Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
2 MART 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
The Economist’in
‘Çakmağı’
KADIN ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ
PANEL
3 Mart’ın Dünü - Bugünü
Açış Konuşması
Prof. Dr. Necla ARAT
Oturum Başkanı
Gülsün BİLGEHAN
Konuşmacılar
Dr. Barış DOSTER
Prof. Dr. Erendiz ATASÜ
Mustafa BALBAY
3 Mart 2009 Salı 13.00 - 15.30
Ortaköy Kültür Merkezi, Afife Jale Tiyatro Salonu
(Dereboyu Cad. Princess Otel yanı)
Bir küresel depresyon hızla geli-
şir, serbest piyasa dogması en
inançlı çevrelerde bile sorgulanırken
neoliberalizmin, dünya halklarına
saldırısının öncüsü Margaret
Thatcher’in başbakan oluşunun
30. yıl dönümü tabii ki gözlerden
kaçmayacaktı.
Geçen hafta BBC 2, Thatcher’in
yükselişini ve çöküşünü konu alan
bir film yayımlayarak 30. yıl tartış-
malarını “resmen” başlattı. Aynı
gün, ABD Devlet Başkanı Barack
Obama, yeni ABD bütçesini, krize
müdahale programını açıklıyordu.
Konuşması, Thatcher’in ideolojik iki-
zi Ronald Reagan’ın mirasıyla tüm
bağların kopartılması olarak yo-
rumlandı (The New York Times,
27/09). “Tarih” bir dönemin so-
nunda olduğumuzu, geçen hafta bir
kez daha vurguluyordu.
Geçen hafta kriz…
Merkez ülkelerin borsaları tepe
noktalarına 1999 sonu - 2000 ba-
şında ulaşmışlar, sonra hızla düşe-
rek 2002 sonu 2003 başında dibe
vurmuşlardı. Sonra kredi köpü-
ğüyle birlikte yeni bir tırmanışa ge-
çerek 2007 sonuna kadar yüksel-
diler (sırasıyla, tepe/dip/tepe): FT
(6930/3567/6721), Dow Jones
(11497/7460/13930), Heng Seng
(17406/8634/31352), Nikkei
(20337/7831/18138), Dax
(7644/2423/8067/3936). Cuma gü-
nü borsalar sırasıyla 3830, 7035,
12812, 7568, 3840 ile kapandılar.
ABD’de geniş tabanlı S&P 500’ün
son direniş noktası olarak görülen
740’ın altına inmesiyse, düşüşün
devam edeceğini düşündürüyordu.
Krizin işsizliği, iflasları arttıracağını
söyleyen başka göstergeleri de
var. Bunların başında sanayi üreti-
minin ve talebin hemen her yerde
gerilemeye devam ediyor olması ge-
liyor. Örneğin en son dış ticaret ve-
rileri, Japonya’nın ihracatının ocak-
ta bir önceki yılın aynı dönemine gö-
re, yüzde 46, Çin’e yönelik yüzde
45, otomobil alanında yüzde 66 ge-
rilediğini gösteriyor. Gerileme oran-
ları Güney Kore, Çin, Tayvan,
Hindistan için sırasıyla yüzde 33,
yüzde 18, yüzde 44, yüzde 22. Bu
ülkelerin ithalat oranlarında da ben-
zer düzeylerde, hatta daha yüksek
(Çin yüzde 43, Tayvan yüzde 56)
gerilemeler gözleniyor. ABD eko-
nomisinin büyüme hızının, 2008’in
son üç aylık döneminde, Reagan’ın
iktidara geldiği 1982’den bu yana en
kötü performansı sergileyerek yüz-
de 6.2 ile, ilk hesaplanan yüzde
3.8’den, piyasalarda beklenen yüz-
de 5.2’den çok daha sert bir düşüş
gerçekleştirmesi, Asya ülkelerinin ih-
racatındaki gerilemenin devam ede-
ceğini gösteriyordu.
Bunlara, küresel mali piyasaların,
Soros’un deyimiyle “dağılmış” ol-
masını, Dünya Bankası’nın geliş-
mekte olan ülkelere sermaye akım-
larının yarı yarıya düşeceğine ilişkin
öngörülerini, krizin Avrupa Birliği’ni
çökertebileceğine ilişkin tartışma-
lardaki yoğunlaşmayı (Financial Ti-
mes (22, 23/02/09), Wall Street
Journal (24/02/09), Le Monde
25/02/09), The Economist,
26/02/09), Der Spiegel (27/02/09)
eklersek, “küreselleşme sonrası
döneme” geçildiğine ilişkin savla-
rımızın arkasındaki mantık biraz
daha açıklık kazanabilir sanırım.
Ekonomiden jeopolitiğe
Küreselleşme sonrası dönemle-
rin bir özelliği sert mali krizlerse di-
ğer özelliği de uluslararası jeopoli-
tik düzenin istikrarının bozulmasıdır.
Uluslararası ilişkiler uzmanları ara-
sında ABD hegemonyasının bir ge-
rileme sürecine girdiğine ilişkin bir
mutabakatın oluştuğunu biliyoruz.
ABD İstihbarat Konseyi’nin son ra-
poru da bu mutabakatı onaylıyordu.
Ancak böyle bir gerilemenin, nasıl
bir düzene açılacağı henüz belli de-
ğil. Özellikle küresel ısınma, gıda, su
kıtlığı sorunlarını da göz önüne
alan kimi öngörüler gerçekten çok
korkutucu.
Örneğin, LEAP/E2020 adlı dü-
şünce kuruluşunun yayımladığı GE-
AB’ın (Küresel Avrupa Öngörü Bül-
teni) geçen haftaki raporu bunlardan
biri. Krizin 2009’un son çeyreğinde
“jeopolitik çözülme” aşamasına gi-
receğini savunan rapora göre, bu
aşamayı iki paralel düzeyde yaşa-
nacak iki süreç şekillendirecek. Bi-
rinci düzeyi tüm dünyada mali ze-
minin (dolar ve borç) erimesi, küre-
sel sistemin büyük oyuncularının çı-
karlarının parçalanmaya başlaması
oluşturuyor. İkinci düzeyiyse verili
uluslararası sistemin hızla dağılma-
sı, büyük oyuncuların stratejik ola-
rak çözülmeye başlaması. GEAB’ın
yazarlarına göre, bu aşamaya ge-
çişi önlemek için dünyanın liderle-
rinin önünde çok dar bir fırsat ara-
lığı var: Nisan G20 toplantısından
bir sonuç çıkmazsa, “dünya sarhoş
bir gemiye benzeyecek”. “Birçok
devlet, hatta en büyük devletler
bile insan ürünü yapılar olduklarını
ve belli çıkarlarla uyum halinde ol-
dukları sürece yaşayabileceklerini
unutuyorlar…” Özetle rapor, krizin
sert toplumsal patlamalara; Avru-
pa’da, Japonya’da, ABD’de iç ça-
tışmalara yol açacak bir yönde de-
jenere olmasını bekliyor ve okuyu-
cularına özellikle ateşli silahların
serbestçe ve yaygın biçimde orta-
lıkta dolaştığı bölgeleri terk etme-
lerini öneriyor…
Bu öngörüleri, çok aşırı bularak
dudak bükebilirdik, eğer LEP/E2020
yazarları, 2006 Şubatı’ndaki rapor-
larında, tarihsel bir ekonomik kriz-
le karşı karşıya olduğumuzu sap-
tadıktan sonra, krizin bu güne ka-
dar yaşanan aşamalarını (tetiklen-
me, hızlanma, çarpma ve dökülme)
önceden doğru bir biçimde gör-
memiş olsalardı…
İlginç olan şu ki LEAP yazarlarıyla,
New Scientist dergisinin geçen
haftaki sayısının “Earth 2029” te-
ması arasında büyük bir paralellik
vardı. İlk kez Kaynak Savaşları ki-
tabıyla dikkat çeken Prof. M. Kla-
re de geçen hafta The Asia Ti-
mes’daki yazısında, dünyayı bölge
bölge tarayarak ekonomik çöküşün
nasıl toplumsal patlamalara yol aç-
maya başladığını belgeliyordu…
Obama’nın bütçesi…
Barack Obama’nın, perşembe
günü açıkladığı bütçe, toplumun en
zengin kesiminin vergilerini belirgin
bir biçimde arttırmayı, geri kalan
herkesin vergilerini azaltmayı, eği-
tim ve sağlık alanlarında yeni re-
formlar başlatmayı, ülkenin altya-
pısını yenilemeyi planlıyor. Buna kar-
şılık bütçe, sağlık sigortası yapan
şirketlere, üretim ve yatırımlarını
ülke dışına taşıyan ÇUŞ’lere, ban-
kacılık ve ‘agribusiness’ sektörüne
verilen destekleri kaldırıyor, askeri
harcamaları denetim altına almayı
ve tasarruf yapmayı amaçlıyor.
Özetle Obama bütçesi gelir da-
ğılımında toplumsal çelişkileri yu-
muşatacak bir düzeltmeyi, yeni ta-
lep yaratarak ekonomik etkinliği
canlandırmayı, kamu harcamaları
yoluyla ülkenin üretkenliğini yapısal
olarak iyileştirmeyi, dolayısıyla Rea-
gan dönemi öncesi önceliklere ge-
ri dönmeyi amaçlıyor. Bu bütçenin
özellikle tarım ve savunma komis-
yonlarında büyük direnişle karşı-
laşması kaçınılmaz. Ama önünde
yapısal bir engel daha var. Açık bir
ekonomide, bu reformlar için har-
canması gereken paranın dışarı
kaçarak başka, rakip ekonomileri
desteklemesini engellemek ola-
naksız. Bu kaçışı engellemek için
mutlaka açık ya da örtülü, kimi
tedbirler almak gerekecek. Belki de
bu yüzden, Obama’nın görevi dev-
ralırken, bütçeyi açıklarken yaptığı
konuşmalarda “küreselleşme” söz-
cüğüne rastlanmıyordu.
Neoliberalizmden, küreselleşme
deneyiminden geriye müstehcen bir
gelir dağılımı tablosu, şiddetli bir
ekonomik kriz, jeopolitik belirsiz-
likler, felaket senaryoları kaldı.
Thatcher’e gelince o şanslı, bırak-
tığı mirasın ayırdında değil, çünkü
bunayarak, kısa dönemli hafızasını
toptan yitirmiş.
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com
30 Yıl Sonra Uçurumun Kenarında …
İngiltere kaynaklı haftalık “The Economist”, geçen “ba-
sılı” yayımlanan sayısında, yaşanmakta olan ağır ekonomik
bunalımın, “finans” alanından sonra sanayinin de yıkımına
yol açmakta olduğunu vurguluyor. Dergi, sanayileşmiş ve
yarı sanayileşmiş olan kimi ülkelerin sanayi üretimlerinin dü-
şüş oranlarını sıraladıktan sonra, özellikle Doğu Avrupa, Bre-
zilya, Malezya ve Türkiye’de “sanayi çöküyor” noktasına va-
rıyor.
The Economist’in asıl yorumu bu durumun saptanma-
sından sonra başlıyor. Dergi, “Hükümetler sanayiyi kurtar-
sınlar mı” sorusuna kesin bir dille “hayır” yanıtı veriyor.
Karşı çıkışının nedenlerini de özetle şöyle açıklıyor:
Hükümet desteklerini eleştiren The Economist’e göre sa-
nayinin önemli sorunu ticaretinin finansmanı ve buna
bağlı olarak artan stoklarıdır. İkinci ve asıl sorunu ise tüketici
isteminin ya da talebin yetersizliğidir. Dergi şöyle diyor:
“Ancak, yalnız sanayinin değil, diğer ürünlerin talebi de
düşüyor. Ne alacaklarına tüketiciler karar verir. Bu durum-
da sesleri gür çıkıyor ya da hükümetleri etkileme güçleri var
diye sanayi işletmelerinin kurtarılması, kaynakların haksız kul-
lanımı ve kaybı olur. Bu durumda korumacılık gündeme ge-
lir; kaynakların verimsiz yerlere bağlanması uzun dönemde
büyümeyi yavaşlatır.”
Peki, bankalar neden kurtarılsın? Dergiye göre “Banka-
lara yardımdan amaçlanan bankacıları kurtarmak ya da ve-
rimli bir finans düzeni oluşturmak değildir. Yapılması gereken,
bankaları bunalımdan koruyarak tüm firmalara finansman
akışını sağlamak ve talebi canlandırarak ekonominin so-
runlarının temeline inmektir. Hükümetler, tüketim harca-
malarını arttırmalı, bunun için de finansmanı canlandırma-
lıdır”.
Bu kurgunun iki büyük eksiği var.
Birincisi, The Economist, “Sanayiye yardım edilmesin” der-
ken, sanayileşmiş ülkeler, kendi sanayilerine milyarlarca do-
larlık yardım yapıyorlar. ABD en somut örnek; yalnızca “iki”
otomotiv firmasına şimdiye dek yapılan yardım 17 milyar
dolardı; 22 milyar dolar daha vermesi için hükümetin bas-
kı altında olduğu haberini New York Times başlık yapıyor
(24 Şubat). Avrupa ülkelerinin çoğu da aynı yolun yolcu-
sudur.
Bu nedenle The Economist’in büyük “emirleri” IMF ara-
cılığıyla, sadece Türkiye ve benzer ülkeler için geçerlidir.
İkincisi de dergi, kapitalizmin can damarı olan finans ala-
nında bunalımla karşılaşmasının nedenlerine inemiyor.
Çıkışına tanı koyamadığı finans kaynaklı hastalığın iyileş-
mesi ve hastanın canlanması için neden “halkın vergileriyle”
beslenmesi gerektiğini de açıklayamıyor; finans kapitalinin
yıkılışının yapısal nedenlerine değinmiyor.
The Economist 6 Kasım 1984 tarihli sayısında, Türkiye’nin
24 Ocak-artı-12 Eylül 1980 bağlamında uygulamaya ko-
nulan ekonomi programı için şöyle yazmıştı:
“Bu politika Washington’da programlandı, beslendi ve
(oradan) yakından izleniyor.”
Washington (DC), yalnız ABD’nin başkenti değildir; IMF
ve Dünya Bankası da orada konuşlanır.
Türkiye, 1980 sonrasında sanayileşmekten tümüyle
vazgeçti. Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak ısrarla uy-
gulanmaya çalışılan “sanayileşme iddiası”, o tarihten son-
ra bir yana bırakıldı.
Washington’daki tanrılar, Türkiye sanayisinin ipini o ta-
rihte çektiler.
Çeyrek yüzyıl sonra The Economist’in yazısı Temel’i anım-
satıyor.
Bir sonbaharda Karadeniz’de çok büyük bir fırtına ko-
par.. rüzgâr, yağmur ve sel ortalığı kasar kavurur. Temel’in
mısır tarlası da yerle bir.
Bu sırada şimşekler çakar.
Temel perişan, ellerini havaya kaldırır:
- “Uy Allahum” der.
- “Edeceğuni ettun! Bi de çakmak çakup bakaysun!”
yakupkepenek06@hotmail.com
DUYGU ATAHAN
Günde birkaç dolarõn altõnda bir kazançla
çalõşan altõn üreticilerini serbest ticaretin ya-
rattõğõ sömürüden korumak isteyen Ulus-
lararasõ Adil Ticaret Örgütü (FLO), çay, kah-
ve, muz gibi ürünlerin ardõndan altõnõ da 2009
sonuna kadar adil ürünler pazarõna kazan-
dõracak. Muz, kahve, kakao, pamuk ve şarap
gibi ürünleri üreten çiftçilerin korunmasõnõ
destekleyen örgüt, uluslararasõ altõn tekeli-
ne karşõ küçük çaplõ altõn şirketlerini ve iş-
çilerini korumak için de harekete geçti.
Özellikle gelişmemiş ülkelerdeki küçük
çaplõ üreticilerin adil bir kazanç elde ede-
bilmelerini amaçlayan örgüt, Kolombiya, Bo-
livya, Peru, Ekvador’daki 1000 altõn üreti-
cisiyle çalõşmalara başladõ. Örgüt tarafõndan
adil ticaret damgasõyla piyasaya sürülecek al-
tõn, üreticilerine belli
bir kazanç sağlamayõ
garanti etmenin yanõ
sõra, altõn işçilerinin
çalõşma koşullarõnõn
iyileştirilmesi ve üre-
tim sürecinde siyanür
gibi kimyasallarõn kul-
lanõmõnõn azaltõl-
masõ için de mücadele
verecek.
Bu bölgelerden çõ-
karõlan altõn çoğun-
lukla mücevher yapõ-
mõnda kullanõldõğõ için özellikle zengin
müşterilere hitap eden mücevher tüketi-
minde duyarlõlõk yaratõlmasõ amaçlanõyor. Ör-
gütün İngiltere’deki kolu olan Adil Ticaret
Kurumu’nun Yönetim Kurulu Üyesi Harriet
Lamb, dünya altõn endüstrisinde 100 milyon
kişinin çalõştõğõnõ belirterek, “Altın bir re-
fah göstergesi olmasına karşın, altın üre-
ticileri inanılmaz kötü koşullarda çalışı-
yorlar. Gelişmekte olan ülkelerdeki altın
üreticileri bizden yardım istedi. Biz de on-
ları korumak için harekete geçtik” dedi.
ALTIN ÜRETİMİNDE TÜRKİYE AB BİRİNCİSİ
ANKARA (AA) - Altõn Madencileri Der-
neği Yönetim Kurulu Başkanõ Ümit Akdur,
Türkiye’nin 6 bin 500 ton gibi bir altõn po-
tansiyeline sahip olduğunu belirterek,
“Bunun parasal karşılığı yaklaşık 200
milyar dolar. Yaratacağı ek katma
değerle de Türkiye için 1 trilyon
dolara yakın bir imkân” dedi. Akdur,
uzmanlarca yapõlan tahminlere göre al-
tõn fiyatlarõndaki yükselişin süreceğini,
ancak bu süreçte iniş-çõkõşlar yaşana-
cağõnõ, bu yüzden de altõnda çok kõsa va-
deli yatõrõmlara girmemek gerekti-
ğini belirtti. Dünyada yõlda 2 bin 500
tonluk bir altõn talebi bulunduğunu, altõnõ en
çok üreten ülkelerin Çin, Güney Afrika,
ABD, Kanada ve Avustralya olduğunu be-
lirten Akdur, Türkiye’nin altõn üretiminde Av-
rupa Birliği (AB) ülkeleri arasõnda birinci sõ-
rada yer aldõğõnõ kaydetti.
Türkiye’nin henüz rezervleri yete-
rince araştõrõlmamõş ender ülkelerden
bir tanesi olduğunu belirten Akdur,
dünya genelinde 2007’de altõn ara-
malarõna 4.2 milyar dolar, Türki-
ye’de ise 30 milyon dolar harcandõğõna
dikkati çekti.
Halen 950 dolar civarõnda olan al-
tõnõn ons fiyatõnõn bu sene 1500 dola-
ra kadar çõkabileceğini söyleyen Akdur,
“Altındaki yükseliş sürecek ama iniş-çı-
kışlar olacak. Bu nedenle altında çok kısa
vadeli hareketlerle yatırımlara girmemek
lazım” diye konuştu.
‘ P İ Y A S A L A R H E N Ü Z D İ B E V U R M A D I ’
Ekonomi Servisi - Küresel krizle birlikte
yatõrõmcõlarõn güveni dibe vururken piyasa-
larda riskten kaçõşõn devam etmesi bekleni-
yor. Asõl sorunlarõn mart-nisan aylarõn-
da başgösterebileceğini söyleyen AA
Portföy Ortağõ ve Türev Piyasalar Uz-
manõ Fabrizio Casaretto, piyasalardaki
riskten kaçõş eğiliminin çok yüksek ol-
duğunu vurgulayarak “Bankalar kredi
vermekten kaçınırken inşaat sektörü
elindeki emlakleri satmaya çalışıyor,
alıcılarsa ‘nasõl olsa fiyatlar daha da dü-
şecek, niçin alayõm ki’ düşüncesinde.
Halen piyasalarda canlanma yok, çün-
kü güven yok” diye konuştu.
Piyasalarda henüz dip noktanõn görülme-
diğine dikkat çeken Casaretto, “Hedge fon-
larda halen pozisyonlar var, bunları likide
etmeleri durumunda özellikle hisse senedi
piyasaları tekrar çalkalanabilir” dedi.
Emtia ürünleri başta olmak üzere piyasa-
lardaki son durumu değerlendiren Casa-
retto şöyle konuştu: “Petrol 4.5 se-
nelik yükselişini 4 ayda eritti,
bunun bir balon olduğunu artık
herkes anladı. Değerli metallerde,
özellikle altında, çok ciddi bir dü-
şüş yok, bunun sebebi paraya gü-
venmeyenlerin metallere yatırım
yapması. Doların halen değer ka-
zanması muhtemel. Önümüzdeki haf-
talarda birçok emtia 3-4 sene önceki fi-
yatlarına geri dönebilir, balon ancak o za-
man inmiş olur.”
Kriz borsalarõ tepetaklak ederken
yatõrõmcõlarõn güvenli limanõ olan altõn, bir
tek “asõl” üreticisine kazandõramadõ. Onsunun
1000 dolara çõkmasõ, milyonlarca üreticinin
günlük 1 dolarlõk kazancõnõ iyileştiremedi.
Ticaretin ‘adil’i krizi yendiKriz ABD, Japonya, Almanya gibi dünyanõn en
büyük ekonomilerinin küçülmesine neden
olurken, adil ürünler pazarõ krize meydan oku-
du. Muz, çay, kahve, pirinç, şeker gibi “adil ti-
caret-fair trade” damgalõ ürünlerin sayõsõ
2008’de 3 bini aşarken serbest piyasadaki
ürünlere göre biraz daha pahalõ olmasõna kar-
şõn, tüketici, üreticiyi koruduğunu garanti eden
bu ürünleri almaktan vazgeçmedi. FLO’nun son
raporuna göre, adil ürünler tüketen her 100 ki-
şiden 92’sinin krize karşõn bu ürünler için da-
ha fazla para ödemeyi sürdürmekte kararlõ ol-
duğu ortaya çõktõ. Adil ticaret markalõ ürünle-
rin üçte biri krizden en çok etkilenen ülkeler-
den İngiltere’de tüketiliyor. Ülkede yaşanan dur-
gunluğa karşõn, 2008 yõlõnda adil ticaret mar-
kalõ ürünlerin satõşõ yüzde 43 artarak 700 mil-
yon sterlin (1 milyar dolar) oldu. Adil ürünler
pazarõ 2002- 2007 yõllarõ arasõnda ortalama yüz-
de 40 büyüyerek dünyada 2.3 milyar sterline
(3.3 milyar dolar) ulaştõ. Adil ticaret sistemin-
den yararlanan Afrika, Asya ve Latin Ameri-
ka’daki 58 gelişmekte olan ülkedeki doğrudan
üreticilerin sayõsõ da 1.5 milyonu aştõ.
Altın madenciliğinde çoğu Afrika ve
Güney Amerika’da olmak üzere 1
milyondan fazla çocuk işçi çalışıyor.
ILO’nun raporlarına göre çalışanların
yaşı 4’e kadar iniyor. Sadece Burkina
Faso ve Nijer’deki madenlerde çalışan
çocukların sayısı 500 bine yakın.
Bunların yüzde 70’i 15 yaşın altında.
Batı Afrika’daki madenlerde çalışan
çocukların sayısıysa 250 bin civarında.
Bir günde 8-14 saat arası çalışan
çocukların aldığı ücret günde en fazla
iki dolar. Ailesinin geçimini madenden
çıkartan çocuklar, dizanteri, ishal,
menenjit, kızamık, tüberküloz ve sıtma
gibi hastalıklara yakalanıyor.
Yatõrõmcõsõna 3 ayda yüzde 33, üreticisine günde 2 dolar kazandõran altõnda adil ticaretin kapõsõ aralandõ
Altõn, üreticisine de parlayacak
Sektördeki bu haksõzlõktan yola çõkan Adil
Ticaret Örgütü de harekete geçti. 2009
sonuna kadar altõn adil ürün kapsamõna alõnacak,
çalõşma koşullarõ iyileştirilecek ve üreticilerine
belli bir kazanç garanti edilecek.
1 milyon çocuğun
tek oyun alanı maden (!)
( A P )