19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 2 MART 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK The Economist’in ‘Çakmağı’ KADIN ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ PANEL 3 Mart’ın Dünü - Bugünü Açış Konuşması Prof. Dr. Necla ARAT Oturum Başkanı Gülsün BİLGEHAN Konuşmacılar Dr. Barış DOSTER Prof. Dr. Erendiz ATASÜ Mustafa BALBAY 3 Mart 2009 Salı 13.00 - 15.30 Ortaköy Kültür Merkezi, Afife Jale Tiyatro Salonu (Dereboyu Cad. Princess Otel yanı) Bir küresel depresyon hızla geli- şir, serbest piyasa dogması en inançlı çevrelerde bile sorgulanırken neoliberalizmin, dünya halklarına saldırısının öncüsü Margaret Thatcher’in başbakan oluşunun 30. yıl dönümü tabii ki gözlerden kaçmayacaktı. Geçen hafta BBC 2, Thatcher’in yükselişini ve çöküşünü konu alan bir film yayımlayarak 30. yıl tartış- malarını “resmen” başlattı. Aynı gün, ABD Devlet Başkanı Barack Obama, yeni ABD bütçesini, krize müdahale programını açıklıyordu. Konuşması, Thatcher’in ideolojik iki- zi Ronald Reagan’ın mirasıyla tüm bağların kopartılması olarak yo- rumlandı (The New York Times, 27/09). “Tarih” bir dönemin so- nunda olduğumuzu, geçen hafta bir kez daha vurguluyordu. Geçen hafta kriz… Merkez ülkelerin borsaları tepe noktalarına 1999 sonu - 2000 ba- şında ulaşmışlar, sonra hızla düşe- rek 2002 sonu 2003 başında dibe vurmuşlardı. Sonra kredi köpü- ğüyle birlikte yeni bir tırmanışa ge- çerek 2007 sonuna kadar yüksel- diler (sırasıyla, tepe/dip/tepe): FT (6930/3567/6721), Dow Jones (11497/7460/13930), Heng Seng (17406/8634/31352), Nikkei (20337/7831/18138), Dax (7644/2423/8067/3936). Cuma gü- nü borsalar sırasıyla 3830, 7035, 12812, 7568, 3840 ile kapandılar. ABD’de geniş tabanlı S&P 500’ün son direniş noktası olarak görülen 740’ın altına inmesiyse, düşüşün devam edeceğini düşündürüyordu. Krizin işsizliği, iflasları arttıracağını söyleyen başka göstergeleri de var. Bunların başında sanayi üreti- minin ve talebin hemen her yerde gerilemeye devam ediyor olması ge- liyor. Örneğin en son dış ticaret ve- rileri, Japonya’nın ihracatının ocak- ta bir önceki yılın aynı dönemine gö- re, yüzde 46, Çin’e yönelik yüzde 45, otomobil alanında yüzde 66 ge- rilediğini gösteriyor. Gerileme oran- ları Güney Kore, Çin, Tayvan, Hindistan için sırasıyla yüzde 33, yüzde 18, yüzde 44, yüzde 22. Bu ülkelerin ithalat oranlarında da ben- zer düzeylerde, hatta daha yüksek (Çin yüzde 43, Tayvan yüzde 56) gerilemeler gözleniyor. ABD eko- nomisinin büyüme hızının, 2008’in son üç aylık döneminde, Reagan’ın iktidara geldiği 1982’den bu yana en kötü performansı sergileyerek yüz- de 6.2 ile, ilk hesaplanan yüzde 3.8’den, piyasalarda beklenen yüz- de 5.2’den çok daha sert bir düşüş gerçekleştirmesi, Asya ülkelerinin ih- racatındaki gerilemenin devam ede- ceğini gösteriyordu. Bunlara, küresel mali piyasaların, Soros’un deyimiyle “dağılmış” ol- masını, Dünya Bankası’nın geliş- mekte olan ülkelere sermaye akım- larının yarı yarıya düşeceğine ilişkin öngörülerini, krizin Avrupa Birliği’ni çökertebileceğine ilişkin tartışma- lardaki yoğunlaşmayı (Financial Ti- mes (22, 23/02/09), Wall Street Journal (24/02/09), Le Monde 25/02/09), The Economist, 26/02/09), Der Spiegel (27/02/09) eklersek, “küreselleşme sonrası döneme” geçildiğine ilişkin savla- rımızın arkasındaki mantık biraz daha açıklık kazanabilir sanırım. Ekonomiden jeopolitiğe Küreselleşme sonrası dönemle- rin bir özelliği sert mali krizlerse di- ğer özelliği de uluslararası jeopoli- tik düzenin istikrarının bozulmasıdır. Uluslararası ilişkiler uzmanları ara- sında ABD hegemonyasının bir ge- rileme sürecine girdiğine ilişkin bir mutabakatın oluştuğunu biliyoruz. ABD İstihbarat Konseyi’nin son ra- poru da bu mutabakatı onaylıyordu. Ancak böyle bir gerilemenin, nasıl bir düzene açılacağı henüz belli de- ğil. Özellikle küresel ısınma, gıda, su kıtlığı sorunlarını da göz önüne alan kimi öngörüler gerçekten çok korkutucu. Örneğin, LEAP/E2020 adlı dü- şünce kuruluşunun yayımladığı GE- AB’ın (Küresel Avrupa Öngörü Bül- teni) geçen haftaki raporu bunlardan biri. Krizin 2009’un son çeyreğinde “jeopolitik çözülme” aşamasına gi- receğini savunan rapora göre, bu aşamayı iki paralel düzeyde yaşa- nacak iki süreç şekillendirecek. Bi- rinci düzeyi tüm dünyada mali ze- minin (dolar ve borç) erimesi, küre- sel sistemin büyük oyuncularının çı- karlarının parçalanmaya başlaması oluşturuyor. İkinci düzeyiyse verili uluslararası sistemin hızla dağılma- sı, büyük oyuncuların stratejik ola- rak çözülmeye başlaması. GEAB’ın yazarlarına göre, bu aşamaya ge- çişi önlemek için dünyanın liderle- rinin önünde çok dar bir fırsat ara- lığı var: Nisan G20 toplantısından bir sonuç çıkmazsa, “dünya sarhoş bir gemiye benzeyecek”. “Birçok devlet, hatta en büyük devletler bile insan ürünü yapılar olduklarını ve belli çıkarlarla uyum halinde ol- dukları sürece yaşayabileceklerini unutuyorlar…” Özetle rapor, krizin sert toplumsal patlamalara; Avru- pa’da, Japonya’da, ABD’de iç ça- tışmalara yol açacak bir yönde de- jenere olmasını bekliyor ve okuyu- cularına özellikle ateşli silahların serbestçe ve yaygın biçimde orta- lıkta dolaştığı bölgeleri terk etme- lerini öneriyor… Bu öngörüleri, çok aşırı bularak dudak bükebilirdik, eğer LEP/E2020 yazarları, 2006 Şubatı’ndaki rapor- larında, tarihsel bir ekonomik kriz- le karşı karşıya olduğumuzu sap- tadıktan sonra, krizin bu güne ka- dar yaşanan aşamalarını (tetiklen- me, hızlanma, çarpma ve dökülme) önceden doğru bir biçimde gör- memiş olsalardı… İlginç olan şu ki LEAP yazarlarıyla, New Scientist dergisinin geçen haftaki sayısının “Earth 2029” te- ması arasında büyük bir paralellik vardı. İlk kez Kaynak Savaşları ki- tabıyla dikkat çeken Prof. M. Kla- re de geçen hafta The Asia Ti- mes’daki yazısında, dünyayı bölge bölge tarayarak ekonomik çöküşün nasıl toplumsal patlamalara yol aç- maya başladığını belgeliyordu… Obama’nın bütçesi… Barack Obama’nın, perşembe günü açıkladığı bütçe, toplumun en zengin kesiminin vergilerini belirgin bir biçimde arttırmayı, geri kalan herkesin vergilerini azaltmayı, eği- tim ve sağlık alanlarında yeni re- formlar başlatmayı, ülkenin altya- pısını yenilemeyi planlıyor. Buna kar- şılık bütçe, sağlık sigortası yapan şirketlere, üretim ve yatırımlarını ülke dışına taşıyan ÇUŞ’lere, ban- kacılık ve ‘agribusiness’ sektörüne verilen destekleri kaldırıyor, askeri harcamaları denetim altına almayı ve tasarruf yapmayı amaçlıyor. Özetle Obama bütçesi gelir da- ğılımında toplumsal çelişkileri yu- muşatacak bir düzeltmeyi, yeni ta- lep yaratarak ekonomik etkinliği canlandırmayı, kamu harcamaları yoluyla ülkenin üretkenliğini yapısal olarak iyileştirmeyi, dolayısıyla Rea- gan dönemi öncesi önceliklere ge- ri dönmeyi amaçlıyor. Bu bütçenin özellikle tarım ve savunma komis- yonlarında büyük direnişle karşı- laşması kaçınılmaz. Ama önünde yapısal bir engel daha var. Açık bir ekonomide, bu reformlar için har- canması gereken paranın dışarı kaçarak başka, rakip ekonomileri desteklemesini engellemek ola- naksız. Bu kaçışı engellemek için mutlaka açık ya da örtülü, kimi tedbirler almak gerekecek. Belki de bu yüzden, Obama’nın görevi dev- ralırken, bütçeyi açıklarken yaptığı konuşmalarda “küreselleşme” söz- cüğüne rastlanmıyordu. Neoliberalizmden, küreselleşme deneyiminden geriye müstehcen bir gelir dağılımı tablosu, şiddetli bir ekonomik kriz, jeopolitik belirsiz- likler, felaket senaryoları kaldı. Thatcher’e gelince o şanslı, bırak- tığı mirasın ayırdında değil, çünkü bunayarak, kısa dönemli hafızasını toptan yitirmiş. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com 30 Yıl Sonra Uçurumun Kenarında … İngiltere kaynaklı haftalık “The Economist”, geçen “ba- sılı” yayımlanan sayısında, yaşanmakta olan ağır ekonomik bunalımın, “finans” alanından sonra sanayinin de yıkımına yol açmakta olduğunu vurguluyor. Dergi, sanayileşmiş ve yarı sanayileşmiş olan kimi ülkelerin sanayi üretimlerinin dü- şüş oranlarını sıraladıktan sonra, özellikle Doğu Avrupa, Bre- zilya, Malezya ve Türkiye’de “sanayi çöküyor” noktasına va- rıyor. The Economist’in asıl yorumu bu durumun saptanma- sından sonra başlıyor. Dergi, “Hükümetler sanayiyi kurtar- sınlar mı” sorusuna kesin bir dille “hayır” yanıtı veriyor. Karşı çıkışının nedenlerini de özetle şöyle açıklıyor: Hükümet desteklerini eleştiren The Economist’e göre sa- nayinin önemli sorunu ticaretinin finansmanı ve buna bağlı olarak artan stoklarıdır. İkinci ve asıl sorunu ise tüketici isteminin ya da talebin yetersizliğidir. Dergi şöyle diyor: “Ancak, yalnız sanayinin değil, diğer ürünlerin talebi de düşüyor. Ne alacaklarına tüketiciler karar verir. Bu durum- da sesleri gür çıkıyor ya da hükümetleri etkileme güçleri var diye sanayi işletmelerinin kurtarılması, kaynakların haksız kul- lanımı ve kaybı olur. Bu durumda korumacılık gündeme ge- lir; kaynakların verimsiz yerlere bağlanması uzun dönemde büyümeyi yavaşlatır.” Peki, bankalar neden kurtarılsın? Dergiye göre “Banka- lara yardımdan amaçlanan bankacıları kurtarmak ya da ve- rimli bir finans düzeni oluşturmak değildir. Yapılması gereken, bankaları bunalımdan koruyarak tüm firmalara finansman akışını sağlamak ve talebi canlandırarak ekonominin so- runlarının temeline inmektir. Hükümetler, tüketim harca- malarını arttırmalı, bunun için de finansmanı canlandırma- lıdır”. Bu kurgunun iki büyük eksiği var. Birincisi, The Economist, “Sanayiye yardım edilmesin” der- ken, sanayileşmiş ülkeler, kendi sanayilerine milyarlarca do- larlık yardım yapıyorlar. ABD en somut örnek; yalnızca “iki” otomotiv firmasına şimdiye dek yapılan yardım 17 milyar dolardı; 22 milyar dolar daha vermesi için hükümetin bas- kı altında olduğu haberini New York Times başlık yapıyor (24 Şubat). Avrupa ülkelerinin çoğu da aynı yolun yolcu- sudur. Bu nedenle The Economist’in büyük “emirleri” IMF ara- cılığıyla, sadece Türkiye ve benzer ülkeler için geçerlidir. İkincisi de dergi, kapitalizmin can damarı olan finans ala- nında bunalımla karşılaşmasının nedenlerine inemiyor. Çıkışına tanı koyamadığı finans kaynaklı hastalığın iyileş- mesi ve hastanın canlanması için neden “halkın vergileriyle” beslenmesi gerektiğini de açıklayamıyor; finans kapitalinin yıkılışının yapısal nedenlerine değinmiyor. The Economist 6 Kasım 1984 tarihli sayısında, Türkiye’nin 24 Ocak-artı-12 Eylül 1980 bağlamında uygulamaya ko- nulan ekonomi programı için şöyle yazmıştı: “Bu politika Washington’da programlandı, beslendi ve (oradan) yakından izleniyor.” Washington (DC), yalnız ABD’nin başkenti değildir; IMF ve Dünya Bankası da orada konuşlanır. Türkiye, 1980 sonrasında sanayileşmekten tümüyle vazgeçti. Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak ısrarla uy- gulanmaya çalışılan “sanayileşme iddiası”, o tarihten son- ra bir yana bırakıldı. Washington’daki tanrılar, Türkiye sanayisinin ipini o ta- rihte çektiler. Çeyrek yüzyıl sonra The Economist’in yazısı Temel’i anım- satıyor. Bir sonbaharda Karadeniz’de çok büyük bir fırtına ko- par.. rüzgâr, yağmur ve sel ortalığı kasar kavurur. Temel’in mısır tarlası da yerle bir. Bu sırada şimşekler çakar. Temel perişan, ellerini havaya kaldırır: - “Uy Allahum” der. - “Edeceğuni ettun! Bi de çakmak çakup bakaysun!” [email protected] DUYGU ATAHAN Günde birkaç dolarõn altõnda bir kazançla çalõşan altõn üreticilerini serbest ticaretin ya- rattõğõ sömürüden korumak isteyen Ulus- lararasõ Adil Ticaret Örgütü (FLO), çay, kah- ve, muz gibi ürünlerin ardõndan altõnõ da 2009 sonuna kadar adil ürünler pazarõna kazan- dõracak. Muz, kahve, kakao, pamuk ve şarap gibi ürünleri üreten çiftçilerin korunmasõnõ destekleyen örgüt, uluslararasõ altõn tekeli- ne karşõ küçük çaplõ altõn şirketlerini ve iş- çilerini korumak için de harekete geçti. Özellikle gelişmemiş ülkelerdeki küçük çaplõ üreticilerin adil bir kazanç elde ede- bilmelerini amaçlayan örgüt, Kolombiya, Bo- livya, Peru, Ekvador’daki 1000 altõn üreti- cisiyle çalõşmalara başladõ. Örgüt tarafõndan adil ticaret damgasõyla piyasaya sürülecek al- tõn, üreticilerine belli bir kazanç sağlamayõ garanti etmenin yanõ sõra, altõn işçilerinin çalõşma koşullarõnõn iyileştirilmesi ve üre- tim sürecinde siyanür gibi kimyasallarõn kul- lanõmõnõn azaltõl- masõ için de mücadele verecek. Bu bölgelerden çõ- karõlan altõn çoğun- lukla mücevher yapõ- mõnda kullanõldõğõ için özellikle zengin müşterilere hitap eden mücevher tüketi- minde duyarlõlõk yaratõlmasõ amaçlanõyor. Ör- gütün İngiltere’deki kolu olan Adil Ticaret Kurumu’nun Yönetim Kurulu Üyesi Harriet Lamb, dünya altõn endüstrisinde 100 milyon kişinin çalõştõğõnõ belirterek, “Altın bir re- fah göstergesi olmasına karşın, altın üre- ticileri inanılmaz kötü koşullarda çalışı- yorlar. Gelişmekte olan ülkelerdeki altın üreticileri bizden yardım istedi. Biz de on- ları korumak için harekete geçtik” dedi. ALTIN ÜRETİMİNDE TÜRKİYE AB BİRİNCİSİ ANKARA (AA) - Altõn Madencileri Der- neği Yönetim Kurulu Başkanõ Ümit Akdur, Türkiye’nin 6 bin 500 ton gibi bir altõn po- tansiyeline sahip olduğunu belirterek, “Bunun parasal karşılığı yaklaşık 200 milyar dolar. Yaratacağı ek katma değerle de Türkiye için 1 trilyon dolara yakın bir imkân” dedi. Akdur, uzmanlarca yapõlan tahminlere göre al- tõn fiyatlarõndaki yükselişin süreceğini, ancak bu süreçte iniş-çõkõşlar yaşana- cağõnõ, bu yüzden de altõnda çok kõsa va- deli yatõrõmlara girmemek gerekti- ğini belirtti. Dünyada yõlda 2 bin 500 tonluk bir altõn talebi bulunduğunu, altõnõ en çok üreten ülkelerin Çin, Güney Afrika, ABD, Kanada ve Avustralya olduğunu be- lirten Akdur, Türkiye’nin altõn üretiminde Av- rupa Birliği (AB) ülkeleri arasõnda birinci sõ- rada yer aldõğõnõ kaydetti. Türkiye’nin henüz rezervleri yete- rince araştõrõlmamõş ender ülkelerden bir tanesi olduğunu belirten Akdur, dünya genelinde 2007’de altõn ara- malarõna 4.2 milyar dolar, Türki- ye’de ise 30 milyon dolar harcandõğõna dikkati çekti. Halen 950 dolar civarõnda olan al- tõnõn ons fiyatõnõn bu sene 1500 dola- ra kadar çõkabileceğini söyleyen Akdur, “Altındaki yükseliş sürecek ama iniş-çı- kışlar olacak. Bu nedenle altında çok kısa vadeli hareketlerle yatırımlara girmemek lazım” diye konuştu. ‘ P İ Y A S A L A R H E N Ü Z D İ B E V U R M A D I ’ Ekonomi Servisi - Küresel krizle birlikte yatõrõmcõlarõn güveni dibe vururken piyasa- larda riskten kaçõşõn devam etmesi bekleni- yor. Asõl sorunlarõn mart-nisan aylarõn- da başgösterebileceğini söyleyen AA Portföy Ortağõ ve Türev Piyasalar Uz- manõ Fabrizio Casaretto, piyasalardaki riskten kaçõş eğiliminin çok yüksek ol- duğunu vurgulayarak “Bankalar kredi vermekten kaçınırken inşaat sektörü elindeki emlakleri satmaya çalışıyor, alıcılarsa ‘nasõl olsa fiyatlar daha da dü- şecek, niçin alayõm ki’ düşüncesinde. Halen piyasalarda canlanma yok, çün- kü güven yok” diye konuştu. Piyasalarda henüz dip noktanõn görülme- diğine dikkat çeken Casaretto, “Hedge fon- larda halen pozisyonlar var, bunları likide etmeleri durumunda özellikle hisse senedi piyasaları tekrar çalkalanabilir” dedi. Emtia ürünleri başta olmak üzere piyasa- lardaki son durumu değerlendiren Casa- retto şöyle konuştu: “Petrol 4.5 se- nelik yükselişini 4 ayda eritti, bunun bir balon olduğunu artık herkes anladı. Değerli metallerde, özellikle altında, çok ciddi bir dü- şüş yok, bunun sebebi paraya gü- venmeyenlerin metallere yatırım yapması. Doların halen değer ka- zanması muhtemel. Önümüzdeki haf- talarda birçok emtia 3-4 sene önceki fi- yatlarına geri dönebilir, balon ancak o za- man inmiş olur.” Kriz borsalarõ tepetaklak ederken yatõrõmcõlarõn güvenli limanõ olan altõn, bir tek “asõl” üreticisine kazandõramadõ. Onsunun 1000 dolara çõkmasõ, milyonlarca üreticinin günlük 1 dolarlõk kazancõnõ iyileştiremedi.  Ticaretin ‘adil’i krizi yendiKriz ABD, Japonya, Almanya gibi dünyanõn en büyük ekonomilerinin küçülmesine neden olurken, adil ürünler pazarõ krize meydan oku- du. Muz, çay, kahve, pirinç, şeker gibi “adil ti- caret-fair trade” damgalõ ürünlerin sayõsõ 2008’de 3 bini aşarken serbest piyasadaki ürünlere göre biraz daha pahalõ olmasõna kar- şõn, tüketici, üreticiyi koruduğunu garanti eden bu ürünleri almaktan vazgeçmedi. FLO’nun son raporuna göre, adil ürünler tüketen her 100 ki- şiden 92’sinin krize karşõn bu ürünler için da- ha fazla para ödemeyi sürdürmekte kararlõ ol- duğu ortaya çõktõ. Adil ticaret markalõ ürünle- rin üçte biri krizden en çok etkilenen ülkeler- den İngiltere’de tüketiliyor. Ülkede yaşanan dur- gunluğa karşõn, 2008 yõlõnda adil ticaret mar- kalõ ürünlerin satõşõ yüzde 43 artarak 700 mil- yon sterlin (1 milyar dolar) oldu. Adil ürünler pazarõ 2002- 2007 yõllarõ arasõnda ortalama yüz- de 40 büyüyerek dünyada 2.3 milyar sterline (3.3 milyar dolar) ulaştõ. Adil ticaret sistemin- den yararlanan Afrika, Asya ve Latin Ameri- ka’daki 58 gelişmekte olan ülkedeki doğrudan üreticilerin sayõsõ da 1.5 milyonu aştõ. Altın madenciliğinde çoğu Afrika ve Güney Amerika’da olmak üzere 1 milyondan fazla çocuk işçi çalışıyor. ILO’nun raporlarına göre çalışanların yaşı 4’e kadar iniyor. Sadece Burkina Faso ve Nijer’deki madenlerde çalışan çocukların sayısı 500 bine yakın. Bunların yüzde 70’i 15 yaşın altında. Batı Afrika’daki madenlerde çalışan çocukların sayısıysa 250 bin civarında. Bir günde 8-14 saat arası çalışan çocukların aldığı ücret günde en fazla iki dolar. Ailesinin geçimini madenden çıkartan çocuklar, dizanteri, ishal, menenjit, kızamık, tüberküloz ve sıtma gibi hastalıklara yakalanıyor. Yatõrõmcõsõna 3 ayda yüzde 33, üreticisine günde 2 dolar kazandõran altõnda adil ticaretin kapõsõ aralandõ Altõn, üreticisine de parlayacak Sektördeki bu haksõzlõktan yola çõkan Adil Ticaret Örgütü de harekete geçti. 2009 sonuna kadar altõn adil ürün kapsamõna alõnacak, çalõşma koşullarõ iyileştirilecek ve üreticilerine belli bir kazanç garanti edilecek.  1 milyon çocuğun tek oyun alanı maden (!) ( A P )
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle