18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 8 AĞUSTOS 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ahbap Çavuşlar DEVLET yönettikleri halde alışılmış devlet ada- mı tanımına bu kadar ters düşen, peşlerine takıl- mış insanlara bu kadar az önem verir gözüken, çevrelerine doluşmuş insanların değer yargıları- na bu denli fütursuzca burun kıvıran, yine de tu- tumları, davranışları bu kadar birbirine benzeyen üç insan az bulunur. Hangisi daha ilginç, daha önemli ya da daha çok tepki uyandırıcı diye soracak olursanız, ona ke- sin yanıt vermek de zor. Öyleyse, haksızlık etmemek için bu kez de bir araya geldiklerinde soyadlarının baş harflerine gö- re sıralayalım: Berlusconi, Erdoğan, Putin. Galiba birbirlerine çok benzediklerini onlar da biliyor ki, her zaman olduğu gibi bu kez de, maç öncesi omuz omuza gelerek iman tazeleyen basketçilere benzercesine kafa kafa verip resim çektirmeyi çok seviyorlar. Berlusconi, magazin ve dedikodu sayfalarının başaktörü. Yaşadıklarına ciddi aşk serüveni denemez. Belli ki, İtalya salonlarının körpe ikon- canlarına ya da büyük kentlerin monden hayat ka- dınlarına pek düşkün. Onlarla entel takıldığı söy- leniyorsa da, pek ciddi değil. Erdoğan, sahaya çıkan futbolcu yürüyüşünü Ka- sımpaşa afişine ekleyen havasıyla denebilir ki, ara- larında en kabadayı görüntüsüne sahip olanı. Pek dedikodusu yok sayılır. Yine de, imam çıkışlı olup da en yüksek yönetim katmanlarına tırmanmış oluşundan beklenen bir fiyakacılıktan uzak. Bir de yabancı dili olsaymış, hiç değilse kişisel düzey- de grubun liderliğini alabilirdi.. O sıfat şimdilik Putin’e yakışıyor. Kendi devle- tinin yönetiminde de, taşıdığı resmi unvan ne olur- sa olsun en etkili ve en yönlendirici olanın o ol- duğu her zaman belli oluyor. Üstelik sporcu da, eşofmanla dolaşsa yadırganmayacak. Ama kitlelerin gözünde onları sempatik kılan sa- dece bu özellikleri değil. En azından Berlus- coni ile Putin’de ve en çok da onda dünya lider- liğinin Amerika’da oluşunu görmezden geliş, al- dırış etmeyiş, tınmayış göze çarpıyor. Keşke Erdoğan’da da bu olsa. Ama hayır, bu yok onda. “One minute show”u ancak İsviçre te- levizyonunun panel yöneticisiyle yapabildi. Oysa, o kısacık olay da gösterdi ki, bu tarz davranışla- rı görüp gururunun okşanmasına en çok susamış olan da onun halkı. Tarihle coğrafyanın bu ülkeye ve halkına ihsan ettiği nimetlerden yeterince yaralanama- dığımız inancı yaygındır. Yaygın, ama yersiz bir beklenti bu. Bugünkü dünyada ağır basabilmek için, bilimde, teknolojide, sanatta insanlığa büyük katkılar getirebilmiş olmak gerekiyor. O alanlar- da bir yığın İtalyan ve Rus’un adı biliniyor; ama, bizimkileri sadece bizler biliyoruz. Üçlü ahbap çavuşluğun ulusal düzeyde ev- rensellik kazanabilmesi için herhalde daha kırk fı- rın ekmek yememiz gerektiğini unutmamalıyız. PENCERE Yozlaşmaya Diyecek Yok... Eskiden ne denirdi: Dalkavuk.. Soytarı.. Dönem değişti, artık ne dalkavuk kullanılıyor, ne soytarı; yalaka sözcüğü geçerli oldu... Dalkavuk Doğu’nun ürünüdür... Soytarı Batı’nın... Her ikisi de eski çağlardan beri kurumsallaş- mıştır... Kralın soytarısı neredeyse sarayda özel yeri olan biridir, protokolün hem içindedir, hem dışında... Soytarı kimi zaman efendisini bile iğneler, Ba- tı dünyasının hoşgörü kuyusundan çıkrıkla çe- kebildiği yergileri dile getirir... Herkes de der ki: - Soytarı soytarılığını yapıyor... Dalkavuk ise Doğu’ya özgüdür, işi gücü ‘evet efendim, sepet efendim’ havası içinde maskaralık yapmak, efendisini güldürmek, şaklabanlık tü- retmektir... Dalkavuk soytarıdan da beter bir kimliği sim- geler... Peki, yalaka kimdir?.. Sözlükler yalakalaşmayı utanma duygusunu yi- tirerek ‘dalkavuklaşmak’ diye tanımlıyorlar... Bugünkü Türkiye’de artık dalkavuk ile soytarı sözcükleri unutuldu... Eskiden basında dalkavukluk çok ayıp bir şey sayılırdı, iktidara yamanan gazeteciler de parmakla gösterilecek kadar az olurdu... Ya bugün?.. İktidara yamanıp mesleğini yalakalığa dönüş- türenleri say say bitiremezsin... Bugünkü iktidarın basındaki yalakalarında ar- tık utanma arlanma da kalmadı... Bunlardan biri ne demişti: “- Recep Tayyip Erdoğan benim idolüm, ben ona tapıyorum...” Bu kadar açık dile getirmeseler de iktidara ya- manıp işini iş yapan o kadar çok yalaka gazete- ci var ki... İktidar, para, pul, zenginlik, tatlı yaşam, rezil- lik, soytarılık artık mesleğimizde doğal sayılan ge- çerli akçedir... Dalkavuk.. Soytarı.. Yalaka.. Bu üçünü kimliğinde eski deyişle “mezce- den” gazeteci artık açık seçik iktidara yanaşıp ça- lışıyor, işbirliği adı altında iktidara hizmet ediyor, iktidar ile yalakası arasında hiçbir “mesafe” yok, iktidara hizmetle yalaka zenginleşiyor... Gel keyfim gel... Bugünkü medyanın zaten yarısı doğrudan ik- tidara bağlı... Yalakalık resmiyet kazandı, iş ha- yatının gereği sayılıyor, iktidarın rozeti artık dal- kavuğun yakasında da dağil, alnına tükürükle ya- pıştırılmış... Olayın en acı yanı da vaktiyle doğru dürüst ga- zetecilik yapan kimi meslektaşların da ‘zamane’ye uyup yalakalaşması... Daha başka deyişle soytarılaşması... Eee üzüm üzüme baka baka kararır, yalaka da yalakaya bakarak yalakalaşır... T emel ilke olarak, “Bilimle inanç çatıştığında, bilimden yana ol- mak gerekir” yargõsõnõn benim- sendiği “Aydınlanma Çağı” nõ iz- leyen yõllarda hõzla gelişen bilim ve teknoloji, tüm yerküreyi etkileyen boyutlara ulaştõ, güncel deyimle küreselleşti. Bu geliş- meler sürecinde bilim adamlarõ bilimsel ka- zanõmlardan tüm insanlõğõn yararlanmasõ ama- cõnõ güderlerken çõkarcõ yönetimler bütün ka- zanõmlarõ etkin konumdaki yandaşlarõna yön- lendirdiler. Ütopik sosyalistlerle başlayan ve onlarõ izleyen bilimsel sosyalizmin öncüleriyle sürdürülen akõlcõ, bilimsel önerilere karşõ ko- yan ve çõkarcõ düzenden yana olan yönetim- ler, talan ekonomisinin uygulayõcõlarõ oldular. Doğada var olan kaynak ve ürünler sonsuz ol- madõğõndan bu çõlgõnca tüketim tutkusu za- manla, paylaşõmda da sorunlar oluşturarak, ka- çõnõlmaz toplumsal bunalõmlar yarattõ. Talan ekonomisi Sömürücü talan ekonomisinin başladõğõ XVII. yüzyõlda dünya nüfusunun 500 milyon kadar olduğu sanõlõyor. O yõllarda tüm yerküre sömürüye açõk ve kaynaklar sonsuz gi- biydi. M. Beaud’nun “Kapitalizmin Tarihi” adlõ eserinde yazdõğõna göre sadece XVII. yüz- yõlda Amerika’dan İspanya’ya 200 ton altõn ve 18.000 ton gümüş taşõnmõş olmasõ da yeni bu- lunan kõtayõ yağmaya uğratan talan ekonomi- sinin gerçek yüzünün ne olduğunu daha o gün- lerden belirleyen bir kanõttõr. İzleyen yõllarda gelişen “Endüstri Devrimi” ile hõzla artan üre- timi pazarlayabilmek için yeni sömürgeler edin- mek ve sömürge halkõnõ denetim altõnda tut- mak için de güçlü ordular ve daha güçlü yeni silahlar gerekli oldu. Çõkarlarõ çatõşan sömürücü güçlerin arala- rõnda çõkan paylaşõm sorunlarõ iki büyük “Dünya Savaşı”nõ tetikledi. Yaşadõğõmõz dö- nemde nükleer silahlarõn yarattõğõ denge etki- si yanõnda toprağõ ele geçirmek ekonomiyi ele geçirmekten daha yüksek bedel gerektirdi- ğinden, artõk savaş yoluyla talana, tek sömü- ren adõna değil, güdümlü hale getirilen Bir- leşmiş Milletler ya da NATO gibi kuruluşlar aracõ kõlõnarak başvurulmaktadõr. Günümüzün sömürücü güçleri yerküre boyutunda politika ve ekonomiyi denetim altõnda tutan çokulus- lu şirketlerden oluşmakta, amaçlarõnõ da iş- birlikçi yönetimleri kullanarak gerçekleştir- mektedirler. Bilim adamlarõ ve çağdaş düşünceli aydõn- larõn sorunlarõn çözümü için önerdikleri, “Do- ğa, insan, emek, üretim ve ürünlerin pay- laşımında hakça uyum sağlanması gerek- lidir”, önerileri sömürenlerce göz ardõ edil- mektedir. Bu duyarsõzlõk nedeniyle 12 milyar insanõn doyabileceği koşullarda 6.5 milyar do- layõndaki dünya nüfusunun 800 milyondan faz- lasõ açlõk çekmekte, her yedi saniye içinde 10 yaş altõndaki bir çocuk açlõktan ölmektedir. Bir- leşmiş Milletler Gõda Tarõm Örgütü (FAO) aç- lõğõn giderilmesi için yõlda otuz milyar dolarõ yeterli bulduğu halde silahlanmaya bir trilyon dolardan fazla yatõran sömürücüler buna ya- naşmamaktadõrlar. Son günlerde, sömürücü zenginlerin L’Aquila toplantõsõnda, talan eko- nomisinin uygulayõcõlarõ, aç kitleler için yõlda ancak altõ milyar dolar civarõnda bir yardõm- da bulunabileceklerini belirtmişler, yarattõklarõ bunalõmõn bedelini ödemeyi gene sömürülen yoksullarõn sõrtõna yüklemişlerdir. Sömürücüler tüm yeryüzünde “İşbirlikçi- ler bul, yozlaştır ve sömür” ilkesini uygula- maktadõrlar. Bunun sonucunda da dünyanõn her yöresinde yolsuzluk ve yozlaşmanõn geçerli ol- duğu ülkeler ne kadar yoksul ve borç için- deyseler, halktan kopuk işbirlikçi yöneticiler ve yandaşlarõ o kadar lüks içinde yaşamakta, aç kitleler de öteki dünya mutluluğu ile alda- tõlmaktadõr. Dış güçlerin uydusu Ülkemizde yaşanan toplumsal sorunlarõ da dünyada yaşanan bunalõmõn bize yansõtõlma- sõ olarak algõlamak gerekir. Sömürücülerin amaçlarõna uymayan ulusal devletleri yok et- me isteklerinin gerçekleşmesi için üniter dev- let yapõmõz yõkõlmak istenmektedir. Direnmekte güçlüğe uğramamõzõn nedeni, Kurtuluş Sava- şõ’nõ izleyen yõllarda bile ekonomik ve siyasal bağõmsõzlõğõnõ koruyan ülkemizin öngörüden yoksun yönetimlerce dõş güçlerin uydusu ha- line getirilmesidir. Laik Cumhuriyet’in ilke- lerinden sapõldõğõ için yakõn zamanlara kadar kendi kendine yeterli uluslar arasõndaki yeri- mizi kaybettiğimizden sömürücü dõş güçler ar- tõk ulusal onurumuzla çelişen yaptõrõmlarõ bi- le pervasõzca dayatabilmektedirler. Yozlaştõ- rõlan eğitim nedeniyle beyinleri dogmalarla ko- şullandõrõlmõş olarak yetişen ve olaylarõ de- ğerlendiremeyen kuşaklarõn yönetimlerde et- kin olmaya başlamasõ toplumsal çöküşümüzün ana kaynağõdõr. Giderek baskõ ve yasallõğõ tar- tõşmalõ yöntemlerle etkisizleştirilen yurtsever aydõnlarõn da suskunlaşmasõ bu çöküşü daha da hõzlandõracaktõr. Sorunlarõn çözümü için çağdaş dünyaya ya- raşõr demokratik, yasal yöntemlerin tek çõkar yol olduğuna inanarak ulusumuzu uyarmak, bil- gilendirmek tüm gerçek aydõnlarõn yaşamsal görevidir. Güçler ayrõlõğõnõn korunmasõ, özel- likle yargõnõn bağõmsõzlõğõ ilkesinin savunul- masõ kurumsal ve bireysel güvencenin tek da- yanağõdõr. Bu nedenle büyük çoğunluğunun “Laik Cumhuriyet’in savunucularõ oldu- ğundan kuşku duyamayacağõmõz yargõ men- suplarõna güveni yõpratacak davranõşlardan ka- çõnõlmasõ ve değerli hukukçularõmõzõn ülkemizi “Her şeyin bedelinin ödendiği yasal toplum” haline getireceklerinden kuşku duyulmamasõ gerekir. Bilime Aykõrõ Sömürü Düzeni Prof. Dr. Abidin KUMBASAR Sorunlarõn çözümü için çağdaş dünyaya yaraşõr demokratik yasal yöntemlerin tek çõ- kar yol olduğuna inanarak ulusumuzu uyarmak, bilgilendirmek tüm gerçek aydõn- larõn yaşamsal görevidir. Güçler ayrõlõğõnõn korunmasõ, özellikle yargõnõn bağõmsõzlõğõ ilkesinin savunulmasõ kurumsal ve bireysel güvencenin tek dayanağõdõr. Karadenize denizden ulaşamamak 2. Dünya Savaşõ yeni bitmiş. Cumhuri- yetimiz kurulalõ yirmi üç, Atatürk’ümüzü kaybedeli sekiz yõl olmuş. Onuncu yõl marşõ her fõr- satta bütün coşkusuyla Anadolu denilen bu topra- ğõn her yöresinde söyleni- yor. Sokakta subay görün- ce en azõndan aramõzdaki şamatayõ kesip selam veri- yoruz. İlkokul çağõndaki çocuklara o alõşõlmõş “Bü- yüyünce n’olcan bakim” sorusu yönelince, o põrõl põ- rõl gözler olabildiğince cid- di hep aynõ cevabõ alõyoruz “Asker, subay daha bü- yüyünce de Atatürk ol- cam”. Ülke demir ağlarla örü- lüyor, İstanbul’dan Kara- deniz’in her noktasõna yol- cu ve yük taşõyan “Posta gemileri” ile ulaşõlõyor. Aynõ şekilde Bandõrma, Ayvalõk, İzmir, İskenderun postalarõ, kõyõlarõmõzda di- zili kent, kasaba hatta köy- lere uğrayan o gizemli, yorgun yoksul görünüşlü, gittikleri her yere yolcu- larla birlikte gazete, posta, un , şeker, pirinç ve daha nice ihtiyaç mallarõnõ da götüren, oralarõn ürünleri- ni de yükleyip İzmir, İs- tanbul gibi uluslararasõ önemdeki ihraç limanlarõ- na ulaştõran hep o posta ge- mileri. Yaz, kõş fõrtõna demeden yaktõklarõ kömürün duma- nõ bacalarõndan rüzgâra baş eğmiş belli belirsiz bir hüzünle savrulan, gittikle- ri yere şiirlerini, hüzünle- rini, türkülerini ve mutlu- luklarõnõ götüren o gizem- li şeyler; posta gemileri. Londra ya da Avrupa’nõn herhangi bir noktasõndan uçağõna atlayõp o zaman- ki Yeşilköy’e varõşõnda bir taksi ile “Tophane rıhtı- mına lütfen” diyen yüz- lerce turist yarõm saat son- ra Karadeniz Postasõ’nõn bir yolcu gemisinde põrõl põrõl kamarasõnda bulu- yorlar kendilerini. Geminin kalkõşõnda dünyada eşi bu- lunmaz İstanbul’u, nefes- lerini kesen bir şiir olan Boğaz’õ seyrederek Kara- deniz’e doğru süzülüyorlar. Boğazõn mavisinde benim “beyaz deniz kuşları” de- diğim şehir hattõ vapurlarõ, kõyõlarda henüz yanmamõş yõkõlmamõş ya da hemen arkalarõnda çirkin gökdelen yapõlar kondurulmamõş bir “İstanbul” ziyafetinden sonra gemi Anadolu Fe- neri’ni bordalayõp Zon- guldak’a rota veriyor. Ka- radeniz’in sularõ, inen ak- şamla birlikte billur mavi- sinden laciverde doğru renk değiştirirken gemi- nin bir hafta öncesinden kalma kaba denizlerle düş- tüğü çok ağõr tempolu tat- lõ yalpa, biraz romantizme yatkõn yolcularõn ayakla- rõnõn altõnda kõmõldayan bir deniz devi fantezisi ya- ratõyor. Bu on yõllar öncesi Ka- radeniz’in turizm ile ilgili yönünden bir kesit. Asõl önemlisi Karadeniz dahil tüm Anadolu’yu çevrele- yen kõyõlardaki köy, kasa- ba, limanlarla başta İstan- bul olmak üzere büyük kent limanlar arasõndaki trafik. Bu tümüyle deniz- den zamanõn ulaşõm fe- daileri olan posta gemile- riyle karşõlanõyor. Akla ge- len her türlü ticari malõ kocaman ağõzlarõnõ açmõş ambarlarõna indirip yutan bu gemilerde bütün Kara- deniz halkõ yolculuk edi- yor. Mal alacak malõnõ sa- tacak iş adamõ, üniversite- ye ya da askere giden de- likanlõ, derdine bir türlü de- va bulamayan hasta, İs- tanbul’a hep bu gemilerle gidip geliyor. Kuruluş ve ayrõ isimler altõnda on yõl- lar boyunca gelişimi başlõ başõna bir tarih, şimdi ise masallar kadar uzak adeta bir efsane olan “Deniz- yolları”nõn Karadeniz Pos- talarõ. Karayollarõ salha- ne değil o yõllarda. Deniz halkõn güvendiği bir ulaşõm yolu. Üstelik en ucuz, he- saplõ ve güvenli bir taşõma şekli. Dahasõ bir devlet politikasõ bu. Aylar önce Gürcistan sõ- nõrõndan Karadeniz’in en batõsõndaki İğneada Fene- ri’ne kadar olan şeritte ye- ni bir kitabõmõn çalõşmasõ ile ilgili olarak karõş karõş dolaştõm. O şerit boyunca on yõllar sonra gördüğüm şimdi bazõsõ kaza, il olmuş yerleşimler sõralanmõş. An- latõlmaz bir kõyõ güzelliği, anlatõlmaz bir coğrafya şii- ri Hopa, Of, Sürmene, Trabzon, Akçaabat, Gö- rele, Tirebolu, Giresun, Ordu, Perşembe, Fatsa, Gebze, Sinop, Cide ve ba- tõya doğru sõralanmõş Amasra, Çatalzeytin, Ku- rucaşile, vb. O ünlü Fran- sõz ve de İtalyan riviyera- sõnõ oluşturan Akdeniz kõ- yõlarõ güzellik kavramõndan yana bence çok çok geri- lerde kalõyor. Yazõyõ uzat- maya imkân yok. Yerimiz kalmadõ. Şimdi bu güzel- liklerin hiçbirine denizden ulaşacağõmõz bir toplu ta- şõma aracõ yok. Hepsi tari- he karõşmõş, satõlmõş, yok edilmiş. Ulaşõmõn her tür- lüsü her gün yüzlerce in- sanõn toz toprak kan için- de can verdiği karayollarõ sistemi içinde yapõlõyor. Gelin de “Hey gidi gün- ler” demeyin. Demiryollarõ nasõl o günlerde olduğu gi- bi bõrakõlmõş ise deniz- yollarõ daha da beter ol- muş hepten yok olmuş. O güzelim Karadeniz kõyõ- larõnda inci gibi sõralanmõş yerleşimlere deniz yoluy- la ulaşmak tek kelime ile “mümkün değil”. Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle