24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 AĞUSTOS 2009 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kesin Çözüm KONU ciddidir; kimse kimseyi aldatmasın: So- nuçta Güneydoğu’yu halkıyla birlikte Türkiye’den ko- parıp Irak’ın kuzeyinden başlayarak kurulacak bağımsız bir Kürt devletine katmayı hedefleyen uzun vadeli bir tasarım var. Bunu kimler ister ve gerçekleşmesi için aşama aşama çalışır? Bölgedeki çıkarları için ABD, İsrail ve onlarla bir- likte Batılı bazı çevreler. Bir de yaklaşık yüz yıllık geçmişi olan Kürt milli- yetçiliğinin mensupları. O milliyetçiliğin bağımsız bir devlet kurmayı he- deflemesinden daha doğal bir şey olamaz. Ama biz- ce önemli olan, Türk vatandaşı Kürtlerin kaçta ka- çında böyle bir özlemin olup olmadığıdır. Bunu ke- sin olarak bilmek ya da öğrenmek zor. Zamanla, olayların gidişine göre oluşacak bir tablo söz ko- nusudur. Ş imdiden neler düşünülebileceğine gelince, ter- cihler çok değişik olabilir. Kimileri, “Bölge, insanlarıyla birlikte bizden ko- pacaksa kopsun; zaten, astarı yüzünden pahalı; bi- zi istemeyenlerle birlikte yaşamak niye?” diye düşünüp o yöndeki gidişi hızlandırmaktan yana ola- bilir. Bu tercihin zayıf yanı, ülke ve ulus bütün- lüğünden kolayca vazgeçivermiş bir Türkiye’nin dün- yadaki saygınlığını ve ağırlığını kaybedecek olma- sıdır. Kimimiz, “Onca emekten, yatırımdan, özveriden ve şehitten sonra buna izin verilir mi?” diyerek ko- puşu önleyecek her şeyin yapılmasını isteyebiliriz. Buradaki zayıflık da, kopuşu önlemek için ulus-dev- let bütünlüğünden verilecek her ödünün tam tersi- ne bir etkiyle kopuşu hızlandırma olasılığıdır. Böylesine olumsuz olasılıklar varsa, en doğru ter- cih, neyi yapıp yapamayacağınıza, nereye ka- dar gidip gidemeyeceğinize kesin karar verip ata- cağınız her adımın bu kararlı tutumla tutarlı olma- sında ısrar etmektir. Kuzey Irak’ta Kürt devletinin kurulmasına, daha doğrusu kurulmuş olanın kesinleşmesine engel olamayacağımıza göre, hiç değilse o konuda hoşgörülü davranma ve ekonomik destek sağlama karşılığı sınırın akla yakın duruma getirilmesi ve Türk- men nüfusun statüsü yönünde birtakım isteklerimiz olmalıdır. Güneydoğu’da ise, bölgesel özerklik, resmi dil dışında öğretim gibi ulus-devlet ilkesiyle çatışan is- teklere karşı kesin kırmızı çizgiler çizmek ve düzen değiştirici planlı ekonomik-sosyal kalkınmayı öne çı- karıp bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak’taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gereke- cektir. Bu tür çözümlerin ilk bakışta ne denli hoyratça, hatta trajik olduğunu en iyi bilen, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlar ve Kafkaslar’daki etnik te- mizliklerden kopup Anadolu’ya sığınmış olan aile- leridir. Eğer bu Cumhuriyet de ayakta kalmak için nüfus mübadelesi gibi kökten ve acıklı çözümlere başvurmak zorunda kalırsa, bilinmelidir ki böyle bir trajedinin günahı etnik kimlik mikrobunu çileli Ana- dolu halkının içine tekrar sokan ve bölücülük teh- didiyle başka etnik haklar koparıp yeni bölünmelerin kapısını açmaya çalışanların olacaktır. İçtekiler ve dıştakiler bunu böylece bilmelidirler. [email protected] Ü nlü Fransõz yazar Samuel Beckett’in, “Godot’yu Bek- lerken” adlõ oyununda Go- dot’yu bekleyenler, kimi za- man bulunduklarõ yeri ve za- manõ unutan, kimi zaman çekip gitmek is- teyen ama bunu yapacak cesareti içlerinde bulamayan, ancak yine de neden bekle- diklerini tam olarak bilemedikleri halde, beklemeyi kendilerine iş edinenlerdir. Oluşturduğu yapay Ergenekon depre- mi ile amaçladõğõ sivil darbeyi, adeta sa- man altõndan su yürütürcesine, sinsi sin- si gerçekleştirmeye çalõşan AKP hükü- meti, 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depremini unutmuş gibidir ve olasõ ger- çek İstanbul depremini de sanki unut- turmak istemektedir. Çünkü, 17 Ağustos 1999’dan bu yana tam on yõl geçmiş olmasõna karşõn Tür- kiye depremlerle mücadele adõna ve İs- tanbul’u olasõ bir büyük depreme hazõr- lama adõna bir arpa boyu bile yol ala- mamõştõr. Öte yandan, yerel yönetim, yani İstan- bul Büyükşehir Belediyesi de olasõ bir bü- yük İstanbul depreminin neden olabile- ceği can kayõplarõ için ceset torbasõ de- polamak ve mezar yeri hazõrlamaktan öte fazla bir şey yapmamõştõr. İstanbul’da de- netimsiz, kalitesiz ve çarpõk yapõlaşma bü- tün hõzõyla devam etmektedir. Depreme dayanıksız okullar Kent içi ulaşõm sorunu henüz çözüle- memiştir. Çocuklarõmõz depreme daya- nõksõz okullarda eğitimlerini sürdür- mektedir. Hastalarõmõz depreme dayanõksõz has- tanelerde yatmaktadõr. Halkõmõzõn za- manlarõnõn önemli bir bölümünü geçir- dikleri alõşveriş merkezlerinin çoğunun depreme dayanõklõ olup olmadõklarõ bel- li değildir. Öte yandan, konu ile ilgili bilim in- sanlarõmõzõn, kamu kuruluşlarõmõzõn ve si- vil toplum örgütlerimizin deprem zarar- larõnõ azaltma, erken uyarõ sistemleri ge- liştirme ve depremleri önceden haber ver- me konularõndaki projelerine ve çalõş- malarõna ne merkezi ne de yerel yöne- timlerce gerekli maddi destek sağlan- maktadõr. Bu durumun en önemli nede- ni, hiç kuşkusuz, AKP Hükümeti’nin deprem konusuna ve doğal afetlere olan yanlõş yaklaşõmõ ve uygulamakta oldu- ğu çağdõşõ politikadõr. Bu politika, dep- rem olmadan önce yapõşacak çalõşmalar ve alõnacak önlemlerle, olasõ bir depremin oluşturabileceği zararlarõn en düşük dü- zeyde tutulmasõnõ öngören ‘zarar azalt- ma politikası’ yerine; deprem olduktan sonra, oluşan zararõn devlet tarafõndan karşõlanmasõnõ öngören ‘yara sarma politikası’dõr. Doğal afetlerle mücadele Çağdaş afet yönetimi ve doğal afetler- le mücadele, her şeyden önce, doğadaki mevcut tehlikelerin iyi bilinmesini; ve bu tehlikelerin yol açabileceği can kayõpla- rõnõn ve yaralanmalarõn, ekonomik, sos- yal ve psikolojik kayõplarõn azaltõlabilmesi için, doğanõn en akõlcõ yol ve yöntemlerle kullanõlmasõnõ gerektiren topyekûn bir mücadeledir; ve bu mücadelede, en sade vatandaştan en yetkili makamlara kadar, herkese büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ancak belki de ‘D’ harfi ile başladõğõ ve onlar için ‘darbe’ çağrõşõmõ yaptõğõ için ‘deprem’ sözcüğü AKP’nin Hükümet Programõ’nda bile yer alma- maktadõr. Halkõmõz ise ne yapacağõnõ bi- lemediği için kaderi ile baş başa ve ça- resizdir. Sonuç olarak, merkezi ve yerel yöne- timi ve halkõ ile tüm Türkiye, olasõ bir büyük İstanbul depremini, neyi neden beklediğini ve ne yapacağõnõ bilmeden, adeta Godot’yu bekler gibi, beklemek- tedir. ‘Godot’yu Bekler Gibi İstanbul Depremini Beklemek... Prof. Dr. K. Erçin KASAPOĞLU Hacettepe Üniversitesi Doğal Afetler Araştõrma ve Uygulama Merkezi (HÜDAM) Müdürü Çağdaş afet yönetimi ve doğal afetlerle mücadele, her şeyden önce, doğadaki mevcut tehlikelerin iyi bilinmesini; ve bu tehlikelerin yol açabileceği can kayõplarõnõn ve yaralanmalarõn, ekonomik, sosyal ve psikolojik kayõplarõn azaltõlabilmesi için, doğanõn en akõlcõ yol ve yöntemlerle kullanõlmasõnõ gerektiren topyekûn bir mücadeledir; ve bu mücadelede, en sade vatandaştan en yetkili makamlara kadar, herkese büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. İ nsanoğlu doğada kendisinin farkõnda ve yaşadõğõnõn da bilincinde olan tek canlõ türüdür. Beyinsel kapasitenin inanõlmaz büyüklüğü ve sõ- nõrsõzlõğõ içinde, geniş bir yel- pazede duygu ve düşünce üre- tebilmesi, insanõn hayvanlar- dan ayrõlan en büyük özelliği olmuştur. İnsanoğlunun be- yinsel yeteneklerle bu denli cö- mertçe donatõlmõş olmasõ ona birçok avantaj sağlamakla bir- likte dezavantajlarõ da bera- berinde getirmiştir. Yüksek beyinsel yetenek, söylemeye gerek yok, tekno- lojik devrimle doğanõn ina- nõlmaz dönüşümünü sağlamõş, sağlamaya da devam etmekte. Bunun sonucu, insan egemen- liğinde bir dünya uygarlõğõ ol- muştur. Madde ve enerjiyi kendi yararõna çevirecek en ge- lişmiş teknolojileri üretmeyi başaran insanoğlu, ne yazõk ki hiçbir hayvan cinsinin düşü- nemeyeceği sistemli işkence, katliam ve soykõrõmlarõ da ya- pabilmiştir. Aynõ beyinsel özellik, bi- lincinin ve ölümlülüğünün far- kõnda oluşla birlikte insanõn yalnõzlõğõnõ duyumsamasõna neden olmuş, korku, kaygõ, acõ, üzüntü gibi duygularõ da diğer canlõlara göre çok daha derin yaşamasõnõn yolunu aç- mõştõr. İnsan korkularõ içinde en temel olanõ bazen bilinçli, bazen de bilinçsiz yaşanan ölüm korkusudur. Bu, aslõnda yalnõzlõk ve yok olma korku- sudur. Törensel yaklaşımlar İnsan var olduğu müddetçe de var olacaktõr. Böylesine derin bir korkuyla sürekli ya- şamanõn dayanõlmaz ağõrlõğõ nedeniyle, buna karşõ düşünsel ve törensel önlemlerin gelişti- rilmesi de o denli tabiidir. İlk çağlarda gökyüzüne duyulan ilgi, güneşe tapõnma, yağmur, şimşek, yõldõrõm gibi doğa olaylarõna karşõ geliştirilen tö- rensel yaklaşõmlar, hep güçlü olandan korkma ve bilinme- yene sõğõnmanõn izlerini ta- şõr. Bilimin ilerlemesiyle bilin- meyenin bilinir hale gelmesi bu korkularõ ortadan kaldõrmõş olabilir. Ancak yaşamla ilgili sõrlar tamamen çözülmediği ve belki de çözülemeyeceği ve ölüm tüm zamanlarõn gerçeği olarak kalacağõ için hep kor- kularõmõz olacak ve biz de her zaman bunun için önlemler geliştireceğiz. Bugün yeryüzündeki dinler, ister tek Tanrõlõ olsun, isterse Uzakdoğu’nun Hinduizm ve Budizm inanç sistemleri olsun bir şekilde insanõn ebedi ol- duğunu söylemektedir. Uzakdoğu dinlerinde ölen kişinin bedeninin bir şekilde evrene karõşarak diğer beden- lerde vücut bulduğu anlatõl- makta, tek Tanrõlõ dinlerse ya- şamõn öte dünyada devam ede- ceğini bildirmektedir. Bunlar hep ölümsüzlüğü ifade eden, insanoğlunun yalnõzlõk ve yok olma korkusundan kurtulma- sõnõ sağlayan inançlardõr. Dinler, bir anlamda, en temel bilinmeyenler, evrensel sõrlar ve ölümle ilgili inanç sistem- leridir. İnanmanõn yalnõzca dinsel olmasõ da gerekmez. Şöyle bir etrafõnõza bakõn, kendinizi gözleyin. Hep bir şeyler hak- kõnda irili ufaklõ kanõlar, dü- şünceler üretir, bir şeylere bağ- lanõr, bazen onlara sõkõ sõkõya sarõlõrõz. Kendimizi rahatlat- mak için geliştirdiğimiz sayõ- sõz formülümüz vardõr. Bazõ in- sanlarõn tamamen din dõşõ bir konuda ‘saçma olduğunu bi- liyorum, ama inanıyorum’ dediğini bile duymuşsunuz- dur. Bilinenler arttõkça, bu tür yaklaşõmlarõn azaldõğõnõ, ama hiçbir zaman tamamen kay- bolmadõğõnõ görüyoruz. Evrenin sırları Bilinmeyen oldukça, yaşa- mõn gizemi devam ettikçe, ev- renin sõrlarõ tüm yönleriyle çözülmedikçe farklõ kulvar- larda yol almak üzere bilimle birlikte inanç da, kanõ da ola- caktõr. Çünkü inanmak bilin- meyen karşõsõnda duygusal ve düşünsel tavõr geliştirmek de- mektir. Beyinsel, doğal bir faaliyettir. Kuşku, akõl yürüt- me, analitik düşünce, ispat ar- zusu nasõl insani faaliyetlerse, inanma, bağlanma isteği, tut- ku ve aşk da o denli insanidir. Ölüm korkusu ve yalnõzlõğõ yenme arzusu; ölümsüzlük is- teği ve Tanrõ duygusunu da be- raberinde getirir. Konu ölüm, evrenin sõrlarõ gibi bilinme- yenler olunca bunun karşõsõn- da alõnacak tavõr da kişisel olacaktõr. Yani bilinmeyen karşõsõnda duyulan objektif değil, sübjektif olmak zorun- dadõr. Farklı algı ve hissediş Aynõ dine inananlarõn bile dini farklõ yorumlamalarõ çok doğaldõr. Ne kadar beyin var- sa o kadar da farklõ algõ ve his- sediş biçimi vardõr. Dolayõ- sõyla tüm insanlarõ, toplumlarõ aynõ inanç ve dinsel yorumlar altõnda tutmak insani ve etik değildir. O yüzden tüm top- lumu bağlayan, inanca daya- lõ bir hukuk ve eğitim sistemi, ekonomik sistem olamaz, ol- mamalõdõr. Bunun için Tanrõ ile kişi arasõna girilmemesi, herkesin duygusunu, inancõnõ kendi sõnõrlarõ içinde yaşamasõ gerekir. Bu, tüm topluma uy- gulanabilme pratiği olan, hem de bireyin gereksinimlerini giderebilecek en akõlcõ yoldur. Bu nedenle de insan doğasõ- na en uygun olduğu gibi de- mokratik ve ahlakidir. Din Neden Bireysel Yaşanmalõdõr? Coşkun TECİMER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle