18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 26 AĞUSTOS 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Olacağı Buydu! EVET, olacağı buydu ve oldu. Türkiye gibi bir ülkede “etnik” konuları kaşırsanız, hangi yönde kaşımış olursanız olun, şöyle ya da böyle, yanlış ya da doğru, şurasından burasından etnik bir durumla ilişkilendirilebilecek bir olay çık- mış, ortalık karışmış ve hele şiddet kullanılmışsa, olay büyür, tartışma alevlenir, toplumun birbirine gireceği gün için tetikte bekleyenler kolları sıvar, gözler döner, yumruklar sıkılır, üzücü olaylar olur, huzur bozulur, güvenlik güçleri devreye gi- rer, polisle jandarmayı birbirine düşürme kışkırt- ması başlar, “cumhuriyeti kollamak benim görevim” diyen asker de sert tepki gösterir ve bi- rileri “Yine muhtıra gibi bir şey yedik” deyip üzü- lür, halkı da üzer. Bereket, evet bereket, bu seferki olay ev sahi- bi bir takımın yenildiği futbol maçında çıktı da, başka türlü yorumlayabileceğimiz bir durumdan yararlanarak kolayca öyle yorumlayıp teselli bu- labiliriz: “Yenilen bir takımın taraftarları ilk kez böy- le yapmıyorlar ki!” diye. Heyecan ve tutkunun büyük ağırlık taşıdığı spor- tif oyunlara etniklik karıştırmak kesinlikle ya- saklanmıştır. Baruta ateşle gidilmez. İsterseniz deneyin. Bir futbol turnuvasında Fransız milli takımı sahaya çıktığı zaman “Aaa, bun- ların yarıdan fazlası koyu esmer, Senegal asıllı, es- ki Cezayir vatandaşı, Fildişi Sahili’nden gelmiş” di- yerek yayın yapın da bakın ne oluyor. Çünkü hep- si Fransız vatandaşlığını seçmiş, o üç renkli for- mayı giymişse artık Fransızdır; kimse onlar için değişik bir sıfat kullanamaz, FIFA’sından UE- FA’sına bütün uluslararası kuruluşlar ve Fransa’nın resmi makamları tepenize biner, ananızdan em- diğiniz sütü burnunuzdan getirirler. Dünya Atletizm Şampiyonluğu’nda Jamaikalı Usain Bolt 9.58’le 100 metre rekoru kırınca, “Adı Yuüseyn okunuyor, Hüseyin adlı bir Müslüman ga- liba” diye kimse dinini, mezhebini kurcalıyor mu? Kim ne derse desin, bizler de Türklüğü seçmiş Elvan Abeylegesse 1.500 m. koşamayınca üzü- lüyor, Almitu Bekele 5.000’de finale kalınca se- vinmiyor muyuz? O halde, Türkiye Cumhuriyeti va- tandaşı olduğunuz halde “Türk” denince üzülmek ve düzeltmek niye? Haydi “Türk devletine vatan- daşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyen ana- yasa maddesi “kötü yazılmış” diye “Türkiyeli” fa- lan gibi yeni sıfatlar bulmaya kalkıyorsunuz; hiç değilse “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin va- tandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir” diyen 1924 Anayasası’nın 88. maddesini de mi savu- namazsınız? İlkokulda “26 Ağustos gece sabaha karşı” diye başlayan manzumelerle öğrendiğimiz bir zafe- rin başlangıç yıldönümünü anımsarken bunları yaz- mak için mi geldik bugünlere? Türklerin tar- tışacak başka şeyi kalmamış mıdır ki, bunlarla uğraşmaktayız? Olacağı bu olmamalıydı. PENCERE Türkiye Cumhuriyeti Başkalaşıyor... Franz Kafka’nın ünlü roman kahramanı Gre- gor Samsa bir sabah uyandığında kendisini ya- tağında sırtüstü yatan bir hamamböceğine dö- nüşmüş olarak bulur... Hamamböceğini sırtüstü çevirdiniz mi işi bitiktir.. Yüzüstü dönüp ayaklarını kullanabilmesi için çır- pınır durur... Peki, Kafka’nın buluşu özgün müdür?.. Masal prensesinin öptüğü kurbağanın birden- bire yakışıklı bir prens oluvermesi özgün mü?.. Bizde ne örnekler var... Masal kahramanımız darı olsa, düşmanı tavuk olur, darı tilki kılığına girse, tavuk çoban köpeğine dönüşür, tilki serçeleşip göğe yükselmek için ka- nat çırpsa, çoban köpeği şahinleşiverir... Birdenbire ‘başkalaşmak’ son yıllarda Holivut filmlerinin en çok kullandığı yönteme dönüştü... İnsanların son teknolojiyle beyazperdede bir- denbire kılık değiştirmeleri, canavarlaşmaları, sürüngenleşmeleri, şeytanlaşmaları, vampirleş- meleri, tek sözcükle başkalaşmaları artık sıra- danlaştı... Peki, hayatta neler oluyor?.. Değişim doğanın yasasıdır... Değişme iki yönlü de olabilir... İyiye ya da kötüye doğru dönüşümün gelgit- leriyle yaşam sürer gider... Mustafa Kemal Osmanlı subayıydı, çağdaş Cumhuriyetin kurucusu oldu... Galileo, Kant, Einstein gibi insanların ya- şamları, beyinsel değişimin, dönüşümün, üreti- min örnekleri olarak bizlere çok şey öğretir... Her şey değişir.. İnsan ve toplum.. İnsan da değişir.. Toplum da... Türkiye son yıllarda birdenbire değişiverdi... İnsanlar da toplum da sanki değişmiyor, baş- kalaşıyor... Köşebaşındaki evin bacak kadar kızı birdenbire türban takarsa, bu değişim midir?.. Yoksa başkalaşım mıdır?.. Çağdaş, laik, akılcı bir cumhuriyetin bireyleri, inançlarını vicdanlarında içlerken birdenbire akıl- larını tesettür gibi sararak dinci bir Cumhuriyet ol- ma yolunda siyasete alet ederlerse, bu değişim midir?.. Yoksa bir başkalaşım karşısında mıyız?.. Demokrasi nedir?.. Demokrasi, laiklik temelinde akılcı yöntemler- le tartışıp doğruyu aramanın siyasal rejimidir... Peki, insanların aklı değil dinciliği politikaya alet ettikleri bir toplumda demokrasi nasıl yürüyecek?.. Türkiye’de tüm göstergeler son yıllarda insa- nın ve toplumun dincilik yolunda başkalaştığını vurguluyor... Evet, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriye- ti başkalaşıyor... Peki, ne olacak?.. Başkalaşmaya direnebilirsek... Değişime açılabilirsek... Türkiye kurtulur... (19 Şubat 2008 Tarihli yazısı) B u güzel başlõğõ yõllarca önce de- ğerli gazeteci arkadaşõmõz Fü- sun Özbilgen, Adem Ya- vuz’un henüz unutulmadõğõ günlerde Nokta dergisine yaz- dõğõ bir yazõya atmõştõ. Adem’i yitireli bu ayõn yirmi beşinde 35 yõl olacak. Çok gençti. Daha henüz otuz olmamõştõ. Yani şu anda henüz yaşlõlõk sõnõrlarõnõn dõşõnda ka- lõyor olacaktõ eğer yaşõyor olsaydõ. Kõbrõs Barõş Harekâtõ yapõlmõş ve gaze- teciler adaya üşüşmüştü. Günaydõn gazete- sinin foto muhabirlerinden Ergin Konuk- sever zaman zaman (hem de epey uzun bir süre) bizim ajansa yardõma gelirdi. Çünkü foto muhabiri olarak Zekai’den başka ar- kadaşõmõz yoktu. Ergin, Kõbrõs’a gitmeye ka- rar verince, Adem de heveslendi. Ben itiraz ettiysem de bir biçimde Altan Öymen’in onayõnõ alarak Ergin’le birlikte yola çõktõ. Benim itirazõm savaşlardan nefret etmekle ilgiliydi. Adem çok gençti. Böyle bir kao- sun ortasõna girsin istemiyordum. Ama be- nim sözüm bu kadar geçiyordu işte! Derken kötü haber geldi. İkisi de ateş al- tõna girmişler ve vurulmuşlardõ. Ergin sõr- tõndan (kürek kemiğinin üzeri), Adem ise karnõndan. Tabii ki Adem’inki çok ciddi bir yerdi, ilkyardõmlarõ yapõldõktan sonra Ada- na Devlet Hastanesi’ne nakledildiler. O sõ- ralar havaalanlarõ kapalõ olduğu için An- kara’ya gelemediler. Adana Devlet Hasta- nesi’nin başhekimi İlter Çubukçu ile gör- üştüğümüzde (Adõnõ yanlõş yazõyorsam bağõşlasõn. Galiba bu isimde bir başkasõ da- ha var.) Adem’i hastanelerinde kolayca te- davi edebileceklerini söyledi. Biz ise ar- kadaşõmõzõ Ankara’da görmek istiyorduk. Nitekim Hacettepe Hastanesi’ndeki dost- larõmõzla konuşmuş ve her şeyi hazõr et- miştik. Altan, Adana’ya gidecekti. Ama uçaklar çalõşmadõğõ için gece otobüsüyle ya- nõna gazeteci arkadaşõmõz Selçuk Altan’õ da alarak gitti. Arkadaşlarõmõzdan çoğu yõl- lõk izinlerini kullanõyorlardõ. Zaten çok da kalabalõk bir ajans değildik. O akşam Eş- ref Erdem, Füsun Özbilgen, ben ve benim iki çocuğum nöbeti devraldõk. Sürekli has- taneyi arõyorduk. Hiç unutamayacağõmõz bir davranõşta bulunan telefon idaresindeki nöbetçi arkadaşlar, konuşmalarõmõzdan işin ciddiyetini anlayõp hatlarõ açõk tuta- caklarõnõ söylediler. O sõralar otomatik te- lefon olmadõğõ için kentler arasõ bağlantõ- lar bazen saatler sürüyordu. Gecenin bir saa- tinde doktor telaşlõ bir sesle bazõ serum ve ilaçlarõ göndermemizi istedi. Bunlarõ bul- mak için çocuklarõm seferber oldu Kõzõlay, Hõfzõssõhha, askeri hastane ve diğer her ye- ri dolaştõlar ama aranan ilaçlar yoktu. Bu arada diyaloğumuzun çok iyi olduğu za- manõn Hava Kuvvetleri Komutanõ (rahmetli) Orgeneral Emin Alpkaya ile konuşmuş ve doktorun iznini alõrsam arkadaşõm için bir askeri uçak vereceği sözünü almõştõm. “Bi- ner gidip arkadaşını alır gelirsin” demişti. İlaçlarõ ona da söyledik. Kendi olanaklarõyla o da aratmaya başladõ. Bu arada Altan Öy- men’in eşi Sayõn Aysel Öymen Alman- ya’daki geniş çevrelerinden ilaçlarõ sağla- mayõ başardõ. Alman makamlarõ gecenin geç bir saatinde (hatta sabaha karşõ diyebilirim) özel bir uçakla bunlarõ Adana’ya gönder- diler. İçimiz tam rahat etmişken doktor ye- ni isteklerde bulundu. Bu kez iş çok zordu. Çünkü Ankara ve İstanbul’un en ünlü onar cerrah ve gastroenteroloğunu Adana’ya konsültasyon için istiyordu. Herkesin tatilde olduğunu söylemiştim... Sabaha karşõ Gü- naydõn Gazetesi Genel Yayõn Müdürü Sa- yõn Necati Zincirkıran’õ uyandõrõp derdi- mizi anlattõk. Hemen arkadaşlarõnõ seferber etti. Kendi bulabildiklerimizi Ankara’da ara- maya çalõşõyorduk. Sayõn Orhan Birgit o sõralar turizm bakanõydõ. Radyo ile anons yapmasõnõ istedik. Ama haklõ olarak ancak sabah dokuzda yaptõrabileceğini söyledi. Buna da razõydõk. Sayõn Alpkaya uçaklarõn saat on bir civarõnda İstanbul havaalanõn- da olacağõnõ ve doktorlarõ alõp Ankara’ya uçacağõnõ, oradan da gelebilecek doktorla- rõ alarak Adana’ya uçacaklarõnõ söyledi. Bu arada sabaha karşõ Sayõn Bülent Eczacı- başı’nõ arayõp ilaçlarõn onlarõn depolarõn- da olup olmadõğõnõ da araştõrmõş ve bir sü- re sonra olmadõğõ yanõtõnõ almõştõk. Tüm bunlar açõk telefonlarla yapõlõyordu. Tele- fon idaresindeki arkadaşlar konuşmalarõ du- yunca, kimi arayacağõmõ hemen öğrenip nu- marayõ bağlayõveriyorlardõ. Onlara buradan (otuz beş yõl sonra da olsa) minnettarlõğõ- mõzõ iletirim. Sabaha doğru Altan hastaneye ulaştõ. Artõk doktorla değil onunla konuşuyorduk. Bizleri teselli etmeye çalõşõyordu. Sabah ev- lerimize gidip bu 24 saatlik maratona son vermemizi, işi yeni gelen arkadaşlara dev- retmemizi ve uyumamõzõ istedi. Ama biz ge- ne de kalabildiğimiz kadar kaldõk. Maale- sef kötü haber gece gelmiş ama bana haber vermemeyi uygun bulmuşlar. Sabah erken bir saatte Füsun aradõ ve ağlayarak haberi verdi. Canlõ olarak değil ama şehit olarak An- kara’ya getirtebildiğimiz arkadaşõmõza gör- kemli bir cenaze töreni yapõldõ. Tüm Ankara halkõ sokaklardaydõ ve her yaştan kadõn er- kek, çoluk çocuk ağlõyordu. Sevgili Adem, seni hiç unutmadõk emin ol. Ama sen de bilirsin, medya hõzlõ çalõş- mak zorunda ve hele son yõllarda. Haber- lere erişmek mümkün değil. Onun için se- nin ölüm yõldönümlerin bazen unutulmuş gibi oluyorsa da, bil ki öyle değil. Herkes var gücüyle çalõşmakta. Bilirsin, ekmek as- lanõn ağzõnda. Nur içinde yat sevgili arka- daşõmõz. ‘AdemYavuzBirVapurİsmiDeğildir’ Gül ÖNET Sevgili Adem, seni hiç unutmadõk emin ol. Ama sen de bilirsin, medya hõzlõ ça- lõşmak zorunda ve hele son yõllarda. Haberlere erişmek mümkün değil. Onun için senin ölüm yõldönümlerin bazen unutulmuş gibi oluyorsa da, bil ki öyle değil. Her- kes var gücüyle çalõşmakta. Bilirsin, ekmek aslanõn ağzõnda. 26 Ağustos Büyük Taarruz 2 0 Ağustos 1922 ak- şamõ, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’un nasõl yapõlacağõnõ su- baylara harita üzerinden anlatmõştõ. Mustafa Ke- mal’in emri şöyleydi: “26 Ağustos Cumarte- si sabahı düşmana ta- arruz edeceğiz!” 24 Ağustos’ta, Baş- komutan Mustafa Ke- mal Paşa, Genelkurmay Başkanõ Fevzi Paşa ve Batõ Cephesi Komutanõ İsmet Paşa, Akşehir’den ayrõlmõştõ. 25 Ağustos gecesi, Kocatepe’nin ete- ğindeki çadõrlõ ordugâha geçilecekti. Bu arada, Yunanlõlar, Afyon’daki orduevinde balo veri- yordu. Düşman uyuyor- du; Türklerin, büyük bir taarruz arifesinde ol- duklarõnõ algõlayama- mõştõ. Başkomutan, Fevzi ve İsmet paşalar, 26 Ağus- tos’ta saat 03.30’da at- larõna bindiler ve Koca- tepe’ye çõktõlar. Musta- fa Kemal, ordusunun ba- şõndaydõ. 05.30’da ba- taryalara “ateş” emri verildi. Kalecik Sivrisi ile Tõnaz Tepe’yi, Türk- ler, Yunanlõlardan geri aldõ. Afyon mevzilerinin en kritik yerleri tek tek ele geçirildi. Mustafa Kemal’in önderliğinde, “Kemal’in askerleri” zaferi gerçekleştirmişti. Mustafa Kemal, Çi- ğiltepe’yi bir türlü ele geçirememiş olan 57. Tümen’in komutanõ Al- bay Reşat Bey’i tele- fonla aramõş ve neden hedeflerine ulaşõlamadõ- ğõnõ sormuştu. Reşat Bey, Mustafa Kemal’e, yarõm saat içinde Çiğil- tepe’nin alõnacağõnõ bil- dirmişti. Yarõm saat için- de hedefe ulaşamayõnca ise, Mustafa Kemal’e verdiği sözü yerine ge- tirememiş olan Reşat Bey, intihar etmişti. İşte, onurlu Türk askerinin bir örneği!.. Saat 14.00’te Yunan güçleri, Sincanlõ ovasõnõ terk ediyordu. Yunan cephesi yarõlmõştõ. Türk- ler, Afyon’a girdi. Türk- ler, 28 Ağustos sabahõ düşmanõn peşine düştü- ler. Mustafa Kemal, biz- zat ateş hattõndaydõ ve bu da, askeri daha çok coş- turuyordu. İkinci Ordu Komutanõ Yakup Şevki Paşa, Fev- zi Paşa’ya şunlarõ söyle- mişti: “Ben deneyimsiz, kararsız, korkak bir as- ker değilim; ancak, ne iddia ettimse tersi çıktı. Bu mucizenin sırrı ne?” Fevzi Paşa’nõn bu soruya yanõtõ ise, şöyle olmuştu: “Mustafa Kemal Paşa!” Ünlü yazar Falih Rıf- kı Atay, şöyle demekte- dir: “Eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, öz- gür vatandaşlar ol- muşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yur- dumuzu Batı’nın pen- çesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi de Do- ğu’nun pençesinden kurtarmışsak, bu top- raklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, nefes alıyorsak, hepsi- ni, her şeyi, 30 Ağustos zaferine borçluyuz!” 30 Ağustos zaferini kim gerçekleştirdi? Mustafa Kemal Atatürk! Yakup Şevki Paşa, Mustafa Kemal’e şunla- rõ söylemişti: “Paşam! Sen haklı çıktın! Ver elini öpeyim!” Mustafa Kemal: “Estağfurullah! Ben sizin ellerinizden öperim.” Yakup Şevki: “Bu zafer, senin azmin sayesinde kazanıldı.” Mustafa Kemal’in buna yanõtõ: “Hayır Paşam! Bu zafer, milletin gay- reti, sizin emekleriniz- le kazanıldı. Bu zafer, hepimizin!” Yakup Şevki: “Sana son bir kez daha itiraz edece- ğim. Benim gibilere kalsa, daha yerimizde sayıyorduk. Sen, bu millete Allah’ın bir lüt- fusun!” Dünya devletlerinin bir “mucize” olarak ni- telendirdikleri Atatür- kümüze, bizler, bugün bizlere bahşedilmiş olan “Allah’ın bir lütfu” gö- züyle bakõyor muyuz?.. Bu soruya “evet” yanõ- tõnõ verebilmeyi ne kadar isterdim!1950’li yõllar- dan bu yana ülkemizde iktidara geçmiş olan farklõ partilerin oluştur- duklarõ hükümetler, ne yazõk ki, Atatürk’ü ye- terince benimseyeme- mişler, o büyük insanõn düşüncelerini ve ilkele- rini tam anlamõyla algõ- layamamõşlar ve O’nu, ulusumuza yanlõş bir bi- çimde tanõtmõşlardõr! Bu nedenledir ki, özellikle gençlerimiz, bugün Ata- türkümüzü gerektiği gi- bi, gerçek nitelikleriyle tanõmamakta; O’nu ger- çek kimliğiyle tanõma- dõğõ için de, O’na yete- rince sahip çõkamamak- tadõr. Bugün “Kürt açılı- mı”nõ gündeme getiren AKP hükümeti, acaba Atatürkümüzün, ülkemiz topraklarõnda yüzyõllar boyunca yan yana ve ba- rõş içinde yaşamõş olan farklõ etnik grup men- suplarõna ilişkin düşün- celerini, doğru bir bi- çimde algõlayabilmiş ve yorumlayabilmiş midir?.. “Misak-ı Milli sınır- ları içinde yaşayan her- kes, etnik kökenine ba- kılmaksızın, Türk ulu- sunu oluşturur” diyen Atatürk, bugün yaşa- saydõ eğer, Türk-Kürt ayrõmcõlõğõnõ özendiren politikacõlarõmõza ve ay- dõnlarõmõza acaba neler söylerdi?.. Gönülden isterdim ki, ülkemizi yönetenler, Atatürk’ü kendilerine bir rakip olarak görmek ye- rine; O’nun yaşamõnõ ve düşüncelerini bizler gibi iyice irdeleyip, O’nun ilkelerini savunabilse- lerdi! O zaman eminim, Türkiye, çağdaş uygar- lõğõ yakalayabilecek ve hatta O’nun özlemini duyduğu gibi, bu uygar- lõğõn ötesine de geçebi- lecekti. Atatürk, olağanüstü nitelikleri olan, “dâhi” olarak nitelendirilebi- lecek bir insandı. Ül- kemizi yönetenler, bu hususun ayõrdõna var- malõ ve bunu böyle ka- bul etmelidirler. O, biz- ler gibi, olağan nitelik- lere sahip bir insan de- ğildi. Bu nedenle, hükü- metleri oluşturanlar da, Atatürk’e karşõ çõkmak yerine; O’nu tanõmaya çalõşmalõ ve ülkemizi yönetirken, O’nun ilke- lerinden ayrõlmamaya özen göstermelidirler. Yabancõ devletlerin yönergeleri doğrultu- sunda iç ve dõş politika- mõzõ saptamak yerine, Türkiye’de iktidara ge- len hükümetler, Ata- türk’ün bizlere göstermiş olduğu yoldan ilerleme- yi benimserlerse eğer, o zaman devletimiz, ulus- lararasõ toplulukta ay- nen Atatürk döneminde olduğu gibi, layõk oldu- ğu itibarlõ konumuna ye- niden sahip olabilecektir. Hükümetlerimize, Atatürk’ten korkmama- larõnõ, O’nu kendilerine rakip olarak görmeme- lerini ve O’nun ilkeleri- ni yok etme yolunda ça- ba harcamamalarõnõ salõk veriyorum, çünkü Ata- türkçülük, Türk insa- nının kalbine ve zihni- ne bir daha silinme- mek üzere kazılmıştır. Bu izi, bu düşünce tar- zını, bizlerin kalple- rinden silip atmaya hiçbir hükümetin gücü yetmeyecektir!!! Doç. Dr. Hüner TUNCER [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle