17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 25 ARALIK 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 19 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Emil Ludwig, Shakespeare ve Haluk Bilginer… Günlerdir bir gezintinin izlenimlerini yazmak peşindeyim. Sanki başı ve sonu belli olmayan, Shakespeare’in dünyasında yapılan bir gezinti. Üstelik belki de -kulağa ve göze tuhaf gelmekle birlikte-, onun eşliğinde yapılan bir gezinti. Zaman olarak başı ve sonu belli aslında. Bir oyunluk ve iki perdelik bir zaman. Oyun Atölyesi’nin bu yılki yeni oyunu: “7”, ya da “Şekspir Müzikali - yedi çağ”. Zaman, bir bakıma da sanki belli değil; ya da insanlığın bütün durumu kadar uzun. İşte böyle bir gezintiyi yazıya dökecektim, fakat içimden bir ses, durmadan uyarıyordu: “Sakın yalnız başına atılmaya kalkma bu serüvene! Yanına sağlam bir rehber al! Öyle bir rehber ki, sözü ne uzatsın ne de kısaltsın, sana Shakespeare’i ne ise o olarak gezdirebilsin!” İyi de, kim olabilir böyle bir rehber? Aslında biliyorum, bu rehber, ancak çok iyi bir biyografi yazarı olabilir. Anlatacağı kişinin bilinenlerinden bütün bilinmeyenlerini de kurgulayabilecek kadar cesur bir yazar. Kitap raflarımın arasında dolanırken Emil Ludwig’in “Deha ve Karakter” (“Genie und Charakter”) başlıklı kitabını gördüğüm anda aradığımı bulmuştum. Alman edebiyatında “tarihsel biyografi” türünün yaratıcısı sayılan Emil Ludwig (1881-1948), bu kitabındaki “Âşık Shakespeare” adlı denemesine şöyle başlar: “Shakespeare’in hayatı, alacakaranlıkta yüzer, bugüne kadar araştırmacıların ellerinden bir söylencenin sınırlarını aşabilen pek az şey çıkmıştır ve bir düzine tarih, mektuplar, belgeler, portreyi değil, ancak bir silueti oluşturabilir. (…) Şairin ruhunun hikâyesini yazabilmek imkânsızdır; insan onun eserlerinin üstünde kaymaya kalkıştığında, sanki ayaklarının altında buzdan bir zemin kırılıyormuş gibi olur, ve tıpkı ‘Fırtına’nın sonsözündeki gibi, buzullardaki bir çatlağın bir uçuruma açıldığı noktada korkuyla geri çekilip bakışlarımızı kaçırırız. Önümüzde, görünüşte kişisel olmaktan en uzak bir eserler bütünü uzanır, bunları Balzac gibi bir Üstün-İnsan yaratmıştır; bunlar, Rembrandt’ın, Byron’ın ya da Goethe’nin eserlerinin karşı-kutbudur. Shakespeare, otuz altı oyunla dünyayı yenilemiştir; sahne mekânının dar sınırları içersine evrenin tüm dönencesini sığdırır ve sonunda sanki kendisi de, defalarca kutsanmış bir ana misali, çok yönlü bir hayatın kullanılmış kabı gibi tükenmiş ve tamamen boşalmış olarak yitip gider… Bu sınırsız ruhun iç yaşamı hakkında bilgi verecek neredeyse hiçbir şey yoktur elimizde… Bu durumda hayal gücü, kurgusunu oluşturmakta artık özgürdür…” “Şekspir Müzikali”ne temel olan kolajın oluşturulması bağlamında Kemal Aydoğan, bu özgürlüğü hiç korkmadan kullanan bir yönetmen kimliği sergiliyor. Geliştirdiği söylem ise 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Viyana Modernizmi’nin dillendirdiği “Zamana sanatını ver!” buyruğuna koşulsuz uyuyor. Aydoğan: “Shakespeare nasıl oynanmalı” sorusunun cevabını, seyirciyi geçmişe sürgüne göndererek değil, fakat Shakespeare’i bizim iklimlerimizin kültür diline konuk ederek aramış. Sonuç, bu sahnelemeyi ülkemizde gelecekteki Shakespeare uygulamaları için örnek kılacak yetkinlikte bir başarı. Tolga Çebi’nin özgün besteleri, genç “soykarılar”ın ustalığın sınırlarını zorlayan çabaları ve İrfan Varlı’nın hiçbir detayı ihmal etmeyen ışık tasarımı, sözü edilen kültür dilinin temellerini oluşturuyor. Bu arada, Bengi Günay’ın sahne tasarımı için bağımsız bir yazı yazmak isterdim. Çünkü karşımızda oyunu “tamamlayan” değil, doğrudan “yorumlayan” bir tasarım var. Haluk Bilginer ise, bu oyunda aslında ne Shakespeare’i, ne de diyelim içimizden birini canlandırıyor. Onunkisi, düşünülebilecek en zor rol, çünkü tüm varoluşu bağlamında İNSAN’ı oynamayı seçmiş! [email protected] [email protected] T am bugünkü yazõmõ bitirmiştim ki, bir ölüm haberi daha geldi. Tiyatro sanatõ- mõzõn duayeni, bütün bir yaşamõ tiyat- roya adamõş Cüneyt Gökçer… Yönetmen, oyuncu, hoca… Sahnelediği oyunlar, operalar- la, oynadõğõ rollerle, üstlendiği görevlerle, ye- tiştirdiği öğrencilerle, tiyatro tarihimize geçmiş sanatçõ. Onun Kral Oidipus’unu izlediğimde çocuk- tum. Ama artõk tiyatrodan uzak duramayacağõ- mõ biliyordum. Ondan “Vanya Dayı”, “My Fa- ir Lady”, “Don Juan”, “Damdaki Kemancı”, “Kral Lear”i izlemiş olanlarõn, yarattõğõ o ka- rakterleri unutmasõ hiç mümkün mü!.. Devlet Tiyatrolarõ Genel Müdürlüğü döne- minde, tiyatronun nitelik çõtasõnõ yükseltti. Türk Tiyatrosu’nu yurtdõşõna taşõdõ; ilk Fransa, Al- manya, İngiltere, İtalya, Yunanistan, Polonya tur- nelerini o gerçekleştirdi. Cüneyt Gökçer’in yüreği durdu ama Türk ti- yatro sanatõndaki yeri, adõ, şanõ ve katkõlarõ kay- bolmayacak. Tüm yakõnlarõna sabõrlar diliyorum. DÜNÜ YARINLARA TAŞIMAK Anõmsayacaksõnõz. 1997 yõlõndaydõ… Yalnõz Türkiye’de değil yurtdõşõnda da opera sahnele- rini tutuşturan “Müthiş bir Türk kızı” Al- manya’da sahnelenen “Salome” ve “Fidelio” temsillerinden sonra bir beyin kanamasõ geçir- di. Günler süren ölüm kalõm savaşõndan sonra o altõn yürek durdu. O Zehra Yıldız’dõ. Onun muhteşem sesi ve oyunculuğunu omuzlamõş yüreği durdu ama var- lõğõ, genç sanatçõlara desteği ve yaydõğõ õşõk sü- rüyor. Tenor Suha Yıldız’õn öncülüğünde kurulan Zehra Yõldõz Kültür Sanat Vakfõ, genç yetenek- lere destek veriyor. Zehra Yõldõz adõna düzen- ledikleri şan konserinde genç sesler Zehra Yõl- dõz için söylüyor. Bu yõlki konser Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’de, yarõn akşam. Bu seferki çooook çok özel bir konser. Neden mi? Belki bir daha yan yana gelemeyecek sanat- çõlarõ bir arada izleyeceğiz! Büyük bir çoğunlu- ğu 1980’den sonra doğmuş… Çeşitli yarõşma- larda ödüller kazanmõşlar… Uluslararasõ arena- da da çalõşõyorlar. … Örneğin Cenk Karaferya, Türkiye’den 3 yaşõnda ayrõlmõş, İngiltere’de çok ünlenmiş bir kontrtenor. Onu ilk kez dinleyeceğiz. Bir başka kontrtenor, Almanya, Avusturya, İsviçre’de konserler veren Kaan Buldular. 2010 Avrupa Kültür Başkentleri Festivali kapsamõnda “Song of Songs”da Frankfurt, Essen ve İstanbul’da baş- rolü üstlenecek olan sanatçõ… Ortalõk sadece kontrtenorlara kaldõ sanmayõn. Konserin tenoru Arda Doğan. Halen çalõşmalarõnõ La Scala’da sürdüren ve kõsa bir süre önce onu Mezzo kanalõnda La Sca- la’dan canlõ yayõnda izleyip hayran kaldõğõm sop- rano Simge Büyükedes… Sesinin dramatik renkleri, sahne hâkimiyeti, role kattõğõ kişiliğiyle dinlemekten hep sonsuz bir tat aldõğõm Mezzo Soprano Sim Tokyürek… İÜ Devlet Konser- vatuvarõ’ndan 2007’de mezun olmuş ama şim- diden yurtiçi ve yurtdõşõ temsilleri kabarõk Co- loratura Soprano Zerrin Karslı… Haendel’den Napoliten şarkõlara; Vivaldi’den Verdi’ye ya- yõlan programda tüm sanatçõlara piyanoda Rai- na Popova eşlik ediyor. Dünün yarõnlara taşõnmasõnõ sakõn kaçõrmayõn derim! ALİ’NİN YÜREĞİ VE GÖZLERİ... Ölümler, acõlar, kavgalar, sevinçler ve umut- lar arasõnda hayat devam ediyor… Onca didiş- me, onca kavga, onca yarõş neye yarõyor? Ya on- ca kahõr? Hiç değer mi diye sormayan var mõ ara- nõzda? Düşlerin ve umudun asla bitmeyeceğine, ya- ratõcõlõğõn ve yeteneğin sürekliliğine, dayanõş- manõn gücüne beni bir kez daha inandõran bir ser- gi var: Reasürans Sanat Galerisi’ndeki Ali Arif Ersen Sergisi. Ali Arif Ersen, ressam, fotoğraf sanatçõsõ, ben- ce aynõ zamanda bir kâşif. Çok çalõşkan, çok üret- ken, yaratõcõ bir aydõn kişi. Üç yõl önce LIS de- nilen (Locked-in Syndrome- yani beyincikteki enfarktüs yüzünden bedenle ilişkisinin kesilmesi) çok ender bir hastalõğa yakalanmasõ, düşlerini ve umutlarõnõ durduramadõ! Hayatõ yüreğiyle yaşayan, gözleriyle konuşan, yaşamõnõ dostlarõnõn dayanõşmasõyla ve aşkla sür- düren Ali, hastalõğõndan önce öyle çok üretti ki, bugün hâlâ sergi açabiliyor. Bu kez, önceki fotoğraf sergilerinden (Sarajevo, Tres Amerikas, Havana, Buenos Aires, “Ma- sallar” vb.) atmadõğõ prova baskõlardan yola çõ- karak farklõ zeminlere farklõ yöntemlerle baskõ- larõ sunuluyor. 8 Ocak’tan önce gidin görün, fark- lõ dünyalar keşfedin. Dayanõşma deyince, galeri yöneticisi Amelie Edgü’ye, açõlõşta kemanõyla müzik ziyafeti veren Tuncay Yılmaz’a sonsuz teşekkürler. Şimdi yeniden soruyorum aynõ soruyu… De- ğer mi? Onca acõ, onca üzüntü, onca kavga? Evet değer! Hayat, en çok yaşamaya değer… Aşk için, düş- lerimiz için, dostluklar için, dayanõşma için, umu- du sürdürebilmek için değer! [email protected] faks: 0212.257 16 50 Ölümler, acõlar, kavgalar, sevinçler ve umutlar arasõnda hayat devam ediyor: Berlin’de Türkiye Standı Ankara Sinema Derneği’ne emanet Kültür Servisi - Sinema Emekçile- ri Sendikasõ (SİNE-SEN), geçen yõl 24 Aralõk’ta trafik kazasõ so- nucu yitirdiğimiz sinema-TV emekçileri Zehra Sezgin ve Tü- lay Ergeldi’yi dün Galatasaray Lisesi önünde anarak sinema - TV emekçilerinin ağõr çalõşma koşullarõna dikkat çekmek için basõn açõklamasõ yaptõlar. Açõk- lamada, kazanõn bir trafik kaza- sõ olmaktan öte, sektörde yaşanan ve yaşanõlacak olan ağõr trav- manõn bir habercisi olduğu be- lirtilerek kaza ağõr çalõşma ko- şullarõnõn sonucu olan bir “iş ci- nayeti” olarak nitelendi. “Setler Tuzla Olmasın”, “Hepimiz Zehrayız Tülayız”,“Sinema Emek İşidir! Köle Değiliz”, “Takım Sözleşmesi İstiyoruz” yazõlõ klaketleri taşõyan topluluk “90 Dakikalık Dizi İstemiyo- ruz” çağrõsõnda bulundu. Çağrõ- da, “Birçoğumuz hâlâ 90 daki- kalık dizileri bir haftada yayı- na yetiştirebilmek için deliler gibi koşuşturuyoruz ve hâlâ sigortasız çalışıyoruz” denildi. Daha sonra topluluk Sinema- TV işverenlerine seslenerek: “İn- sanlık dışı çalışma koşulların- da çalışıyoruz. Artık bu duru- ma ilgisiz kalmayın! Yoksa biz- leri daha fazla kaza, daha faz- la ölüm bekliyor” dedi. Yüreğindurduğuan... ‘90 dakikalõk dizi istemiyoruz’ Kültür Servisi - 60. Uluslararasõ Berlin Film Festivali’nde açõlacak Türkiye Standõ’nõn organizasyonu Kültür ve Turizm Bakanlõğõ ta- rafõndan Ankara Sinema Derneği’ne verildi. 11-21 Şubat 2010 tarihlerinde gerçekleştiri- lecek festivalde, kõsa film ve belgeseller ile uzun metrajlõ filmler için İngilizce iki ayrõ ka- talog hazõrlanacak. 2009 ve 2010 yapõmõ olup 2009 yõlõ Berlin kataloğunda yer almamõş film- ler seçkiye alõnacak. Ayrõca uzun metrajlõ film- lerin fragmanlarõndan oluşacak bir DVD ve kõsa metrajlõ film seçkisinin yer alacağõ bir DVD hazõrlanacak. Katalogda yer alacak film- lere dair belgelerin 5 Ocak 2010 tarihine ka- dar Ankara Sinema Derneği adresine gön- derilmesi gerekiyor. SİNEMA EMEKÇİLERİ SENDİKASI ZehraYıldız NESİN VAKFI’NDAN DUYURU AZİZ NESİN 94 YAŞINDA DAYANIŞMA YEMEĞİ 26 Aralık 2009 Cumartesi günü saat 19.00’da Ataköy Marina Varan’s’ta buluşuyoruz. Bu etkinlik ayrıca selden zarar gören Nesin Vakfı’yla dayanışmayı da içermektedir. Daha geniş bilgi için 0533 726 21 85’ten Ayten Targan’ı arayınız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle