22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Açılımın Cemaziyelevveli DTP’nin kapatılması ve milletvekillerinin sine-i millete dönme kararı almasıyla, devlet (yoksa hükümet mi) terörist başı ile yeniden baş başa kaldı. “Nereden, nereye?” sorusunun en kestirme yanıtını çoğu zaman eski yazılar veriyor. 17 yıl önceki bir yazıda dönemin açılımcısı merhum Özal ile Apo’nun profilini şöyle çiziyorduk: “(……) Apo ile merhum Turgut Özal arasında benzerlikler çok. İkisi de ‘federasyon düşüncesine’ kapalı değil. İkisi de TV ve gazeteler üzerinden siyaset yapmaya meraklı. İkisi de ‘seçilmiş’ ve ‘davetiyeli’ basın mensuplarıyla iş tutmaya bayılıyor. İkisi de bıyıklı. İkisi de risk almayı seviyor. İkisi de halkına çağ atlatmaya kendisini program- lamış. İkisinin de en büyük yardımcısı kardeşleri. İkisi de gündem değiştirmeye bayılıyor. İkisi de Talabani ile yakın ahbap. Ancak, Apo ile Özal arasında benzemezlikler de var: Örneğin Apo’nun hem annesi hem anneannesi Kürt. Özal’ın ise yalnızca anneannesi. İşte, Ankara Emniyeti polis kayıtlarına göre PKK liderinin özet sicili: ‘Aslen Urfa ili, Halfeti ilçesi, Ömerli Köyü nüfusuna kayıtlı, Ömer’den olma, Ayşe’den 1949 yılında doğma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi 4. sınıfta 993 numara ile kayıtlı öğrenci. Son olarak Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu çiğneme iddiasıyla gözaltına alınmış. 4 Aralık 1974 tarihinde verdiği ifadenin doğru olduğuna kanaat getirilerek serbest bırakılmış.’ Eğer SBF son sınıf öğrencisi Abdullah Öcalan, geçen hafta açıkladığı ‘siyaset yapma’ kararını, o tarihte verse ve uygulasa ne olurdu? Herhalde o da benzetmek gibi olmasın okul arkadaşı 1971 mezunu Mesut Yılmaz gibi bir Başbakan veya Mehmet Keçeciler veya Hasan Celal Güzel gibi bakan olabilirdi. Çünkü Apo, fazla göstermek istemese de fazlasıyla iddialı, ziyadesiyle ihtiraslı bir TC yurttaşı. Hemşerisi İbrahim Tatlıses’in belirttiği üzere, ‘Urfa’da Oksfort vardı da bitirmedik mi?’ sözüne uygun olarak, Urfa’da gidilebilecek en önemli okulu bitirmiş: Tapu Kadastro Meslek Lisesi!. İlk işi her mütevazı kalem adamı gibi, tapuda memuriyet idi. Apo’nun ‘toprak ve mülkiyet sevdası’ o günlerde başlamış anlaşılan. Genç Apo, tapu memurluğu sırasında bazı kadastro ve sınır kayıtlarında değişiklik yapmayı, böylece sembolik de olsa bir mini devleti hedef almış. Daha sonra hedef büyütmüş. Lise fark derslerini verip Mülkiye’ye girmiş. Kaymakam - vali olup, tayin edileceği ilk Güneydoğu ilini merkezden kopartarak ‘kendi ülkesini’ kurmaya yönelmiş. (Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ı Osmanlı’dan koparması gibi) Dördüncü sınıfa kadar kazasız belasız gelmiş. Ne oldu ise o son sınıfta olmuş. Güneydoğu’yu toptan ‘kurtarmak’ üzere eline silah alıp dağlara vurmuş. Ondan sonrası ise kan, ter, gözyaşı. (…..) (Aktüel Dergisi 25 Mart 1993)” “Açılım” o sıralarda moda değildi. Asıl açılımı o dönemde Avrupa ülkeleri yapmıştı. PKK’ye sonsuz para kaynağı, medya olanağı ve siyasal destek sağlamıştı. Komşumuz Yunanistan kamplarda terörist eğitmiş, Almanya’dan İskandinavya’ya PKK’ye her kapı açılmıştı. Suriye’den kaçtığında ise İtalya Apo’ya kucak açmıştı. En keskin açılımı sonunda dostumuz ABD yaptı. Apo’yu on yıllara ayarlı bir saatli bomba olarak paketleyip Türkiye’nin kucağına attı... Türkiye, bu “atsan atılmaz, satsan satılmaz açmazdan” acaba ne tür bir açılımla kurtulacak? RTE, bu sorunun yanıtını millete verdirmek istiyor!.. Milleti birbirine düşürerek... MERİÇ VELİDEDEOĞLU Son zamanlarda Batı’da, özellikle de kimi AB ülkelerinde yaygınlaşan “Ottomania” söylemine neden olan “Yeni Osmanlıcılık” adeta salgınlaştı Türkiye’de. “Görünüm” yönünü bir yana bırakarak, yaşanmakta olan bu olguya, kısıtlı da olsa değinmek gerekir sanırım. Bu kavram, “Osmanlı”dan yapılan son türetme. Demek ki, “Osmanlı”, “Osmanlı”lık, “Yeni Osmanlı”lar, “Yeni Osmanlı”cılık olarak üreme sürüyor. Günümüzün bu salgınına eğilmeden önce, yaklaşık 170-180 yıl önceki “Yeni Osmanlılar” akımına göz atmak da yerinde olur sanırım. Ama ilkin, siyasal alandaki Osmanlı “gelenek”lerinden önde gelen şu ikisini kısaca anımsayalım. “Yönetilen”lerin yönetime “katılım”ı, Osmanlı için “yabancı” bir tutumdu. Halk adına -âyan ve hanedanları- hükümette söz “sahibi” etmek Osmanlı egemenliğini parçalamak anlamına gelirdi. Böyle olunca, Batı’nın baskısıyla 1839’da ilan edilen “Tanzimat”la, özellikle devlete getirilen yeni “düzenleme”ler, günümüz diliyle “açılım”lar, bu geleneğe kuşkusuz “aykırı” düşüyordu. İşte bu duruma karşı “Yeni Osmanlılar” akımının siyasal bir ideoloji olarak ortaya çıktığı belirtilir. Gerçi bu akım da “tek” renkli değildir; “merkeziyetçilik” ve “ademi merkeziyetçilik” (taşracılık) çekişmesi sürmektedir; ama temel birdir; konu yeni “açılım”lardır. Namık Kemal’in önderliğini yaptığı “Yeni Osmanlılar”a göre: “Taşracılık” (federal) sistemi “Osmanlı” birliğini “parçalar”. Bunun için kuvvetli bir “merkeziyetçilik” olmalı; “hükümdar” ve “hilafet”in “üst” kimliğinde, Türkler, Kürtler, Araplar, Arnavutlar, Hıristiyanlarla, “Osmanlı” tebaası (uyruk) altında birleşmeli. Bu birlik Osmanlı “vatanperliği” ile sağlanabilir. Bir başka görüş de: “Devlet”i, birbirine tutturulmuş yerel “özerk”likleri olan birimlerden oluşmuş bir (federal) örgütlenme olarak kabul eder. Bu yapıya “uygun” bir “anayasa”dan da söz edilir. (Anayasa olsaydı bu duruma uygun olarak değiştirilmesi söz konusu olabilirdi). Bu görüşün daha yaygınlaştığı “yeni” Osmanlılığı temsil ettiği kabul edilir. Ama hangi renkte olurlarsa olsunlar, “Yeni Osmanlılar”, Osmanlı rejimi “çerçevesi” içindeki “şeriat”ı, İslam hukukunu (fıkıh) benimserler. Böylece “Yeni Osmanlılar” olsun; “Genç Osmanlılar” olsun; günümüzün “Yeni Osmanlıcılık” yandaşları olsun, yapılanmalarında öne çıkan “iki” dayanakları var. Kısaca söylersek biri, “federatif”liğe dek götürecek bir “yönetim” biçimi, öteki de -az veya çok- “din”sel temelli “şeriat” hukuku. Öte yanda bu ikisinin kertesinde (derecesinde) olmasa da, yine de “önemli” olan bir tutumları daha var. Onların diliyle “müstebit” hükümdarlara ve “hükümet”lere şiddetle “karşı” koymak. Çünkü “Tanzimat” ve “1856 Islahatı”nın “reform”ları dolaysıyle “uydu”su durumuna düştükleri Avrupa devletlerinin -beğendikleri- Osmanlı hükümetlerini “destek”lemesi yüzünden, bu yönetimlerin -içeride- korkunç bir “hükümet istibdatı” kurdukları belirtilir. Tüm “Yeni Osmanlılar” bu tutumla amansız bir “savaşım” içine girerler. Oysa günümüzün “Yeni Osmanlıcılık” yandaşlarının böyle bir “kaygı”sı yok. İktidardaki AKP yönetiminin “yasama”yı (Meclis), “yürütme”yi (hükümet) avuçlaması, “yargı”ya da el atması ve tüm köşebaşlarını ele geçirmesi sonucunda uyguladığı “çağdışı”, baskıya, yani “hükümet istibdatı”na bunların ağızları, gözleri kapalıdır, kulakları tıkalıdır. Çünkü AKP de, “yeni” Osmanlılığın sözünü ettiğimiz “iki” temel görüşünü benimsemiştir. AKP iktidarı “din”sel kaynaklı bir dünyasal yaşam “düzen”ini “hazmettire hazmettire” yürümesini sürdürmektedir. “Devrim Yasaları”nı kıyısından, köşesinden tırpanlayarak. Türkiye’yi “yerel özerkliğe” -ve daha ileriye- götürecek “birim”lere ayrılmasına “izin” veren AKP yasasını 2004’te Cumhurbaşkanı A.N. Sezer önlemişti. Ne ki, AKP yolunu bu kez “Kürt açılımı” ile sürdürmek istiyor. Ama ülkeyi getirdiği durum gözler önünde. Kuşkusuz “AKP” nasıl “amacı”na ulaşamayacaksa, “Yeni Osmanlıcılık” da bir bilim adamımızın dediği gibi, “lunapark”çılıkla avunacaktır. ‘Yeni Osmanlıcılık’ Salgını m.velidedeoglu@hotmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com 18 ARALIK 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 TRT niye TSK’ye saldırdı: Prova için! Haberler Aydın Türkaydın: “Recep’in gönlünü hoş tutmak için yalaka medya haber bültenlerini eğlence merkezlerinden sunmalı!” Burun Nezahat Özbek: “İtalya Başbakanı’nın burnunu kırmışlar. Darısı burnu bir karış havada gezenlerin başına!” Ekran Soner Önal: “Recep ekrana çıkınca yetişkinler başka kanala geçiyor!” Körlük Attila Aşut: “Avrupa sağı, sola dönüyormuş. Bizim solcular ise sağa koşuyor!” YağmurDeniz Demokrasilerde parti kapatılmaz mı? KULAĞA hoş geldiği için olsa gerek “Demokrasilerde parti kapatılmaz” diyor kimileri. Kemal Öncü de “Hangi demokrasilerde” diye sormadan edemiyor: “Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasal partileri seçim barajı ile Meclis’e sokmayan, halkın yarıya yakınının temsilini Meclis dışında bırakan demokrasilerde mi? Seçim sürecinde kömürden bulaşık makinesine varıncaya dek oy borsasının kurulduğu demokrasilerde mi? Oyların; ağaların ve şeyhlerin işaret ettiği partiye toptan verildiği demokrasilerde mi? İktidar kendisine ülkeyi esenlikle yönetmesi için teslim edilmiş iken bu gücü, devlet kurumlarını parti organı yapmak için kullanan partiler mi? Terör örgütü liderinin emir ve talimatlarıyla oturup kalkan siyasal partiler mi? Milletvekilleri liderler tarafından seçilen, liderler tarafından kovulan siyasal partiler mi? Grup toplantısı adı altında toplanılıp milletvekillerinin millet adına tek sözcük edemeden lider vaazları dinledikleri ve alkışladıkları, siyasal partiler mi? Adlarına ‘ak’ sözcüğü eklemekle ak, ‘demokratik’ sözcüğünü eklemekle demokrat ve ‘halk’ sözcüğünü eklemekle de halkın partisi olamayan siyasal partiler mi? Demokrasilerde çare tükenmediği gibi partiler de tükenmez! Biri gider, biri gelir! Demokrasiyi ve siyasal partileri halk bizzat kuruncaya kadar...” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” BİR ülkenin başbakanı kadrolu kamu işçilerine “Sözleşmeli olun ya da defolun” diyorsa Bursa’daki gibi ölümcül maden kazalarının olağan sayılması gerektiğini söylüyor Mustafa Saraç: “Siyasi iktidarın ‘kadrolu, iş güvenceli çalışma hakkı’na karşı durduğu yerde, diğer işçi haklarından da, iş güvenliğinden de ve tabii can güvenliğinden de söz etmek zor olacaktır. Sözleşmeli işçinin kadrolu işçiye göre dezavantajı, sözleşme süresi bitiminde işten çıkarılma kaygısı taşıması ve bu kaygı yüzünden kendisine sunulan çalışma koşullarından fazlasını, insani hakkı da olsa, özgürce talep edememesidir. Şöyle ki, kadrolu olmayan bir maden işçisi, yeterli sayıda metan gazı sensörünü tedarik etmeyen işverenine ‘Beni göz göre göre ölüme yolluyorsunuz’ diye itiraz edemez; işini yitirip aç kalma korkusuyla, hiçbir yetkili makama şikâyette de bulunamaz. İtiraz yahut şikâyet ederse, sözleşmesi biter bitmez, kendisine ‘Ananı al git’ denecektir! Aynı şekilde, işsiz kalıp kalmaması işverenin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı bir tersane işçisi, örnek olsun ‘Ben oksijen maskesiz çalışmam’ diyemez; gıkını çıkarmadan, en azından işsiz kalmadığı için haline şükreder. Şükretmezse, Recep’in Tekel işçilerine yaptığı ‘Yan gelip yatana para yok’ uyarısının bir benzeriyle karşılaşacaktır! İş güvencesiz istihdam, yalnızca anayasal çalışma hakkının değil, işçinin yaşama hakkının da hiçe sayılmasıdır ki, Bursa’daki özel sektör ihmalinin kökleri, Ankara’daki kamu yöneticisinin ‘sözleşmeli istihdam takıntısı’nda aranmalıdır. Recep’in kadrolu işçilere yönelik ‘sözleşmeli olun’ talimatı, aslında ‘Ananızı alın ve hatta gerekirse mevta olun’ anlamına gelmektedir!” İşsizliğin kol gezdiği ülkede insanlar o kadar çaresiz ki, evine bir lokma ekmek götürebilmek için sigortasız çalışmaya razı milyonlarca kişi var. Böyle bir ortamda işçinin iş güvenliği, can güvenliği gibi “teferruatlar” sırtını emperyalizme dayamış dinci bozmacı liberal faşistlerin niye umurunda olsun! Faşizm doymak bilmez ve bu iş bu kadarla bitmeyecektir. İktidarın bir sonraki hedefi sözleşmelileri sigortasızlaştırmak ve “çalışma kampları” kurmak olacaktır! İşçiler SESSİZ SEDASIZ (!) HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İnsan vücudun- daki proteinlerin büyük bir bölü- münün adõ. 2/ Oruç ayõ. 3/ İşçi... Yarõk, yõrtõk. 4/ Yok sözcüğünün karşõtõ... Rubid- yum elementinin simgesi... Bir nota. 5/ Bir tür sağlam ve yumuşak dana ya da öküz derisi. 6/ İslamda ehli sünnet mezheplerinin en büyü- ğü. 7/ Eski Mõsõr’da gü- neş tanrõsõ... Bir yerde oturma. 8/ Bir tür erkek deve... Bir işi yapmak, bir eyleme geçmek için duyulan ve bireyin en- gelleyemeyeceği kadar güçlü istek. 9/ Kuşaktan kuşağa geçen kalõtõmsal öğe... Bir mantarla bir suyosununun ortak yaşamasõy- la ortaya çõkan bitkilerin genel adõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir çeşit sarõ ve yağlõ peynir. 2/ Yassõ ve dar biçimli metal parça... İsviçre’ye özgü, ağaç kütüklerinden yapõ- lan dağ evi. 3/ Mafya örgütünün suskunluk yasasõ... Bir şeyin esas tutulan yüzü. 4/ “Her çiçekten --- eyledik / Arõ- ya saydõlar bizi” (Pir Sultan Abdal)... Bir meyve. 5/ Na- zar değmesine karşõ tütsü olarak kullanõlan bir bitki. 6/ Bir nota... Türk müziğinde bir makam. 7/ Bir İngiliz uzun- luk ölçüsü... Ahõr penceresi. 8/ Bayağõ, sõradan... Eskrimde kullanõlan üç silahtan biri. 9/ Boğanotu bitkisinden çõ- karõlan ve hekimlikte kullanõlan zehirli bir madde. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 V A R A G E L E A T E Ş T E K E R E D İ F K Ü F A Ş İ Y A N R E G F A V O R İ E T N O T A D L E K R A M P A E K Ü R İ P A Y E F E D A Y I 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle