22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1220 Bu ülkeyi sanatçılar daha iyi yönetebilirZUHAL AYTOLUN Y avuz Bingöl, türküleriyle, sesiyle, müziğiyle girdi hayatımıza. Gün geldi oyunculuğunu konuşmaya başladık. Dizilerde dc rol aldı, filmlerde de. Ancak en çok Canncs'dan ödülle dönen Üç Maymun rolü kazındı hafızalara. Peki, müziğinden çok oyunculuğu tartişılan, eleştirilcn, hatta "Türkücüden oyuncu olur mu?" şeklinde yürüyen konuşmalardan nasıl anndırmıştı kendisini? Nasıl bakmıştı yoluna? Biz de Bingöl'ü tamnıak ve önümüzdeki süreçteki projelerini konuşmak üzere buluştuk. Sakin ve kendinden emin tavnyla anlattı kendini. Hem ülkede yaşananlara dem vurdu, hem de yapnıak istcdiklerinden söz etti samimi bir şekilde; bazen kırgın ama çokça umut yüklü... Önümüzdeki süreçte Gecenin Kanatlan'ııda izlcyeceğiz Bingöl'ü. Bir de yeni sezonda tiyatro oyununda. - Edebiyatçı bir baba ve müzisyen bir annenin oğlu olarak onlardan nasıl etkilendiniz ve nasıl başladı sanat yolculuğunuz? - En çok annemden etkilendim. Bizim cvde müzik sesi eksik olnıazdı. Hep bir bağlama sesi çalınırdı kulağımıza. Kurs gömıedim ama usta çırak ilişkisiyle anncm sayesinde geliştirdim bağlamayı. Babammsa etkisi başka. Okul müdürlüğü vc öğrctmenliği boyunca hep öğrcncileriyle iç içeydim. Yıl sonu müsamerelerinde sahneye çikardım. Ta ki 12 yaşına kadar. Konservatuvara girdim ve Batı bölümünde okudum. Her alamnda bulundum müziğin. Mutfakta iyi pişmiş bir nıüzisyeninı ashnda. - Oyunculuk nasıl başladı peki? - Tesadüfen başladı aslında. Sonra da Caıınes'a kadar giden bir hikâyem oldu. Cannes, fılnıin başarısıydı. Ben ondan beslenmiş oldum. Nuri Bilge, büyük bir yetenek sonuçta. O açıdan şanslıyını. lnsanlar yüzlerce film çekiyor ama ben oynadığım beşinci iîlmde bu başanyı yakaladım. - Oyunculuk mu müzik mi desek? - Müzik tabii. Ben şarkı söylemeyi başka bir boyııt olarak görüyorum. Oyunculuk yaparken de çok farklı duygulan yaşıyorsunuz, ama müzikten kopmam nıümkün değil. Gerçi biraz uzak kaldım, ama eylül ayında yeni albümümü çıkarıyonım. TÎYATROYU DENEYECEĞÎM... - Çok eleştirildiniz, "Türkücüydü, oyuncu oldu" diye. Peki ya oyuncu olduktan sonra size karşı davranışlarda değişiklik gözlemlediniz mi? - Fanatik dinleyici kitlem, türkü söylememi ve başka şekilde görünmememi istiyor. Ama söz ettiğiniz eleştirileri, oyunculuktaki başarılar yok etti. Artık eski eleştiriler yok. "Fena değil, bu işi de kıvıracak adam galiba" dediler belki de. O yüzden üzerime gelmediler. Olsa da aldırmam zaten. Belki Türkiye'de her şey birbirine geçmiş duramda, kimin ne yaptığı belli değil. O yüzden bu kadar eleştiri yapılıyordur. Ama iyi ile kötü bir şekilde ayrıhyor birbirinden. Bunu gönnek lazım. - Farklı bir alanda gönnek nıümkün olacak mı sizi? Var mı bir projeniz? - Yönetmenlik düşünnıedim hiç. Ama insanın kendi hikâyesini daha iyi çekcbileceğine inanıyorum. Ciddi bir teknik destekle tabii. Yaşamıma ilişkin birkaç öyküııı var, belki ileride sinema fılmi olarak değerlendirebilirim. Bu yıl ise tiyatro denemek istiyoıiun. Sadri Alışık Tiyatrosu'yla 72. Koğuş'ta Tatar Ramazan'ı canlandıracağım. llk kez bir tiyatro sahnesinde olacağım. Benim için önenıli bir dcneyim. - llk kez tiyatro sahnesine çıkıyor olmak çok cesur bir girişim degil mi? Yavuz Bingöl'ü herkes farklı bir yönüyle tanıyor. Kimisi için sesi, kimisi için oyunculuğu ön planda. Siyasete uzak görünse de aslında tam kalbinde, ama karar için zamanı olduğunu düşünüyor. Türkiye'nin daha yaşanabilir bir yer olabileceğine inanıyor. - Çekincelerim var tabii. Salıneye, seyirci karşısına çıkmaya alışkınım yıllardır, ezberime de güveniyonım. Karakteri de iyi tahlil edersem yapabilirim gibi geliyor. Çocukluğumda tiyatro sahnesine çıkmıştım. Deneyimim var. Ama tiyatroda kariyer yapmak kolay değil. Ben sadece denemek istiyorum. Kimse yanlış anlamasm, saygısızlık yapmak istemem. "Denenecek şey mi bu" diyenler çıkabilir. Oysa ben çok şey öğreneceğinıi düşünerek deniyorum. Sanatın her alanından bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Tıpkı bir okul gibi. - Çok sakin ve dingin anlatıyorsunuz. Bu tevazu mu yoksa yapuıızdan mı kaynaklanıyor? Ya da bir yerlcrden taşan bir enerji var da yavaş yavaş mı açığa çıkanyorsunuz? - Dingin biri değilim aslında. Mesela kimsenin kızmayacağı şeye kızabilirim ya da herkesin sinirlendiği bir olayı sakin karşılayabilirim. Kendi içimde bir tenhahğım da var. Ben bağlantılan biraz ters bir adamım galiba. Ama zaten hayat her yönüyle zorlaştı. Artık çember daralıyor. Son 15-20 yıldır yapılan sitelerde duvarlar yükseliyor, güvenlik artıyor. Çenıberin dışıysa bambaşka bir hayat. ÇEMBERÎNDIŞI... - Peki siz o çenıberin hangi tarafindasmız? - Çenıberin dışıyla daha çok ilgileniyorum. Dünyanın diğer ucunda yaşanan bir olaydan çok fazla etkilenebiliyorsunuz. Baktığınızda bizim ülkenin koşullan da çok sert. Önemli bir yaşa kadar çok sıkıntı çektim. Hâlâ da bitmiş değil sıkıntılar. 16- 17 yaşında askeri darbe, 1984'ten sonra askerlik. Hem ülkede hem de çevresinde savaş, kan, katliamlar gördü bizim kuşak. Belli bir yaşa gelmiş olsak da hala zor bir dünyada yaşıyoruz. - Kırgınlıklannız var mı? - Pişmanhklar, kırgınhklar, kızgmlıklar... Hayat böyle bir ş< Sevinçlerimiz daha az. Mutluluk çok da insana ait bir şey değil. Mutsuz olmayı daha kolay becerebiliyoruz. Öyle bir toplumuz. Belki de dünyanın sorunu bu. - Pişmanlıklar, kırgınhklar. denemeler, başan ya da başansızhklarla beraber tam da olmak istediğiniz noktada mısınız? Yoksa kaçırdığmız şeyler var mı? - Elbette vardır. Türkan Saylan hoca gibi çocuklann ve gençlerin eğitimini karşılayan bir vakıf kurmak istiyorum. Bir de siyaset tabii ki. K.ültür bakanı olmak isterim. Ülkeye hizmetim geçer diye düşünüyorum. Siyasetten kaçmamak gerek. Babadan oğla geçer gibi değil. taze kanla beslenmeli. Meclis'te sanatçı da olmah, öğretmen de, esnaf da. Sanatçılaı- genellikle "sanat siyasctin üzcrindedir" diyerek uzak duruıiar. Ben öyle düşünmeyenlerdenim. lçine gimıeliyiz. Bu ülkeyi daha iyi yönetebilir sanatçılar. Daha güler yüzlü bir ülke olabiliıiz; daha hoşgöriilü, anlayışh... - Siyaset demişken, politik sinemayı nasıl görüyorsunuz? - Yılmaz Güney'den sonra kimse politik sinema yapmadı ki. Herkes kıyısından geçiyor. Türkiye'deki gerçekleri eğip bükmeden anlatan biri yok sincmada. Popüler işler yapılıyor hep. Maraş Katliamı'nm, Çorum'un, Sıvas'ın anlatılması lazım mesela. Güneydoğu ve Kürtlerle ilgili filmler yapmak lazım. Biraz da bıçak sırtı bir iş. Sistem izin vermiyor zaten. Ama sinemanın bağımsızlığına ve sanatın gücüne inanmak gerekıyor. - Sizin böyle bir projeniz var mı? - Ben yapmak isterim demiyorum, yapılmalı. Mahsun'un Güneşi Gördüm filmi cesur bir adım mesela. Yeterli değil, daha fazlası yapıhnalı. Türkiye'de aslında hâlâ görünmeyen bir denetim mekanizması var. Hiçbir şeyin özgür olmadığı bir ülkede yaşıyoruz; hem de özgünnüş gibi gözükürken. Gizli bir güç, el varmış gibi. tnsanlar sanıyor ki 80 darbesi yaşandı bitti. Oysaki etkisi sürüyor. Zor Türkiye'de bazı şeyleri özgürce ifade edebilmek. Yine de umudu yitimıemek lazım. - Gecenin Kanatlan'nda da zor bir role soyunuyorsunuz... - Senaryosunu Mahsun Kırmızıgül yazdı, Serdar Akar yönetiyor. O da bıçak sırtı bir hikâye. lntihar eylemcisi bir kadın militanın DUNYALI YAZILAR Gafletin böylesi. ZULAL KALKANDELEN Bir süredir okuduğum "Muslim Women Reformers - Inspiring Voices Against Oppression" (Müslüman Kadın Reformcular- Zulme Karşı llham Verici Sesler) adlı kitabı henüz bitirdim. Geçen ay Prometheus Books tarafından yayımlanan kitabın yazarı, Avustralyalı kadın psikiyatrist Ida Lichter. Lichter, 513 sayfalık eserini, "Reform için savaşıp, Cihad'ın hedefi olarak yaşamını kaybeden Müslüman kadın kahramanlara" adamış. Çoğunluğu Müslüman coğrafyasında yaşayan bu kahramanların hikâyelerini ülkelerine göre ele almış. Bazı eksikleri olmakla birlikte, bana göre, okumaya değer bir çalışma yapmış Lichter... Kitabı elime alır almaz, Türkiye ile ilgili yazılanlara baktım. Bu başlıkta sadece iki sivil toplum örgütünden söz ediliyor. Birisi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde kurulan ilk kadın merkezi KA-MER; diğeri de, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği KA- DER. Türkiye'ye ayrılan sekiz sayfalık bölüm, Atatürk devrimleriyle Türk kadınına verilen haklarla başlıyor. Neler anlatılıyor? 1926'da Medeni Kanun'un kabulüyle çok eşlilik yasaklandı.... Eğitim, boşanma, miras gibi konularda kadınlara eşit haklar sağlandı... Türk kadını, 1930'ların ortalarına kadar seçme ve seçilme hakkını kazandı... 17 Türk kadını ilk kez Meclis'e girdi... Türkiye, 1934 yılında, dünyada bir kadının yüksek mahkemede göreve seçildiği ilk ülke oldu. (Kitapta adı verilmemiş ama biz burada analım; dünyada "ilk kadın Danıştay daire başkanı" olarak adını tarihe yazdıran kişi Firdevs Menteşe'ydi) Bütün bunlardan sonra Atatürk'ün şu sözüne yer verilmiş; "Siyasi ve sosyal hakiarın kadın tarafından kullanılmasının, insanlığın mutluluğu ve saygınlığı açısından gerekli olduğuna inanıyorum." Fakat Türkiye ile ilgili sorun şu ki; yeni kurulan Cumhuriyet'te kadın hakları konusunda atılan o büyük adımlara karşın, bugün Türk kadını, sosyal ve siyasal alanda olması gereken yerin çok gerisindedir... Ida Lichter, kitabında "1990'lardan bu yana Türkiye'nin Islami köktendinciliğin dirilişine tanık olduğunu; kadın hayatının (ve bedeninin), Islami modernleştirme çabaları için bir sahne haline geldiğini" yazmış. Peki, ne oldu da "insanlığın mutluluğu ve saygınlığı açısından gerekli olan haklardan" vazgeçme gafletine düşüldü? Nasıl oldu da Türkiye, 83 yıl önce Ortadoğu'da ve hatta dünyada kadın hakları konusunda önder bir ülkeyken, bugün döneminin çok gerisine düştü? Geçmişte kadınların birçok alanda öncü olabildiği bir ülke, neden 2000'lerde kadın- erkek eşitliğinde Avrupa standartlarını yakalayamadı? Zaman ilerledikçe gündeme gelen bu geriye gidişin sorumluları olmalıdır... Kimlerdir onlar? Kadının hayatını ve bedenini tahakküm altına alma gayretine düşenlerdir elbette... 2007'de hazırladıkları anayasa taslağında, kadınları "çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korumayı gerektiren keslmler" arasında sayanlardır... "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptlr" şeklindeki maddeyi kaşla göz arasında değiştirme hevesine kapılanlardır... Kadına, "Meslek sahibi ol, ekonomik özgürlüğünü kazan," demek yerine, durmadan en az üç çocuk doğurmasını öğütleyen siyasetçilerdir... Kadın üzerinde egemenlik kurmak için dini siyasete alet edenlerdir... Açıkça bir baskı aracı olan türbanı, çarşafı, "özgürlük" adına savunanlardır... Mustafa Kemal Atatürk'ün açtığı uygarlık yolunu, laiklik ilkesinden verdikleri ödünlerle tıkayanlardır... İnsanlığın mutluluğu ve saygınlığı açısından gerekli haklardan vazgeçenlerdir... Bu, gafletin ta kendisidir... • www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com i
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle