynõ zamanda, “büyük birleşik Kürdis- tan yaratmaya çalışan pankürdist vizyona sahip tek örgüt” olduğunun altõnõ çiziyordu. (“Fate of the pan-kurds”, Fore- ign Affaire, Spring, 1993, s. 115) Fuller, aynõ yerde, “tam bağımsızlık”, “büyük birleşik Kür- distan”, “pankürdist vizyon” kavramlarõyla örtüşmeyen “Kürtlerin üç ulusu bölmeden kendi etnik ve kültürel is- temlerini gerçekleştirmelerinin yeğlendiğini”, “ama bu dev- letler (yani Türkiye, İran, Irak) yeterli siyasal değişiklik- ler yapmadıkları takdirde, kaçınılmaz olarak sınırların de- ğişmesiyle yüz yüze geleceklerini” yazacaktõ. ‘FEDERASYON BİR BASAMAK’ Öcalan ise, federasyondan pankürdist vizyonla örtüşen Or- tadoğu konfederasyonuna değin, değişen duruma göre, deği- şen nitelikte bir dizi federasyon ve konfederasyon koleksiyo- nuna sahipti. ABD Dõşişleri Bakanlõğõ’nõn “İnsan Hakları ve Kıbrıs Raporu”nda, PKK’nin, “Güneydoğu’daki nüfusu te- rörize ettiği”, “bölgeyi istikrarsızlaştırdığı ve ülkenin top- rak bütünlüğünü tehdit ettiği” saptamasõna yer verilirken (“Türkiye’nin Bütünlüğü Tehlike- de”, Cumhuriyet, 3 Haziran 1995), Öcalan, ABD’li emekli diplomat David Adolph Korn’a, “tek ulustan oluşan Amerika kadar bir federalizm iste- diğini” (Cumhuriyet, 10 Ağustos 1995) yazõyor; Londra’da yayõmlanan El Ha- yat’a verdiği demeçte, “ABD’nin ara- buluculuğunda Türkiye’de federatif bir yapı kurulması karşılığında silah bı- rakmayı” öneriyordu (Cumhuriyet, 21 Kasõm 1995). Federasyon kurulmasõ du- rumunda Türkiye’nin sõnõrlarõnõn bozulmayacağõnõ, “Türki- ye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğini”de eklemeyi ihmal etmeyecekti. (Hürriyet, 22 Kasõm 1995) Öcalan, Alman televizyonu ARD muhabirine, “üniter dev- letin çözümsüz olduğunu” (Özgür Halk, Haziran 1995); Rus gazetesi Novore Vremya muhabirine, TC’nin çöküşünün Kür- distan ulusal kurtuluş mücadelesine (yani PKK’nin verdiği “ulu- sal kurtuluş savaşına”) bağlõ olduğunu (Özgür Halk, Kasõm 1995) söyleyecek; aynõ ARD muhabirine, “Türkiye ile geliş- tirilebilecek federatif bir yapılanmanın olanaklı olduğunu”; aynõ Novore Vremya muhabirine, “otonomiye de, bağımsız devlete de karşı olmadığını”, “Kürtlerin devlet kurmala- rına kolay kolay izin vermeyeceklerini, tam devlet olmasa da yarı devlet kurmanın federasyon biçimiyle gerçekleşti- rebileceğini, federasyon demokratik olursa devlet rolünü oynayacağını”, “yakın hedeflerinin demokratik federasyon” olduğunu söyleyecek, bir başka deyişle federasyonun son hal değil, ayrõlmaya, ayrõ devlet olmaya giden yolda bir uğrak, bir basamak, bir aşama, olduğunu duyumsatacaktõ. Öcalan’õn federasyonla yetindiği de pek söylenemezdi. Program taslağõnda amaçlar arasõnda yer alan “birleşik Kür- distan”õn, Fuller’in nitelediği gibi, “pankürdist vizyonla” eş- değer bir Kürdistan olduğu, yani Türkiye, Suriye, Irak ve İran Kürtlerinin birliğini amaçladõğõ açõktõ. Ama Öcalan, pankür- dist bir konfederasyondan ayrõ ve farklõ bir “Ortadoğu kon- federasyonu”nu da kurgulayacaktõr. ‘ORTADOĞU FEDERASYONU’ Lozan’õ “faşizm”, Sevr’i “halkların kimlik hakkı” olarak nitelediği yerde, Öcalan, hem “Ortadoğu’da federasyon”dan hem de “Türkiye’nin sınırları dahilinde her türlü birlik- teliğinden yana olduğunu” söyleyecek (Ülkede Gündem, 27 Ağustos 1997), ama “her türlü birliktelik” ile “federasyon”u birbirleriyle tokalaştõrmakta bir mantõk eksikliği olduğunu dü- şünmeyecekti. Bir adõm daha ileriye çõkacak, ARD muhabiri- ne, “Irak somutunda olduğu gibi, Araplarla, İran’la ve esas olarak da Türkiye ile bir federatif yapı geliştirerek, Orta- doğu’yu bir ‘halklar federasyonuna’ dönüştürebileceğini” sav- layacaktõ. (Özgür Halk, Haziran 1995.) İmralõ’da savunmasõnda ise bir başka Öcalan konuşacak, “kimsenin daha fazla acı çek- meye tahammülü olmadığı”nõ, “vatanı parçalama ya da kü- çültme değil, özgür vatanda birlikte”, “özgür barış ve kar- deşlik” önerecekti (Cumhuriyet, 24 Haziran 1999). Benim kanõm şöyle: Kenya’dan Türkiye’ye getirilen ve Tür- kiye’ye hizmet etmeye hazõr olduğunu zaman zaman mõrõlda- nan Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti’nin başõna oturtulmasõ ge- rekirken, yanlõşlõkla İmralõ’ya kondu. Şimdi bu yanlõş süreç, kendini onarõyor. Doğal ki taktik ve stratejik olarak. Federasyon ve konfederasyon S Ü R E C E K John Deutch. Brzezinski. Turgut Özal, Talabani ve Barzani’yle birlikte. Graham Fuller. İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) - Türkiye ile Ermenistan arasõndaki protokole tepkiler sü- rüyor. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, protokolün yaşama geçirilmesi durumunda Tür- kiye’nin başta Azerbaycan olmak üzere Türki cumhuriyetlerde ve Kafkasya’da güvenilirliğini yitireceğini, başta enerji olmak üzere siyasi ve ekonomik konularda telafi edilemez zararlara uğrayacağõnõ kaydetti. Protokolün yalnõzca Ermenistan’a yarar sağla- yan bir girişim olduğunu vurgulayan Arõtman, şunlarõ söyledi: “Ermenistan sınırımızı belirle- yen Moskova ve Kars antlaşmaları, uluslar- arası geçerliliği olan antlaşmalardır. Bu pro- tokolde Ermenistan’ın sanki lütfediyormuş gibi sınırı tanıyacağının protokol maddesi olarak yazılması Türkiye Cumhuriyeti için onur kırıcı ve kabul edilemez bir durumdur. Daha önce gündeme geldiğinde Azerbay- can’da oluşan büyük tepkiyi gidermek için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Azeri Parla- mentosu’nda Ermenistan’ın Azeri toprakları- nı işgalini sonlandırmadan sınırın açılmaya- cağı sözünü Türkiye Cumhuriyeti devleti adı- na vermişti. Bu sözün mutlaka tutulması ge- rekir. Başbakan da, Cumhurbaşkanı da olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin onurunu, prestijini, güvenilirliğini, etkinliğini zedeleyecek davra- nışlarda bulunmaya hiç kimsenin hakkı yok- tur. Aksi davranış Yüce Divan’lık suçtur. AKP hükümetine tavsiyem bu Türkiye ve Azerbaycan’a ihanet protokolünü hiçbir şe- kilde TBMM’ye getirmesinler.” CHP MİLLETVEKİLİ ARITMAN ‘İhanet protokolünü Meclis’e getirmeyin’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle