24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Kaçılın Açılım! MERİÇ VELİDEDEOĞLU “Ergenekon Davası” diye kı- saca adlandırılan davanın, Si- livri’deki yargılama sürecinde yaşananların, yer yer “tüze”nin (hukuk) gülünçleştirilip, güveni- lirliğinin çökertilmesinin bir ben- zerini, Fransa’nın da “Dreyfüs Davası”nda (1894) yaşadığı hep yazılıp söylendi. Oysa Dreyfüs Davası’nın pa- bucunu dama attıracak bir yar- gılama olayı, ondan kısa bir sü- re önce bizde de yaşanmıştı. Bu, ünlü “Yıldız Mahkemesi” olayıydı (1881). Dava, amcası Sultan Abdü- laziz’in “intihar” etmediği, “öl- dürülmüş” olduğu savı üzerine Abdülhamit tarafından açılmış, mahkeme de “Yıldız Sarayı”nda oluşturulmuştu. Yargılamanın görevdeki mah- kemeler yerine, böyle “özel” bir “mahkeme” oluşturularak ya- pılmasını dönemin Batı basını pek garip bulmuş, ağır eleştir- mişti. Ne var ki, “128” yıl sonra gü- nümüzde de, İlhan Selçuk’un belirtip sorguladığı gibi, Erge- nekon’da ileri sürülen suçun, suçlananların çoğunluğu Anka- ra’da olmasına karşın yargılan- maları “Silivri”de yapılıyor. Abdülhamit, mahkemenin sa- rayının yanında, burnunun di- binde olması istemini yerinde bulmaktaydı. Çünkü günümüz Türkiye- si’ndeki gibi “erkler ayrımı” söz konusu olmadığından, Sultan kendini rahatça bu davanın “baş- savcı”sı olarak görmekteydi; ama bunu meydan okurcasına, “Ben bu davanın başsavcısı- yım!” diye açıkça ortada söyle- diği de duyulmamıştı. Demek ki -korku salan yöne- timine karşın- Abdülhamit’te bi- le bir devlet adamı “adabı” var- mış... Mahkeme salonu, Silivri’deki gibi öyle bin kişilik değilse de dört yüz kişiliktir. Ama onun gi- bi özene bezene yapılmıştır. Gerçekte bu bir bina değil, iki direkli bir çadırdır. Mavi ipek püs- küllerle süslenmiş bir Arap çadırı. Yargılamayı izleyecekler için tabana sandalyeler dizilir; bir metre yükseğe de yargıçlara savcılara özgü bir sahne yapıl- mıştır; suçlananlar ise sahne ile izleyiciler arasında daha da aşa- ğıda çukurda oturacaklardır. Sahneye ayrıca biri yargıçla- rın, ötekisi savcıların arkasında yer alan yaldızlı yüksek iki koltuk da konulmuştur. Adalet Bakanı Cevdet Paşa içindir bunlar. Yargılama sırasında Cevdet Paşa, Başsavcı Sultan’ın istek- lerine aykırı bir durum olmama- sı için, bir koltuktan bir koltuğa çekirge gibi sıçrayıp yargıçları savcıları yönlendirir. Günümüz Adalet Bakanı’nın işi bu denli zor değildir, bu denli açıkça yapması da istenmez. Yıldız’da “duhuliye” yani da- vayı izlemeye giriş ise, çadırda tam bir “ortaoyunu” sergilene- ceği izlenimi veren biletle sağ- lanmaktadır. Çünkü biletlerin üzerinde, “Mahkemenin seyr ve temaşa- sının iznini havi duhuliye bileti”(*) yazısı vardır. Gerçekten, özellikle “itiraf- çı”ların yargılandığı oturumlar (celse), bir ortaoyunundan alın- mış sahneler gibidir. Abdülaziz’i nasıl öldürdükleri kendilerine ezberlettirilen bu in- sanlar, suçu nasıl işlediklerini so- luk almadan anlatırlar. Yargıç bunlardan birine olayın gününü sorunca sanık “cuma” der. Oy- sa Abdülaziz “pazar” günü öl- müştür. Yargıcı yönlendirmekte geci- ken Adalet Bakanı saçını saka- lını yolar. Gözden düşecektir. Günümüzdeki gibi bakanlıktan alınıp “meclis başkanı” koltuğu- na oturtulma olanağı da yoktur. Abdülhamit meclisi çoktan da- ğıtmıştır. Öte yandan Abdülhamit, am- casının öldürülmediğini bilir; ama “darbe” korkusuyla da kıv- ranmaktadır. Bunun için Abdü- laziz’in “hal”ine (tahttan indiril- mesine) neden olanları, dolayı- siyle -sorgulananların deyişiyle- “darbe-i hükümet”i gerçekleşti- renleri, padişahı “öldürmek”le suçlayıp tutuklanmalarını ister. Askerin, “ferik”lerin yani ge- nerallerin peşinde değildir, Er- genekon’un tasarlayıcıları gibi. Daha çok eski sadrazamları (başbakan), üst düzey özellikle saray yöneticilerini suçlar. Bunların arasında padişahın baş hedefi, iki kez başbakanlık yapmış ve o sırada da hem Ma- nisa Valisi hem de Şûrayı Dev- let Reisi olan, gerçek bir devlet adamı kişiliğini taşıyan Midhat Paşa’dır. Abdülhamit ülkede telefona izin vermediği için suçlananların aralarına soktuğu “hafiye”lerinin “duyum”ları da “iddianame”de yer alır. Suçlananlara karşı tutum, Er- genekonunkinden daha “insan- ca”dır. Örneğin suçlu görülen- lerden biri olan eski başbakan- lardan Rüstem Paşa, hasta ol- duğu için sorgulanmaz, yargı- lanmaz. Midhat Paşa için -iste- ği doğrultusunda- ötekilerden ayrı oturumlar (celse) yapılır. Bu sırada Tunus elden çıktı çı- kacak gibidir. Devletin ekono- misi, padişahın kendi serveti için ilişkide bulunduğu Gala- ta’daki Rum, Yahudi banker ve sarrafların elindedir. Ama toplumun baş ilgi odağı Yıldız Mahkemesi, sarayın izle- yicilere yaptığı “ikram”ın bitme- yen dedikodularıdır. Önünde sonunda Yıldız çadı- rındaki “ortaoyunu” mahkûmi- yetle biter; ama Abdülhamit’in “darbe” korkusu bitmez. Bu tu- tumuyla “yasadışı” yaptırımlara başvurur, pek çok cana kıyar. Ne var ki, “darbe” onu yine bulur; “hal” edilip, Selanik’e gönderilir. (*) Ord. Prof. İ. H. Uzunçarşı- lı, Midhat Paşa ve Yıldız Mahke- mesi, T. T. Kurumu, 1967. Yıldız’dan Silivri’ye [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 14 Ağustos OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 14 AĞUSTOS 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 İçişleri Bakanı ne yapıyor? Kandil’e açılmaya hazırlanıyor! Örtü Zekai Buluç: “Açılımın açılımı: Ulus devletin ve üniter yapının üzerini örtmek için Amerikan bezi arıyorlar!” Açılış Selma Gökçek: “Açılım laflarını bırak Güneydoğu’ya fabrikalar açabiliyor musun ona bak!” Uyutma Ülkü Çetinkanat: “İslamcı burjuva AKP ile fakir halkı nasıl uyutuyorsa feodalite de DTP ile Kürtleri uyutuyor!” YağmurDeniz Yanıtını bekleyen birkaç soru “BENCE Türklerle Kürtlerin birlikte mi yoksa ayrı mı yaşamak istedikleri saptaması referandumla yapılmalıdır ve bir an önce yapılmalıdır” diyen Ümit Pamir bu lafları niye NATO Akil Adamlar Grubu üyesi olarak değil de emekli büyükelçi sıfatıyla ediyor; NATO’dan henüz bir talimat almadığı için mi? Samsun’da üniversite ve 300 kadar harita mühendisi varken Samsun Bölge İdare Mahkemesi’nde görülen davalarda neden 500 kilometre ötedeki Gümüşhane’den harita bilirkişisi olarak hep aynı kişiye görev verildiğini bilen var mı? AKP-FG koalisyonunda başbakan konuşurken bazı milletvekillerinin salya sümük ağlaması bulaşıcı bir hastalık mıdır yoksa demokrasinin gereği midir? Otomatik pilota bağlanmış Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, yeni ders yılına girerken yurttaşlık bilgisi kitaplarına “Erkeklerin ayakta bevletmesinin (işemesinin) günahı valilerde olduğu için valilerin en birinci görevi alaturka kenef yaptırmaktır” diye yazdıracak mı? Ordu’daki vali karısı Neriman sosyal yardımları kocasının cebinden mi yapıyor ki yoksulların adlarını kamuoyuna afişe ediyor? ABD’nin öngördüğü “Kürt açılımı” istenen kıvama gelince Silivri’deki “teröristler”in İmralı’ya nakledilmesinde Amerikan deniz piyadeleri mi yoksa rejimin teminatı deniz polisi mi görev alacak? Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ABD’DE hazırlanıp Çankaya’daki AKP’li tarafından “tarihi fırsat” diye piyasaya sürülen “Kürt açılımı”, AKP-FG koalisyonunun kamuoyunu kandırmaya yönelik kirli propagandasıyla giderek çok tehlikeli bir boyuta doğru sürükleniyor. Kirli oyunun bir ayağı da şehitler ve din üzerinden oynanmak isteniyor! “Ohal Gazileri ve Şehit Aileleri İnsan Hakları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” diye bir organizasyon Ankara’dan kalkıp Diyarbakır’a gidiyor; “Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Dayanışma Kültür Derneği” diye bir başka organizasyonla buluşuyor. Şehit polis annesi olduğu öne sürülen bir kadınla, Oğlu çatışmada öldürülmüş bir teröristin annesi kucaklaşıyor; kadınlara “barış” için “beyaz tülbent”ler takılıyor. AKP iktidarı döneminde Ankara’da peydahlanmış “Ohal” organizasyonuna bakıyorsunuz F tipi haber ajansları yardımıyla Ergenekon savcılarına emekli orgeneral Hurşit Tolon’u jurnalliyor; yerel seçimde Murat Karayalçın’a sataşıyor! Ardından ülkenin başbakanı kalkıp “Şehit anneleri Diyarbakır’da bir araya gelip kucaklaşabiliyor” diyerek teröristleri şehit olarak ilan ediyor! Yetmiyor, evladı için Yasin ve Fatiha okuyan annelerden söz ederken “Cemaat aynı kıbleye dönüyorsa, burada çok ciddi bir yanlış olduğu ortadadır” diyerek milleti ümmetleştirmeye çalışıyor. Bu da yetmiyor, bir adım daha ileri gidiyor ve “Annenin ideolojisi yoktur, siyaseti yoktur” diyerek hem oğlunu kına yakarak askere gönderen anneleri hem de “Vatan sağ olsun” diyen şehit annelerini aşağılıyor! Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan hüküm giymiş siyasi partinin genel başkanı ve iktidarın başı, ABD’de hazırlanın “Kürt açılımı”nda “din” kartını kullanmaktan kendini alamıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve üniter yapısına kastetmiş iki “bela” irtica ve bölücülük, kirli oyunlarla tezgâhlanan “açılım” sayesinde kucaklaşıyor. “Beyaz tülbent” oyunu ise Diyarbakır’dan Ankara’ya getirilen “beyaz tülbent”li bir grup “barış annesi”nin Genelkurmay Başkanlığı önünde “Çözümün adresi İmralı” pankartı açması ile sürdürülüyor. Kurulmakta olan rejimin güvencesi polis de Genelkurmay’ın önünde “Sayın Öcalan” sloganları atılmasını dinlemekle yetiniyor! Pislik, sırıtıyor... Pislik SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Beyaz kum midyesi... Bir nota. 2/ Işõk kaynağõnõn 1 saniyede çev- resine yaydõğõ õşõk enerjisi... Karagöz ve or- taoyununda sarhoş tiple- mesine verilen ad. 3/ Gemi- lerde korkuluk olarak gerilen kalõn halat. 4/ “Keme” denilen, yenebilir bir mantar cinsi. 5/ Kötü bir iş- teki yardõmcõlar... Utanç duyma. 6/ Bir ilimiz... Bir derebe- yinin himayesine gi- rip kendini onun hiz- metine adayan kim- se. 7/ Muayene için hekime ödenen ücret. 8/ “Ben koyun olayõm sen de bir --- / Meleye meleye ge- tirek yazõ” (Türkü)... Suda yaşayan tek hücreli bir canlõ. 9/ Bir renk... Yat limanõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Telve ile yapõlmõş tadõ kötü kahve... Akõm şid- deti birimi kiloamperin kõsa yazõlõşõ. 2/ Yapma, etme... Gümüşhane-Bayburt karayolunda bir dağ geçidi. 3/ Gediz Irmağõ deltasõnda, yüzlerce kuş türünü barõndõran bir lagün. 4/ At tüyünün ren- gi... Optik kaydõrma. 5/ Kadõn hapishanesi. 6/ İki ağzõ da keskin uzun bõçak... Zerdüşt dininde ateş tanrõsõ. 7/ “Akdeniz anemisi” de denilen kansõzlõk hastalõğõ. 8/ Büyük zoka... Küçük mağara. 9/ An- lama yeteneği... Nişastalõ tanelerin suyla kayna- tõlarak bulamaç kõvamõna getirilmiş durumu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T E L E M E İ M E Ğ İ R L A M A L İ K E N K A Ç E R E Z K A M A M N B E B E K E L K E M E I A K A B E A Z İ M A M E A K I M A Ç A K I Z I 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Siyasetçinin en büyük güvencesi “dokunulmazlık” değildir. Halka ve akla ziyan işler yapan siyasetçinin en güç- lü silahı, “Halkın hafızasının zayıflığı”dır. “PKK’ye terör örgütü demeyenle görüşmem” i unut- turmak için, AKP Genel Başkanı kılıfına sığınıyor. Ama yine de yıllardır “halkın hafızasının zayıflığının” keyfini sürüyor. Esiyor gürlüyor. Açıyor saçıyor. Halkın hafıza zafiyetinden de, “Atma Recep, din kar- deşiyiz!” demeyeceğinden de emin... Atıp tutmaya devam ediyor. Türkiye’nin, “Tayyip Erdoğan’la açılım macerası” 15 yıldır sürüyor. 15 yıl önce belediyede başlamıştı. 7 yıl önce hü- kümete, devlete sirayet etti. “Açılım” merakını besleyen “tesüttür-kapan- ma/kapatma” tutkusu mu? İlk “açılımını” belediye başkanlığı sırasında “Ge- nelevleri kapatacağım!” diyerek yapmıştı. Ama ülkeyi yenilerinin açılmasına muhtaç hale ge- tirdi. Şimdi 60 bin kadın yurttaşımız da oralarda çalışmak için kuyrukta bekliyor. İlk açılımının sonucu budur. Sonuncusu “Kürt açılımı!”dır. Sonu benzemez in- şallah. Tayyip Bey’in “Genelev açılımı” ile “Kürt açılımı” ara- sında sayısız açılım macerası yaşadık. Hepsi de unutuldu gitti. Nedenini, Attilâ İlhan’ı saygıyla anarak belirtelim: “Ne açılımlar gördük, zaten yoktular!” Artık tüm insanlığın sicilini “Google” tutuyor. “Erdoğan” ve “açılım” sözcüklerini yazınca karşı- nıza tam 990 bin haber-yorum çıkıyor. Yani “açılım”dan geçilmiyor. Siftahı “AB açılımı” ile yapmıştı. Ama gönlündeki asıl açılım “Türban açılımı” idi. Anayasa Mahkemesi, bu açılımı düğümledi. Şimdi bütün umudu, Yüksek Mahkeme’den bazı üyelerin emekli olmasında, yerlerine “açılımcıların” se- çilmesinde. Medyamızda el hak açılımın her türüne çanak açı- lıyor. Neredeyse, açılım olsun da çamurdan olsun. Bir ara, “Alevi açılımı” gündemin demirbaşı oldu. Ama açılımlar açıldıkça içinden Rus matruşka be- bekleri gibi yenileri çıkıyor. “Kıbrıs açılımı” ile uzun süre oyalandık. Büyük gelince içinden daha ufak açılımlar çıkart- tılar: “Lokmacı Kapısı açılımı” ... Açıldı da ne oldu? Hiç. Hiçlerin de, açılımların da sonu yok. Gül’ün milli maç ayağıyla başlattığı “Ermeni açılı- mı” en büyük örnek. Bir süre de “Ermenistan kapısı açılımı” ile yatıp kalk- tık. Elbette kapı mapı açılmadı. Zaten önemli olan lafın kendisi. Açılım da zaten, laf kıtlığında asma budama demekti. Tayyip Bey’in bu konuda yetersizlikleri var ki, Gül, arada araya giriyor. Örneğin, “Kürt açılımı”nın açılışını makam uçağın- da o yaptı. Ve her nedense, “İlçe adları açılımı”nı da yine Gül üstlendi. “Anayasayı ve hukukun üstünlüğünü koruyacağına Türk milleti ve tarih önünde, namusu ve şerefi üze- rine” yemin ettiği halde üstlendi. Türkiye’de il ve ilçeler yasa ile kuruluyor. İlçenin adı, yasadaki adıdır. O adın değişmesi gerekiyorsa, yasa çıkartılır. Cumhurbaşkanı da bu adı öyle kullanır... Elbette “açılımcının hık deyicisi” değilse... “Kürt açılımı” göstermelik bir cüretkârlıktır. Dahası, Erbakan’ın diliyle fasafisodur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle