22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 9 KASIM 2009 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL İddialı Olmanın Koşulu ASLINDA Ankara merkezli ve çok boyutlu bir dış politikaya kimsenin bir itirazı olmaması gerekir. Kıtaların, uygarlıkların, kültürlerin kesişme noktasında bulunan bir ülkenin bu konumdan yararlanarak dış politikasına belirli bir ufuk genişliği getirmeye ve ulusal çıkarlarını bu yoldan kollamaya çalışması doğaldır. Yeter ki, ekonomik gücüyle diplomatik becerisi böyle bir politikayı yürütmeye elverişli olsun ve böyle bir politikaya karar vermenin göz alıcılığını bozan kritik bir başarısızlık sürüp gitmesin. Hep birlikte kabul edelim ki, ortada böyle bir başarısızlık var: Yarım yüzyıl önce başlayan bir Kıbrıs sorunu kesin çözüme bağlanmamış bir ulusal dava görüntüsüyle hâlâ askıdadır. Bir ülke hem haklı hem güçlü olduğu bir davayı çözüme bağlayamamışsa, dış politikada Türkiye’nin şimdi olmaya çalıştığı kadar iddialı olabilir mi? Ya da şöyle söyleyelim: Kıbrıs sorunu böyle sürüp gittiği sürece öyle bir iddia başarılı olur mu? Daha doğrusu, şimdi yapılmak istendiği gibi böylesine geniş bir bölgede devletler arasındaki anlaşmazlıkları çözmeye, arabuluculuk etmeye, yakınlaşmaları sağlamaya soyunulduğunda, bu bölgenin insanları yüzümüze açıkça söylemeseler bile, içlerinden “Siz önce şu Kıbrıs sorununuzu çözsenize” demezler mi? Hele bu sorun, şimdi göründüğü gibi, ister ABD’nin ya da AB’nin hoşuna gitmek amacıyla, ister “komşularla sıfır sorunlu ülke olmak” aşkına, “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak geçinen bir devletin ağır bastığı bir sonuca doğru sürüklenmekte ise. Öyle bir sonuca razı olacak Türkiye’yi kim dinler? Ya da onun soyunacağı iddialı rolleri kim ciddiye alır? Bu bakımdan, Kıbrıs’taki müzakere sürecini ayakta tutmak ya da AB’nin yıl sonu raporunda olumsuz birkaç satırı önlemek amacıyla “Adada kesin çözüm ancak iki devletli olabilir” demeyi daha fazla geciktirmenin anlamı kalmamıştır. Kuzeyin “cumhurbaşkanı” kendi seçim endişesiyle bu belirsizliği sürdürmekte yarar görse bile, daha fazla gecikmenin Ankara’ca izlenmek istenen iddialı dış politikaya yarar vermekte olduğunu bilmek gerekir. Kaldı ki, adanın iki devleti arasında “iyi komşuluk ve karşılıklı saldırmazlık antlaşmalarına dayanan ve üç garantici devletçe güvence altına alınan bir çözüm”den başkası artık gerçekçi olmaktan çıktığına göre, aslında bunca zamandan sonra böyle bir tutumun doğruluğunu ve haklılığını başkalarına anlatmak da kolaylaşmış olmalıdır. A KP hükümeti AB üyelik süre- cinde endüstriyel ilişkiler sis- temimizde köklü değişiklikler yapmak ve sendikacõlõkta yeni bir dönem başlatmak için düğ- meye basmõştõr. Çalõşma ve Sosyal Güven- lik Bakanlõğõ Sendikalar Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu başlõğõnõ taşõyan iki ay- rõ yasa tasarõsõnõ TBMM’ye gönderilmeden önce, mutabakat sağlamak üzere, sosyal ta- raflara geçen hafta içinde göndermiştir. Da- ha sonra ikinci bir tasarõ ile birincisinin ba- zõ hükümlerini değiştirmiştir. Tasarõlar ge- nelde Uluslararasõ Çalõşma Örgütü’nün (ILO) ve işveren örgütlerinin istemlerini yansõtan bir görünümdedir; ama aslõnda toplusözleşme sistemini kilitleyecek, işçi sendikalarõnõ iş- levsiz ve etkisiz kõlacak olumsuz hükümler taşõmaktadõr. Sendikalar Kanunu tasarõsõ işkolu, işyeri ve meslek sendikasõ, üst kuruluş olarak da Kon- federasyon yanõnda Federasyon kurulmasõ- nõ öngörmektedir (m.2). Üyelik aidatlarõnõn kaynakta kesimi demek olan check-off sistemi önce kaldõrõlmõş, ikinci tasarõda yeniden mu- hafaza edilmiştir (m.20). Mevcut yasada var olan sõnai kuruluşlara ortak olabilme kaldõ- rõlõp, ticaret yasağõ getirilmektedir (m.31). Ay- nõ madde kapsamõnda, yürürlükte olan, “amaçları dışında faaliyette bulunamazlar” denerek getirilmiş olan sendikalarõn siyaset yapma yasağõ ve yerel meclislere, milletve- killiğine seçilenlerin sendikadaki görevleri- nin sona ermesi şeklinde var olan hüküm de- ğiştirilmemiştir... Yönetici ücretlerine kõsõt- lama getirilerek ücret, yolluk ve her türlü öde- neğin tutarõ en yüksek devlet memuru maa- şõnõn iki katõnõ geçemeyeceği öngörülmek- tedir.(m.35). Sendikalarõn mâli denetimi ye- minli mâli müşavirlerce yapõlacak (m.37) ve sendikalar radyo ve televizyon istasyonu kurabilecektir (ek.m.1). Tasarõ bunlarõn ya- nõnda 26, 27 ve 28. maddelerinde sendika yö- neticileri, işyeri sendika temsilcileri ve sen- dika özgürlüğü konusunda çok önemli, yeni ve doğru hükümler de içermektedir. Toplu Sözleşme Kanunu tasarõsõ sendika üyesi olmadan sendikanõn yaptõğõ sözleşme- den yararlanmak isteyenlerin sendika üyesi- nin ödediği aidat kadar dayanõşma aidatõ öde- mesini öngörüyor ama.. bu yararlanmada sen- dikanõn onayõnõ aramõyor (m.9). Aynõ mad- deye göre toplusözleşmeye, sendika üyesi ol- mayanlara, toplusözleşmenin uygulanmasõ- nõ yasaklayan hükümler konamayacak. Top- lusözleşme yapmaya; kurulu olduğu işkolunda çalõşan işçilerin %1’ini ve toplusözleşme kap- samõna girecek işyeri ve işyerlerinde çalõ- şanlarõn yarõdan fazlasõnõ üye yapmõş sendi- kalar yetkili olacaktõr (m.11). Grev oylama- sõ ancak sendika tüzüğünde varsa yapõlabi- lecektir (m.33). Karar verilmiş veya uygu- lanmakta olan grev-lokavt, genel sağlõk ve ulusal güvenlik nedenleri ile sürekli veya ge- çici olarak ilgililerin (yani grevden etkile- nenlerin) veya Bakanlõğõn başvurusu üzeri- ne, yargõ tarafõndan durdurulabilecektir (m.34). Hazõrlanan tasarõda sendika üyeliği veya istifa aşamasõnda noter zorunluluğuna, ayrõca grev yasaklarõna değinilmemiştir. İşyeri sendikacılığı zararlıdır Sosyal taraflara sunulan bu tasarõlar üze- rinde sosyal taraflarõn bir mutabakata var- malarõ ve bu tasarõlarõ özellikle işçi sendi- kalarõnõn bu şekliyle kabul etmesi sendika- cõlõğõn intiharõ olur. Bu tasarõlar, anlayama- dõğõmõz bir nedenle, Türk sendikacõlõğõnõ çõk- maz bir sokağa yönlendirmek, işlevsiz ve an- lamsõz kõlmak istemektedirler. İşyeri ve mes- lek sendikacõlõğõ ülkenin gerçekleri ve sen- dikacõlõğõn anlamõ ile örtüşmeyen yeni bir ta- nõmlamadõr. Bu uygulama, eğer gerçekleşir- se, sendika sayõsõna tavan yaptõracak, işyer- lerinde işverenlerin kurduracağõ sarõ sendi- kalarõ mantar gibi çoğaltacak, meslek sendi- kacõlõğõ da, eğer yapabilirlerse, aynõ anda bir işyerinde birden çok toplusözleşmenin uy- gulanmasõnõn kapõsõnõ açacak ve işyerine kar- maşa ve son derece sakõncalõ iç çekişmeleri getirerek, işyerlerinde çalõşma barõşõnõ yok edecektir. Asõl önemli sorun, işyeri sendi- kalarõdõr. İşverenler gerçek sendikacõlõğõn ge- tireceği parasal yüklerden kaçõnmak için kendi işyerlerinde güvendiği sadõk işçilere iş- yeri sendikasõ kurduracak; fakat bu işyeri sen- dikasõnõn işkoluna ki yüzde 1 barajõnõ aşma- sõ asla mümkün olmayacak, dolayõsõyla o iş- yerinde toplusözleşme yapõlamayacaktõr. İş- kolunda kurulu bir sendika da, işkolunda yüz- de 1 üye kaydetme barajõnõ aşsa bile, işyerinde çalõşanlarõn yarõdan fazlasõnõ üye yapama- yacağõ için, o da o işyerinde sözleşme yapa- mayacaktõr. Böylece toplusözleşme sistemi kilitlenecek ve ülkemiz, toplusözleşme ya- pamayan sendikalar ülkesine dönüşecektir. Dünyanõn hiçbir yerinde böyle bir sendikal düzen yoktur ve olamaz da... Federasyon ku- ruluşu da, sendikalarõn kafa ve kasa birliği- ni yok edeceğinden, ülkemiz için son dere- ce sakõncalõ bir kuruluş türüdür. Türk-İş’e düşen görev Öyle görünmektedir ki Konfederasyonla- rõn en büyüğü ve önemlisi olan Türk-İş ken- di hazõrlattõğõ ve son derece olumlu ve ger- çekçi olan sendikalar ve toplusözleşme yasa taslaklarõnõ Çalõşma Bakanlõğõ’na ve AKP hü- kümetine kabul ettirememiştir. İşte bu nok- tada Türk-İş’in tarihten ders almasõ ve top- lusözleşme düzenini yok etmek, sendikalarõ kâğõttan kaplana dönüştürmek isteyen AKP önünde eğilmemesi gerekir. İşçi sõnõfõnõn ta- rihine Saraçhane Mitingi diye geçen ve ya- kõn zamana kadar sendikalarõn duvarlarõnõ boydan boya kaplayan bu mitingin fotoğ- raflarõnõ Türk-İş yöneticilerine hatõrlatmak is- teriz. 27 Mayõs yöneticileri, 1961 Anayasa- sõ’na sendika, grev, toplusözleşme yapma hak- larõnõ koydurmuş fakat uzun bir süre bu ya- salarõ çõkarmamõştõr. 1961 yõlõ Aralõk ayõnda 48 sendikadan oluşan İstanbul Sendikalar Bir- liği ve Türk-İş Saraçhane’de bu yasalarõn çõ- karõlmasõnõ isteyen bir miting düzenlemiş ve bu mitinge 300 bin işçi katõlmõştõr. İşçi sõnõ- fõnõn gücünü ve kararlõlõğõnõ gören Hükümet, 274 ve 275 sayõlõ yasalarõ çõkarmakta gecik- memiştir. Türk-İş sendikacõlõkta yüz ağartan yeni bir düzen kurulmasõnõ istiyorsa, bunu Anka- ra’da masa başõnda oturarak yapamayacağõ- nõ artõk anlamõş olmalõdõr. İşçi hareketine ye- ni bir Saraçhane Mitingi gereklidir. Türk-İş; AKP’nin ciddiye almadõğõ Türk-İş’in ve iş- çinin gücünü AKP’ye kanõtlamalõdõr. Sendikacõlõkta Yeni Dönem ve Saraçhane Mitingi Dr. Engin ÜNSAL Tek-Gõda İş Sendikasõ Genel Başkan Danõşmanõ Türk-İş sendikacõlõkta yüz ağartan yeni bir düzen kurulmasõnõ istiyorsa, bunu Ankara’da masa başõnda oturarak yapamayacağõnõ artõk anlamõş olmalõdõr. İşçi hareketine yeni bir Saraçhane Mitingi gereklidir. Türk-İş; AKP’nin ciddiye almadõğõ Türk-İş’in ve işçinin gücünü AKP’ye kanõtlamalõdõr. …Ve kadõnlar, bizim kadõnlarõmõz: korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamõz, avradõmõz, yârimiz… Nâzım Hikmet K adõnõn yeri tarih boyunca daima bir “sosyal sorun” olagelmiş ve bugün iletişim çağõnõ yaşadõğõmõz şu gün- lerde de devam etmekte ve yine uzun yõllarda da devam edecek gibi gözükmektedir. Ger- çekte cinsiyet ayrõmõndan kaynaklanan bu so- run, insanlõk tarihinin gelişim sürecinde ka- dõnõn sadece, daima döl–çocuk doğuracak bir obje olarak görülmesi temeline dayanmak- tadõr. Çünkü kadõnõn toplumdaki yeri (tari- hi materyalizmin işaret ettiği ve tabii ki yi- ne kadõnõn kendi sosyopolitik ortamõyla iliş- kili olarak) göreceli bir şekilde değişse de bu- gün nerdeyse tüm dünyada da pek farklõ de- ğildir ve sosyal konumu ne olursa olsun ken- disinin kadõn olduğu hatõrlanmakta ya da ha- tõrlatõlmaktadõr. Bugün bu tespit aşağõ yukarõ ne yazõk ki tüm dünyada olduğu üzere ül- kemizde de geçerliliğini sürdürmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün, çoğu ülke- lerden önce bizim kadõnlarõmõzõ toplumda yü- celten ve toplumda “sosyal anlamda” daha çok yer almasõ konusunda çabalarõ; (geç kal- mõş gibi gözükse de; belki de daha önce ya- põlmasõ gereken devrimleri göz önüne aldõ- ğõmõzda) genç Cumhuriyetimizin daha onun- cu yõlõnõn ertesinde; 1934’te seçme ve seçilme hakkõnõn verilmesiyle vücut bulmuştur. Bu önemlidir; çünkü bu sadece seçim hakkõyla ilgili bir “usul” getirimi değil; 1926 tarihli Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesiyle bir- likte kadõnõn artõk hukuken bir anlamda “eşit yurttaş” konumuna gelmesinin ifade- sidir. Ancak bugün gelinen noktada kadõn- larõmõzõn hangi “pozisyonda” bulundukla- rõ ve daha doğrusu hangi “pozisyonu” ar- zuladõklarõ ya da maruz bõrakõldõklarõ dikkate şayan bir gerçektir. Çünkü şu türban olayõ- nõn nasõl bir mesele olduğu ve nasõl kulla- nõldõğõ; ve nasõl malum çevrelerce dayatõldõğõ gün gibi ortadadõr. Kadınların mücadelesi Geçenlerde Ankara’da gerçekleştirdiğimiz Türk Gastroenteroloji Derneği’nin yõllõk kon- gresi vardõ. Kongre oturumlarõndan birinin de başlõğõ “Hem Kadın Hem Hekim Olmak” diye nitelendirebileceğimiz bir toplantõydõ. Toplantõda konuşmacõlar, daha öğrencilik yõllarõndan bu yana hekim olmanõn ve daha- sõ gastroenteroloji uzmanõ olma sürecindeki yõllar içinde hem kendi iş ortamlarõ hem de ai- lelerinde ortaya çõkan–çõkabilen sorunlarõ, di- ğer ülkelerdeki benzer konumdaki hekimler- le kõyaslayarak paylaştõlar ki bunlar sadece he- kim ve gastroenteroloji uzmanõ olan kişiler- di. Hekimliğin başka dallarõnda kuşkusuz çok daha farklõ boyutlarda; ama yine kadõn ol- manõn getirdiği “benzer sorunlar”, belki de çok daha ağõr şartlarda yaşanõyordu. Toplantõnõn konuşmacõlarõndan biri de Türkiye’de Kadõn ve Hekim Olmak Üzerine... Prof. Dr. Sebati ÖZDEMİR İÜ Cerrahpaşa Tõp Fakültesi Öğretim Üyesi meslektaşõm Dr. Hülya Hamzaoğlu idi. O da kendi öznel deneyimleri- ni büyük bir içtenlikle aktarõrken ve konuşma- sõnõ noktalarken Nâzım Hikmet’ten bir bölüm okuduğu “Yaşama Da- ir” şiiri oldukça etkile- yiciydi. Tabii ki bu şiir umutsuzluk içindeki in- sanlarõn her ne koşulda olursa olsun mutlaka ya- şama sarõlmasõna dair “güçlü bir pasif dire- nişte” bulunmasõ gerek- tiğini ifade ediyordu. An- cak, bugün gelinen nok- tada unutulmamalõdõr ki ne olursa olsun; bu top- lumda daha 30’lu yõllar- da genç Cumhuriyetimi- zin kadõnlarõmõza verdi- ği (ama bugün aslında sosyal anlamda; sonuç- ta şekil ya da hukuk yönünden kaybettiği) yerlerini korumak ve da- ha da yüceltmek için yi- ne kadınlarımız müca- dele edecektir ve etmeli- ler de!.. Ve çünkü bunu yapa- cak olan, yine “bizim olan” kadõnlarõmõzdõr!.. Kadõnlarõmõz bunu, Nâ- zõm’õn şiirinde olduğu üzere “Kurtuluş” için ayõn altõnda yürüyen kağ- nõlarla; –ama inatla– ses- sizce yürüyen “kadınla- rımız” gibi yapacaklar- dõr!.. Ama mutlaka!.. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle