16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 NİSAN 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Turuncu-Yeşil OKTAY EKŞİ, dünkü yazısında arşivinden rast- lantıyla çıkan bir kupürü ele alarak, bir yabancının on bir yıl önceki safsatasından söz etmekteydi. Al- man gazetelerinden birinin, Süddeutsche Zei- tung’un muhabiri Wolfgang Koydl, Kemalist Cum- huriyetin 75. yaşına erişmesi dolayısıyla, bütün dev- rimci rejimler gibi onun da çökme zamanının gel- diğini söyleyerek tavsiyelerde bulunma küstahlığı- nı göstermiş; “Devletin gücü azaltılmalı, Kemalizm reforme edilmeli, eski liderin fotoğrafları kamu bi- nalarının duvarlarından indirilmeli, Türkiye artık Kemalizm’de değişme gereğiyle yüzleşmeli, sade- ce yasalar, anayasa değil, Kemalizm kültürü ve fel- sefesi değişmeli” demekteymiş. Devrimlerin kendi karşıtlığını ürettiği doğrudur. Kemalist devrim, kurucusu sağken de bu kaçı- nılmaz gerçeği yaşamıştı, ölümünden sonra ya- vaş yavaş, sinsi sinsi, aşama aşama yaşadı, hâ- lâ da yaşamakta. Yarım yüzyıldan fazla bir zamandan beri sür- mekte olan bizdeki karşı-devrimin özelliği bu uzunluğudur. Örneğin Leninist İhtilal’in yarattığı Sovyet rejimi ile Doğu ve Orta Avrupa’daki ben- zerlerinin yıkılışı birkaç yıl içinde tamamlandığı hal- de, bizdeki karşı-devrim henüz amacına tam eriş- miş sayılmaz. Belki, zamana yayılmışlık dışında, aşamalandırma açısından şöyle bir benzerlikten söz edilebilir: Oralardaki çöküşün hemen ardın- dan kurulan rejimlerde, çok partili düzene geçen Türkiye’de olduğu gibi, bir süre eski kadroların bir bölümü de işbaşında kalmış, tasfiyenin tamam- lanması ve yeni dünya düzenince istenen kadro- ların işbaşına geçirilmesi için dış destekli turun- cu devrimleri beklemek gerekmişti. O açıdan bakınca, hızlı ve akıl karıştırıcı olay- ların yaşandığı bugünlerin Türkiye’sinde, şöyle bir soru zihinleri meşgul edebilir: Acaba bizde de kar- şı-devrime son noktaların konması için turuncu devrimler misali hafifçe yeşile boyanmış bir kar- şı-devrim mi yaşanmaktadır? Bu kuşkuyla izlendiğinde, hele Başbakan’ın “Er- genekon’un savcısıyım” sözlerinden sonra, cumhuriyet organlarının ve özellikle emniyetçileri, polisleri, savcıları ve yargıçlarıyla bütün güvenlik ve yargı kuruluşlarının üslupları büyük önem taşıma- ya başlamıştır. Bu bakımdan, uygar bir hukuk dev- letinden beklenen çağdaş davranışların ve kural- ların ihmal edilmesi zihinlerde siyasal nitelikli bir “si- vil darbe” izlenimi yaratırsa, olaylara karşı-devrim kuşkusuyla bakanların endişeleri daha da artar. Gü- venlik ve yargı, üzerlerine yapıştırılabilecek böyle bir siyasal etiketten kendilerini korumalıdırlar. Cumhuriyet, çökertilme korkusuyla ürperti geçiren ve umutsuzlaşan köhne bir rejim olarak değil, yaş- landıkça sağlamlaşan, dinçleşen, her yeni kuşağa daha da aydınlık ufuklar sunan bir yönetim biçimi olarak kalabilmeli. Onun bu niteliğine gölge dü- şürmek kimsenin haddi ve hakkı olmamalıdır. [email protected] PENCERE Ucu Açık... Ve Yürüyor... Ergenekon tertibini kim hazırlamışsa elini öpüp başımıza koymak gerekir... Tasarım başarı kazanacak mı?.. O ayrı bir konu... Ne var ki Ergenekon tertibini AKP projesini Tür- kiye’ye tezgâhlayan kafanın icat ettiğini düşün- mek mantıklı sayılmalı... AKP nasıl da birdenbire kuruldu, nasıl da he- men Türkiye’yi sarıp sarmaladı, göz açıp kapa- yıncaya kadar kısa bir sürede seçim sandığından çıkıp iktidara geçiverdi?.. Mucit Amerika... Herifler yaman.. Bizim İslamcılara dediler ki: - Antiamerikan dinci, Türkiye’de iktidara ge- çemez!.. Erbakan’ın hali pür melali ortada!.. - Ne yapalım?.. BOP kapsamına oturan ılımlı İslam devleti ta- sarımı, bir Amerikan icadıdır. Ya Ergenekon?.. Ergenekon, tasarımın ikinci ayağıdır; bizimki- lerin kafasından bu kadar gıllıgışlı bir proje çıka- maz... Kimi savcıları ve yargıyı kullanmak yaman bir fikir... Bu fikirde madde 1: Her şeyin ucu açık olacak... İddianamenin (ve iddianamelerin) ucu açık... Soruşturmaların ucu açık... İktidar Ergenekon tertibinin lideri ve desteği... İktidarın başı pervasız dile getiriyor: “- Ben Ergenekon savcısıyım...” Yandaş medya kıyameti koparıyor... Ergenekon tezgâhı açıklaması yasak soruş- turmaları, telefonları, özel belgeleri, dedikodula- rı yandaş ve yalaka medyaya sürekli pazarlıyor... Zaten medyanın büyük bölümü planlamaya gö- re daha önceden satın alınmış... Korku, yılgınlık, sindirme... Ergenekon tertibinin amacı, bu yöntemlerle amacına ulaşmak... İstanbul’daki bir odak noktasından bütün Tür- kiye’yi kapsayan polis operasyonları, aydınlar, ile- riciler, demokratlar ve laik kişilerin yüreklerine şu çengeli takıyor: - Beni de alırlar mı?.. Filanca zamanda, filanca yerde, filanca kişiy- le konuşmak, üç beş tepkisel laf etmek bile göz- altına alınmak için yetiyor... Ve bütün bu işlemlerin ucu açık... Ucu açık olunca, herkes “Sıra bana ne zaman gelir?” diye kuşkunun pençesine düşüyor... Demokratik toplum yerine korku toplumu ya- ratıldı... Ergenekon Türkiye’de bugün geçerli rejimin adı- dır... Polisle yürütülüyor... Şimdilik başarılı... AKP projesiyle birlikte Amerika tarafından tez- gâhlanmıştı... Ve ucu açık... K apõlarõmõz daha bir derinden tek- meleniyor. Ermenistan, Türkiye- Ermenistan sõnõrõnõ, sõnõrla birlik- te altõnda imzasõ bulunan Kars Antlaşmasõ’nõ tanõmõyor. Yani, “soykırım” şablonu altõnda, Sevr, Sevr’deki Er- menistan, Karadağ’õn işgalinin ardõnda “gizli” işliyor. Ermenistan Cumhurbaşkanõ Serj Sar- kisyan, “Benim büyük vatanım, benim yeni vatanım” diyebilecekleri günü yaklaştõrmaya ça- lõştõğõnõ, “Büyük Ermenistan’ı kurma uğru- na çalıştığını” söylüyor. (Yeni Şafak, 21. 02.2009.) ABD, hem Ermenistan’õn ve işgal ettiği Ka- rabağ’õn arkasõnda duruyor, hem yeni Kürdis- tan haritasõyla, Ermenilerin “Büyük Ermenis- tan” olarak talep ettikleri topraklarõ, Kürtler eliy- le ve Kürtler adõna Türkiye’den koparmanõn pla- nõnõ yapõyor. Kõsacasõ, dõşarõda ülkemizin yeniden yeni ha- ritalarõ çiziliyor ve Türkiye’ye yeni “model”ler biçiliyor. İçerde ise yeniden, bilmem kaçõncõ dal- ga, “Lale Devri” yaşanõyor. Yani rektörleri, bi- lim adamlarõnõ, komutanlarõ, gazetecileri, ya- zarlarõ, siyasi parti liderlerini “darbe” öcüsüyle tutuklamanõn “keyfi” yaşanõyor. Padişahlarõn oğullarõna, ilkin “Başin kese- rim!” diye yazmayõ öğretirlermiş. Çok şükür, şimdi baş olanlar, baş kesmiyor ama, “Halk ne derse o olur!” diyenler ve halkõn oylarõnõ alanlar, şimdi, “Ben ne dersem o olur!” diye- biliyor ve buna “sonuna kadar demokrasi” de- niyor. Hukuk devletini korumak, hukuk devletini tah- ribe yöneliyor. Bir başka deyişle, devleti hukukla korumak yerine, devlet adõna hukuk yok edili- yor. Sormak gerekiyor: Bu, terör demokrasisi mi, demokrasi terörü mü? Bu, darbe fobisi mi, fobi darbesi mi? Bu, darbe demokrasisi mi, demokrasi darbe- si mi? Kuşkusuz, beşibir arada, yani, hepsi. Ne var ki, biz, çoook darbe gördük, ama böy- le darbe görmedik, duymadõk, bilmedik. Darbe yapanlarõn iktidar olduğunu gördük, ki- mi darbecilerin ölümden kurtulamadõğõnõn da ta- nõğõyõz. Yani yõllar yõlõ darbe konuşmamõşlar, darbe dedikodusu yapmamõşlar, darbe yapmõş- lardõ. Şu var ki, hiçbiri, bu “Ergenekon” dar- besine hiçbir biçimde benzemiyordu. Sanõrõm dünyada da böyle bir darbe, “senaryo” olarak olsun bulunamazdõ. 27 Mayõs 1960’õ, 12 Mart 1971’i, 12 Eylül 1980’i yaşadõk, etimizle, kanõmõzla, canõmõzla. 21 Şubat’õ ve 22 Mayõs’õ, yürüyen tanklarõ iz- leyerek izledik. Anõmsatmak isterim: 14 Mayõs 1960 günü, yani Demokrat Parti’nin kuruluş yõldönümünde, Kõzõlay’da gençlerin, Menderes ve Bayar ikilisine tepkisel gösteri- sini izlemeye gitmiştik. Sis bombasõ arasõndan kaçanlarõn içinde kalmõş, yakapaça, tekmetokat, Hazõr Kuvvet’e getirilmiştim. Yüz on kişi ka- dardõ gözetim altõna alõnanlar. Bizi, Mamak’a, 28’inci Tümen’e götürmüşler, ilk kez “cezaevi olarak” iki er koğuşuna bizi tõkmõşlardõ. Yüz on kişiden üç kişi tutuklanmõştõ. Biri, CHP yayõn organõ Ulus gazetesinde çalõşan bendim. Biri, Po- latlõ CHP ilçe başkanõnõn oğlu. Biri de Bahçe- lievler CHP Gençlik Kolu başkanõydõ. Tutuklanmõş, Soğukkuyu Askeri Cezaevi’ne konmuştuk. İçerde bir kurmay binbaşõ vardõ, Himmetdede İstasyonu’nda, Kayseri’ye git- mekte olan CHP Genel Başkanõ İsmet İnö- nü’nün içinde bulunduğu treni durdurmak em- rini almõş, emri uygulamayõ askerlik onuruyla bağdaştõramamõş, istifa etmişti, onun için tu- tuklanmõştõ. Bir piyade yarbay vardõ, Kayseri’nin ilçesi İncesu’da İnönü’nün aracõnõn önünün kesilmesi emrini almõş, ama tabur, İnönü’yü se- lamlamõş, İnönü’yü korumaya almõştõ, onun için tutuklanmõştõ. Bir kurmay albay vardõ. Cum- hurbaşkanõ Celal Bayar’õn, İnönü’nün yolunun kesilmesi emrini, Himmetdede’deki kurmay binbaşõya yönelten Kara Kuvvetleri Komuta- nõ’nõ, yasadõşõ emir verdiği için protesto ama- cõyla istifa etmiş ve bu nedenle tutuklanmõştõ. Tu- tuklular arasõnda bir de Prof. Dr. Muammer Ak- soy vardõ, bazõ subaylar ve üniversite gençliği de. 27 Mayõs sabahõ, güneş doğmadan hepimiz dõ- şarõdaydõk. Sonuç biliniyor. Bugün, o günün koşullarõndan çok uzakta bir yerde duruyoruz. Kaygõlõyõm, ülkem adõna, insanlõk için! Demokrasi Terörü mü, Darbe Demokrasisi mi? Muzaffer İlhan ERDOST TİHAK/ Türkiye İnsan Haklarõ Kurumu Başkanõ Dõşarõda ülkemizin yeniden yeni haritalarõ çiziliyor ve Türkiye’ye yeni “model”ler biçiliyor. İçerde ise yeniden, bilmem kaçõncõ dalga, “Lale Devri” yaşanõyor. Yani rektörleri, bilim adamlarõnõ, komutanlarõ, gazetecileri, yazarlarõ, siyasi parti liderlerini “darbe” öcüsüyle tutuklamanõn “keyfi” yaşanõyor. E ğitim, bireye doğduğu andan itibaren ha- yatõ boyunca etkisinden kurtulamadõğõ bilgi, görgü, inanõş ve davranõşlarõ kazan- dõrdõğõmõz süreçtir. Amacõ da algõlamasõ gelişmiş, çağõmõzõ anlayabilen, kendi ayaklarõ üzerine ba- sabilen, problem çözme yeteneği olan, demokratik davranmayõ öğrenmiş, doğruyu eğriyi görebilen, işini kendi duygu ve menfaatõna göre değil işin doğrusu ne ise ona göre yapabilen bireyler ye- tiştirme olmalõdõr. Yõllardõr yaptõğõm gözlemlerden edindiğim iz- lenim, birçok öğrencinin ve öğretim üyesinin ka- falarõnõn karõşõk olduğudur. Çoğu insan, birçok bilgiyi ediniyor, çok konuşuyor ama iş yapabil- me güçleri çok az. Öğrenciler okul bitirmek için not peşinde koşuyor. Öğretim elemanõ da yalnõz işini yapõyor. Öğrencinin eğitim süreci ne yön- de gelişiyor belli değil. Verilen formasyon bil- gilendiriyor ama geliştiriyor mu? Hoyratça değil ustaca Eğitim sistemini örnek olarak aldõğõmõz Fran- sõz düşünür Bergson, kendi eğitim sistemlerini eleştirmiş; lafazan insan yetiştiren ezberci eğiti- me çatarak okullarda elle çalõşmanõn yani iş eği- timinin daha önemli bir yer tutmasõnõ istemiş ve şöyle demiştir: “Elle çalışma bir eğlence sayılıyor, yalnız unutuluyor ki zekâ, madde ile oynama gücü- dür; hiç değilse öyle başlamıştır. Doğa da onu bu iş için yaratmıştır. Böyle olunca zekâ na- sıl olur da eğitiminden yararlanmaz? Daha ile- ri gidelim. Çocuğun eli kendiliğinden bir şey- ler kurmaya yeltenir. Ona bu kuruculuğun- da yardım etmekle, hiç değilse ona kurma fır- satları vermekle çok daha verimli bir insan ol- ması sağlanabilir. Çocuğun bu kurucu yanı- nı beslemekle insanlığın yaratma, bulma gü- cü şaşırtıcı ölçüde artabilir dünyada. Başlan- gıçta yalnız kitapla sınırlı kalan bilgi, insanın serpilmeye hazır nice yapıcı ve yaratıcı çaba- sını ortaya çıkmadan köreltip yok eder. Ço- cuğu işe alıştıralım ve bu iş eğitimini de her- hangi bir işçiye bırakmayarak gerçek bir us- taya verdirelim ki çocuğun maddeye dokunuşu hoyratça değil ustaca olsun. Zekâ, o zaman el- den kafaya doğru çıkacaktır. Fen bilimlerin- de olsun, edebiyatta olsun, bizim öğrettikle- rimiz sözel kalıyor. Oysa bugün artık zaman, güzel konuşmalarla, eyleme geçmeyen bilgi- lerle yetinilecek zaman değildir. Okullarda bi- lim alanında yapılan nedir? Bilimin vardığı ha- zır sonuçları öğretmek! Oysa gençleri metot- lara alıştırmak daha iyi olmaz mı? Gençleri gözleme, denemeye, yeniden bulmaya çağı- rırsanız bakın nasıl can kulağıyla dinlerler si- zi o zaman, nasıl anlarlar ne istediğinizi. Çünkü çocuk, arayıcı ve bulucudur, hep ye- niliğin peşindedir. Kurallar sıkar onu. Kısa- cası çocuk yetişkin insandan daha yakındır do- ğaya. Yetişkin insansa doğadan çok toplum- dan yanadır, öğretme işi de onun elindedir. İs- ter istemez topluma miras bırakacağı ve hak- lı olarak övündüğü bilgi kazançlarına, varıl- mış bütün sonuçlarına en büyük önemi vere- cektir. Oysa öğretim programlarını istediği- niz kadar geniş tutun, öğrencinin benimseye- bileceği hazırlop bilim pek sınırlı kalacak, hiç de seve seve öğrenilmeyecek ve hep çabuk unu- tulacaktır.” Bergson’un iş eğitimi dediği sistemi, Tonguç ve arkadaşlarõ İş Okullarõ olarak Köy Enstitüle- ri ile uygulamõşlardõr. İsmail Hakkı Tonguç, Atatürk tarafõndan köylerdeki koşullarõ incelemekle görevlendiril- miş bir komisyonda görev almõş ve bir gözlemini şöyle dile getirmiştir: “Bazı köylerde çocuklar, okulda öğrenmiş olduklarını hemen hemen bü- tünüyle unutmuşlardı ve yaşantılarında hiç- bir şey değişmiş değildi; okuma yazmayı bi- le bilmiyorlardı artık.” Bu gözlem, İ.H. Tonguç ekibine farklõ bir eği- tim sistemi olmasõ gerektiğini düşündürmüş, Köy Enstitüleri kurularak “iş eğitimi” deneme- si yapõlmõş ve destan yazõlmaya değer sonuçlar elde edilmiştir. Dersler, kültür dersleri, ziraat dersleri ve ça- lõşmalarõ, teknik dersler ve çalõşmalar olarak plan- lanmõştõr. Resim, müzik, spor gibi dersler kültür dersleri içine alõnmõş ayrõca yetenekli öğrencilerle sanatsal çalõşmalar yapõlmõştõr. Derslere her sa- bah yarõm saat halk oyunlarõ, yarõm saat müzik yapõlarak başlanõrdõ. Teknik derslerin içinde ise ayrõca biçki dikiş dersleri ilave olarak konmuş- tur. Derslerin planlamasõna gelirsek Köy Ensti- tülerinin haftalõk, aylõk veya mevsimlik çalõşma planlarõ, her enstitünün özelliğine, işlerinin du- rumuna, talebesinin seviye ve sayõsõna, öğret- menlerin özelliklerine, iş alanlarõnõn genişliğine göre yapõlõr, tespit olunan hafta sayõsõnda ziraat, teknik ve kültür dersleri olarak uygulanõrdõ. Enstitülerde çok önemli olan bir konu da de- mokrasi eğitimidir. Her işin öğrenciler tarafõndan yapõldõğõ bu okullarda öğrencilerin kendi kendi- lerini yönetmesi ve kontrol etmesi ile demokra- si eğitimi de almalarõ sağlanõyordu. Hafta sonlarõ eğlenceler tertiplendiği gibi ay sonlarõnda da okul işlerinin tartõşõldõğõ toplantõlar yapõlõrdõ. Bu top- lantõlarõ toplantõ başkanõ yürütür, müdür dahil her toplantõda bulunan, toplantõ başkanõndan söz alõr, cevap, istek veya eleştirilerini dile getirirdi. Sonuç: Bugün Köy Enstitülerinin unutulmamasõnõn, öz- lemle anõlmasõnõn en önemli sebeplerinden biri de bu okullarõn eğitim sisteminin farklõlõğõ- dõr.Son yõllarda çok revaçta olan çoklu zekâ ku- ramõ, yaratõcõ öğretiler gibi projelere dayalõ eği- timin daha sağlõklõ uygulanabilmesi için okul programlarõnõ gözden geçirmek gerekmektedir. Köy Enstitüsü programlarõ bu tip çalõşmalara ör- nek olabilir. İnsanlarõn iş yaparak eğitilmesi, al- gõlarõnõ genişletecek, kendi ayaklarõ üzerine bas- malarõnõ sağlayacak, öz güvenlerini geliştirecektir. Kendi kendilerini idare etmeyi öğrenmek tüm ha- yatlarõ boyunca onlar için çok önemlidir. De- mokratik toplumlar, demokrasi eğitimi alan bi- reylerden oluşabilir. İNSAN eğitimi için doğru bir program örne- ği önümüzde bulunuyor. Dõşarõdan adapte prog- ramlara gerek yok. İş ki İNSAN yetiştirmeyi is- teyelim. Köy Enstitülerinin Özlemle Anõlmasõ Prof. Filiz KAMACIOĞLU İngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarõna sahip, London School of Business Administration’da master yapmõş, ÖĞRETMENDEN BRITISH ENGLISH ? Gramer, konuşma, derslere yardõmcõ, sõnavlara hazõrlõk ? İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview) hazõrlõk Acıbadem /İstanbul 05327018041
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle