21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 18 MAYIS 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL Başkan Nixon’õn ‘Derin Gõrtlak’ Skandalõ 1972 yõlõ 17 Haziran günü, ABD’nin başkenti Washington’da bir büroya giren hõrsõzlar polis tarafõndan tutuklanõr. Girdikleri bina, Watergate adõnda bir otel ve iş merkezidir. Gir- dikleri büro da, Demokrat Parti’ye aittir. Bir süre sonra olayõ “Derin Gırtlak” adõ verilen bir “köste- bek”ten haber alan iki gazeteci (Carl Bernstein ve Bob Wood- ward) Demokratlarõn bürosundaki hõrsõzlõk olayõnõn içyüzüzünü araştõrmaya başlar. İki gazetecinin araştõrmalarõnõn sonunda, dünyanõn en büyük “te- lekulak” skandalõ ortaya çõkar. Bu haberin ortaya çõkmasõyla Ama- rika sarsõlõr. Watergate binasõndaki Demokrat Parti’nin bürosuna girenler “hır- sız değil”, Cumhuriyetçi Parti ile bağlantõlõ “Başkanın adamla- rıdır”. Amaçlarõnõn, Demokrat Parti’nin bürosunu dinlemek için “telekulak” cihazlarõ yerleştirmek olduğu anlaşõlõr. Olayda Kasõm 1968’de ABD Başkanõ seçilen Richard Nixon’õn “parmağı olduğu” ortaya çõkar, Demokrat Parti’nin telefonlarõ- nõ gizlice dinlemek amacõyla mikrofon yerleştirmek için büroya gi- renlerden Nixon’õn bilgisinin olduğunun bilinmesi, Başkan Nixon’õ çok zor durumda bõrakõr... Başkan Nixon, “Watergate Skandalı” adõ verilen bu “teleku- lak skandalından” kurtulmak için, Adalet Bakanõ Richardson’u, bu skandalõ araştõrmakla ve temizlemekle görevlendirir. Adalet Bakanõ da, “Watergate Skandalı” olayõnõ, Archibald Cox isimli bir savcõya havale eder. Savcõ Cox, Beyaz Saray’dakilerin, Demokrat Parti bürosunda geçen bütün konuşmalarõ teybe aldõğõnõ öğrenmiştir. Savcõ Cox, Başkan Nixon’dan incelenmek üzere bant kayõtlarõnõn kendisine verilmesini ister. Nixon bu isteği kesinlikle kabul etmeyip geri çe- virir. Arkasõndan da savcõ Cox’un görevden alõnmasõ için Adalet Bakanõ Richardson’a emir verir. Bu kez de Adalet Bakanõ, Başkan Nixon’õn savcõ Cox’u görevden alma isteğini geri çevirir. Bu ge- lişme üzerine, Başkan Nixon bir savcõsõna söz geçiremeyen bir Ada- let Bakanõ ile “haklı olarak” çalõşmak istemez ve Richardson’u deyim yerinde ise, “kapının dışına koyar”... Artõk olaylar geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. ABD Yük- sek Mahkemesi, “Watergate Skandalı” işine “el koyar” ve Baş- kan Nixon’õ bant kayõtlarõnõ savcõlara teslim etmeye zorlar. Sonunda başka çõkõş yolu olmadõğõnõ anlayan Başkan Nixon, bant kayõtla- rõnõ savcõlara teslim eder. Başkan Nixon “bütün kozlarını” oynamõş ve kaybetmiştir. Kamuoyunun gözünden düşmüş ve Amerika da arkasõndan des- teğini çekmiştir. Ayrõca, ABD Kongresi de kamuoyunun desteğini kaybetmiş bir başkan durumuna düşen Nixon’õ görevden almak üzere soruşturmalara başlamõştõr... Bir televizyon programõnõn sunucusu, Başkan Nixon’a; “Sizce bir Amerika Başkanı, yasadışı bir şey yapabilir mi” diye sorar. Başkan Nixon’õn da soruyu; “Bana göre yasadışı olan bir şeyi bir Amerikan Başkanı yapmışsa, bu şey yasadışı olmaktan çık- mıştır” diyerek yanõtladõğõ aktarõlmaktadõr... (1950’den bu yana Küçük Amerika olmaya büyük çaba harcayan Türkiye’de bir cum- hurbaşkanõ da bu söylemi “Anayasa bir kez delinirse bir şey ol- maz” diyerek uygulamaya koymuştur.) “Ava giderken avlanan” Nixon için, kendi isteğiyle başkanlõktan ayrõlmaktan başka çõkõş yolu kalmamõştõr. Sonuçta, Başkan Nixon’a kalan tek çıkış yolu, “istifadır”. Televizyondan, başkanlõktan ayrõlacağõnõ kamuoyuna açõklar. Ve 9 Ağustos 1974’te istifa eder. Böylece, Amerika Yüksek Mahkemesi, Amerika Başkanõ için “hukukunu” harcamamõş, Amerika hukuku için “Amerika Baş- kanı’nı” harcamõştõr. Bugün bu “telekulak” olayõ da, bütün dünyada “Watergate Skandalı” olarak anõlmaktadõr. Ve Amerikan tarihinde, Başkan Richard Nixon adõ, “İstifa eden ilk ve tek başkandır” diye anõlõr... Bir Amerikan başkanõnõn “istifa etmesine yol açan” bu olayõ kamuoyuna duyuran iki “yürekli gazeteciye” Carl Bernstein ile Bob Woodward’a, bu başarõlarõndan ve kendilerine haber sõzdõran “Derin Gırtlak”õn kim olduğunu “bir devlet sırrından” daha iyi sakladõklarõ için, Amerika’nõn en büyük ve saygõn ödülü olan “Pu- litzer Ödülü” verilir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 18 Mayıs Sendikalaşamazsın! AKP iktidara geldi geleli, Türkiye’de temel insan hakları aldı başını gitti. Hepimizin üstü başı haktan geçilmiyor. Hele de işçilerin... Liman-İş Sendikası uzmanları Onur Bakır ve Deniz Akdoğan, Türkiye’de sendikalaşma üzerine bir rapor hazırlamışlar, işçilerin sendikalaşmasını önlemek için başvurulan yöntemleri belirlemişler. İşte o yöntemlerden kimileri: “- İşçiler arasındaki siyasi görüş, inanç, etnik köken ve benzeri ayrımları kışkırtarak işçileri birbirine düşürme ve işçilerin ortak hareket etmesini engelleme. - Hamile ya da çocuklu kadın işçileri, sendikadan istifa etmeleri için zorla mesaiye bırakma, çalışma saatlerini uzatma. - Özellikle organize sanayi bölgeleri, sanayi siteleri ve serbest bölgelerde işverenlerin birlikte hareket etmesi ve sendikalaşan ya da sendikalaşmaya meyilli olan işçiler hakkında kara listeler oluşturarak bu işçilerin aynı bölgedeki farklı işletmelerde iş bulmasını engelleme. - Sendikalaşma sürecinin yaşandığı işyerlerinde, çalışma saatlerini uzatma, ücretleri geciktirme, molaları kısaltma, molada verilen çayı kaldırma, servisleri kaldırma, öğle yemeği çıkarmama. - Sendikalaşan işçileri, eşleri ya da çocuklarına zarar verme ile tehdit etme. - İşçilerin işyerlerinde kendi aralarında konuşmalarını yasaklama. - İşçilerin gittiği camilerde, imamları devreye sokarak sendikalaşmayı engellemek için vaaz verdirme ve telkinde bulunma.” Avrupa Birliği bunları bilmez mi? Bilir bilmesine de, “etkin piyasacı” Kopenhag ölçütlerine uyum dedin mi, akan sular durur. Değişim Adı, Mümtazer Türköne. Bir za- manların ülkücüsü. Şimdi hem AKP’li- leşmiş, hem de şeş- leştirilmiş devlet televizyonunun vaz- geçilmez görüş bil- diricilerinden. Tek ulus yaratma- nın travma yarattı- ğından, üniter yapı- nın anlamsızlaştı- ğından dem vuru- yor. Hazır ABD Irak’tan çıkıyorken fırsatı ka- çırmadan Türkiye’de kurulu yapının de- ğiştirilmesini, herke- sin eşit vatandaş - sanki değilmiş gibi- olması gerektiğini eviriyor çeviriyor. Ağzı çok kalaba- lık. “İyi şeyler ola- cak” dedi ya, Ab- dullah Gül’ü alıyor Çankaya’dan, uçu- ruyor, uçuruyor, göklere çıkarıyor. Dün Türkçüydü, bugün ateşli Kürt hakları savunucusu. Yarın? Hiç belli ol- maz. Duruma bakar. Dışişleri Araştırmacı-yazar Mus- tafa Yıldırım, dünyayı saran “Sivil Örümcek Ağı”nı anlatırken Dışiş- leri Bakanlığı’na getiri- len Ahmet Davutoğ- lu’ndan da söz eder: “Moon’a bağlı Yeni Ekümenik Araştırma Derneği’nin çalışmala- rına Türk gençleri de katılıyordu. Dünya Din- leri Gençlik Semineri’ne Türkiye’den Ahmet Da- vutoğlu katılmıştı. Bo- ğaziçi Üniversitesi ‘mas- ter’ öğrencisi Davutoğ- lu, çalışmaların amacı- nı ilginç sözlerle açıklı- yordu: - Amerika’da kendi sa- hasında söz sahibi de- ğişik dinlere mensup bir grup profesörün ön- derliğini yaptığı bu ge- zide, amaç bilfiil yaşa- yarak daha açık bir ifa- de ile ‘gezici bir üniver- site’ şeklinde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmek- tir. İlki geçen sene ya- pılan bu geziye Türk temsilciler bu sene ka- tıldı. Gerek ABD’de ge- rekse Kudüs’te gerçek- ten çok değerli göz- lemler yapma imkânı bulduk.” Mustafa Yıldırım’ın Da- vutoğlu’na ilişkin bir de dipnotu var: “Davutoğlu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Şerif Mardin’in doktora öğ- rencisiydi.” Yeni Dışişleri Bakanımız iyi yetişmişlerden... Anı, okurumuz İhsan Öğüş’ten: “Toplumbilim öğretmenimiz Sayın Hamdi Akverdi, yıllar önce dersinde anlatmıştı: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden Prof. Dr. Cemal Arif Alagöz, bir grup öğrencisiyle gözlem ve inceleme için bir yurtiçi gezisine çıkar. Niğde-Ulukışla arasında otobüslerinin yolu eşkıya tara- fından kesilir. Kendilerine herkesin otobüsten inmesi, konuşulmaması, yüzükoyun yere yatıl- ması, konuşanların cezalandırılacağı sert bir biçimde bildirilir. Herkes oto- büsten iner ve denileni yapar. Grupta kız öğrencilerin de bulunması korku ve tedirginliği arttıran başlıca nedenlerden biridir. Alagöz, her şeyi göze alarak, ‘Ben bir öğretmenim, bunlar da öğrencilerim, ders için dolaşıyoruz’ der. Eşkıya, ‘Öğ- retmen misin? Öyleyse, biz işaret ve- rince yolunuza devam edersiniz’ diye- rek yoldan uzaklaşır. Akverdi öğretmenimiz gözleri buğula- narak; ‘Biz eşkıyasının bile öğretmene saygısı olan bir milletin mensuplarıyız’ demişti.” Öğüş, anısını şöyle noktalıyor: “Bu olayı yakınlarda ülkemizde yaşadık- larımız nedeniyle anımsadım.” Öyle ya, eşkıyanın işi, tanımı, toplum- daki yeri bile değişti artık: Aydınlardan eşkıyaya saygı istenir oldu. Saygıda değişiklik PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Nedir Bu ‘Öteki’ Düşmanlığı? Kendisi gibi düşünmeyenleri, davranmayanla- rı, yaşamayanları; kendine göre “öteki” olanları dış- lamak, aşağılamak, hedef göstermek son za- manlarda, özellikle de okumuş yazmışlar arasın- da bir salgın hastalığa dönüştü. “Hastalık” diyo- rum, çünkü insanları önce ötekileştirmeye, son- ra da ötekileştirdiklerinin üzerinden prim sağla- maya çalışmaya başka ad bulamıyorum. Ülkemizin bir köyünde temelinde ekonomik rant yatan ve zaman içinde yumaklaşarak çözümsüz- leşmiş bir sorun nedeniyle bir kıyım gerçekleşiyor. Aynı aileden bir grup 44 akrabasını çoluk çocuk de- meden vahşice öldürüyor. Köy, 36 haneli.. ekono- misinin kapitalist üretim ilişkilerine geçiş dönemi ya- şadığı, üstyapısına ise feodalizmin henüz en katı bi- çimiyle egemen olduğu bir Kürt köyü. Köyün er- keklerinin tümü korucu yazılmış ve devlet tarafından silahlandırılmış. Erkekleri koruculuğu kabul etmeyen aileler ise köyü terk etmişler, gidenlerin mülklerini ka- lanlar sahiplenmiş. Sahiplenilenler arasında giden- lere ait alabalık çiftlikleri de var. Hangi mülk kimin ola- cak? Temel sorun da, temel soru da bu! Şimdi Hürriyet’te Hadi Uluengin kalkıyor, ola- ya “Etno-sosyolojiktir” damgasını vuruyor. Ona gö- re sorun Kürtlere özgü bir sorundur. “Yani, bizzat Kürtlerin iç bünyesindeki çok vahim bir yaradan ce- rahat toplamaktadır.” “Kürtler kendilerine çeki düzen vermekle yükümlüdür. Ortadoğu Ortaçağı’nın o dehşet töre ve zihniyetlerinden arınmaları ge- rekmektedir. Yurttaşı oldukları ülke kadar burju- valaşmak zorundadırlar. Zamanı çoktan gelmiştir. Hele hele, hâlâ hüküm süren ve son örneği Bilge köyü dehşetine yansıyan kavimsel zaafı Güney- doğu’nun geri kalmışlığıyla açıklamaya kalkışmak, ancak züğürt tesellidir.” (Hürriyet, 7 Mayıs 2009) Onun “ötekisi” bugün için Kürtlerdir, onlara öğüt- ler vermekte, öğüt verirken de aşağılamaktadır. Ko- nu, çünkü şu sıralar tiraj getirmektedir, verimli bir da- mar bulmuştur, o damarı günlerdir işlemektedir. 43 yaşında bir kadın anne olmak istiyor, fakat ha- yatında bir erkek yok. Danimarka’da bir sperm bankasına başvuruyor, aldığı spermle bir kız bebe- ğe hamile kalıyor. Sağlık sorunları ve yaşı nedeniy- le endişeli fakat aynı zamanda da mutlu. Konu bu ara- da medyaya yansıyor. Özellikle “erkek kalemler” gün- cel bir “öteki” bulmanın coşkusuyla toplumda say- gın bir yeri olan anne adayını topa tutuyorlar. Belden aşağı vuruşlarla din, iman, kan, soy gırla gidiyor. Oysa tartışılan, son derece kişisel, hiç kimsenin mü- dahil olmaya hakkı olmaması gerektiği ölçüde özel bir konu. Ama hayır, “eleştiriler”, sperm sahibinin Da- nimarkalı bir “domuz çiftliği işçisine” ait olma olası- lığına kadar uzanıyor. Allah’tan bu ülkede yüreği zengin, kafası aydınlık, kalemi güçlü kadın yazarlar var; Güner Özkul’u koruyorlar. Halil İbrahim Dinçdağ Trabzon bölgesi futbol ha- kemlerinden 33 yaşında genç bir insan. O da spor dünyasının “ötekisi”. Çünkü o bir eşcinsel ve eşcin- selliğini bir televizyon kanalında açıkça söyleyecek kadar da yürekli bir insan. Ne var ki cinsel yapısı ül- kemizde hâlâ “reyting yükseltici” bir önem taşıyor; o halde vur vurabildiğin kadar. Ama genç hakemi eleş- tiren bu “homofobik” spor yazarları, 1996 yılından bu yana 13 yıldır futbol karşılaşmaları yöneten Dinçdağ’ın bugüne kadar verdiği kararlarda cinsel kimliğinin bir rol oynayıp oynamadığı konusunda susuyorlar. Ayıp ettiklerinin kuşkusuz ki farkındalar, fakat “erkeklik- lerinin” dozu ayıp etmemeye yetmiyor ne yazık ki... Okumuş yazmışlarımızın bu çıkar sağlayıcı “öteki düşmanlığı” topluma da yansıyor; insan- larımız birbirine düşüyor, birbirine düşman edili- yor. Unutulmamalıdır ki “öteki düşmanlığı” gün ge- lir geri teper, topluma yaptığı kötülükler kimsenin yanına kâr kalmaz. Hastalık dört bir yanımızı sarmadan kendimize gelelim, diyorum. Sansar Yoksul bir orman köyünde doğmuş çocukluk arkadaşımızın küfür niyetine kullandığı en ağır söz “sansarlaşmak” idi. Sansar dediğin, hırsızlığı ile ünlü. Hiçbir şey yapamazsa, geceleri kümeslere süzülüyor, köylünün tek protein kaynağı tavuğu aşırıp kaçıyor. Daha ne olsun! Halk çocuğu arkadaşım; gözü kararmış uğursuzlara, sırttan hançerleyenlere “sansar herif” derken hem yaşanmışlıktan gelen bilincini gösterir, hem de kötülükten özenle uzak durulmasını öğütlerdi. Gün devrildi Türkiye başka bir yere sürüklendi. Sansarlar çoğalırken, sansara sansar denmez oldu. Çünkü, sansar beyefendiden sayılıyor artık... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Bilginin göz- lem, deneme ya da duyular yo- luyla elde edi- lebileceğini ile- ri süren öğreti. 2/ Çayõrlarda yetişen ve hay- vanlara yediri- len küçük bir bitki... Satrançta bir taş. 3/ İlkel benlik... Lor peynirine verilen bir başka ad. 4/ Türk mü- ziğinde bir usul... De- miryolu. 5/ Özenli, düzgün... Kenar süsü. 6/ Tepkili uçak... Ayakla vuruş. 7/ İlaç... Kötülük, fenalõk... “Bir --- çõkarmaya başlar bohçamõzdan / Lavan- ta çiçeği kokan keder- leri” (A. M. Dõranas). 8/ Kitap getirmemiş peygamber... Diyarbakõr’õn eski adõ. 9/ Arap yazõsõnõn düz ve köşe- li çizgilerden meydana gelen eski bir biçimi... Hatay ilinde bir õrmak. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Erkekte üreme sisteminin gelişmesini yönlendiren bir dizi hormonun ortak adõ. 2/ Fas’õn plaka imi... Er- kekliğini gidermek, iğdiş etmek. 3/ Bütün maymun tür- lerini içine alan memeliler takõmõ... Bir gösterme sõfatõ. 4/ İslam hukukuna göre dul bir kadõnõn yeniden ev- lenmesi için beklemesi gereken süre... Pamuk kozasõ. 5/ Endonezya’nõn plaka imi... Bir cetvel türü. 6/ Bir İn- giliz uzunluk ölçüsü birimi... Trabzon’un Akçaabat il- çesinde bir göl. 7/ Dövülmüş et, bulgur ve soğanla ya- põlan õzgara köfte... Eski dilde su. 8/ Genelev işleten kadõn... Kaş ilçesinin karşõsõndaki Yunan adasõ. 9/ İkin- ci kez evlenen kadõnõn beraberinde götürdüğü çocuk ya da çocuklar. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A R A D Ü Z E N O V A L V A D E K E Y T E Ğ E T E N K A Y A T Ü T Ü İ R A T E S İ K V E F E K Ü L K İ K A L İ L G E Z İ S A R Ü S O F O N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com MASLAK’TAYENİBİRLEZZET TikemarkalarõolanWhy-Bzurnailk olarakaynõmekândaşimdi 02122766060 telefonnumarasõylakapõnõzda.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle