18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 HAZİRAN 2009 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BAZI vücutlar belirli madde- lere karşı aşırı duyarlıdır, olum- suz tepki gösterirler. Kiminin toz ve polen alerjisi vardır; kimini çi- lek bile kaşındırır. İnsanların bazı kurumlara ve kavramlara karşı da alerjisi olur: Onları dü- şündükçe, onlarla karşılaşınca ya da onlar gündeme geldikçe bir başka olurlar. Türkiye gibi halkının “asker millet” olmakla övündüğü, gençlerinin davul zurnayla as- kere gittiği, toprağının asker- lerce kurtarılıp devletinin asker öncülüğüyle kurulduğu bir ül- kede askere karşı alerjinin oluş- muş olmasını anlamak güçtür. Bütün alerjiler gibi bunun da iyi tahlil edilip ilacının bulunması gerekir. Çözümlemeye, tam da bu noktadan, yani devletin dev- rimci bir cumhuriyet olarak ku- rulmuş olmasından başlanma- lıdır. Yüzyıllarca teokratik bir monarşiyle yönetilmiş bir top- lumun Kemalizmi benimse- mekte güçlük çekmesi doğaldı. Doğal olmayan, bu yadırgayış- tan yararlananların tutucu bazı kesimlere çok temel bir ger- çekliği kolayca unutturmuş ve hâlâ da unutturmakta oluşudur: “Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan” olmasaydı, sö- mürgeleştirilmiş ve “gayrimüs- lim”leri şımartılmış bir ülke hal- kının bağımsızlığı ve “şehadet- leri dinin temeli” olan ezan ses- lerinin kutsallığı kalır mıydı? Cumhuriyet, o kesimlere bi- limin ve aklın aydınlığını getir- meye çalışırken halk yığınlarının doğal tutuculuğunu kullanarak devrimci cumhuriyete karşı tep- ki uyandırmaya uğraşanlar, yıp- ratma oklarına hedef olarak bula bula askeri bulmuşlar ve bulmaktalarsa, bunun da nedeni herhalde bütün kesimler içinde cumhuriyete özveriyle en çok sahip çıkanın da yine asker ol- masıdır. Bu sahiplenişin her zaman en doğru ve özenli yöntemlerle gerçekleşmediği, cumhuriyetçi kesimde bile kırılışlar ve kır- gınlıklar yarattığı doğrudur. Be- reket, o insanların bir kısmı akıl ve inanç gücüyle bu duyguları aşmayı becermiştir ama, bazı- sı da askere karşı şimdiki aler- jinin saflarında kendilerini daha rahat hissetmektedirler. Dış rüzgârların şevkle besle- diği ve sinsice azdırdığı bir alerjidir bu. Çünkü yeryüzünün en kritik coğrafyasına gelip yer- leşen bu kavmin son toprakla- rı üzerindeki oyunlar henüz bit- memiştir. Cumhuriyetin varlığı- nı bölgeye ilişkin hesapları için kullanmaya çalışanların bencil isteklerine kaşı çıkan ve laiklik başta olmak üzere cumhuri- yetin temel niteliklerinden ödün vermeyen de yine hep asker oluyor. O zayıflatılsa ve her fır- satta hırpalanıp etkisizleştirilse, Kıbrıs daha kolay çözülecek, ılımlı İslamcılık oyunu daha iyi oynanacak, Mehmetçik baş- kalarının amaçları için daha ra- hat kullanılacaktır. Askerini bunca seven bir halkla askerin arasının açılma- sı, kendiliğinden ve rastlantılarla ortaya çıkmış bir olgu değil, ül- kenin yazgısıyla ilgili olarak yü- rütülen içli dışlı bir sinsi niyetin ürünüdür. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Asker Alerjisi “Bir ülkede akõl ve sanattan çok, servete değer verilirse, bilin- melidir ki orada keseler şişmiş, ama kafalar bo- şalmõştõr.” Büyük Frederik E vrende sanatõn varoluşu insanõn varlõğõyla birlik- te başladõ. Sonrasõnda insanlar uygarlõk, kültür ve sanat alanõnda deği- şik ürünler ortaya koy- du. Elbette bu ürünler, ulusal kimliklerinin oluşmasõnda etkili oldu. Tarih boyunca atala- rõmõz, çok sayõda sanat yapõtõ verdiler. Anado- lu’ya yerleştikten son- ra da bu çalõşma hõzla- narak sürdü. Özellikle Cumhuriyetle birlikte sanat alanõnda önemli atõlõmlar oldu. Büyük Önder Atatürk, sana- tõn öneminin bilincinde bir doğrultuda yol gös- terdi. Güzel sanatlar, ulus- larõn uygarlõk ve çağ- daşlõk adõna birbirle- riyle yarõşta olduklarõ bir alandõr. Bu alanõn hemen her dalõnda ye- tişen sayõsõz sanatçõmõz vardõr. Güzel sanatlarõ bir sõnõflamada göste- recek olursak üçe ayrõ- lõr: 1. Fonetik sanatlar ya da işitsel sanatlar (mü- zik, edebiyat, şiir). 2. Plastik sanatlar ya da görsel sanatlar (re- sim, yontu, mimari, çizmece, fotoğraf). 3. Dramatik sanatlar ya da sahne sanatlarõ (tiyatro, opera, bale, sinema, pandomim). Sanatçõ, diğer insan- lara göre üstünlüğü ya da özelliği olan insan- dõr. Kafasõnda yeni bir evren kurar. Onu tanõ- mak oldukça güçtür. Sanatçõ, kutupyõldõzõ gibidir. O topluma yol gösterir. Hep iyinin ve güzelin yanõnda olur. Doğaya ve toplumun insanlarõ- na sevgiyle yaklaşõr. İnsan olmak, insanõ sevmek olan hümaniz- mi öğretir. Sanatçõ, uçu- rumlardan ses ve so- luk getirir. O, yüreğin- de yuvalanan sevgi gü- neşini insanlõğa götürür. Sanatçõlar, Tanrõ’nõn güzelduyu (estetik) el- çileridir. Duyduğum ve aktar- madan geçemeyeceğim özgün bir fõkrayla ko- numuzu ya da sanatõn ve sanatçõnõn toplumsal yerini perçinlemeye ça- lõşalõm: “Devletin Başında- Şairlerden biri, yeni yazdığı bir şiirini pa- dişaha sunmak için huzura kabul edilir. Padişahtan başka ora- da birinci ve ikinci vezirler de bulun- maktadır. Padişah bir, birinci vezir iki, ikinci vezir de üç kere okunanı hemen ez- berlemektedirler. Şair, şiirini oku- duktan sonra padişah çok beğenir ve şaire şaka yapmak ister, der ki: - Bu şiiri burada herkes bilir. Yeni diye bizi aldatmaya kalk- mak uygun mu? Şair kendine güven- le, bu şiiri ilk önce burada okuduğunu belirtir. Padişah, ol- dukça ağırbaşlı şiiri olduğu gibi okur. Şai- rin çok şaşırdığını gö- rünce birinci vezire: - Şairimiz bana inanmıyor gibi şaşırdı, der. Şiiri bir de sen oku da inansın. Birinci vezir de oku- yunca, şairin şaşkınlı- ğı iyice artar! Padişah şaşkınlığı daha arttır- mak için, ikinci vezi- re: - Demek ki şairimiz, ikimize de inanmak istemiyor. Bir de sen oku da artık inansın! İkinci vezir de oku- duktan sonra, şair büsbütün şaşırır! Olanlara bir anlam veremez. Padişah da- ha sonra durumu açıklar ve şaire ar- mağanlar vererek uğurlar. Şair, bir daha anlar ki, devletin başında gerçekten seçilmiş bü- yükler vardır...” Sanat... Muhsin DURUCAN B üyük Atatürk’ün, 1919 Ma- yõsõ’nda Anadolu’ya ayak bastõğõnda, kararõ şu olmuş- tu: Ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız bir Türk dev- letinin kurulması. Temel ilke, Türk ulu- sunun onurlu bir ulus olarak yaşamasõy- dõ. Bu da, ancak tam bağõmsõz olmakla sağlanabilirdi. Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamazdı. Atatürk’ün sözleriyle, ya- bancõ bir devletin güdümüne girmeyi is- temek, güçsüzlüğü ve uyuşukluğu be- nimsemekten başka bir şey değildi. Osmanlõ padişahõ ile hükümeti ise, bü- yük devletleri gücendirmemek esasõna gö- re davranõyorlar ve bu devletlerden biriyle dahi başa çõkõlamayacağõ inancõnõ taşõ- yorlardõ. Öte yandan, halk ve aydõnlar da bu inan- cõ paylaşõyorlar ve Padişah’a karşõ bağlõ- lõğõ esas kabul ediyorlardõ. Avrupalõ büyük güçler, 19. yüzyõlõn son- larõnda, Osmanlõ Devleti’nin “toprak bütünlüğünü koruma” ilkesini teker teker terk etmeye ve Osmanlõ’yõ parçalara bölme politikasõnõ benimsemeye başla- yõnca, Osmanlõ Devleti’nin sonu da gö- rünmüştü. Avrupalı güçler Osmanlõ Devleti’nin, 19. yüzyõlõn son- larõnda, artõk kendi ayaklarõ üzerinde durmaya gücü kalmayõnca, Avrupalõ güç- ler de, çõkarlarõ doğrultusunda bu impa- ratorluğu parçalara bölerek, kendi dene- timleri altõna alma yolunda gerekli adõm- larõ atmõşlar ve Birinci Dünya Savaşõ’na Almanya’nõn yanõnda giren Osmanlõ Devleti’ni yenilgiye uğratarak, Osmanlõ topraklarõnõ kendi aralarõnda bölüştür- müşlerdi. Osmanlõ İmparatorluğu’nu bu acõklõ du- ruma indirgeyen etkenlerin, kanõmca, çok iyi irdelenmesi ve bunlardan gerek- li derslerin alõnmasõ, ülkemizi yönet- mekte olan hükümetlerin hiç göz ardõ et- memeleri gereken bir husus olmalõdõr. Yepyeni bir devlet Yüzyõllar boyunca Avrupalõ halklarõ egemenliği altõna almõş ve yönetmiş olan Osmanlõ Devleti’nin bu konumunu bir tür- lü içlerine sindiremeyen Hõristiyan Batõ- lõlar, Osmanlõ Devleti’ni tarihe gömme za- feriyle kendilerinden geçerken; bir mucize gerçekleşmiş ve “Mustafa Kemal” is- minde bir kahraman, bir dâhi ortaya çõ- karak, Türk ulusundan oluşan yepyeni bir devleti tarih sahnesine çõkarmõştõr. Mustafa Kemal ismindeki bu olağan- üstü insan, Türk halkõna “ulus” olma bi- lincini aşõlamõş ve Osmanlõ Devleti tara- fõndan sürekli ihmal edilmiş ve göz ardõ edilmiş olan bu halkõn, yeniden kendine güvenmesini sağlamõş; Türk halkõna, is- terse tüm olanaksõzlõklar içinde dahi, va- tanõnõ düşman güçlere karşõ savunabile- ceği inancõnõ benimsettirmişti. Mustafa Kemal, bir hafta kadar Sam- sun’da ve 25 Mayõs’tan 12 Haziran’a de- ğin Havza’da kaldõktan sonra Amas- ya’ya geldi. Havzalõlarla görüşürken, Mustafa Kemal şunlarõ söylemişti: “Hiç- bir zaman ümitsiz olmayacağız, çalı- şacağız ve memleketi kurtaracağız!” Mustafa Kemal’in kararõ, Anadolu’dan yönetilecek bir hareketin başõna geç- mekti. 21/22 Haziran 1919 gecesi, Mus- tafa Kemal’in Amasya’da yazdırdığı ta- mimin esasları şunlardı: 1) Yurdun bütünlüğü, ulusun bağõm- sõzlõğõ tehlikededir. 2) İstanbul’daki hükümet, üstlendiği so- rumluluğun gereklerini yerine getireme- mektedir. 3) Ulusun bağõmsõzlõğõnõ, yine ulusun kararõ kurtaracaktõr. 4) Ulusun haklarõnõ dile getirmek ve bü- tün dünyaya duyurmak için, her türlü de- netimden uzak ulusal bir kurulun varlõğõ çok gereklidir. 5) Sõvas’ta ulusal bir kongrenin top- lanmasõ kararlaştõrõlmõştõr. 6) Bütün illerin her sancağõndan, hal- kõn güvenini kazanmõş üç delegenin he- men yola çõkarõlmasõ gerekmektedir. 7) Delegelerin kimlikleri gizli tutula- caktõr. 8) Doğu illeri adõna, Erzurum’da, 10 Temmuz’da bir kongre toplanacaktõr. “Amasya Tamimi”nde üzerinde özen- le durulmasõ gereken husus, “ulus” ve “vatan” kavramlarõdõr. Bundan böyle “ümmet” ve “padişahın mülkü” kav- ramlarõna yer yoktur. Büyük Atatürk, Amasya Tamimi’nde ilk kez, “ulusun bağımsızlığı”, “ulusun kararı”, “ulusun hakları” ve “ulusal bir kurul” kav- ramlarını dile getirmekte ve böylelik- le, artõk Osmanlõ Devleti’nin ve bu dev- letin temellerini oluşturan kavram ve ku- rumlarõn tarihe karõştõğõnõ ve onlarõn yer- lerine, yeni bir devletin temellerinin atõl- dõğõnõ vurgulamaktadõr. Mustafa Ke- mal, ilk kez Amasya Tamimi ile, Türk ulusunun birlik içinde harekete geç- mesini ve bütünleşmesini öngörmek- tedir. Mustafa Kemal’in düşüncesi şöyleydi: “Artık İstanbul, Anadolu’ya hâkim değil; tâbi olmak mecburiyetindedir.” “Amasya Tamimi”nin önemi ise, bu belgede yer alan düşüncelerin, bundan sonraki tarihlerde uygulamaya geçirilmesi olmuştur. ‘AmasyaTamimi’nin90.Yõldönümü Doç. Dr. HÜNER TUNCER Mustafa Kemal’in düşüncesi şöyleydi: “Artõk İstanbul, Anadolu’ya hâkim değil; tâbi olmak mecburiyetindedir.” “Amasya Tamimi”nin önemi ise, bu belgede yer alan düşüncelerin, bundan sonraki tarihlerde uygulamaya geçirilmesi olmuştur. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle