20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PERİHAN ERGUN 24 Eylül’de 2009-2010 öğre- tim-eğitim yılı başladı. İskandi- nav ülkelerinin nüfusunun üç katı kadar, 15 milyona yakın çocuğumuz okullara adım attı. 550 binin üzerinde öğretmen de yavrularımızı akıl ve ilim yo- lunda eğitmeye çalışacak. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu bu yılın açış konuşmasını İs- tanbul’da Beşiktaş’taki bir okul- da yapmış. Bu konuşma, “açı- lım” kapsamında ayrışmaların aleyhinde olmuş. Okula ilk adı- mı beş yaşında atan öğrencinin bu öğütten ders çıkarabilmesi olası mıdır? Zaten Sayın Çubukçu bilindi- ği gibi avukattır. Zamanla öğre- tim ve eğitim işlerini de belki öğ- renebilecektir. Yalnız bu işin dı- şında mevcut kadroların yet- mezliği nedeniyle Bakanlığın da- ha 150 bin öğretmene gereksi- nimi varken, hâlâ Hüseyin Çe- lik’in bıraktığı yerden kadro bek- leyen mezunları atlayarak ehli- yetsiz kişileri ücretli atamala- rıyla eğitimi felç etme işlemleri- nin Sayın Çubukçu tarafından iti- bar görmemesini ummak ister- dim. Devlet yönetiminde sadece iki kurum “Milli” sıfatını taşır. Bi- risi en büyük güvencemiz olan, Atatürk’ün mirası “Milli Savun- ma”, öteki de Mustafa Neca- ti’lerin, H. Âli Yücel’lerin teme- lini attıkları “Milli Eğitim”dir. “Ha- yatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyen Ulu Önder’imizin özdeyişinin simgesi olan okul- larımız siyasi iktidarların dayanağı olmamalıdır. Öğretmenler bir ulusun bilim ve kültürünün elçi- sidir. Onların en büyük gücü buna inanmış olmalarıdır. Onlar hiçbir siyasi oyunun figüranı olamazlar. Bunun en çarpıcı örneği eği- tim tarihinde Almanya’da ya- şanmış olanıdır. İmparator Şarl- ken yanında birkaç yetkili kişiy- le en ünlü okullardan birini tef- tişe kalkar. Okulun ders saatin- de kalabalığıyla bir sınıfa girer. Kürsüde ufak tefek, keçi sakal- lı bir öğretmen öğrencilerine ders vermektedir. Yerinden hiç kımıldamadan anlatımını sürdürür. Bunu gören öğrenciler de yerlerinden kımıl- damazlar. Kayzer sınıftan çıkıp öfkeyle müdür odasına seyirtir. Öğretmenin yaptığı küstahlık nedeniyle hemen işine son ve- rilmesini emreder. Müdür “Aman efendim nasıl olur, o zat okulu- muzun en üst düzeydeki öğret- menidir” cevabını verince, Kay- zer hocayı oraya çağırmasını emreder. Öğretmen son dere- ce ihtiramlı bir selamla huzura gi- rer. Kralın öfkesi burnundadır, “Bu ne sahtekârlık? Sen beni ço- cukların önünde nasıl aşağıla- yabilirsin?” diye azarı basınca öğretmen, “Yüce kralım, burada siz, o kürsüde de Kayzer benim” deyince Şarlken kızararak ho- cadan özür diler. İşte bu örnekte olduğu gibi öğ- retmenler değerlendirilip bitir- dikleri okulların branşlarıyla kad- rolaştırılırsa okullar gelecek ku- şakların aydınlanmacı, bilim ve kültür örneklerinin yetiştiricileri olabilirler. Oysa son yıllarda ta- lim terbiyeden uzak programla- rıyla devlet okulları yetersizleş- tirilirken, buna karşın özel okul- lar, Bakanlığın destek ve beğe- nileriyle yüceltilirken, kendi ku- rumları iyice yozlaştırılmıştır. Okullarımızın birçoğu tam do- nanımlı kitaplık, laboratuvar ve spor tesislerinden de yoksun- dur.Türk Eğitim-Sen ve Eğit- Sen’i dinlerken, bir de bu yılın eğitim bütçesinin çok düşürül- düğünü de hüzünle öğrendim. Zaten üniversiteye giriş sınavla- rında sıfırlık oran birçok gerçe- ği cevaplıyor. Demokratik, laik, sosyal cumhuriyetimizin temel taşı okullar olmalıdır. Dünya ça- pında başarılı insanlarımızın ma- yası eğitimle yoğrulmuş olma- larındandır. Okulunu üst dere- celerle bitirmiş bir fizik dehası- na Milli Eğitim “Fizik dersi açığı yok” diye kadro vermiyorsa söz burada biter. Okulun açıldığı gün bana çok güven duyan kızım yerindeki Burgazadalı bir komşum, liseye gidecek oğlunun su sporların- daki başarılarıyla sosyal branşa kaydını, buluğ çağının getirdiği isyanını yatıştırmamı istedi. Çocuğa bu nitelikle liseyi bi- tirdiğinde Spor Akademisi’ne çok rahatlıkla girebileceğini an- latırken, sözümü keserek “Ho- cam üniversiteyi başarıyla biti- renlerin hemen hepsi işsiz güç- süz. Benim de sonum o olma- yacak mı?” deyince onu ikna et- mede çok güçlük çektim. Genç- lerimizin bu duruma düşürül- mesinde hiç payım olmadığı halde bunun utancını yaşadım. Ailelerin iyi bir gelecek için yok- luklar içinde çırpınırlarken ço- cuklarına gösterdikleri çabaları, görevlilerin övünmeyi bıraka- rak, gerçekçilikle görmelerini di- ledim. İçimi yakan bir konu da şe- hitlikte anaların sızlanmalarını İstanbul polisinin “Açılıma zarar verir” diye susturmaları oldu. 20’li yaşlardaki yavrusunu terö- re kurban veren ana susturula- bilir mi? Aşk ağlatır dert söyle- tir demişler. Bunu engellemeye faşistlik denmez mi? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 29 Eylül Yeni Öğretim-Eğitim Yılına Merhaba!.. HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 29 EYLÜL 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Aktif İlker Çamkır: “Laiklik ile irtica ters orantılı olduğuna göre, ‘pasif laiklik’ isteyen Ergun Özbudun ‘aktif irtica’nın sözcüsü oluyor!” Hazım Ertan Somunkıran: “Recep, Amerika’da hazmettiklerini, aynı yöntemle Türk halkına hazmettirmeye hazırlanıyor!” Hamd Soner Önal: “Küçük Recep, okula delik ayakkabıyla yaya gidermiş. Villalar, kolay alınmadı; işten artmaz dişten artar, hamdolsun!” Recep, Obama ile baş başa konuştu! ÖZEL olarak 15 dakika görüşmüşler. Obama poz vermekle yetinirken Recep “Fikir alışverişlerimiz oldu” diyor. Konumuz, Amerika’daki G-20 zirvesinin sonunda Obama’nın Recep’i yanına çağırıp baş başa görüşmesi. Fikir alışverişi olduğuna göre 15 dakika karşılıklı konuşmuşlar. Recep’e konuşma süresi olarak 7 dakika 45 saniye kalıyor. Bunun yarısı Recep’in sözlerini İngilizceye çevirmekle geçtiğine göre “kemiksiz zaman” 3 dakika 45 saniyeyi buluyor demektir. Kemiksiz 3 dakika 45 saniyede Recep, bakın Obama’ya hangi konularda fikrini anlatmış: 1. Yukarı Karabağ sorunu ve Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığı. 2. Türkiye’nin Ermenistan açılımı. 3. İsrail-Filistin ilişkileri. 4. Irak-Suriye ilişkileri. 5. Terör sorunu. 6. Azınlıklar konusu. 7. Son dönemde Türkiye-ABD arasında yaşanan gelişmeler. Evet... Tam yedi ayrı konu... Recep’in 3 dakika 45 saniyede anlattığı yedi konudan her birine düşen süre yaklaşık 32 saniye... İnanmıyorsanız kronometre tutun; konu başlığı olarak “Yukarı Karabağ sorunu ve Ermenistan- Azerbaycan anlaşmazlığı” demek bile 5 saniye sürüyor. Kalan 27 saniye ise ‘fikrimin ince gülü’ne çok bile! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” MEKTUP hem adresini şaşırmış hem de yolunu karıştırmış. Adresini şaşırıp CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a gideceği yerde yurttaş Kemal Öncü’ye gitmiş. Yolunu şaşırdığı için de Ankara’dan Washington’a gidip oradan Türkiye’ye gönderilmiş. İşte Recep’in ucunu sigara ile yakıp postaladığı mektup: “Sayın Baykal; bak sana ‘sen’ değil ‘sayın’ diyorum. İnat etme de Dolmabahçe Sarayı’nda buluşup açılalım artık birbirimize. Hem orası bana uğurlu geliyor. Ne yaparsak yapalım bu açılım paketleri sürecinden kaçış yok Sayın Baykal, bunu da böyle bil. Allah seni inandırsın; küresel sorunlar panelinde yaptığı konuşmadan sonra Başkan Obama’nın otelden çıkışına denk getirip ‘Millet bu açılımı yemiyor, vazgeçsek’ demek için çok uğraştım ama korumalar bırakmadı! Anlayacağın, yanımızda bol miktarda hazım ilacıyla dönüyoruz memlekete. Hazmede hazmede yiyip, hazmettire hazmettire yedireceğiz hayırlısıyla. Tribünlere oynamayı bırakıp bir omuz ver de birlikte hazmedelim şu ev ödevini Sayın Baykal. Diyorsun ki; ben rotasını bilmediğim gemiye binmem. Yahu gel bir konuşalım, göreceksin ki korktuğun gibi değil. Demokratik açılım dediysek, Siyasal Partiler Yasası’nı değiştirip lider sultasına son vereceğiz demedik ya. Seçim Kanunu’nu değiştirip demokrasiyi yüzde 10 ayıbından kurtaracağız demedik ya. Toprak reformu yapıp bölge insanını ağaların malı olmaktan, Kürt emekçisini küresel ve yerli sermayenin sömürüsünden, bölge insanını cehaletten kurtaracağız demedik ya. Töre cinayetleri yine aynen sürecek, küçücük kızlar erkek arkadaşıyla selamlaştı diye namus adına yol ortasında ağabeyleri tarafından yine öldürülecek, oradaki insanlar adına bugüne kadar her konuda kimler karar verdiyse bundan sonraki kararları da onlar verecek. Bölge insanı bundan sonra demokratik haklarını kullanarak ‘Açız, işsiziz’ diye Kürtçe bağırma imkânına kavuşacak. Bağırırken insan hakları geçerli olacak ve bu sayede Türk değil Kürt polislerden dayak yiyecek. Stratejik müttefikimizin uygun gördüğü bir yönetimi, o yönetimin de meclisi, kendi ordusu, kendi milli takımı olacak falan filan hepsi bu. Bak sana ‘sen’ değil ‘sayın’ diyorum Sayın Baykal... Fazla uzatma da halledelim şu işi.” Mektup SESSİZ SEDASIZ (!) Milli Eğitim 30 Ağustos’u unutmuş. Ayrımcılık yapmamak içindir! YağmurDeniz GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM CHP, Sarıgül ve Halkın Beklentileri... Bakın, Türk solunun yaşadığı kendine has tıkan- malar, umutlar, CHP, Sarıgül hareketi ve diğerleri… Bütün bunların, bizi kuşatan onca gerçek insanın ya- şam serüvenleriyle o kadar ilişkisi var ki… Örneğin aylardır, yüzlerce çağdaş öğretmen ve- ya sanat eğitimcisi bana yazarak şikâyetlerini orta- ya döküyorlar. Uğradıkları haksızlıklar, çıkmayan ta- yinler, meslekten bezmeleri için kurulan tuzaklar, her biri dehşet verici. İşte aldığım sayısız şikâyetten bi- rinin satırları: “Kendi ülkemde okuluma, işime zarar veriliyor. Bunlar bana haksız ceza vere vere yıpratıp meslekten atacaklar. 7 senedir buradayım, ama sü- rekli beni eziyorlar, durum acil. Hakkımızı aradığımız için sürülüyoruz. Geldiğim günden beri işyerindeki ca- hil müdürlerden başıma gelmedik kalmadı.” İşte özet! Halkımız artık sabrının son demlerini ya- şıyor. Sevgili genç, Atatürkçü eğitim kadrolarımız, en zor durumda olan kesimlerden. Ama öğrencisi de, me- muru da, çiftçisi de, köylüsü de, işsizi de aynı durumda. Türkiye artık uçuruma yuvarlanışın son sınırlarına gel- di: 12 Eylül sonrası Ecevit’in sola yaptığı ihanetin be- delini ödeyerek son nefesini vermek istemiyor. Hal- buki bu ülkede, solun iktidar olması mümkün! Bu sütunda, 9 Haziran 2009 tarihinde “İşte Sihirli Formüllerim Sayın Baykal” başlıklı makalemle CHP’nin nasıl birinci parti olacağını etraflıca anlattım. İşin özeti şu: 2003 Kurultayı’nda utanç verici antidemokratik sınırlara geriletilen CHP tüzüğünün çok acil olarak ye- nilenerek, halka kapılarını açan bir partinin kusursuz hukuki altyapısı haline getirilmesi lazım. Düşünün ki, 2011’de seçim var. CHP de 2010 yı- lında, partiyi seçime taşıyacak kadrolarını ve seçime katılma yöntemlerini belirleyecek, bu kritik kurultay- da alacağı kararlarla, Cumhuriyet ve CHP tarihinin en tehlikeli virajını alacak… Ya da alamayacak! Türkiye’de bugün, CHP kendi demokratik devrimini yapmazsa, eski tas eski hamam taktiklerle 2-3 isim- le göz boyama yöntemleriyle yetinirse, aramızda “Bu parti iktidar olabilir” diye bahse girecek kaç kişi var, söyler misiniz? Önümüzdeki seçimlerde CHP, bu iflası defalarca kanıtlanmış yolu seçerse, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ateşe atan son gaf olur. Buna “evet” diyen her CHP’li de, adı ve sıfatı ne olursa olsun, bu suça iştirak et- miş olur. Bu nedenle, birkaç aydır CHP tüzüğünün uğraması şart olan somut değişimler için son metin çalışma- sını yürütüyorum. Bu çalışmayı ciddiye almayan her CHP’li, 2011 seçimlerinde alınacak nihai mağlubi- yette, vebalin en büyüğünü taşımış olur. Gelelim Sarıgül hareketine: Sarıgül, “Sihirli For- müller” tüzük çalışmamı mercek altına alıp, o doğ- rultuda tüm açılım kanallarını hazırlamış. Tabii Bay- kal’ın “hikâye” gözüyle baktığı ve hiç ilgi gösterme- diği bu “Demokratik Devrim” maddeleri, esasında işin kilit noktası. “Yemeyenin malını yerler” misali, CHP iktidarı için büyük emeklerle hazırladığım bu formüller kullanılmazsa başkası da onu alır, istediği şekilde sa- hiplenmeye kalkar! Ama Sarıgül “gençlere ve kadın- lara açılım” ve “Genel Başkan’ın tüm üyelerce seçil- mesi” gibi maddeleri o çalışmamdan alıp, ilk mad- de olan “Solda bölünmelere son verilecek, birleşme için her diyalog sağlanacak” şartını es geçtiği zaman, hem bindiği dalı kesiyor, hem de o çalışmanın temel başarı hedefleriyle ters düşüyor. O salondaki coşku, Türkiye’deki rüzgârıyla ister yüzde 3 alsın, ister yüz- de 30 alsın, Baykal’ın veya Sarıgül’ün yüreği buna hangi hakla dayanıyor? Tabii Sarıgül burada karşı ta- rafın herkese “duvar” örmesinden söz edecek, hak- lı olarak... Peki, Baykal Türkiye tarihinin en yaşam- sal seçimine koşarken, geçmiş bölünmelerden hiç mi ders çıkarmayacak? Bırakın yüzde hesaplarını, CHP’ye gelmesi gereken tek bir oyun bile başka ye- re kaymasını, şu anda ülke kaldırabilir mi? Yüzde 9’da kalacak bir sol partinin faturası, Cumhuriyetin ken- disi olur! Ben Baykal’ın koltuğunda otursam, şu şart- lar altında, partim dışında noktalara kayabilecek tek sosyal demokrat-Atatürkçü oy yüzünden gece uy- kularım kaçar, o kişileri birleşmeye ikna etmeyi “ol- mazsa olmaz” hedef olarak koyarım! Bunu yalnız Baykal’ın değil, Sarıgül ekibinin de dü- şünmesini istiyorum. Ülkenin içine sürüklendiği şu yoz ortamda, 2011 seçimlerinin bir “sol içi he- saplaşma”ya dönüşmesi, Türk halkına yapılacak en büyük ihanet ve hakaret olur. [email protected];www.bedribaykam.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Açõk turuncu renk. 2/ Yok- sullara yiyecek dağõtan hayõr kurumu... Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ. 3/ En uzun koşu dalõ. 4/ İşlem, kõlgõ. 5/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Küçük mağa- ra... Engel. 6/ Afyondan elde edi- len bir alkaloit. 7/ Olağandan daha bü- yük olan... Kõsõk ses- li küçük keman. 8/ Doğu Karadeniz dağ- larõnõn yüksek kesim- lerinde yaygõn olan geçici kõrsal yerleş- me tipi... Üzeri ek- mek kõrõntõlarõyla kap- lanmõş yiyecekler için kullanõlan sözcük. 9/ Karga- şa, başõboşluk... “Bir garip ölmüş diyeler/ --- gün- den sonra duyalar/Soğuk su ile yuyalar/Şöyle garip bencileyin” (Yunus Emre). YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kahverengiye çalar yeşil renk. 2/ Gözleri gör- meyen... Kestane rengi. 3/ Sõvas’õn bir ilçesi... İs- lam dinine göre haram sayõlan faiz. 4/ Üç Silah- şorlar’dan biri... “ --- ü namus şişesini taşa çaldõm kime ne” (Nesimi). 5/ Bir kimsenin bir şeyi anla- ma ya da yapabilme niteliği. 6/ Halka biçiminde mercan adasõ... Kar fõrtõnasõ. 7/ Luc Besson’un bir filmi. 8/ Şarkõ, türkü... Giysi kolu... Çõplak vücut resmi. 9/ “Bizde --- böyledir/Güzeli oynatõr- lar/Çirkini söyletirler” (Türkü)... Tahõl yõğõnõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 D A L A K O T U E T İ K E T F İ K A M L O D O S O R B E R E O L İ D A K İ A T T Ö D T A V E S K İ Ş E H İ R K Ü R E U Z O S İ M E N A O M 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle