Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 26 AĞUSTOS 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Olacağı Buydu!
EVET, olacağı buydu ve oldu.
Türkiye gibi bir ülkede “etnik” konuları kaşırsanız,
hangi yönde kaşımış olursanız olun, şöyle ya da
böyle, yanlış ya da doğru, şurasından burasından
etnik bir durumla ilişkilendirilebilecek bir olay çık-
mış, ortalık karışmış ve hele şiddet kullanılmışsa,
olay büyür, tartışma alevlenir, toplumun birbirine
gireceği gün için tetikte bekleyenler kolları sıvar,
gözler döner, yumruklar sıkılır, üzücü olaylar
olur, huzur bozulur, güvenlik güçleri devreye gi-
rer, polisle jandarmayı birbirine düşürme kışkırt-
ması başlar, “cumhuriyeti kollamak benim
görevim” diyen asker de sert tepki gösterir ve bi-
rileri “Yine muhtıra gibi bir şey yedik” deyip üzü-
lür, halkı da üzer.
Bereket, evet bereket, bu seferki olay ev sahi-
bi bir takımın yenildiği futbol maçında çıktı da,
başka türlü yorumlayabileceğimiz bir durumdan
yararlanarak kolayca öyle yorumlayıp teselli bu-
labiliriz: “Yenilen bir takımın taraftarları ilk kez böy-
le yapmıyorlar ki!” diye.
Heyecan ve tutkunun büyük ağırlık taşıdığı spor-
tif oyunlara etniklik karıştırmak kesinlikle ya-
saklanmıştır. Baruta ateşle gidilmez.
İsterseniz deneyin. Bir futbol turnuvasında
Fransız milli takımı sahaya çıktığı zaman “Aaa, bun-
ların yarıdan fazlası koyu esmer, Senegal asıllı, es-
ki Cezayir vatandaşı, Fildişi Sahili’nden gelmiş” di-
yerek yayın yapın da bakın ne oluyor. Çünkü hep-
si Fransız vatandaşlığını seçmiş, o üç renkli for-
mayı giymişse artık Fransızdır; kimse onlar için
değişik bir sıfat kullanamaz, FIFA’sından UE-
FA’sına bütün uluslararası kuruluşlar ve Fransa’nın
resmi makamları tepenize biner, ananızdan em-
diğiniz sütü burnunuzdan getirirler.
Dünya Atletizm Şampiyonluğu’nda Jamaikalı
Usain Bolt 9.58’le 100 metre rekoru kırınca, “Adı
Yuüseyn okunuyor, Hüseyin adlı bir Müslüman ga-
liba” diye kimse dinini, mezhebini kurcalıyor
mu?
Kim ne derse desin, bizler de Türklüğü seçmiş
Elvan Abeylegesse 1.500 m. koşamayınca üzü-
lüyor, Almitu Bekele 5.000’de finale kalınca se-
vinmiyor muyuz? O halde, Türkiye Cumhuriyeti va-
tandaşı olduğunuz halde “Türk” denince üzülmek
ve düzeltmek niye? Haydi “Türk devletine vatan-
daşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyen ana-
yasa maddesi “kötü yazılmış” diye “Türkiyeli” fa-
lan gibi yeni sıfatlar bulmaya kalkıyorsunuz; hiç
değilse “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin va-
tandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir” diyen
1924 Anayasası’nın 88. maddesini de mi savu-
namazsınız?
İlkokulda “26 Ağustos gece sabaha karşı” diye
başlayan manzumelerle öğrendiğimiz bir zafe-
rin başlangıç yıldönümünü anımsarken bunları yaz-
mak için mi geldik bugünlere? Türklerin tar-
tışacak başka şeyi kalmamış mıdır ki, bunlarla
uğraşmaktayız?
Olacağı bu olmamalıydı.
PENCERE
Türkiye Cumhuriyeti
Başkalaşıyor...
Franz Kafka’nın ünlü roman kahramanı Gre-
gor Samsa bir sabah uyandığında kendisini ya-
tağında sırtüstü yatan bir hamamböceğine dö-
nüşmüş olarak bulur...
Hamamböceğini sırtüstü çevirdiniz mi işi bitiktir..
Yüzüstü dönüp ayaklarını kullanabilmesi için çır-
pınır durur...
Peki, Kafka’nın buluşu özgün müdür?..
Masal prensesinin öptüğü kurbağanın birden-
bire yakışıklı bir prens oluvermesi özgün mü?..
Bizde ne örnekler var...
Masal kahramanımız darı olsa, düşmanı tavuk
olur, darı tilki kılığına girse, tavuk çoban köpeğine
dönüşür, tilki serçeleşip göğe yükselmek için ka-
nat çırpsa, çoban köpeği şahinleşiverir...
Birdenbire ‘başkalaşmak’ son yıllarda Holivut
filmlerinin en çok kullandığı yönteme dönüştü...
İnsanların son teknolojiyle beyazperdede bir-
denbire kılık değiştirmeleri, canavarlaşmaları,
sürüngenleşmeleri, şeytanlaşmaları, vampirleş-
meleri, tek sözcükle başkalaşmaları artık sıra-
danlaştı...
Peki, hayatta neler oluyor?..
Değişim doğanın yasasıdır...
Değişme iki yönlü de olabilir...
İyiye ya da kötüye doğru dönüşümün gelgit-
leriyle yaşam sürer gider...
Mustafa Kemal Osmanlı subayıydı, çağdaş
Cumhuriyetin kurucusu oldu...
Galileo, Kant, Einstein gibi insanların ya-
şamları, beyinsel değişimin, dönüşümün, üreti-
min örnekleri olarak bizlere çok şey öğretir...
Her şey değişir..
İnsan ve toplum..
İnsan da değişir..
Toplum da...
Türkiye son yıllarda birdenbire değişiverdi...
İnsanlar da toplum da sanki değişmiyor, baş-
kalaşıyor...
Köşebaşındaki evin bacak kadar kızı birdenbire
türban takarsa, bu değişim midir?..
Yoksa başkalaşım mıdır?..
Çağdaş, laik, akılcı bir cumhuriyetin bireyleri,
inançlarını vicdanlarında içlerken birdenbire akıl-
larını tesettür gibi sararak dinci bir Cumhuriyet ol-
ma yolunda siyasete alet ederlerse, bu değişim
midir?..
Yoksa bir başkalaşım karşısında mıyız?..
Demokrasi nedir?..
Demokrasi, laiklik temelinde akılcı yöntemler-
le tartışıp doğruyu aramanın siyasal rejimidir...
Peki, insanların aklı değil dinciliği politikaya alet
ettikleri bir toplumda demokrasi nasıl yürüyecek?..
Türkiye’de tüm göstergeler son yıllarda insa-
nın ve toplumun dincilik yolunda başkalaştığını
vurguluyor...
Evet, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriye-
ti başkalaşıyor...
Peki, ne olacak?..
Başkalaşmaya direnebilirsek...
Değişime açılabilirsek...
Türkiye kurtulur...
(19 Şubat 2008 Tarihli yazısı)
B
u güzel başlõğõ yõllarca önce de-
ğerli gazeteci arkadaşõmõz Fü-
sun Özbilgen, Adem Ya-
vuz’un henüz unutulmadõğõ
günlerde Nokta dergisine yaz-
dõğõ bir yazõya atmõştõ. Adem’i yitireli bu
ayõn yirmi beşinde 35 yõl olacak. Çok
gençti. Daha henüz otuz olmamõştõ. Yani şu
anda henüz yaşlõlõk sõnõrlarõnõn dõşõnda ka-
lõyor olacaktõ eğer yaşõyor olsaydõ.
Kõbrõs Barõş Harekâtõ yapõlmõş ve gaze-
teciler adaya üşüşmüştü. Günaydõn gazete-
sinin foto muhabirlerinden Ergin Konuk-
sever zaman zaman (hem de epey uzun bir
süre) bizim ajansa yardõma gelirdi. Çünkü
foto muhabiri olarak Zekai’den başka ar-
kadaşõmõz yoktu. Ergin, Kõbrõs’a gitmeye ka-
rar verince, Adem de heveslendi. Ben itiraz
ettiysem de bir biçimde Altan Öymen’in
onayõnõ alarak Ergin’le birlikte yola çõktõ.
Benim itirazõm savaşlardan nefret etmekle
ilgiliydi. Adem çok gençti. Böyle bir kao-
sun ortasõna girsin istemiyordum. Ama be-
nim sözüm bu kadar geçiyordu işte!
Derken kötü haber geldi. İkisi de ateş al-
tõna girmişler ve vurulmuşlardõ. Ergin sõr-
tõndan (kürek kemiğinin üzeri), Adem ise
karnõndan. Tabii ki Adem’inki çok ciddi bir
yerdi, ilkyardõmlarõ yapõldõktan sonra Ada-
na Devlet Hastanesi’ne nakledildiler. O sõ-
ralar havaalanlarõ kapalõ olduğu için An-
kara’ya gelemediler. Adana Devlet Hasta-
nesi’nin başhekimi İlter Çubukçu ile gör-
üştüğümüzde (Adõnõ yanlõş yazõyorsam
bağõşlasõn. Galiba bu isimde bir başkasõ da-
ha var.) Adem’i hastanelerinde kolayca te-
davi edebileceklerini söyledi. Biz ise ar-
kadaşõmõzõ Ankara’da görmek istiyorduk.
Nitekim Hacettepe Hastanesi’ndeki dost-
larõmõzla konuşmuş ve her şeyi hazõr et-
miştik. Altan, Adana’ya gidecekti. Ama
uçaklar çalõşmadõğõ için gece otobüsüyle ya-
nõna gazeteci arkadaşõmõz Selçuk Altan’õ
da alarak gitti. Arkadaşlarõmõzdan çoğu yõl-
lõk izinlerini kullanõyorlardõ. Zaten çok da
kalabalõk bir ajans değildik. O akşam Eş-
ref Erdem, Füsun Özbilgen, ben ve benim
iki çocuğum nöbeti devraldõk. Sürekli has-
taneyi arõyorduk. Hiç unutamayacağõmõz bir
davranõşta bulunan telefon idaresindeki
nöbetçi arkadaşlar, konuşmalarõmõzdan
işin ciddiyetini anlayõp hatlarõ açõk tuta-
caklarõnõ söylediler. O sõralar otomatik te-
lefon olmadõğõ için kentler arasõ bağlantõ-
lar bazen saatler sürüyordu. Gecenin bir saa-
tinde doktor telaşlõ bir sesle bazõ serum ve
ilaçlarõ göndermemizi istedi. Bunlarõ bul-
mak için çocuklarõm seferber oldu Kõzõlay,
Hõfzõssõhha, askeri hastane ve diğer her ye-
ri dolaştõlar ama aranan ilaçlar yoktu. Bu
arada diyaloğumuzun çok iyi olduğu za-
manõn Hava Kuvvetleri Komutanõ (rahmetli)
Orgeneral Emin Alpkaya ile konuşmuş ve
doktorun iznini alõrsam arkadaşõm için bir
askeri uçak vereceği sözünü almõştõm. “Bi-
ner gidip arkadaşını alır gelirsin” demişti.
İlaçlarõ ona da söyledik. Kendi olanaklarõyla
o da aratmaya başladõ. Bu arada Altan Öy-
men’in eşi Sayõn Aysel Öymen Alman-
ya’daki geniş çevrelerinden ilaçlarõ sağla-
mayõ başardõ. Alman makamlarõ gecenin geç
bir saatinde (hatta sabaha karşõ diyebilirim)
özel bir uçakla bunlarõ Adana’ya gönder-
diler. İçimiz tam rahat etmişken doktor ye-
ni isteklerde bulundu. Bu kez iş çok zordu.
Çünkü Ankara ve İstanbul’un en ünlü onar
cerrah ve gastroenteroloğunu Adana’ya
konsültasyon için istiyordu. Herkesin tatilde
olduğunu söylemiştim... Sabaha karşõ Gü-
naydõn Gazetesi Genel Yayõn Müdürü Sa-
yõn Necati Zincirkıran’õ uyandõrõp derdi-
mizi anlattõk. Hemen arkadaşlarõnõ seferber
etti. Kendi bulabildiklerimizi Ankara’da ara-
maya çalõşõyorduk. Sayõn Orhan Birgit o
sõralar turizm bakanõydõ. Radyo ile anons
yapmasõnõ istedik. Ama haklõ olarak ancak
sabah dokuzda yaptõrabileceğini söyledi.
Buna da razõydõk. Sayõn Alpkaya uçaklarõn
saat on bir civarõnda İstanbul havaalanõn-
da olacağõnõ ve doktorlarõ alõp Ankara’ya
uçacağõnõ, oradan da gelebilecek doktorla-
rõ alarak Adana’ya uçacaklarõnõ söyledi. Bu
arada sabaha karşõ Sayõn Bülent Eczacı-
başı’nõ arayõp ilaçlarõn onlarõn depolarõn-
da olup olmadõğõnõ da araştõrmõş ve bir sü-
re sonra olmadõğõ yanõtõnõ almõştõk. Tüm
bunlar açõk telefonlarla yapõlõyordu. Tele-
fon idaresindeki arkadaşlar konuşmalarõ du-
yunca, kimi arayacağõmõ hemen öğrenip nu-
marayõ bağlayõveriyorlardõ. Onlara buradan
(otuz beş yõl sonra da olsa) minnettarlõğõ-
mõzõ iletirim.
Sabaha doğru Altan hastaneye ulaştõ.
Artõk doktorla değil onunla konuşuyorduk.
Bizleri teselli etmeye çalõşõyordu. Sabah ev-
lerimize gidip bu 24 saatlik maratona son
vermemizi, işi yeni gelen arkadaşlara dev-
retmemizi ve uyumamõzõ istedi. Ama biz ge-
ne de kalabildiğimiz kadar kaldõk. Maale-
sef kötü haber gece gelmiş ama bana haber
vermemeyi uygun bulmuşlar. Sabah erken
bir saatte Füsun aradõ ve ağlayarak haberi
verdi.
Canlõ olarak değil ama şehit olarak An-
kara’ya getirtebildiğimiz arkadaşõmõza gör-
kemli bir cenaze töreni yapõldõ. Tüm Ankara
halkõ sokaklardaydõ ve her yaştan kadõn er-
kek, çoluk çocuk ağlõyordu.
Sevgili Adem, seni hiç unutmadõk emin
ol. Ama sen de bilirsin, medya hõzlõ çalõş-
mak zorunda ve hele son yõllarda. Haber-
lere erişmek mümkün değil. Onun için se-
nin ölüm yõldönümlerin bazen unutulmuş
gibi oluyorsa da, bil ki öyle değil. Herkes
var gücüyle çalõşmakta. Bilirsin, ekmek as-
lanõn ağzõnda. Nur içinde yat sevgili arka-
daşõmõz.
‘AdemYavuzBirVapurİsmiDeğildir’
Gül ÖNET
Sevgili Adem, seni hiç unutmadõk emin ol. Ama sen de bilirsin, medya hõzlõ ça-
lõşmak zorunda ve hele son yõllarda. Haberlere erişmek mümkün değil. Onun için
senin ölüm yõldönümlerin bazen unutulmuş gibi oluyorsa da, bil ki öyle değil. Her-
kes var gücüyle çalõşmakta. Bilirsin, ekmek aslanõn ağzõnda.
26 Ağustos Büyük Taarruz
2
0 Ağustos 1922 ak-
şamõ, Başkomutan
Mustafa Kemal
Paşa, Büyük Taarruz’un
nasõl yapõlacağõnõ su-
baylara harita üzerinden
anlatmõştõ. Mustafa Ke-
mal’in emri şöyleydi:
“26 Ağustos Cumarte-
si sabahı düşmana ta-
arruz edeceğiz!”
24 Ağustos’ta, Baş-
komutan Mustafa Ke-
mal Paşa, Genelkurmay
Başkanõ Fevzi Paşa ve
Batõ Cephesi Komutanõ
İsmet Paşa, Akşehir’den
ayrõlmõştõ. 25 Ağustos
gecesi, Kocatepe’nin ete-
ğindeki çadõrlõ ordugâha
geçilecekti. Bu arada,
Yunanlõlar, Afyon’daki
orduevinde balo veri-
yordu. Düşman uyuyor-
du; Türklerin, büyük bir
taarruz arifesinde ol-
duklarõnõ algõlayama-
mõştõ.
Başkomutan, Fevzi ve
İsmet paşalar, 26 Ağus-
tos’ta saat 03.30’da at-
larõna bindiler ve Koca-
tepe’ye çõktõlar. Musta-
fa Kemal, ordusunun ba-
şõndaydõ. 05.30’da ba-
taryalara “ateş” emri
verildi. Kalecik Sivrisi
ile Tõnaz Tepe’yi, Türk-
ler, Yunanlõlardan geri
aldõ. Afyon mevzilerinin
en kritik yerleri tek tek
ele geçirildi. Mustafa
Kemal’in önderliğinde,
“Kemal’in askerleri”
zaferi gerçekleştirmişti.
Mustafa Kemal, Çi-
ğiltepe’yi bir türlü ele
geçirememiş olan 57.
Tümen’in komutanõ Al-
bay Reşat Bey’i tele-
fonla aramõş ve neden
hedeflerine ulaşõlamadõ-
ğõnõ sormuştu. Reşat
Bey, Mustafa Kemal’e,
yarõm saat içinde Çiğil-
tepe’nin alõnacağõnõ bil-
dirmişti. Yarõm saat için-
de hedefe ulaşamayõnca
ise, Mustafa Kemal’e
verdiği sözü yerine ge-
tirememiş olan Reşat
Bey, intihar etmişti. İşte,
onurlu Türk askerinin
bir örneği!..
Saat 14.00’te Yunan
güçleri, Sincanlõ ovasõnõ
terk ediyordu. Yunan
cephesi yarõlmõştõ. Türk-
ler, Afyon’a girdi. Türk-
ler, 28 Ağustos sabahõ
düşmanõn peşine düştü-
ler. Mustafa Kemal, biz-
zat ateş hattõndaydõ ve bu
da, askeri daha çok coş-
turuyordu.
İkinci Ordu Komutanõ
Yakup Şevki Paşa, Fev-
zi Paşa’ya şunlarõ söyle-
mişti: “Ben deneyimsiz,
kararsız, korkak bir as-
ker değilim; ancak, ne
iddia ettimse tersi çıktı.
Bu mucizenin sırrı ne?”
Fevzi Paşa’nõn bu soruya
yanõtõ ise, şöyle olmuştu:
“Mustafa Kemal Paşa!”
Ünlü yazar Falih Rıf-
kı Atay, şöyle demekte-
dir: “Eğer bağımsız bir
devlet kurmuşsak, öz-
gür vatandaşlar ol-
muşsak, şerefli insanlar
gibi dolaşıyorsak, yur-
dumuzu Batı’nın pen-
çesinden, vicdanımızı
ve düşüncemizi de Do-
ğu’nun pençesinden
kurtarmışsak, bu top-
raklarda ana bağrının
sıcaklığını duyuyorsak,
nefes alıyorsak, hepsi-
ni, her şeyi, 30 Ağustos
zaferine borçluyuz!”
30 Ağustos zaferini kim
gerçekleştirdi? Mustafa
Kemal Atatürk!
Yakup Şevki Paşa,
Mustafa Kemal’e şunla-
rõ söylemişti: “Paşam!
Sen haklı çıktın! Ver
elini öpeyim!” Mustafa
Kemal: “Estağfurullah!
Ben sizin ellerinizden
öperim.” Yakup Şevki:
“Bu zafer, senin azmin
sayesinde kazanıldı.”
Mustafa Kemal’in buna
yanõtõ: “Hayır Paşam!
Bu zafer, milletin gay-
reti, sizin emekleriniz-
le kazanıldı. Bu zafer,
hepimizin!” Yakup
Şevki: “Sana son bir
kez daha itiraz edece-
ğim. Benim gibilere
kalsa, daha yerimizde
sayıyorduk. Sen, bu
millete Allah’ın bir lüt-
fusun!”
Dünya devletlerinin
bir “mucize” olarak ni-
telendirdikleri Atatür-
kümüze, bizler, bugün
bizlere bahşedilmiş olan
“Allah’ın bir lütfu” gö-
züyle bakõyor muyuz?..
Bu soruya “evet” yanõ-
tõnõ verebilmeyi ne kadar
isterdim!1950’li yõllar-
dan bu yana ülkemizde
iktidara geçmiş olan
farklõ partilerin oluştur-
duklarõ hükümetler, ne
yazõk ki, Atatürk’ü ye-
terince benimseyeme-
mişler, o büyük insanõn
düşüncelerini ve ilkele-
rini tam anlamõyla algõ-
layamamõşlar ve O’nu,
ulusumuza yanlõş bir bi-
çimde tanõtmõşlardõr! Bu
nedenledir ki, özellikle
gençlerimiz, bugün Ata-
türkümüzü gerektiği gi-
bi, gerçek nitelikleriyle
tanõmamakta; O’nu ger-
çek kimliğiyle tanõma-
dõğõ için de, O’na yete-
rince sahip çõkamamak-
tadõr.
Bugün “Kürt açılı-
mı”nõ gündeme getiren
AKP hükümeti, acaba
Atatürkümüzün, ülkemiz
topraklarõnda yüzyõllar
boyunca yan yana ve ba-
rõş içinde yaşamõş olan
farklõ etnik grup men-
suplarõna ilişkin düşün-
celerini, doğru bir bi-
çimde algõlayabilmiş ve
yorumlayabilmiş midir?..
“Misak-ı Milli sınır-
ları içinde yaşayan her-
kes, etnik kökenine ba-
kılmaksızın, Türk ulu-
sunu oluşturur” diyen
Atatürk, bugün yaşa-
saydõ eğer, Türk-Kürt
ayrõmcõlõğõnõ özendiren
politikacõlarõmõza ve ay-
dõnlarõmõza acaba neler
söylerdi?..
Gönülden isterdim ki,
ülkemizi yönetenler,
Atatürk’ü kendilerine bir
rakip olarak görmek ye-
rine; O’nun yaşamõnõ ve
düşüncelerini bizler gibi
iyice irdeleyip, O’nun
ilkelerini savunabilse-
lerdi! O zaman eminim,
Türkiye, çağdaş uygar-
lõğõ yakalayabilecek ve
hatta O’nun özlemini
duyduğu gibi, bu uygar-
lõğõn ötesine de geçebi-
lecekti.
Atatürk, olağanüstü
nitelikleri olan, “dâhi”
olarak nitelendirilebi-
lecek bir insandı. Ül-
kemizi yönetenler, bu
hususun ayõrdõna var-
malõ ve bunu böyle ka-
bul etmelidirler. O, biz-
ler gibi, olağan nitelik-
lere sahip bir insan de-
ğildi. Bu nedenle, hükü-
metleri oluşturanlar da,
Atatürk’e karşõ çõkmak
yerine; O’nu tanõmaya
çalõşmalõ ve ülkemizi
yönetirken, O’nun ilke-
lerinden ayrõlmamaya
özen göstermelidirler.
Yabancõ devletlerin
yönergeleri doğrultu-
sunda iç ve dõş politika-
mõzõ saptamak yerine,
Türkiye’de iktidara ge-
len hükümetler, Ata-
türk’ün bizlere göstermiş
olduğu yoldan ilerleme-
yi benimserlerse eğer, o
zaman devletimiz, ulus-
lararasõ toplulukta ay-
nen Atatürk döneminde
olduğu gibi, layõk oldu-
ğu itibarlõ konumuna ye-
niden sahip olabilecektir.
Hükümetlerimize,
Atatürk’ten korkmama-
larõnõ, O’nu kendilerine
rakip olarak görmeme-
lerini ve O’nun ilkeleri-
ni yok etme yolunda ça-
ba harcamamalarõnõ salõk
veriyorum, çünkü Ata-
türkçülük, Türk insa-
nının kalbine ve zihni-
ne bir daha silinme-
mek üzere kazılmıştır.
Bu izi, bu düşünce tar-
zını, bizlerin kalple-
rinden silip atmaya
hiçbir hükümetin gücü
yetmeyecektir!!!
Doç. Dr. Hüner TUNCER
mumtazsoysal@gmail.com