19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
yõnlarõ. Ciddi gibi görünen, bazõlarõ biraz cesurca dav- ranarak eleştiri yöneltmeye çalõşan iletişim araçlarõnõn günden güne azalan kõsõk sesleri karşõsõnda sayõlarõ hõzla artan ve iktidar bora- zanlõğõ yapan, futbolla yatõp futbolla kalkan, hurafe saçan kimi gazeteci ve televiz- yoncu tavõrlarõ esir alõvermiş aş, iş, ekmek peşindeki hal- kõ. Bu halkõn, bu çoğunlu- ğun tarihi tutsak oluvermiş politik, medyatik, tutucu ve elit beklentilerin kõsa gün ti- caretleri için; Osmanlõ ha- nedanõnda yer almõş son padişahlarõn çoluk çocuklarõ (evlâdü- iyal’leri) için. İster bir belgesel filmde Mustafa Kemal Atatürk’ü “Mustafa” kõskacõnda yan- sõtmaya çalõşan medyatik bir girişim, ister 1915 olay- larõnõ konu ederek -ancak akademik tarihçiliğin nere- lere ulaştõğõ ve ne tür veri- ler sunduğu hiç önemsen- meden- Ermeniler için özür dilekçesi hazõrlayan bir te- şebbüs; isterse -biraz daha gerilere giderek verebile- ceğim bir örnekle- Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yöneltilen dilekçeyle, gü- ya “tarihle barışma çağrı- sı” yaparak -tarihçiliğin ça- lõşma alanõna karõşarak- Ata- türk’e İzmir’de yapõlmak istenen suikast yüzünden cezalandõrõlanlarõn aklan- masõna ilişkin 1994 yõlõnda TBMM kararõ çõkartma is- teği: Karõşanõ, bileni(!), öğ- reteni pek bol olan, politik ve ideolojik spekülasyona bulaştõrõldõğõnda nerelere varacağõ, nasõl çağrõlar ya- pacağõ belirsizleşen böyle bir bilgi dalõ ile karşõ karşõ- yayõz. Onun kullanõlabilir veri haline gelinceye ka- dar, başka bir deyişle, top- rak ya da deniz altõndan çõ- kartõlan eşyanõn, arşivler- de yõllanmõş belgelerin, şif- relerde saklõ kalmõş bilgile- rin ne denli uzmanlõk ge- rektirdiği hususu pek ilgi- lendirmez olmuş hazõr lok- ma çiğnemek isteyenleri; hazõr lokmalara dayanan medya, politikacõ ya da bir örgüt de iletmek istediği mesajlarõ yakaladõğõnda (ve- ya öyle yaptõğõnõ sandõğõn- da), umursamaz geride ka- lan karmaşõk dünyayõ. Tarih, böylece, patlatõl- maya hazõr bomba haline getirilir. Onu bombalayan- larõ da içine alacağõ, onlarõ da irdeleyeceği pek düşü- nülmez, unutuluverir. (2) (1) Tahsin Yücel, “Tarih ve Toplum”, Türk Aydõnõ ve Kimlik Sorunu (hazõrlayan: S. Şen), İs- tanbul: Bağlam Yayõnlarõ, 1995, s.6. (2) Salih Özbaran, Osmanlõ’yõ Özlemek ya da Tarihçilik Tasar- lamak, Ankara: İmge Yayõnlarõ, 2007. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 ŞUBAT 2009 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER “Siz insan öldürmeyi iyi bilir- siniz.” Başbakanımız, Davos’taki uluslararası toplantıda İsrail Cumhurbaşkanı Peres’i bu söz- lerle suçlamış! Hepimizin duygusuna öncü- lük etmiş! Gazze’de İsrail uçak- larının, tanklarının silahsız, sa- vunmasız bir halka uyguladığı acımasızca dehşet, tarihe ge- çecek bir ağırlıktadır... Bağış- lanmaz bir insanlık suçudur... İyi yapmış Başbakan, yanında otu- ran seksenlik İsrail Cumhur- başkanı’na “Sen bağırarak söy- ledin, benim sesim daha gürdür, seni sustururum...” demekte... Sözünü kesmişler, fazlaca konuşturmamışlar. Uluslararası bir toplantıda, böyle uluorta sözlerin konuşulmasını önle- meye kalkmışlar... Peres’in sa- vunmasını ise salonda bulu- nanlar alkışlarla desteklemiş! O zaman Erdoğan Bey de kâğıdını defterini toplayıp toplantıdan ayrılmış... Birkaç dakika geçmeden tüm dünya öğrendi bunu... Bir reza- let saydı. Alışılagelmiş diplo- matik uygulamalara ters bir dav- ranış... Her şey söylenebilir, ama böyle kabaca, böyle ulu- orta, böyle dangıl dungul!.. Başbakan’ı, sabaha karşı İs- tanbul’da binlerce yandaşı kar- şıladı. Kahraman, meydan oku- yan, İslamı savunan, vahşete, kı- yıma karşı çıkan, dünya egemeni bir Yahudi saltanatına karşı doğ- ruyu, haklıyı savunan bir güçlü lider havasıyla. Ben önce şaşırdım, sonra böyle bir davranışın hangi so- nuçlara yol açacağını düşün- düm. Tam da IMF’yle pazarlık yapıldığı şu günlerde!.. IMF bir çeşit örgüt, ama kimlerin etki- sinde, elinde. Biraz yardım, biraz destek, bi- raz soluk alma olanağı, işçimi- ze, halkımıza yaşamın güçlük- lerine karşı kendini koruma. Hepsi hepsi IMF ile anlaşmaya bağlı! Hep öyle olmadı mı? Ben IMF’siz bir gün geçirdiğimizi anımsamıyorum. Biri gelir, ma- saya çöker, o gider başka biri gelir, her zaman onların istedi- ği olur, bizlerin yine ümüğümüz sıkılır... Tam böyle bir anda sen kalk, İsrail Cumhurbaşkanı’na “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” gibi sözler söyle, Gazze soykı- rımını yüzüne vur! Bundan Tür- kiye ne kazanır ne kaybeder diye düşünme; erkeklik, dü- rüstlük, politika dışı davranış becerisi... Biraz da yeni seçim- lerde oy kazanmak hesabı... Okurlarıma sormak isterim. Böyle bir alışılmadık meydan okumayı beğendiniz mi? Sa- baha karşı havaalanında Baş- bakan’ı karşılayan yandaşlar gi- bi mi düşünüyorsunuz? Sonun- da bizden biri çıktı, dünya ege- menlerinin suratına karşı gere- kenleri bir bir söyledi diye!.. Politika, politikacılık, diplo- masi, diplomatlık, yüzlerce yıldır sürüp gider. Hep de egemen uluslar, paraca, silahça güçlü, zengin ülkeler haklı çıkar ne denli haksız olsalar da!.. Ha- mas’çı mı, El Fetih’çi mi olmak yetmez. Hangi Arap toplumu böyle bir meydan okumaya kal- kıştı? Suriye mi, Suudi Arabistan mı, Endonezya mı, Pakistan mı, Mısır mı, hangisi?.. Davos ola- yı bir günde bitmez, unutulmaz. Bekleyelim Erdoğan’ın kahra- manlığı bize ne getirecek, ne gö- türecek görelim... PENCERE ‘Diklenmeden Dik Durmak...’ RTE sonunda Atatürk’ü andı... Ama nasıl?.. Başbakan dedi ki: “- 18 Mart 1915. Dünya Türkiye’nin karşısında. Ça- nakkale’de bizi yok etmek için saldırıda... Türkiye’ye saldıranların gücü belliydi. Bütün bu olanlar karşı- sında Atatürk, Mehmetçiğe bir şey söylüyor. ‘Ben size ölmeyi emrediyorum’ diyor. Bir taraftan bu mü- cadelelerin içinden gelen bir milletin torunu ola- caksın, bir taraftan da şu ne der, bu ne der diye dü- şüneceksin. Onurumuzla kimseyi oynatmayacağız...” Helal vallahi... RTE ‘Atatürk’ diyor... Ancak unutmasın ki Atatürk her durumda, düş- manıyla bile konuşurken öfkesine teslim olup RTE’nin durumuna düşmemiştir... Gazi, olağanüstü serinkanlı bir devlet adamıydı; yenilgiye uğrattığı Yunan komutanına karşı bile na- zikti... Öfke, devlet adamına yakışmaz... Recep Tayyip Arap dünyasının uç noktalarında el üstünde tutuluyor, Gazze’de RTE için miting ya- pılıyor... Mitingde slogan ne? “- Erdoğan ve Abdülhamit...” Erdoğan Türkiye’de Atatürk diyor... Arap Gazze’de Abdülhamit diyor... Haydi hayırlısı... RTE’yi iktidara oturtan ABD’nin Bush’u, Yahudi lobisiyle birlikte bu işi tezgâhlamıştı... RTE de bu siyasetin pek meşhur BOP’unun “eş- başkanı” olduğunu bizzat ilan etmişti... Ne dersiniz?.. Recep Tayyip içerde iktidarını pekiştirdikten sonra İsrail ve de Amerika’ya kafa tutarak Orta- doğu’da yeni bir role soyunabilir mi?.. Görelim... Bu işin gerçek formülü öfkeli RTE’nin Davos dep- reminden sonra dile getirdiği şu sözlerinde.. Erdoğan dedi ki: “- Bizim dışişleri anlayışımız, diklenmeden dik dur- mak üzerine kurulu...” RTE Davos’ta ne yaptı?.. Diklendi... Bakalım, şimdi dik durabilecek mi?.. Dik durabilirse helal... Ama, iş Davos’taki öfke gösterisiyle kalırsa Er- doğan karnaval kahramanı gibi foslayacaktır... RTE, Amerikan ordusunu Anadolu üzerinden Irak’a geçirmek üzerine pazarlıkla iktidarlaştı, 1 mil- yonu aşkın Iraklı öldürülürken sesini çıkarmadı, Ku- zey Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçirilirken pıstı, Davos’ta terör örgütü Hamas’ı savunurken Pe- res’e diklenerek kahramanlaştı... Ucuz bir öykü değil mi?.. Yine de RTE’yi tarihsel kapsamda damgalayacak gerçek yargı bundan sonraki tutumuyla belirginle- şecek... Şimdilik diyeceğimiz şu: RTE Atatürk’ü anmaya henüz layık değildir; Gazi Mustafa Kemal’e yakış- ması için, Erdoğan’ın “diklenmeden dik durması” ve gerçekten bağımsız bir Türkiye’nin savunması- na talip olması gerek... M esleğim yağmalanõyor, meslektaş- larõm yağmalanõyor, ben yağmala- nõyorum. Türk tarihi, Türkiye tari- hi, İslam tarihi yağmalanõyor; Osmanlõ özlemi uğruna, yüzyõllar öncesine dönebilmek uğruna -tarihçiliğin benimsemediği yakõştõrma ve post-modernizm’in alacakaranlõğõnda üretilen belirsizlikler zerkiyle oluşturulan beklentiler peşinde- tarih yağmalanõyor. Cumhuriyet süreci yok sayõlmaya çalõşõlõyor adeta; kimi zaman nefret tohumlarõyla beslenip bir dev- rim silinip atõlmak isteniyor. Tarih belgesel sinemada uçuşuyor, te- levizyon sohbetlerinde duman oluyor, gaze- te köşelerinde dogmalaştõrõlõyor, politikacõ- nõn eğirip bükmesiyle çõğõrõndan çõkartõlõyor. Bir bilim, bir o kadar da edebiyat dalõ olan ta- rihin, artan sayõlarõnõ bilemediğim kişi ve ku- ruluşlarca bu denli sorumsuzlaştõrõldõğõna, po- litikacõlar ve medya mensuplarõ tarafõndan ve onlara taşeronluk yapan güya ilahiyat ve bi- lim saçan kimi akademisyenlerce bu kadar ba- yağõlaştõrõldõğõna, ideolojik kullanõm yolun- da bu derece saptõrõldõğõna tanõk olmadõm şim- diye kadar; bu denli şaşõrmadõm 50 yõla da- yanan tarihçilik deneyimlerimle. Yetersizlik Milli Eğitim Bakanlõğõ’nõn süregelen ye- tersizliği, ideolojik ve politik önyargõlarõ, bir- çok üniversitenin sürükleyip getirdiği tutu- culuğu çok iyi bildiğim halde ve bu kurum- larõn yaklaşõmlarõna karşõ gösterilen -benim de içinde bulunduğum- tepkilerin güzel mey- velerini toplamayõ umutla beklediğim şu yõllarda; bu ciddi, zevkli, düşündürücü, ne- relerden geldiğimizi ve bulunduğumuz orta- mõ belirlemeye çalõşan ancak bir o kadar da içi barut ve nefretle doldurulan bir bilgi da- lõnõn, sanatõn, felsefenin, toplumsal bilimin de- lik deşik edildiğini üzüntüyle izliyorum. Ele alõnan konularõ tarafsõz irdelemeye çalõşan, akademik sorumluluğun gereklerini yerine ge- tirmeye uğraşan ve tabii ki meraklõ vatanda- şõn anlayabileceği düzeye inebilen bazõ -çok sõnõrlõ- yayõn ve programlarõn varlõğõ sõkõlan canõmõ yatõştõrmaya, mesleğime indirilen darbeleri savmaya yetmiyor. Doğrusu, 1950’li yõllarda öğrenciyken ve 1960’lõ yõllarda araş- tõrmalara koyulduğum ve tarihçilikte olgun- laşmaya başladõğõmõ sandõğõm zamanlarda, bana belletilen ve adõna tarih dedikleri olay ve olgularõn kendi başlarõna, dayanaktan yoksun ve “biz” etiketli anlatõmlarla yansõ- tõldõğõ günlerde, isyankâr duygularõm yeşe- riyordu. “Tarihçiler”in kendi dünyalarõ dõ- şõna çõkmadan, çoğu zaman tek taraflõ hazõr- lanmõş belge ve kitaplarõn tutsaklõğõnda, üs- telik “akademik haysiyet” adõna birbirleriyle yarõştõklarõ günlerden sõyrõlmalarõ hiç de ko- lay olacağa benzemiyordu. Ancak başka gi- rişimlerle, özellikle siyaset, iktisat ve sosyo- loji alanlarõnda uğraş verenlerin böyle bir bil- gi dalõndan yararlanmalarõnõn artõk kaçõnõlmaz olduğunu anlamalarõyla ve tarih dalõna dal- malarõyla geleneksel tarihin tõlsõmõ da bozu- luyordu. Tõlsõmõn bozulmasõ beni (klasik di- yebileceğim tarzda yetişen birini) hiç rahat- sõz etmiyordu; tam tersine gelişmeleri mem- nunlukla izliyordum. Eylül 1980 darbesinin eğitim ve öğretimde, Türk Tarih Kuru- mu’nun işlevinde, yetkilerinin uzandõğõ yer- lerde tarih üstüne indirilen darbeye karşõn, özellikle kitapçõlarda görünmeye başlayan çe- virilerin de işaret ettiği üzere, tarih araştõrmasõ ve öğretiminde açõlan ufuklarõn müjdesini alõr gibiydim aynõ zamanda. Bir yandan da, lise- ler için hazõrlanmõş tarih kitaplarõnõn verdi- ği rahatsõzlõklarõ ve üniversite dünyasõnda ya- şanõlan inzivayõ bir parçacõk giderebilme yolundaki katkõlarõmla avunmaya çalõşõyor- dum. Lakin tarihçiliğimizin istenilen düzeyi yakalamasõ, kurumsallaşmasõ, özgürlüğü ta- dabilmesi hiç de kolay görünmüyordu. An- dõğõm bu süreç ve onu izleyen yõllar için dü- şüncelerini yansõtmõş olan Tahsin Yücel’in şu birkaç tümcesiyle yetinmek istiyorum: Son yıllarda resmi tarihe karşı çıkalım derken, ilginç tarih anlayışları geliştirdik. Kimi yazarlarımız, tarihi bir süreç, iyi ya da kötü yönde bir gelişim değil de bir de- ğişmezlik, sonsuz bir duruş, duruşun ken- disini de insanın ve toplumun doğal koşu- lu olarak algılıyor, böylece her türlü de- ğişimi tarihten kopma olarak değerlendi- riyor. Tarihten kopma dedikleri şeyi de yüz kızartıcı bir çürüme gibi yapıp çıkıyorlar. Tarihsel gelişimi tümden yadsımadıkları zaman da yapay ve tutarsız bir gelişim çı- karıyorlar karşımıza. Bunun sonucu ola- rak herkes kendince bir köken, kendince bir doruk, kendince bir süreklilik öneriyor. Örneğin birinciler arasında, kendisi de si- zinkinden pek farklı bir dil kullanmamakla birlikte, Kanuni Sultan Süleyman dönemi- nin saray diliyle konuşup yazmamayı ku- şaklar arasındaki kopukluğu derinleştir- me, dolayısıyla ulusu değişmez iççağrı- sından saptırma gibi görenler var. Bir tan- sık gerçekleşse de o dil geri gelse, her bi- rimiz başımıza bir kavuk, sırtımıza bir kaf- tan geçirsek, cümle küffar önümüzde diz çökecek. İkinciler arasında, kendini Ka- nuni Süleyman’ın, II.Abdülhamit’in, Turgut Özal’ın kalıtçısı ve sürdürücüsü sayıp da 29 Ekim 1923’ü ve sonuçlarını Türk top- lumunun yaşamında bir karabasan olarak niteleyenler var. (1) 2008’in görüntüleri Şu sõralarda, 2009’un bu erken günlerinde, gerek görsel gerekse yazõlõ ve sözlü tarih ve tarihçilik yansõmalarõnõ okudukça ve gör- dükçe, mesleğimin güya güncel beklentilere uygun cevaplar verebilen, çoğu Türkiye’nin dõşõndan gelen “masum tavsiyeler”e(!) yö- netici ve egemen güçlerin -saltanatlarõ uğru- na- bodoslama ve koşulsuz “ubudiyet”le- riyle/kulluklarõyla dalan davranõşlarõn ortalõğõ dolduruvermiş olmalarõnõ üzüntüyle izliyo- rum. Kimi üniversitelerin açmaya çalõştõkla- rõ ufuklar, tarih eğitim ve öğretiminde ülke- de ve dünyada yakalanan yeni yaklaşõmlar hiç işe yaramamõş/yaramõyor sanki; tarih, ağa- babalarõn buyruklarõna dayalõ medya ve ki- mi iletişim araçlarõnõn açtõklarõ kuyulara dü- şen, politikacõlarõn kendilerini dayandõrmak istedikleri masallara takõlan bir yağmalama alanõ oluvermiş. Futbol muhabbetiyle, ince- likten uzak çalgõ/ses gürültüsüyle, ilahiyatçõ tavsiyeleri eşliğinde kõsa yoldan gönül fet- hetmeyle “reyting” peşine düşen hatun soh- betleriyle, sadece şükretmesini öğreten din- sel politikalarla, tabanca parõltõsõyla göz alan dizilerle, tüm bunlarõn içine serpiştirilen ta- rih bilgiçliğiyle doldurulmuş televizyon ya- Medya Tarihçiliği! Salih ÖZBARAN Emekli Tarih Profesörü EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Davos’ta Yiğitlik mi?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle