25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Utanç Tablosu HERKES üzgün. Çünkü, üniversiteye giriş sınavlarında sıfır pu- an alan aday sayısı 30 bini bulmuş. Başarı bara- jı düşürüldüğü halde, aşanların sayısı artacağına azalmış. Çünkü, devlet liselerini bitirip de sınav kaza- nanların oranı özel okuldan mezun olup da başarılı olanlarınkinden düşükmüş. Derecelere girenlerin büyük çoğunluğunu da özellerden gelenler oluş- turuyormuş. Çünkü, yabancı dilde eğitime ağırlık veren or- taöğretim kurumlarına ve kolejlere giriş sınavla- rını kazanmada da özel ilköğretimden gelenler ön- deymiş. Böyle bir tablo karşısında hep birlikte karalar bağlamaktayız. Suçlanan suçlanana. Herkes bir yerleri suçluyor. Üniversite giriş sınavlarının tar- zı eleştirilirken YÖK suçlanmakta, nitelikli lisele- re giriş seçmelerinde de Milli Eğitim Bakanlığı. Sistemin bütünündeki tuhaflıkları hedef alanlar pek az. Hatta artık işbaşında olmayan bakanlardan ya da YÖK sorumlularından, “Girilecek yerler sayıca sınırlı kaldıkça öğrencileri sınavlara hazırlayan özel dersaneler hep olacaktır” türünden sözleri sı- kılmadan söyleyebilenler bile var. Dersane furyası gibi yüz karası bir sistemi do- ğal sayarak, hatta övülmeye değer bularak. Yahut özel okulların çoğalmasına ya da vakıf üni- versitelerinin artmasına şimdiki yetersizliklerden kurtulmak için can simidi gibi sarılarak. Benzer düşünceler aynen sağlık konularında da ileri sürülmüyor mu? Aynı utanç tabloları ve hü- zün verici düşünceler orada da var. Ozaman, geçici ya da köksüz çözümleri bir ya- na iterek bütün bunların yarattığı genel görüntü üzerinde biraz daha derinliğine düşünmek gere- kir. Şurası galiba korkunç bir gerçeklik olmak üze- redir: Türkiye Cumhuriyeti en önemli, en temel, en vazgeçilmez iki görevi konusunda, yani eğitimde ve sağlıkta, havlu atma ve bu görevleri piyasa eko- nomisinin çalkantısına bırakma yoluna girmiş gibi. Bir devlet, vatandaşlarının eğitim ve sağlık ge- reksinimlerini kendi sorumluluğu olarak yüklen- meyecek de neyi yüklenecek? Devlet, polisi ve jan- darması var diye vicdansız ve sorumsuz kosko- ca bir bostan korkuluğuna indirgenebilir midir ki, çaresi kıt vatandaşlarının sağlıksız ve yarı cahil ka- lışını kılı kıpırdamadan seyretsin? Özellikle bu alanlarda amansız bir sosyal mu- halefetle mutlaka durdurulması gereken bir gidiştir bu. Belki herhangi bir muhalefetin başarılı olma- sı da, tam bu iki alandaki gidişi durdurabilmesi- ne bağlıdır. [email protected] M illiyetçi- lik, Ba- t õ ’ d a özellikle 18. yüz- yõl ortalarõnda sanayi dev- rimiyle daha bir biçim- lenmiş kapitalist devlet düzeninin ideolojik üst- yapõsõnõ tanõmlayan kav- ramdõr. Başka bir anla- tõmla, Avrupa ülkelerin- de başta Fransa olmak üzere burjuva demokratik devrimleriyle yaşanan sü- reçte, feodal üretim iliş- kilerinin yerine kapita- list üretim ilişkilerini ege- men kõlmak için yeni diz- genin kaçõnõlmaz olarak yarattõğõ siyasal ve ideo- lojik üstyapõdõr, ulusalcõ- lõk. Konuyu daha bir de- rinleştirmek için feodal dizgenin yapõsal özellik- lerine kõsaca değinelim. Feodal üretim ilişkilerinin toplumsal dayanağõnõ, bir yanda büyük toprak mül- kiyetini elinde bulundu- ran derebeyleri yani sen- yörlerden oluşan soylular sõnõfõ ile diğer yanda an- garya yöntemiyle çalõşan toprak köleleri yani serf- ler oluşturmaktaydõ. Gi- derek soylular sõnõfõnõn toprak egemenliği üze- rindeki siyasal bağõmsõz- lõklarõ -mülkiyet haklarõ saklõ kalmak kaydõyla- daha güçlü bir egemen ta- rafõndan dağõtõlarak bir merkeze bağlandõ. Böy- lelikle krallar çağõ baş- larken topraklar üzerin- deki siyasal egemenliği yitiren soylular, krallar çevresinde toplanarak ye- ni bir sõnõfõ, aristokrasiyi oluşturdular. Ancak, kral- lõğõn gücünün ve mutlak egemenliğinin kutsan- masõnõ sağlayacak çağcõl bir hukuk düzeneği oluş- madõğõ için bu işlevi din- sel motiflerle yoğunlaş- mõş ruhban sõnõfõ yerine getiriyordu. Kral, bu sõ- nõftan aldõğõ güç ve des- tekle aynõ zamanda Tan- rõ’nõn yeryüzündeki tem- silcisi rolünü de üstlenmiş oluyordu. Dolayõsõyla, feodal yapõnõn ideolojik üstyapõsõ konumunda olan din, aynõ zamanda feodal toplumu bir arada ve belirli bir düzen için- de yaşamasõnõ sağlayan temel ve yönlendirici gü- cün doğrudan kendisiydi. Üretim güçleri Feodal toplum düze- ninden kapitalist toplum dizgesine geçiş, bugün tartõşmalarõn odağõnõ oluşturan milliyetçilik ko- nusu gibi öyle sübjektif zorlamalarla gerçekleş- memiştir. Gelişen üretim güçleri ve bunun kaçõ- nõlmaz sonucu ortaya çõ- kan sanayi devrimi, var olan üretim ilişkileriyle çelişmeye, başka bir an- latõmla var olan üretim ilişkileri gelişmekte olan üretim güçlerine ayak ba- ğõ olmaya başlayõnca dü- zenin değiştirilmesi ka- çõnõlmaz oldu ve böylece gelişen üretim güçleri- nin yeni ve egemen ko- numunda olan burjuva sõnõfõnõn önderliğinde de- mokratik devrimler ça- ğõnõn kapõlarõ aralanmõş oldu. Burjuva demokratik devrimleri, toprak mül- kiyetine dayalõ feodal dü- zeni, ekonomik ve politik alanda tasfiye ederken eski yapõnõn ideolojik bir üstyapõ kurumu olan din- sel kurumlarõn da kamu yönetim alanõnõn dõşõna çõkmasõnõ sağladõlar. Hat- ta, bunlarla da yetinme- yerek kilisenin ekono- mik yaşamdaki etkinliği- ne de son vermek ama- cõyla, toprak reformu uy- gulamasõnõn bir benzeri- ni burada da uygulayarak kilise mallarõnõ kamulaş- tõrdõlar. Daha da ileri gi- dilerek Fransõz devrimi nedeniyle yaşanan iç sa- vaşta kilise çanlarõ eriti- lerek top yapõmõnda kul- lanõldõ. Burjuva devrimleri içinde en yaygõn uygula- masõyla Fransa’da yaşa- nan bu siyasal dönüşümü laisizm olarak tanõmlar- ken şu yanlõşa da düşme- mek gerekir. Laisizm ne dinsizlik ne de din ile devlet işlerinin birbirin- den ayrõlmasõ ilkesidir. En kõsa ve öz anlatõmõy- la laisizm, dinin yönetsel bir güç olarak toplum ya- şamõndaki etkilerinin kõ- rõlarak kamu alanõ dõşõna çõkartõlmasõdõr. Ulusalcılık akımı Burjuva devrimleriyle kökleşen kapitalist düze- nin de elbette ideolojik bir üstyapõsõ olacaktõ. Feodal düzenin büyük toprak mülkiyetiyle parçalanmõş pazar düzeneklerinin, sõ- nõrlarla belirlenmiş bir coğrafyada, tek pazara dönüştürülmesi ve bu pa- zarõn bir bütün olarak burjuva sõnõfõna teslim edilmesi gerekiyordu. İş- te milliyetçilik ya da ulu- salcõlõk denen akõm, böy- lesi ekonomik önlemlerin zorunlu bir sonucu olarak doğdu; ideolojik bir üst- yapõ olarak gelişti ve dü- zene damgasõnõ vurdu. Daha da ötesi, salt iç pazarõn entegrasyonunu sağlamakla da kalmayõp yüksek gümrük duvarla- rõyla kendi pazarõnõ dõş pazarlara karşõ koruma altõna aldõ. Burjuvazinin ekonomik konumu böy- lece ulusal bir pazara dö- nüşürken kendisi de ulu- sal burjuva nitelik kaza- nõyordu. Burjuvazi, ulu- sal pazarõnõn korunma- sõ, güçlendirilmesi ve ge- liştirilmesi için toplumun bütün kesimlerini tek bir ülkü etrafõnda birleştir- mede, geçmişte dinlerin üstlendiği rolün yerine şimdi ulusalcõlõğõ koy- muştu ve buna duyulan gereksinimin temelinde ekonomik gerekçeler yat- maktaydõ. Bu nedenle, bir toplumun ulus olma öğeleri sõralanõrken eko- nomi birliği (diğerleri dil birliği, tarih ve kültür bir- liği, toprak birliği) aranan koşullarõn başõnda gel- mektedir. Konuya gerek tarihsel, gerekse toplumsal açõ- dan yaklaştõğõmõzda, bur- juva demokratik devrim çağõnda ortaya çõkan ulu- salcõlõk akõmlarõnõn ileri- ci bir nitelik taşõdõğõna ta- nõk olmaktayõz. Dolayõ- sõyla ulaşõlan bu sonuç, burjuvazinin sübjektif ni- yetine dayanmaktan öte objektif koşullardan kay- naklanan sõnõfsal bir yeğ- lemeydi. Ama kapitalist üretim ilişkilerinin egemen ol- duğu toplum düzenlerin- de feodal bir üst payõ ku- rumu olan dinsel ideolo- ji ile politika yapmak da gerek tarihsel, gerekse toplumsal açõdan, geri- ciliktir. Eğer bugün bile bizde ve birçok İslam ül- kelerinde bu yapõlabili- yorsa bu ancak emperya- lizmle işbirliği içinde ola- sõdõr. Bizde buna en so- mut ve çarpõcõ örnek AKP siyasal erkidir. Ve bu örneği tüm İslam ül- kelerinde geçerli kõlmak için ABD özel bir çaba göstermektedir. Oba- ma’nõn başkan seçilir se- çilmez ayağõnõn tozuyla ilk yurtdõşõ gezisini biz- den ve Ortadoğu ülkele- rinden başlatmasõ boşuna değildir. 17. ve 18. yüz- yõllarda burjuvazinin ulu- sal olma özelliğinin yanõ sõra bir diğer özelliği de aynõ süreçte karşõtõ olacak çağdaş bir sõnõfõ da yara- tõyor olmasõydõ. Kapitalist üretim ilişkilerinin temel egemen sõnõfõ burjuvazi, feodaliteyi tasfiye eder- ken serfleri de göreceli de olsa özgürleştiriyor; kõr- lardaki toprak kölelerini kentlerdeki üretim alan- larõnda ücretli emeğe dönüştürüyordu. Böyle- likle yeni bir sõnõf, işçi sõ- nõfõ (proletarya) tarih sah- nesine çõkmõş oluyordu. Ve şimdi kapitalizm de- nen yeni düzende, bu iki temel sõnõf arasõnda bü- yük bir savaşõm sürmek- te gecikmeyecekti. Marx’õn ünlü betimle- mesiyle, her sõnõf kendi karşõtõnõ da yaratarak ta- rihsel serüvenini sürdü- recekti. Avrupa’da 19 . yüzyõl, işçi savaşõmlarõ açõsõn- dan son derece yoğun eylemlerin yaşandõğõ yõl- lardõ. Yükselen işçi sa- vaşõmlarõ karşõsõnda, si- yasal iktidarõnõ yitirme riskiyle tanõşan burjuva- zi, geçmişte düşmanõ olan bir sõnõf ve onun ideolo- jisiyle, feodalitenin ar- tõklarõyla bağlaşma yo- luna yöneldi. Bu tarihsel bağlaşma Fransa’da Bonapartist bir ara rejim olarak yaklaşõk yüzyõl yaşandõ. Bu sü- reçte 1871 Paris Komünü olarak bilinen ilk işçi sõ- nõfõ kent devleti dene- mesi trajediyle sonuçlan- dõ. Fransõz burjuvazisi, Paris İşçi Devleti’ni de- virmek için Alman sal- dõrganlarõnõn Fransa’yõ işgaline kucak açtõ. Oysa artõk, ulusallõğõ bir yurt- severlik zenginliği içinde savunan sõnõf, proletar- yaydõ ve Paris’i yerli iş- birlikçiler ile Alman sal- dõrganlara karşõ yaşamlarõ pahasõna kahramanca sa- vunmuşlardõ. Ama so- nuçta Paris Komünü yõ- kõldõ. Marx’õn da sonra- dan vurguladõğõ gibi bu yõkõlõşõn temel nedenle- rinden biri, Fransõz işçi sõ- nõfõnõn bu komün dene- mesini tüm Fransa’ya yaymayõp Paris’le sõnõrlõ tutmasõydõ. İşçi sõnõfõ ve burjuvazi arasõndaki ulusal anlam- daki bu rol değişimi, ta- rihsel olarak ilk kez Paris Komünü’nde yaşanõr. Kapitalizmin serbest pa- zar dönemindeki görece- li özgürlükçü ve ulusalcõ niteliği tekelleşme süre- cinde daha da aşõnacak, geçmişte öne çõkan ulusal değer ve kazanõmlar ye- rini uluslararasõ serma- yenin genel çõkarlarõna bõrakacaktõr. Artõk kapi- talizm ulusal olmaktan çok enternasyonal bir ni- telik kazanacaktõr. (Kü- reselleşme) Yurtsever cephe Ancak, işçi sõnõfõ en- ternasyonalizmi ile bu- günkü ulaştõğõ boyutta sermaye enternasyona- lizmini bir tutmamak ge- rekir. Kapitalist tüm ül- kelerde yaşanan düzene damgasõnõ vuran büyük sermaye sõnõfõ, ulusal tüm niteliklerini yitirirken, iç sömürü yanõnda emper- yalist sömürüyle kambu- ru daha da katmerleşen iş- çi sõnõfõ, anti-emperya- list tavrõ nedeniyle daha bir yurtsever çizgi izle- mektedir. Burada biraz durma- mõz gerekecektir. Emperyalizmin baskõ, sömürü ve talanõna uğra- mõş tüm dünya halklarõ ulusalcõ siyasalarõyla bir- likte o ülkelerin sosyalist ve komünist partilerinin de izlencelerine emper- yalizmle savaşõmõ temel hedef olarak koymalarõ acaba bir rastlantõ mõ- dõr?.. Ancak, ulusallõk te- rimi, egemen tek bir et- nisiteyi çağrõştõrmasõ ne- deniyle, aynõ coğrafyada birlikte yaşayan ve aynõ yazgõyõ paylaşan tüm halklarõn ortak savaşõmõ olmasõnõ vurgulamasõ amacõndan yola çõkarak “yurtsever” teriminin kullanõlmasõ yeğlenmek- tedir. Yurtseverliği bir söy- lem olmaktan çõkartõp ey- leme dönüştürdüğümüz- de kaçõnõlmaz olarak cep- he gerçeği ile de karşõ- laşmaktayõz. Çünkü yurt- sever cephe olgusu salt bir sõnõfõn kendi özgün iz- lencesiyle verilecek bir savaşõmõn sõnõrlarõnõ aşan, emperyalizmden zarar gören tüm sõnõf ve kat- manlarõ kapsayan bir stra- teji temeline oturmakta- dõr.Bugün Türkiye içte ve dõşta emperyalist güç- ler ile işbirlikçileri tara- fõndan kuşatõlmõş bulun- maktadõr. Bundan kurtuluşun bi- ricik yolu güçlü ve kap- samlõ bir yurtsever cephe oluşturmaktan geçmek- tedir. Doğaldõr ki oda- ğõnda işçi ve emekçiler olmasõ koşuluyla. Sonuç olarak günü- müzde anti emperyalist, dolayõsõyla yurtsever ol- mayan hiç kimsenin ay- dõn, demokrat ve de sol- cu olmasõndan söz edile- mez. Ya da bu belirle- meyi tersinden okursak, emperyalizme karşõ dik durmayan her kesim açõk ya da örtülü emperya- lizmle işbirliği içindedir. Ulusalcõlõğõn Sõnõfsal Kökenleri... Sönmez TARGAN Bugün Türkiye içte ve dõşta emperyalist güçler ile işbirlikçileri tara- fõndan kuşatõlmõş bulunmaktadõr. Bundan kurtuluşun biricik yolu güç- lü ve kapsamlõ bir yurtsever cephe oluşturmaktan geçmektedir. Do- ğaldõr ki odağõnda işçi ve emekçiler olmasõ koşuluyla. Otomotiv endüstrimiz 2008 nd 24,7 milyar dolar i e ür i e to m i r t n n %19,4 ünü er e e tirere m i on n dev m ettirdi t t nd n d z i r t r ü e e onomisine 5,5 milyar dolar net t s d i r t m i on r m z n i nd i ünde i inde irm m z v r me i e en er ese te e ür edi or z omo i d rimi r iy i arla l idir KUTLUYORUZ O O O O Ü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle