21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ CIA Kontrolündeki Cemaat “Beş kıtada 475 üniversite ve yüksekokulu, 200 koleji vardı… 604 gazete ve dergiye sahipti… 52 radyo ve televizyon kanalı aralıksız yayındaydı…” Dünyayı böylesine ahtapot gibi saran bu cemaatin adı Opus Dei (Tanrı’nın Eseri) idi ve Madrid’de sıradan bir Katolik papazı olan Josemaria Escriva de Balaguer tarafından 2 Ekim 1928’de kuruldu. Papaz Balaguer “müritlerini” genelde Katolikliğe sıkı sıkıya bağlı, varlıklı, iyi eğitim görmüş zenginlerden oluşturmaya gayret etti. Cemaat eğitim yoluyla seçkin önder elemanlar yetiştirmeyi hedefledi. Okullar açtı ardı ardına. Yetmedi, taşradaki başarılı çocuklar için yurtlar hizmete sokuldu.. Yetişen müritler devletin kilit yerlerine yerleştirildi.. Ve hep devlet desteği gördüler.. Cemaat için komünistlerle mücadele esastı. Bu nedenle İspanya iç savaşında Cumhuriyetçilere karşı faşist Franco’yu destekledi. Zamanla ülke dışında da “hizmete” başladı. Çünkü soğuk savaş dönemi başlamıştı. 1947’de Balanguer Vatikan’a çağrıldı ve “Papa Hazretleri’nin Yüksek Papazı” unvanı verildi. Opus Dei’nin iki anahtar sözcüğü vardı: “Hoşgörü” ve “Diyalog”!.. Bu iki kavramı kullanarak dünyanın çeşitli ülkelerindeki insanlara yakınlaştılar, konferanslar düzenlediler, okullar açtılar, TV-gazete satın aldılar. Adları duyulmamış aydınları ünlü yaptılar. Opus Dei özellikle İspanyolca konuşulan Latin Amerika ülkelerinde solu ezmek için aktif olarak kullanıldı. Şili, Arjantin, Paraguay, Uruguay ve Peru’da Opus Dei CIA ile hep başrolü paylaştı. Balanguer öldükten sonra azizlik mertebesine layık görüldü! Ancak Opus Dei kamuoyunda hep “Kutsal Mafya” olarak bilindi!.. Yukarıdaki bilgileri, gazeteci Soner Yalçın’ın “Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” isimli kitabından aldım. Okurken defalarca, “Yok artık, bu kadar da benzerlik olmaz” dediğimi belirtmeliyim!.. Soner, Opus Dei’nin ibretlik öyküsünün altına, Fethullah Gülen’in ABD’de nasıl “Green Card” yani oturma izni aldığının ilginç hikâyesini de eklemiş.. Buraya tümünü almam olanaksız, ancak Amerikan mahkemesinde kimler Gülen’in oturma izni alması için destek olmuş bakalım: CIA ajanı Graham Fuller, mesleğe CIA’da başlayıp sonra diplomat olan eski ABD Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ve CIA Balkanlar uzmanı, Yunan asıllı George Fidas!.. Şu ilişkiler zincirine bakın, olağanüstü değil mi?!.. Günlerdir elimde kalem, satır satır altını çizerek okuduğum kitapta Soner daha neler anlatıyor neler… Yeni Şafak gazetesinin yazarı Fehmi Koru’nun Beykoz’da, Boğaz’ın en müstesna ancak çivi bile çakılması yasak olan yerine nasıl villa kondurduğu, Zahid Akman, Zekeriya Karaman, Hasan Hüseyin Ceylan gibi isimlerin hangi ilişkilerin sonucu Ankara’da 350 milyon dolarlık Armada İş Merkezi’ne ortak oldukları, Deniz Feneri yolsuzluğundaki rolleri, “bir lokma bir hırka” günlerinden milyarlarca dolarlık servetlere ulaşan “Müslüman kılıklı” dincilerin akıllara seza öyküleri ve daha neler… Ve Tabii Ergenekon’un insanı dehşete düşüren öyküsü!.. Siz yalnızca Türkiye’nin “Ergenekon”u mu var zannediyordunuz?.. Hayır, Gürcistan’ın, Ukrayna’nın, Sırbistan’ın, Slovenya’nın da “Ergenekon”u var, hem de tıpkısının aynısı!. Taraf’ıyla, Genç Siviller’iyle, iktidarıyla, yargısıyla, emniyetiyle, açık toplum enstitüsüyle, üniversiteleriyle... Okuyun, göreceksiniz… - Kalemine sağlık Soner Yalçın… Bir Yurtsevere Mektup (xxxvıı) Sevgili kardeşim Balbay, günlerdir büyük Türk büyüğü Bülent Arınç’ın “Bayramdan sonra ne Arınç, ne de Danıştay kalacak” sözlerinin anlamını çözmeye çalışıyordum. Bugün gördüm ki, üç eski kuvvet komutanı ifade vermeye çağrıldı, tesadüfe bak!.. Ama bence haftanın en müthiş konuşmasını Tayyip Bey yaptı, “Köşe yazarları haftada bir yazsın” buyurdu!.. Kalemi tutuklanmış bir gazeteci olarak ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum.. Bana soracak olursan ülkenin sürüklendiği istikamete bakınca aklıma nedense 30’ların Almanya’sı, bugünlerin İran’ı, Sudan’ı geliyor!.. Seni ve tüm yurtseverleri dışarıdaki milyonlar adına, bir yurtseverin tüm gücü, sıcaklığı ve kararlılığıyla kucaklıyorum. e-posta: [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 3 ARALIK 2009 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 15 İsviçre neyin referandumunu yaptı? Recep’in süngülerinin! Meşrep Canan Çamkır: “Her gün yeni bir açılım, her gün başka bir saçılım derken, neredeyse milletçe ‘hafif meşrep’ olacağız! Cemal Paşa Zekai Buluç: “Kalpaklı Mustafa Kemal bayraklarından rahatsız olan Hasan Cemal’in hastalığı dede mirası olsa gerek!” İnterkulak Metin Altay: “Herkese e-posta adresi verilecek ve yerli arama motoru kurulacakmış. Telefon dinlemeleri kesmedi sıra internette!” YağmurDeniz Hacı Beşir ve at izi ile it izi! AYRILIKÇI terör örgütü, ilk askerimizi şehit edişinin 25. yılını “törenlerle” kutladıktan sonra şu sıra kuruluş yıldönümünü de “törenlerle” kutluyor! Kürt açılımı dedikleri bu olmalı... Açılımın koordinatörü İçişleri bakanı nerede diye sorarsanız; zat-ı şahaneleri hicazda hacı olmakla meşguldü! Kim bilir kaçıncı kez hacı oldu Hacı Beşir! Diyarbakır’dan bir yurttaş “Devlet yönetimi boşluk kabul etmez” diyerek Hacı Beşir’e sesleniyor: “Diyarbakır’da üçlü kararnameyle atanmış ve ilin bütününden sorumlu bir vali varsa, Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanı olan kişi kendini bölge valisi yerine nasıl koyabiliyor? ‘Ben, Ankara’nın gönderdiği valiyi tanımam’ diyerek tabelalara köy adlarını Kırmançi olarak nasıl yazdırabiliyor. Binlerce lira masrafı nasıl edebiliyor. Kimin parasıyla? Bizim vergilerimizle elbette. Ve devre dışı bırakılan devletin valisi de makamında öylece oturuyor; bu durumu kabul ediyor. İçişleri bakanına sormak gerek: Bir valinin görevine bir belediye başkanı müdahale edebilir mi? Yetki sınırları belli değil mi? Yoksa siz, ‘Sesini çıkarma, aman, otur oturduğun yerde’ diye emir mi verdiniz! Halkımız buna güzel cevap bulmuş: At izi it izine karışmış...” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” “SOYSUZ bir televizyon kanalının haber saatinde hücre liderinin yakalandığı açıklandı, haberiniz var mı” diye söze giriyor Hilmi Kayıhan. Tutuklanan hücre lideri denizci bir albaymış, amiraller de aranıyormuş. Genelkurmay Başkanlığı açıklama yapmış, Türk Silahlı Kuvvetleri, adaletin er ya da geç doğruyu ortaya çıkaracağına inanıyormuş. Hilmi Kayıhan, televizyon başında durup düşünüyor: “Ordumuzun bir albayı hücre lideri olamaz, terörist olarak suçlanamaz bir amirali, generali. Eğer bir albay, hücre lideri olarak tutuklanıyorsa bu ülke işgal altında demektir! Hava sahamızda dolaşan savaş uçağının uyruğu kırmızı beyaz olabilir, görkemli binaların gönderine çekilen, kentin tepelerine dikilen bayraklar ay yıldızlı olabilir. Ama biz bombalanan mevzilere bakmak zorundayız! Mevzilerimiz bombalanıyor. ABD ve AB komiserlerinin çektiği aferinler, Sarkisyan’ın, Bartholomeos’un, Barzani’nin alkışlarıdır bombalar. Yazılımı düşman tarafından hazırlanmış uçaklardan açılım bombası yağdırılıyor üstümüze. Kapı kapı dolaştırılan benzin bidonlarına su deniyor. Türk ulusunun burnu deliksiz mi sandınız? Kokusu İzmir’de, Çanakkale’de çıktı. Düşman eline geçmiş makineli tüfek susturulur, gemi batırılır, uçak düşürülür. Bu uçak düşürülmeli, indirilmeli bu uçak. Düşman eline geçmiş savaş uçağı gibi emperyalist uşaklarını denize döktüğümüz İzmir’de bizi vuruyor, bir türlü geçemedikleri Çanakkale’yi bombalıyor. Neye mal olursa olsun bu uçak inişe zorlanmalı, indirilmeli. Yoksa Türkiye başımıza çökecek! Sözü Bülent Esinoğlu’na bırakalım: “Hiçbir şey vermeyip, bize sadece direktif verenler, AB’nin her ilerleme raporuna koyduğu Ergenekon tertibine ‘demokrasi için fırsat’ başlığını layık görmüşler. AB ve ABD, Ergenekon’la çok ilgilidir çünkü Türkiye’yi bölme organizasyonu olduğunu en iyi onlar bilir. Ergenekon’da saflar ne kadar net değil mi? Bir tarafta ‘elin gâvuru’ öte tarafta vatanını savunmaya çalışan fedailer. İhanet açılımları gerçekleşsin diye Ergenekon tertibi ilerleme raporunda nasıl da ortaya çıkıyor. İçerdeki ihanet odaklarının ihanetlerini belgeleyecek olan ‘temel belge’ AB ilerleme raporları ve ABD Dışişleri sözcülerinin ifadeleridir. İhanet ve belge SESSİZ SEDASIZ (!) HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Artvin ilinde, do- ğal güzelliğinden dolayõ “ulusal park” kapsamõna alõnan bir göl. 2/ Hindu inanõşõnda, tanrõsal bir varlõğõn bir kötülüğe karşõ koymak için insan ya da hayvan bede- nine bürünmesi... Tavlada “üç” sayõ- sõ. 3/ Akira Kuro- sava’nõn bir filmi... İs- tanbul’da yayõmlanan bir mizah dergisi. 4/ Satrançta bir taş... Ege Bölgesi’nin “ulusal park” kapsamõna da alõnan en yüksek dağõ. 5/ Tabanõ tahtadan yapõl- mõş deri ayakkabõ... Ateş. 6/ Muğla’nõn Milas ilçe- sine bağlõ turistik bir bel- de... Güzel çiçekli bir süs bitkisi. 7/ Yaşadõğõ yerin yerlisi olmayõp başka yerden gel- miş kimse. 8/ Bir tatlõ su balõğõ... Şöhret. 9/ İşlenmemiş, boş bõrakõlmõş tarla... Yõkõlma ya da oyulma yoluyla açõ- lan delik. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Niğde ilinde, Toros kurbağalarõnõn yaşam alanõ olan bir göl. 2/ İnternette bir kullanõcõ adõnõn altõnda yer alan gra- fik ya da resim... Selenyum elementinin simgesi. 3/ Nâ- zım Hikmet’in soyadõ... İsviçre’de turistik bir göl. 4/ Bey- gir... Denizli’nin bir ilçesi. 5/ Hastane gibi yerlerde ayak- kabõ üzerine geçirilen plastik gereç... Bir meyve. 6/ Es- ki yapõ ya da kent kalõntõsõ... Geminin çektiği suyu gös- termek için baş ve kõç bodoslamalarõ üzerine konulan işa- retler. 7/ Meyve ve sebze satõlan yer. 8/ Argoda, bilip bil- meden her konuya atlayan kimseye verilen ad... Ses. 9/ Kuşaktan kuşağa geçen kalõtõmsal öğe... Zarar, ziyan. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B E Y L E R C E O D E O N A Ş K Z A M K K İ R A U T A B A Z A N M A L İ L F A C A M S E T V A K İ K M A L İ A G U T İ A Ç G R O T E S K E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 GİZEM AYDIN Yıl 1922 saltanatın kaldırılması, ardından 1923 Cumhuriyetin ilanı ve sonrasında hızla gelişen devrimler. 1924 halifeliğin kaldırılması, 1925 kıyafet devrimi, 1928 harf devrimi ve yeni kurulan devletin temelini oluşturan Atatürk ilkeleri; başta laiklik gelmek üzere, cumhuriyetçilik, devletçilik, milliyetçilik, halkçılık ve inkılapçılık. Bu altı ilke ve sayısız inkılabı temel alan yeni bir ülke: Türkiye. 86 yıl mücadele ve yıl 2009. Laikliği internetteki “Türkiye laik midir, değil midir?” anketlerinden ibaret sanan, Cumhuriyet ve Milliyet denilince akıllarına sadece gazete adı gelen bir gençlik. Gençliğin bu durumundan hiç rahatsız olmayan, hatta bu durumu kendi çıkarları için kullanan bir eğitim anlayışı. Sadece 86 yıl içinde değişen değerler ve bütün bu değişimlerden, oyundan ve oyunculardan habersiz bir Türk gençliği. Türk gençliği, oldukça geniş kapsamlı bir ifade aslında. İstanbul’da yaşayan elit kesim değil, Güneydoğu ya da Ege de değil. Bölünmemiş, ekonomik ve sosyal açıdan sınıflandırılmamış bir ifade; yani son zamanlarda alışık olduğumuz türden bir ifade değil. Hangi bölgeden ve hangi ekonomik sınıftan olursa olsun, hepimiz için ortak bir sorun var ortada: İlke ve inkılapların algılanamaması ve uygulanamaması. Bunun altında yatan sebep ise oldukça belirgin; değişime uğramış olan değer yargıları. Peki ama gençleri suçlayabilir miyiz? Onların akıllarını hayata dair her türlü gerçek konudan uzak tutmak için gece gündüz çalışanların hakkını vermek de gerekmez mi? Her gün bir yenisi çıkan son model telefonlara, mp3 çalarlara ve bilgisayar modellerine ilgisiz kaldığını söyleyebilecek olanımız var mı? Elbette hayır. Olmaması da gayet normal, çünkü zaten bu son teknoloji aletlerin bütün amacı gençlerin ilgisini çekerek tüketime odaklamak ve dolayısıyla öğrenmek ve düşünmekten uzak tutmak değil mi? Peki ya sonuç ne? Toplumun nereye gittiğiyle ilgili bilgisi ve kaygısı olamayan, kendi arasında, alabildikleri telefon marka ve modellerine göre sınıflara bölünmüş bir gençlik. Peki ama Atatürk’ün, “Milletin bağrında temiz bir kuşak yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak” derken bahsettiği gençlik nerede? Ya da yazdığı “Gençliğe Hitabe”de bahsettiği, cesur ve Cumhuriyeti korumakla sorumlu olan gençlik nerede? Cevap basit: Chat odalarında ya da msn’de. Belki gençliğin dikkati dağınık, belki etrafında ilgi çekici ve dikkatini dağıtıcı çok şey var ama burada sorulması gereken bir soru daha var: Bu gençleri yönlendirmek ve gençlere düşünmeyi öğretmekle yükümlü olan eğitim sistemi nerede? İlkeleri yalnızca sözlük anlamları ile açıklayan, devrimlerin tarihlerini içeriklerinden önde tutan, Atatürkçü düşünce sistemini solunum sistemi gibi anlatan ve Atatürk’ü karatahtaların üzerindeki çerçevelere hapseden bir eğitim sisteminden daha fazla ne beklenebilir ki? Okula sadece geçer not alabilmek için giden öğrenci modelini geliştiren ve bunu hiçbir sakınca görmeden küçücük çocuklara eğitim hayatlarının başında aşılayan bir eğitim sistemi. Atatürk’ün hayatını mitolojik bir öykü gibi okutan ve okuttuğu öyküyü iktidarların politik görüşleriyle paralel olarak değiştirebilen bir sistem ve bu sistemi de içine alan, toplumu değil de bireyi esas alan bir yeni dünya düzeni. Tüketime odaklanmış bireyleri hedefleyen bu yeni dünya düzenine entegre olmaya çalışan kafası karışık bir Türkiye ve bu Türkiye’nin bozuk bir pusula ile yönünü bulmaya çalışan gençleri. Atatürk’ün gençlere olan inancıyla ilgili sayfalarca yazı, milyonlarca söz ve sayısız hikâye bulunabilir; ama hepsinin ortak fikri yine Atatürk’ün şu sözleriyle anlatılabilir: “Gençler! Cesaretimizi güçlendirecek ve sürdürecek olan sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile, insanlık meziyetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” Bu ve bunun gibi birçok sözünden de anlayabileceğimiz gibi, Atatürk’ün bizlere yani Türk gençlerine güveni sonsuzdur ve koşullar ne olursa olsun Cumhuriyeti koruyacağımıza ve yükselteceğimize inanmaktan hiç vazgeçmemiştir. Gençlerin Atatürk tarafından kendilerine duyulan bu güveni boşa çıkarmaya hakları yoktur. Eğitim sisteminin ya da büyüklerin yardımı olsun olmasın görevlerini “Gençliğin Ata’ya Cevabı”nda yazdığı gibi yerine getirmek zorundadır gençler: “Türk gençleri olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyetin ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir; kendimizi büyük Türk ulusuna adarız.” Gençliğin Atatürk ve Devrimleri Algısı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle