Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 8 AĞUSTOS 2009 CUMARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Ahbap Çavuşlar
DEVLET yönettikleri halde alışılmış devlet ada-
mı tanımına bu kadar ters düşen, peşlerine takıl-
mış insanlara bu kadar az önem verir gözüken,
çevrelerine doluşmuş insanların değer yargıları-
na bu denli fütursuzca burun kıvıran, yine de tu-
tumları, davranışları bu kadar birbirine benzeyen
üç insan az bulunur.
Hangisi daha ilginç, daha önemli ya da daha çok
tepki uyandırıcı diye soracak olursanız, ona ke-
sin yanıt vermek de zor.
Öyleyse, haksızlık etmemek için bu kez de bir
araya geldiklerinde soyadlarının baş harflerine gö-
re sıralayalım: Berlusconi, Erdoğan, Putin.
Galiba birbirlerine çok benzediklerini onlar da
biliyor ki, her zaman olduğu gibi bu kez de, maç
öncesi omuz omuza gelerek iman tazeleyen
basketçilere benzercesine kafa kafa verip resim
çektirmeyi çok seviyorlar.
Berlusconi, magazin ve dedikodu sayfalarının
başaktörü. Yaşadıklarına ciddi aşk serüveni
denemez. Belli ki, İtalya salonlarının körpe ikon-
canlarına ya da büyük kentlerin monden hayat ka-
dınlarına pek düşkün. Onlarla entel takıldığı söy-
leniyorsa da, pek ciddi değil.
Erdoğan, sahaya çıkan futbolcu yürüyüşünü Ka-
sımpaşa afişine ekleyen havasıyla denebilir ki, ara-
larında en kabadayı görüntüsüne sahip olanı. Pek
dedikodusu yok sayılır. Yine de, imam çıkışlı olup
da en yüksek yönetim katmanlarına tırmanmış
oluşundan beklenen bir fiyakacılıktan uzak. Bir de
yabancı dili olsaymış, hiç değilse kişisel düzey-
de grubun liderliğini alabilirdi..
O sıfat şimdilik Putin’e yakışıyor. Kendi devle-
tinin yönetiminde de, taşıdığı resmi unvan ne olur-
sa olsun en etkili ve en yönlendirici olanın o ol-
duğu her zaman belli oluyor. Üstelik sporcu da,
eşofmanla dolaşsa yadırganmayacak.
Ama kitlelerin gözünde onları sempatik kılan sa-
dece bu özellikleri değil. En azından Berlus-
coni ile Putin’de ve en çok da onda dünya lider-
liğinin Amerika’da oluşunu görmezden geliş, al-
dırış etmeyiş, tınmayış göze çarpıyor.
Keşke Erdoğan’da da bu olsa. Ama hayır, bu
yok onda. “One minute show”u ancak İsviçre te-
levizyonunun panel yöneticisiyle yapabildi. Oysa,
o kısacık olay da gösterdi ki, bu tarz davranışla-
rı görüp gururunun okşanmasına en çok susamış
olan da onun halkı.
Tarihle coğrafyanın bu ülkeye ve halkına ihsan
ettiği nimetlerden yeterince yaralanama-
dığımız inancı yaygındır. Yaygın, ama yersiz bir
beklenti bu. Bugünkü dünyada ağır basabilmek
için, bilimde, teknolojide, sanatta insanlığa büyük
katkılar getirebilmiş olmak gerekiyor. O alanlar-
da bir yığın İtalyan ve Rus’un adı biliniyor; ama,
bizimkileri sadece bizler biliyoruz.
Üçlü ahbap çavuşluğun ulusal düzeyde ev-
rensellik kazanabilmesi için herhalde daha kırk fı-
rın ekmek yememiz gerektiğini unutmamalıyız.
PENCERE
Yozlaşmaya
Diyecek Yok...
Eskiden ne denirdi:
Dalkavuk..
Soytarı..
Dönem değişti, artık ne dalkavuk kullanılıyor,
ne soytarı; yalaka sözcüğü geçerli oldu...
Dalkavuk Doğu’nun ürünüdür...
Soytarı Batı’nın...
Her ikisi de eski çağlardan beri kurumsallaş-
mıştır...
Kralın soytarısı neredeyse sarayda özel yeri olan
biridir, protokolün hem içindedir, hem dışında...
Soytarı kimi zaman efendisini bile iğneler, Ba-
tı dünyasının hoşgörü kuyusundan çıkrıkla çe-
kebildiği yergileri dile getirir...
Herkes de der ki:
- Soytarı soytarılığını yapıyor...
Dalkavuk ise Doğu’ya özgüdür, işi gücü ‘evet
efendim, sepet efendim’ havası içinde maskaralık
yapmak, efendisini güldürmek, şaklabanlık tü-
retmektir...
Dalkavuk soytarıdan da beter bir kimliği sim-
geler...
Peki, yalaka kimdir?..
Sözlükler yalakalaşmayı utanma duygusunu yi-
tirerek ‘dalkavuklaşmak’ diye tanımlıyorlar...
Bugünkü Türkiye’de artık dalkavuk ile soytarı
sözcükleri unutuldu...
Eskiden basında dalkavukluk çok ayıp bir şey
sayılırdı, iktidara yamanan gazeteciler de parmakla
gösterilecek kadar az olurdu...
Ya bugün?..
İktidara yamanıp mesleğini yalakalığa dönüş-
türenleri say say bitiremezsin...
Bugünkü iktidarın basındaki yalakalarında ar-
tık utanma arlanma da kalmadı...
Bunlardan biri ne demişti:
“- Recep Tayyip Erdoğan benim idolüm,
ben ona tapıyorum...”
Bu kadar açık dile getirmeseler de iktidara ya-
manıp işini iş yapan o kadar çok yalaka gazete-
ci var ki...
İktidar, para, pul, zenginlik, tatlı yaşam, rezil-
lik, soytarılık artık mesleğimizde doğal sayılan ge-
çerli akçedir...
Dalkavuk..
Soytarı..
Yalaka..
Bu üçünü kimliğinde eski deyişle “mezce-
den” gazeteci artık açık seçik iktidara yanaşıp ça-
lışıyor, işbirliği adı altında iktidara hizmet ediyor,
iktidar ile yalakası arasında hiçbir “mesafe” yok,
iktidara hizmetle yalaka zenginleşiyor...
Gel keyfim gel...
Bugünkü medyanın zaten yarısı doğrudan ik-
tidara bağlı... Yalakalık resmiyet kazandı, iş ha-
yatının gereği sayılıyor, iktidarın rozeti artık dal-
kavuğun yakasında da dağil, alnına tükürükle ya-
pıştırılmış...
Olayın en acı yanı da vaktiyle doğru dürüst ga-
zetecilik yapan kimi meslektaşların da ‘zamane’ye
uyup yalakalaşması...
Daha başka deyişle soytarılaşması...
Eee üzüm üzüme baka baka kararır, yalaka da
yalakaya bakarak yalakalaşır...
T
emel ilke olarak, “Bilimle inanç
çatıştığında, bilimden yana ol-
mak gerekir” yargõsõnõn benim-
sendiği “Aydınlanma Çağı” nõ iz-
leyen yõllarda hõzla gelişen bilim ve
teknoloji, tüm yerküreyi etkileyen boyutlara
ulaştõ, güncel deyimle küreselleşti. Bu geliş-
meler sürecinde bilim adamlarõ bilimsel ka-
zanõmlardan tüm insanlõğõn yararlanmasõ ama-
cõnõ güderlerken çõkarcõ yönetimler bütün ka-
zanõmlarõ etkin konumdaki yandaşlarõna yön-
lendirdiler. Ütopik sosyalistlerle başlayan ve
onlarõ izleyen bilimsel sosyalizmin öncüleriyle
sürdürülen akõlcõ, bilimsel önerilere karşõ ko-
yan ve çõkarcõ düzenden yana olan yönetim-
ler, talan ekonomisinin uygulayõcõlarõ oldular.
Doğada var olan kaynak ve ürünler sonsuz ol-
madõğõndan bu çõlgõnca tüketim tutkusu za-
manla, paylaşõmda da sorunlar oluşturarak, ka-
çõnõlmaz toplumsal bunalõmlar yarattõ.
Talan ekonomisi
Sömürücü talan ekonomisinin başladõğõ
XVII. yüzyõlda dünya nüfusunun 500 milyon
kadar olduğu sanõlõyor. O yõllarda tüm
yerküre sömürüye açõk ve kaynaklar sonsuz gi-
biydi. M. Beaud’nun “Kapitalizmin Tarihi”
adlõ eserinde yazdõğõna göre sadece XVII. yüz-
yõlda Amerika’dan İspanya’ya 200 ton altõn ve
18.000 ton gümüş taşõnmõş olmasõ da yeni bu-
lunan kõtayõ yağmaya uğratan talan ekonomi-
sinin gerçek yüzünün ne olduğunu daha o gün-
lerden belirleyen bir kanõttõr. İzleyen yõllarda
gelişen “Endüstri Devrimi” ile hõzla artan üre-
timi pazarlayabilmek için yeni sömürgeler edin-
mek ve sömürge halkõnõ denetim altõnda tut-
mak için de güçlü ordular ve daha güçlü yeni
silahlar gerekli oldu.
Çõkarlarõ çatõşan sömürücü güçlerin arala-
rõnda çõkan paylaşõm sorunlarõ iki büyük
“Dünya Savaşı”nõ tetikledi. Yaşadõğõmõz dö-
nemde nükleer silahlarõn yarattõğõ denge etki-
si yanõnda toprağõ ele geçirmek ekonomiyi ele
geçirmekten daha yüksek bedel gerektirdi-
ğinden, artõk savaş yoluyla talana, tek sömü-
ren adõna değil, güdümlü hale getirilen Bir-
leşmiş Milletler ya da NATO gibi kuruluşlar
aracõ kõlõnarak başvurulmaktadõr. Günümüzün
sömürücü güçleri yerküre boyutunda politika
ve ekonomiyi denetim altõnda tutan çokulus-
lu şirketlerden oluşmakta, amaçlarõnõ da iş-
birlikçi yönetimleri kullanarak gerçekleştir-
mektedirler.
Bilim adamlarõ ve çağdaş düşünceli aydõn-
larõn sorunlarõn çözümü için önerdikleri, “Do-
ğa, insan, emek, üretim ve ürünlerin pay-
laşımında hakça uyum sağlanması gerek-
lidir”, önerileri sömürenlerce göz ardõ edil-
mektedir. Bu duyarsõzlõk nedeniyle 12 milyar
insanõn doyabileceği koşullarda 6.5 milyar do-
layõndaki dünya nüfusunun 800 milyondan faz-
lasõ açlõk çekmekte, her yedi saniye içinde 10
yaş altõndaki bir çocuk açlõktan ölmektedir. Bir-
leşmiş Milletler Gõda Tarõm Örgütü (FAO) aç-
lõğõn giderilmesi için yõlda otuz milyar dolarõ
yeterli bulduğu halde silahlanmaya bir trilyon
dolardan fazla yatõran sömürücüler buna ya-
naşmamaktadõrlar. Son günlerde, sömürücü
zenginlerin L’Aquila toplantõsõnda, talan eko-
nomisinin uygulayõcõlarõ, aç kitleler için yõlda
ancak altõ milyar dolar civarõnda bir yardõm-
da bulunabileceklerini belirtmişler, yarattõklarõ
bunalõmõn bedelini ödemeyi gene sömürülen
yoksullarõn sõrtõna yüklemişlerdir.
Sömürücüler tüm yeryüzünde “İşbirlikçi-
ler bul, yozlaştır ve sömür” ilkesini uygula-
maktadõrlar. Bunun sonucunda da dünyanõn her
yöresinde yolsuzluk ve yozlaşmanõn geçerli ol-
duğu ülkeler ne kadar yoksul ve borç için-
deyseler, halktan kopuk işbirlikçi yöneticiler
ve yandaşlarõ o kadar lüks içinde yaşamakta,
aç kitleler de öteki dünya mutluluğu ile alda-
tõlmaktadõr.
Dış güçlerin uydusu
Ülkemizde yaşanan toplumsal sorunlarõ da
dünyada yaşanan bunalõmõn bize yansõtõlma-
sõ olarak algõlamak gerekir. Sömürücülerin
amaçlarõna uymayan ulusal devletleri yok et-
me isteklerinin gerçekleşmesi için üniter dev-
let yapõmõz yõkõlmak istenmektedir. Direnmekte
güçlüğe uğramamõzõn nedeni, Kurtuluş Sava-
şõ’nõ izleyen yõllarda bile ekonomik ve siyasal
bağõmsõzlõğõnõ koruyan ülkemizin öngörüden
yoksun yönetimlerce dõş güçlerin uydusu ha-
line getirilmesidir. Laik Cumhuriyet’in ilke-
lerinden sapõldõğõ için yakõn zamanlara kadar
kendi kendine yeterli uluslar arasõndaki yeri-
mizi kaybettiğimizden sömürücü dõş güçler ar-
tõk ulusal onurumuzla çelişen yaptõrõmlarõ bi-
le pervasõzca dayatabilmektedirler. Yozlaştõ-
rõlan eğitim nedeniyle beyinleri dogmalarla ko-
şullandõrõlmõş olarak yetişen ve olaylarõ de-
ğerlendiremeyen kuşaklarõn yönetimlerde et-
kin olmaya başlamasõ toplumsal çöküşümüzün
ana kaynağõdõr. Giderek baskõ ve yasallõğõ tar-
tõşmalõ yöntemlerle etkisizleştirilen yurtsever
aydõnlarõn da suskunlaşmasõ bu çöküşü daha
da hõzlandõracaktõr.
Sorunlarõn çözümü için çağdaş dünyaya ya-
raşõr demokratik, yasal yöntemlerin tek çõkar
yol olduğuna inanarak ulusumuzu uyarmak, bil-
gilendirmek tüm gerçek aydõnlarõn yaşamsal
görevidir. Güçler ayrõlõğõnõn korunmasõ, özel-
likle yargõnõn bağõmsõzlõğõ ilkesinin savunul-
masõ kurumsal ve bireysel güvencenin tek da-
yanağõdõr. Bu nedenle büyük çoğunluğunun
“Laik Cumhuriyet’in savunucularõ oldu-
ğundan kuşku duyamayacağõmõz yargõ men-
suplarõna güveni yõpratacak davranõşlardan ka-
çõnõlmasõ ve değerli hukukçularõmõzõn ülkemizi
“Her şeyin bedelinin ödendiği yasal toplum”
haline getireceklerinden kuşku duyulmamasõ
gerekir.
Bilime Aykõrõ Sömürü Düzeni
Prof. Dr. Abidin KUMBASAR
Sorunlarõn çözümü için çağdaş dünyaya yaraşõr demokratik yasal yöntemlerin tek çõ-
kar yol olduğuna inanarak ulusumuzu uyarmak, bilgilendirmek tüm gerçek aydõn-
larõn yaşamsal görevidir. Güçler ayrõlõğõnõn korunmasõ, özellikle yargõnõn bağõmsõzlõğõ
ilkesinin savunulmasõ kurumsal ve bireysel güvencenin tek dayanağõdõr.
Karadenize denizden ulaşamamak
2.
Dünya Savaşõ yeni
bitmiş. Cumhuri-
yetimiz kurulalõ
yirmi üç, Atatürk’ümüzü
kaybedeli sekiz yõl olmuş.
Onuncu yõl marşõ her fõr-
satta bütün coşkusuyla
Anadolu denilen bu topra-
ğõn her yöresinde söyleni-
yor. Sokakta subay görün-
ce en azõndan aramõzdaki
şamatayõ kesip selam veri-
yoruz. İlkokul çağõndaki
çocuklara o alõşõlmõş “Bü-
yüyünce n’olcan bakim”
sorusu yönelince, o põrõl põ-
rõl gözler olabildiğince cid-
di hep aynõ cevabõ alõyoruz
“Asker, subay daha bü-
yüyünce de Atatürk ol-
cam”.
Ülke demir ağlarla örü-
lüyor, İstanbul’dan Kara-
deniz’in her noktasõna yol-
cu ve yük taşõyan “Posta
gemileri” ile ulaşõlõyor.
Aynõ şekilde Bandõrma,
Ayvalõk, İzmir, İskenderun
postalarõ, kõyõlarõmõzda di-
zili kent, kasaba hatta köy-
lere uğrayan o gizemli,
yorgun yoksul görünüşlü,
gittikleri her yere yolcu-
larla birlikte gazete, posta,
un , şeker, pirinç ve daha
nice ihtiyaç mallarõnõ da
götüren, oralarõn ürünleri-
ni de yükleyip İzmir, İs-
tanbul gibi uluslararasõ
önemdeki ihraç limanlarõ-
na ulaştõran hep o posta ge-
mileri.
Yaz, kõş fõrtõna demeden
yaktõklarõ kömürün duma-
nõ bacalarõndan rüzgâra
baş eğmiş belli belirsiz bir
hüzünle savrulan, gittikle-
ri yere şiirlerini, hüzünle-
rini, türkülerini ve mutlu-
luklarõnõ götüren o gizem-
li şeyler; posta gemileri.
Londra ya da Avrupa’nõn
herhangi bir noktasõndan
uçağõna atlayõp o zaman-
ki Yeşilköy’e varõşõnda bir
taksi ile “Tophane rıhtı-
mına lütfen” diyen yüz-
lerce turist yarõm saat son-
ra Karadeniz Postasõ’nõn
bir yolcu gemisinde põrõl
põrõl kamarasõnda bulu-
yorlar kendilerini. Geminin
kalkõşõnda dünyada eşi bu-
lunmaz İstanbul’u, nefes-
lerini kesen bir şiir olan
Boğaz’õ seyrederek Kara-
deniz’e doğru süzülüyorlar.
Boğazõn mavisinde benim
“beyaz deniz kuşları” de-
diğim şehir hattõ vapurlarõ,
kõyõlarda henüz yanmamõş
yõkõlmamõş ya da hemen
arkalarõnda çirkin gökdelen
yapõlar kondurulmamõş bir
“İstanbul” ziyafetinden
sonra gemi Anadolu Fe-
neri’ni bordalayõp Zon-
guldak’a rota veriyor. Ka-
radeniz’in sularõ, inen ak-
şamla birlikte billur mavi-
sinden laciverde doğru
renk değiştirirken gemi-
nin bir hafta öncesinden
kalma kaba denizlerle düş-
tüğü çok ağõr tempolu tat-
lõ yalpa, biraz romantizme
yatkõn yolcularõn ayakla-
rõnõn altõnda kõmõldayan
bir deniz devi fantezisi ya-
ratõyor.
Bu on yõllar öncesi Ka-
radeniz’in turizm ile ilgili
yönünden bir kesit. Asõl
önemlisi Karadeniz dahil
tüm Anadolu’yu çevrele-
yen kõyõlardaki köy, kasa-
ba, limanlarla başta İstan-
bul olmak üzere büyük
kent limanlar arasõndaki
trafik. Bu tümüyle deniz-
den zamanõn ulaşõm fe-
daileri olan posta gemile-
riyle karşõlanõyor. Akla ge-
len her türlü ticari malõ
kocaman ağõzlarõnõ açmõş
ambarlarõna indirip yutan
bu gemilerde bütün Kara-
deniz halkõ yolculuk edi-
yor. Mal alacak malõnõ sa-
tacak iş adamõ, üniversite-
ye ya da askere giden de-
likanlõ, derdine bir türlü de-
va bulamayan hasta, İs-
tanbul’a hep bu gemilerle
gidip geliyor. Kuruluş ve
ayrõ isimler altõnda on yõl-
lar boyunca gelişimi başlõ
başõna bir tarih, şimdi ise
masallar kadar uzak adeta
bir efsane olan “Deniz-
yolları”nõn Karadeniz Pos-
talarõ. Karayollarõ salha-
ne değil o yõllarda. Deniz
halkõn güvendiği bir ulaşõm
yolu. Üstelik en ucuz, he-
saplõ ve güvenli bir taşõma
şekli. Dahasõ bir devlet
politikasõ bu.
Aylar önce Gürcistan sõ-
nõrõndan Karadeniz’in en
batõsõndaki İğneada Fene-
ri’ne kadar olan şeritte ye-
ni bir kitabõmõn çalõşmasõ
ile ilgili olarak karõş karõş
dolaştõm. O şerit boyunca
on yõllar sonra gördüğüm
şimdi bazõsõ kaza, il olmuş
yerleşimler sõralanmõş. An-
latõlmaz bir kõyõ güzelliği,
anlatõlmaz bir coğrafya şii-
ri Hopa, Of, Sürmene,
Trabzon, Akçaabat, Gö-
rele, Tirebolu, Giresun,
Ordu, Perşembe, Fatsa,
Gebze, Sinop, Cide ve ba-
tõya doğru sõralanmõş
Amasra, Çatalzeytin, Ku-
rucaşile, vb. O ünlü Fran-
sõz ve de İtalyan riviyera-
sõnõ oluşturan Akdeniz kõ-
yõlarõ güzellik kavramõndan
yana bence çok çok geri-
lerde kalõyor. Yazõyõ uzat-
maya imkân yok. Yerimiz
kalmadõ. Şimdi bu güzel-
liklerin hiçbirine denizden
ulaşacağõmõz bir toplu ta-
şõma aracõ yok. Hepsi tari-
he karõşmõş, satõlmõş, yok
edilmiş. Ulaşõmõn her tür-
lüsü her gün yüzlerce in-
sanõn toz toprak kan için-
de can verdiği karayollarõ
sistemi içinde yapõlõyor.
Gelin de “Hey gidi gün-
ler” demeyin. Demiryollarõ
nasõl o günlerde olduğu gi-
bi bõrakõlmõş ise deniz-
yollarõ daha da beter ol-
muş hepten yok olmuş. O
güzelim Karadeniz kõyõ-
larõnda inci gibi sõralanmõş
yerleşimlere deniz yoluy-
la ulaşmak tek kelime ile
“mümkün değil”.
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
[email protected]