22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 28 ŞUBAT 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@mynet.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU THY Uçağı “Fosil Gibi” CNN’de “Katar Havayolları” reklamlarına hiç rast- ladınız mı? Dünyanın en iddialı havayolları arasına katılan şir- ketin “imajı”; albenili bir hostesin çağla yeşili gözle- riyle tanımlanıyor. Arap şeyhlikleri bile “markalaşır- ken”, “kadını” öne çıkarmaya, vurgulamaya özen gös- teriyorlar. Bir de THY’nin 1 milyon dolarlık Kevin Cost- ner reklamlarını göz önüne getirin… İşlenen mesaj ne? Erkek yolcu! THY derken insanın aklına “silik bej takımlı”, geç- kin bir erkek yolcu -saçları dökülmüş Kevin Costner- geliyor. Pes yani… Bu kadar olur… Dünyanın belli başlı havayolları reklamlarında “ka- dınca konukseverlik”, “kadınca dokunuş”, “kadınca bakış”… “incelik”, “zarafet”, “ihtimam” gibi kadınca unsurlar kullanılırken; bizimkiler ne yapıyor? Ulusal havayolunu da “erkekleştiriyorlar”. Diğer ifa- deyle “AKP”leştiriyorlar. Havayollarının, havaalanlarının “AKP’leşmesi”; billboard’lardaki “bikini reklamlarına”, “cihat açmakla” başlamıştı… Apronda “deve kesmeye” varan yoğun “AKP’leş- me” badem bıyıklı Genel Müdür Temel Kotil’den, gi- derek kadrolara ve yolculara dek sirayet etti. İş o nok- taya geldi ki; uçaklarda “Erkek yolcu yanında otur- mam!” diye tutturan; şimdiye dek eşi benzeri görül- memiş isteklerle ortaya çıkan, “harem selamlık” isteyen ve bunu uçak ahalisine dayatan yolcular türedi… “Dışı kalaylı, içi alaylı” zihniyet Uluslararası markalaşmada evet büyük atılım ya- pan THY; hatırı sayılır bir dönüşüm geçirdi ama bu dönüşüm geçmişte, ’90’lı yıllara damgasını basan Cem Kozlu döneminde yaşandı. Bunu; THY ile sürekli seyahat eden bir yolcu ola- rak, bizzat kişisel deneyimlerim üzerinden tereddüt etmeksizin söyleyebilirim. THY’de “iyileşme” adına ne gördüysek -“güveni- lirlik, servis, rötarlarda azalma”- Cem Kozlu döneminde gördük. Kozlu ve Kozlu ile birlikte başarılarıyla anı- lan genel müdür Yusuf Bolayırlı’nın yönetimden uzak- laşmasıyla şirket bu “dışı kalaylı, içi alaylı” AKP an- layışının eline düştü. Bu zihniyetle “küresel havayo- lu” olma iddiasına sahip çıktılar. Ve yüzlerine gözle- rine bulaştırdılar. Bir havayolu düşünün ki; “küresel yeni imaj adına” bir Hollywood kıdemlisine göz kırpmadan milyon dolar harcıyor... O sevimsiz ve manasız reklamın ayı dolmadan da- ha, “kokpitte eğitim alan pilottan”, “yakıt tasarrufu- na” uzanan birbirinden korkunç iddialarla çevrelenen trajik bir kazayla “küresel haber” oluyor... Hızlı tren kazasını anımsayın “CNN’ in Uğur Cebeci”si sayılan Richard Quest 25 Şubat günü; ara vermeden sürdürdükleri yayın- larda “Böylesi görülmedi!” makamından, “Öyle ina- nılmaz iddialar ortada dolaşıyor ki, çok ilginç(!) bir ka- za bu!” dedi. Diyebildi. İtalya’dan “Repubblica” ga- zetesi; “küresel krizle” ilintilendirdiği “yakıt tasarrufu” savına başlı başına bütün bir sayfa ayırdı. Ve THY uça- ğının kaza sonrası görüntüleri için; “Gövdesi üç par- çaya ayrılmış bir fosil gibi” ifadesini kullandı. Uluslararası medyanın bir numaralı gündemine dö- nüşen ulusal havayolumuzun imajı şimdi bu sevgili okurlar: “Tarlada bir fosil!” Olay dünyaya böyle yan- sırken, sorumlu mevkilerdekiler, her zaman olduğu gibi; kabahati kendinden başka herkeste arıyor. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım: “THY’nin başa- rısı gölgelenmeye çalışılıyor” diyor. Hatırlayın... Beş yıl önceki hızlı tren kazasını da; “kıskananların husumet ve garezi” ile “kem gözlerin nazarıyla” açıklamıştı. “Her şey Allah’tan”, “ilahi tecelli” söylemleriyle ta- rihe geçen o korkunç “hızlı tren kazasının zihniyeti” ile, Schiphol’de “küresel biçimde” bugün dünyaya faş olan “zihniyet” aynı... Global köy TV’lerinin yayınları halefine, kör kör par- mağım gözüne can kayıplarını reddeden yanıltıcı açık- lamalar için şimdi ne diyor Bakan? “İlla can kaybını arttırmaya yönelik özel gayret mi gösterseydik?” “Hızlı tren kazasında” ne demişti: “Bunu siyaset aracı yapanları halka şikâyet ediyo- rum. Bunu ayıp sayıyorum!” Başkalarını hep böyle başkalarına şikâyet ede- cekler… Zeytinyağı gibi üste çıkıp, hiç hesap ver- meyecekler... “Dışı kalaylı başarılar”, hep onların olacak… “İçi alaylı” başarısızlıklar, öksüz ve yetim kalacak… Brecht’in dediği gibi “Her halk hak ettiği yönetime kavuşur” diyeceğim ama içim yanıyor. Tekirdağ uçağında yaşamını yitiren tüm yurttaşların yakınla- rına başsağlığı diliyorum. nilgun@cumhuriyet.com.tr Şiddete Karşı Edebiyat Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan’ın, derneğin geçen hafta sonunda yapılan genel kurul konuşmasından: “Ülkemizin siyasal atmosferi, deyim yerindeyse boz bulanık. Bütün değerlerimizin altüst olduğu bir dönemden geçiyoruz. Şiddet olgusu, günümüzde, tüm sanal imgeleriyle, bilgisayarlarımıza, dolayısıyla odalarımıza kadar girdi. Şiddetin, daha doğrusu kaba güç kullanımının, eğlenceye ve tüketime dönüştüğü bir toplumda yaşıyoruz; şiddet, sürekli bir anomi olarak üretiliyor. Popüler kültürde çok yaygın imgelere sahip olan şiddet olgusu, her türlü yazılı/görsel metinde, birer eğlence ve tüketim aracı olarak kullanılabiliyor. Bu yüzden şiddet artık başıboştur ve belki bir sonraki kurbanın kim olacağının fazlaca bir önemi kalmamıştır. Savaşın, şiddetin, cinayetin, lincin, zulmün olmadığı bir dünyaya duyduğumuz hasreti, tercüme değil, asli yazımızla dile getirelim; barış içinde bir arada yaşama kültürünü tehdit eden her türlü girişime, insan hayatı ve insan onuru adına karşı çıkmanın, etik olanaklarını çoğaltalım. Ne tür yazılar, siyasal gündeme olumlu anlamda etki edebilir, örneğin, ortalama insanımızın şiddet algısını olumlu anlamda dönüştürebilir, bütün bunları ürün düzeyinde düşünelim ve en önemlisi, ortak paydalarımızı belirleyelim.” Düşes Tavla, şans oyunu sanılsa da, akla dayanır. Tıpkı siyaset gibi. Sözgelimi, devlet televizyonunu etnik dillere açtın mı, Hadise‘nin dümtekleyen göbeği kadar hızlandırırsın işleri. Fırsat, bu fırsat... Adam çıkar, TBMM’de istediği dilde konuşur, atar zarını, kapatır şeş kapısını. Apışır kalırsın. Koltuğunun altına verirlerken federasyonu, geleye talim edersin. Eğitimde Ayrıcalık Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Yasası’nda bir küçük değişiklik ile TOBB’nin kuracağı okullara, tıpkı Bil- kent Üniversitesi’ne yapıldığı gibi “ay- rıcalık” tanındı. Hem de, okul Doğu’da ya da Batı’da, nerede kurulursa kurul- sun... Yasaya göre, TOBB Üniversitesi kampuslarında çalışan personelin üc- retlerinden kesilen gelir vergileri, 25 yıl süreyle özel bir hesapta toplanacak ve bu paralardan öğrencilerin bir bölü- müne burs verilecek... Yasalar karşısında tüm vatandaş ve kuruluşların eşit olduğunu vurgulayan CHP’li Akif Hamzaçebi, yasaya karşı çıktı. Gerekçelerini de sıraladı: “Yapılması gereken, eğer ilköğretim ve ortaöğretimde biz özel okulu teşvik etmek istiyorsak bunu iki tane vakıf üni- versitesi için yapmayalım, bütün vakıf üniversiteleri için de yapmayalım; bu okulları kim kuruyorsa onlar için yapa- lım. Eşitlik ilkesi bunu gerektirir. Eğer ka- munun bu kadar kaynağı varsa, vergi gelirlerinden bu kadar vazgeçme lük- süne sahipsek ülke olarak, bütün ilk- öğretim okulu kuranları teşvik etmemiz gerekir ve bu teşvik de bütçeden nakit desteğiyle olur. ‘Personelinin vergi ge- lirlerini bana ödeme, bununla git öğ- renciye burs ver’ şeklinde bir uygula- ma disiplinsizliktir. Bakın, istediği yerde, Ankara’da da kurulabilir bu okul. Ankara’daki okulun öğrencilerinin yüzde 70’ine burs veri- lecek. Kamunun bu kadar bol kaynağı yok, bu kadar vergi gelirimiz yok ki bun- lardan vazgeçelim. Devlet üniversiteleri için, Erzurum Atatürk Üniversitesi Vakfı’nın, Van Yü- züncü Yıl Üniversitesi Vakfı’nın kuracağı ilköğretim ve ortaöğretim okulu için bu teşviki neden vermiyoruz?” Susuz köye çamaşır makinesi da- ğıtmanın adı “sosyal devlet ilkesi gereği” olan bir ülkede kamu üniversitesine “ay- rıcalık” tanımak elbette lüks olur! ÖZ-DER’in en önemli hedefi, dershanelerde çalışan öğretmenlerin ekonomik- demokratik haklarını savunacak güçlü bir sendikalaşma hareketine taban sağlamak. Örgütlenmeye öncülük edenlere göre, dershaneler başlangıçta çalışanlar açısından ekonomik getirisi iyi olan, temel mantık olarak öğrencilerin okulda aldıkları eğitim ve öğretimi destekleyen kurumlardı. Ancak dershaneciliğin kontrolsüz büyümesiyle diğer ticaret alanlarından kâr hırsıyla gelen tüccarlar, “eğitimi” bir kenara iterek sektöre girdiler: “Rekabet büyüdükçe, eğitim anlamında yararından çok zararı olan ‘bire bir etüt’ adı altında uygulanan, öğrenciyi ve öğretmeni gereksiz yere yoran, öğrenciyi okuldan ve dersten uzaklaştıran bir yöntem geliştirildi. Okulda dersi dinlemeyen, öğretmenini önemsemeyen öğrenci, nasıl olsa dershanede öğrenirim mantığıyla okuldan ve dersten uzaklaştı.” Dershane öğrencisi açısından gelinen nokta burasıydı. Ya dershane öğretmeni? ÖZ- DER’in bu konudaki saptamaları da çarpıcı: “Rekabet ve öğrenci sayısı arttıkça, dershane sayısı fazlalaştıkça, öğrenci kaybeden dershane sahipleri kayıt ücretlerini düşürdü. Kayıt ücretlerinin düşmesi, o kurumda çalışan sadece öğretmen değil tüm emekçileri etkiledi. Artık daha çok iş, daha az ücret mantığı gelişmeye başladı. Bu arada MEB öğretmen alımlarını KPSS adı altında sınava dönüştürünce devlet kapısında iş bulamayan binlerce öğretmen adayı, son bir umutla dershane sektörüne yöneldi. Bu durum dershane kurucularının arayıp da bulamadığı ucuz işgücü ordusu yarattı. Gelinen bu süreçte kurucular daha az ücretle daha çok iş yapan öğretmenleri tercih eder oldu. Dershane çalışanları, yavaş yavaş çağdaş köleler durumuna geldi.” ÖZ-DER, öğretmenlik mesleğinin saygınlığının ve onurunun yeniden kazanılmasında “yardımlaşma, dayanışma, üretme, paylaşma, örgütlenme”nin önemine inanıyor ve o yönde de ilerliyor. Yeni Bir Örgütlenme BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Yabancõ korku- su, yabancõlardan nefret etme. 2/ Bir şeyi sevmeye, iste- meye ya da yap- maya içten yönel- me... Berilyum ele- mentinin simgesi. 3/ Satrançta bir taş... Üzerine çivi çakõlacak ayakkabõ geçirilen kundura- cõ aracõ. 4/ İki kulp- lu ve dibi sivri antik tes- ti. 5/ İlave... “Mavi ça- nakta cacõk / Peynirli --- getirdiler / İstanbul’da- yõm sanki” (Nâzõm Hik- met). 6/ Çorak, verimsiz toprak... Uğur, talih. 7/ At bakõcõsõ... Bir nota. 8/ Yerölçümünde kullanõ- lan taksimatlõ cetvel... Büyük ve süslü çadõr. 9/ İnsan, hayvan ve bitkile- rin yapõsõnõ inceleyen bilim dalõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tatsõz ve çok konuşan, geveze... Anadolu halklarõ- nõn en eski ana tanrõçasõ. 2/ Madenleri yontmada kul- lanõlan çelik araç... Değişmez, kati. 3/ Çekişme, kavga... Beyoğlu semtinin eski adõ. 4/ Dört yõlda bir düzenlenen büyük spor etkinliği. 5/ Parlak kõzõl renk. 6/ Kemikle- rin yuvarlak ucu... Ateş... Rõhtõmõn su üstünde olan bö- lümü. 7/ Başõboş gezen hayvan sürüsü... “ ---’ye almak”: Biriyle ya da bir şeyle alay etmek. 8/ Temize çõkarma, aklama... Sõnõr nişanõ. 9/ Notada durak işareti... Un eler- ken dökülmemesi için yere serilen örtü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A V İ C E N N A V İ D A L A N Ü E Z A N İ B E R R E D O L A M A R T A T B O T O P E R A T İ F E R K R E Y O N S E M A İ A B A S E S G R İ L 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com28 Şubat Küresel Isınmanın Dönüm Noktası SADIK ÇELİK 5 Şubat 2009 tarihinde Tür- kiye Büyük Millet Meclisi Ge- nel Kurulu’nda alınan karar- la Türkiye’nin Kyoto proto- kolü çerçeve sözleşmesine katılması resmen kabul edil- di. Türkiye aldığı bu kararda ne kadar samimi; protokolü çevresel kaygılarla mı yoksa şekilsel olarak, prosedürü uygulamak için mi imzala- dı? Bunu önümüzdeki günler gösterecek, 2012’de yürür- lükten kalkacak olan bir pro- tokolün imzalanmasının çok da anlamlı olmadığının, son iki yıl öncesine kadar hâlâ se- ra gazı salımı artış hızında dünya birincisi olan Türki- ye’nin hele hele şimdi küre- sel mali kriz nedeniyle sera gazı emisyonlarını önlemeye yönelik şu ana kadar her- hangi bir tedbir alamaması, bundan sonra da almasının güç olacağının altını uzman- lar çizmektedir, tam da bu noktada. Küresel mali krizin etkileri- nin 2012’ye kadar süreceği tahmin edilmektedir. Krizden en çok etkilenen otomotiv sektörüne (ABD, AB, Türkiye) destek önceliği verilmesine, veriliyor olmasına, verilmesi zorunluluğuna ve krizden hâ- lâ ders alınmamasına da çev- reci örgütler tepki göster- mekteler. Küresel ısınma hakkında bildiklerimiz, genel olarak mevsimlere bakıp; yaz çok sı- cak geçti, kış ise ılık. İşte, kü- resel ısınma düzeyinde kalı- yor. Bilimsel verilere ise maa- lesef bize ulaştırıldığı kadarı ile sahibiz. Bu konudaki çalışmaların birçoğu ya büyük petrol ve otomotiv şirketlerinin yön- lendirmesiyle yürütülüyor ya da diğer uluslararası tekelle- rin çıkarları doğrultusunda bilgi ve veriler manipüle edi- lerek onların süzgeç ve filt- relerinden geçtikten sonra bize ulaşıyor. Gerçeklerin öy- le olmadığını, daha 20 yıl ön- ce, 23 Haziran 1988’de NA- SA’nın iklimbilimcisi James Hansen, bir senato komis- yonunda yeryüzü atmosfe- rinde sera gazı etkisi tespit et- tiğini, bunun da dünyanın ik- limini değiştirdiğini, yani in- sanların dünyayı ısıttığını ifa- de etti. Aynı James Hansen, bu tarihten tam yirmi yıl sonra, yine senato komisyonunun karşısına geçer ve kendi ifa- desiyle “küresel ısınma bombasını” etkisiz hale ge- tirmek için artık çok geç ol- duğunu ilan eder. Küresel ısınmayla sadece dünyaya ne yaptığımızı değil, kendi- mize ne yaptığımızı, gelecek kuşakların kaderiyle nasıl oy- nadığımızı düşünerek acil ön- lem planlarını artık uygula- malıyız. Kyoto’ya Türkiye’nin taraf olmasıyla birlikte protokolün ülkeye nelere mal olacağı ya da ne gibi faydalar sağlaya- cağı şu an tartışılan güncel konular arasında, dileğimiz hem ülkemize hem dünyaya olumlu etkilerinin olmasıdır. Kuşkumuz Türkiye’nin yü- kümlülük altına gireceği 2013 yılına kadar gerekli altyapıyı nasıl hazırlayabileceğimizdir. Protokolün ülkemiz ve dün- yamız için bir yükümlülük değil geleceğimize yönelik tedbir olarak algılanması önemlidir. Protokolün en önemli baş- lığı enerji. Türkiye’nin alter- natif enerji kaynaklarının sa- dece yüzde 2’sini kullanıyor olması, bu konuda ne kadar açmazda olduğumuzu, ener- jide dışa bağımlılıkta son 30 yılda affedilmez yanlış ener- ji politikalarının neden oldu- ğunu yine Enerji Bakanlığı’nın verileri somut bir biçimde ortaya koymaktadır. Enerji üretiminde sırasıyla en fazla kömür, doğalgaz ve petrol kullanılmaktadır, bu üç ener- ji kaynağının toplam enerji üretimindeki payı yüzde 94’tür. Yine ulaşımda da durumu- muz hiç iç açıcı değildir. Yur- tiçindeki yük taşımacılığının, yolcu taşımacılığının yüzde 95’i karayolu taşımacılığı ile yapılıyor, bir de buna yaşlı araç parkını da ilave ederse- niz, Türkiye’nin egzoz emis- yonu açısından da oldukça sıkıntılı bir durumla karşı kar- şıya olduğunu görürsünüz. Kyoto protokolünün imza- lanması ile birlikte, şayet yü- kümlülüklerin gereğini yerine getirirsek, hem egzoz emis- yonunun azaltılması sağla- nacak hem de zengin alter- natif enerji kaynaklarını kul- lanıma sokarak enerjide dışa bağımlılığı azaltmış olacağız. Bütün bunlara rağmen, im- zalanan çerçeve sözleşmesi ile 2009’un aralık ayında Ko- penhag’da yapılacak olan 15. Taraflar toplantısında Tür- kiye’nin söz ve karar hakkı ol- ması önemli kendisini ifade etmesi açısından. 2012’den sonraki post- Kyoto dönemi ile ilgili karar alma sürecinde yer alacak ol- mamıza olanak sağlayacak, çünkü bundan önceki Kyoto görüşmelerinde yükümlülük- ler belirlenirken Türkiye bu sürece taraf değildi, şimdi durum farklı. Müzakerelerde Türkiye, ge- tirilmesi muhtemel ağır yü- kümlülüklere karşı Kopen- hag’da kendisini savunabilme imkânına böylece sahip ola- caktır. Bunun için de 2013 hedeflenerek şimdiden, za- man yitirilmeden yol haritası hazırlanmalı, aksi takdirde Türkiye büyük sorumluluk- ların altına girecektir. Gazilerimizin Tedavi ve Rehabilitasyonları İçin TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ELELE VAKFI Yapı Kredi Bankası Ankara Cebeci Ş. 01 00000 1 YTL Tel: 0312 431 99 36, www.elele.org.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle