18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 9 KASIM 2009 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN [email protected] DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Filistin Sorunu Bir Kez Daha ‘Sil Baştan!’ Birleşik Devletler’in çiçeği burnunda başkanı Barack Obama 9 Ekim 09’da Barış Nobeli ile ödüllendirildiğinde “Bu ödülü barışa eylem çağrısı olarak kabul ediyorum” demişti. 4 Haziran’da Kahire’de Arap dünyasına yönelik ünlü konuşmasına ise “Selamünaleyküm” sözcükleriyle başlamış ve sözlerini “Amerika İslama karşı savaşta değildir, hiçbir zaman da olmayacaktır” diyerek sürdürmüştü. Ayrıca salt bununla da yetinmemiş barış elini dünyanın tüm ülkelerine uzatmıştı. Selefi W. Bush’un iki iktidar döneminde Arap dünyasıyla ne tür ilişkiler içinde olduğu anımsandığında yeni başkanın bu sözleri Ortadoğu ve dünyanın çok sayıda sorunlu bölgesinde barış umutlarının bir kez daha gündeme gelmesine yol açmış, özelIikle de bilmem kaçıncı kez yarı yolda bırakılan ve Ortadoğu barışının anahtarı sayılan Filistin sorununda, bu kez somut ilerlemeler sağlanacağı izlenimi yaratmıştı. Nitekim Başkan Obama, Kahire konuşmasından günümüze İsrail’in aşırı sağcılarla koalisyon yaparak iktidara gelen sağcı Netanyahu hükümetine, görüşmelerin önemli köşe taşlarından biri olan yeni yerleşimlerin en azından dondurulması konusunda yaptığı ciddi baskılara karşın başarılı olamadığı gibi bu konuda Natanyahu ve aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigador Lieberman’ı ikna edememiştir. Böylece yeni barış süreci de tıpkı W. Bush’un Annapolis’te 2005 yılının sonuna kadar bir Filistin devletinin kurulacağına ilişkin barış planı gibi kesin başarasızlıkla sonuçlanacağa benzemektedir. Şu farkla ki W. Bush Olmert iktidarının yeni yerleşimlerin dondurulması konusundaki direncini kırmak yerine İsrail’in işgali sürekli kılmaya yönelik yeni yerleşimlerin gerekli olduğu tezi konusunda ‘ikna’ olarak bizzat başlattığı barış görüşmelerinin bu kez kendi eliyle rafa kaldırılmasını sağlamıştır. Buna karşılık Obama da yeni yerleşimler konusunda aylardır sürdürdüğü ısrardan vazgeçerek, deyim yerindeyse Dışişleri Bakanı Hillary Clinton aracılığıyla ‘havlu atmak’ zorunda kalmıştır. Ancak şu farkla ki: Bayan Clinton havlu atmış görünse de bunu barış görüşmelerinin yeniden başlaması için yaptığını ileri sürmektedir. Zira yerleşim sorununun Filistinlilerce önkoşul olarak ileri sürülmesi İsrail’e göre barış görüşmelerinin yeniden başlamasını engellemektedir. Bu açıdan bakıldığında yerleşim sorununun önkoşul olmaktan çıkarılması ve bu önemli sorunun görüşmeler ilerledikçe ele alınması, Bayan Clinton’a göre barış görüşmelerinin yeniden başlamasının sağlanmasında önemli bir kazanımdır. Bu konuda İsrail’e ne ölçüde güvenileceği sorusunu olumlu yanıtlamak güç. Zira İsrail’in yerleşimler konusundaki uzlaşmaz tutumunu görüşmeler sürecinde yumuşatacağıyla ilgili herhangi bir belirti ufukta görünmüyor. Nitekim Doğu Kudüs’te olduğu gibi Batı Şeria’da işgal altındaki topraklarda yerleşimler bütün hızıyla sürmektedir. 1993 barış sürecinde duraklayan kolonizasyon, ikinci İntifada öncesinde 200 binken bugün 267 bini aşmıştır. Doğu Kudüs’te de durum aynıdır. 2000 yılında 172 bin olan yerleşimci sayısı 2003’te 184 bine yükselmiştir. Batı Şeria’nın üçte biri kolonların ve askeri üslerin işgalindedir. Buna Doğu Kudüs’teki yerleşimcilerin sayıları da eklendiğinde işgalci kolonların toplam sayısı 2.5 milyon Filistinliye karşı 450 bin gibi ürkünç düzeylerdedir. Filistinlileri birbirinden ayıran, onlara yıllardır Tanrı’nın her günü cehennem azabı çektiren ‘Utanmasız Duvar’ ve yüzlerce geçiş noktası inşaatları ve kendi vatanlarında göçmen yüzbinlerce Filistinlinin dramı gibi aksamadan sürmektedir. Görüşmeler yerleşim sorununu sürece bırakarak başlasa bile İsrail’in 1967’de işgal ettiği Filistin topraklarının tamamında Doğu Kudüs başkentli ve İsrail’le yan yana yaşayacak bağımsız bir Filistin devletinin Tel Aviv tarafından kabul edilebileceği olasılığı ne ölçüde inandırıcıdır. İsrail’in bu konuda iyi niyetli olduğu söylenemez. Zira bu yönde küçük de olsa olumlu bir işaretten eser yoktur. Obama ise İsrail’e barış yönünde baskıdan vazgeçmiş görünmektedir. Başı başka sorunlarla derttedir. Dahası İsrail’e diş geçirmek konusunda özürlüdür. Öte yanda İsrail’in Gazze’nin onarılmasıyla ilgili yardımları engellemeye devam etmektedir. Gazze’de okullar penceresizdir. İsraiI saldırısı sırasında hasar gören cam çerçeveden yoksun 170 okulda binlerce ilkokul çocuğu İsrail’in ambargosu yüzünden soğukta ders yapmak zorundadır. İşgal altındaki topraklarda işgalcinin ve yerleşimcilerin denetiminde olan su, Filistinlilere dirhemle verilmektedir. Daha vahim olan İsrail’in yaşamsal önemdeki suyu ‘stratejik bir silah’ olarak kullanması ülkenin su kaynaklarının tümüne el koyarak Filistin halkını susuz bırakmasıdır. Örneğin İsrail yönetimi Batı Şeria yerleşimcilerine yılda 1000 metreküp su tahsis ederken Filistinlilere yılda 137 metreküp suyu bile çok görmektedir ki bu, açık bir insan hakkı ihlalidir. Öte yandan İsrail su konusunda ‘hydrodiplomasi’yi de başarıyla yürütmekte hayli beceriklidir. Örneğin son zamanlarda, daha çok Arap dünyasına şirin görünmeyi amaçlayan esastan uzak sanal gerginliğe karşın Türkiye ile askeri işbirliğinin yanı sıra su konusunda da işbirliği içindedir. Diğer taraftan Filistin Otoritesi Başkanı Mahmut Abbas’ın başkanlık seçimlerinde aday olmayacağını açıklaması ise barış konusunda bir başka düş kırıklığının işareti sayılmaktadır. Anlaşılan o ki, ‘Barışın yol haritası’ bir kez daha aşılması güç engellerle karşı karşıya görünmektedir. İtalya’da domuz gribi ülkenin bölünmüşlüğünü de simgeliyor: Kuzeyde aydõnlanmacõ felsefe güneyde hurafeler hâkim Bir kara büyü olarak grip FRENCESTO MERLO Napoli kardinali şehrin koruyucu azizi Gennaro’nun domuz gribi virüsünden daha güçlü olduğuna kanaat getirmiş. Milano’nun Kardinali ise Duomo’yu (katedral) karantinaya almaktan yana davrandõ ve Milano’nun koruyucu azizi Ambrogio ile domuz gribi virüsü arasõnda karşõlaştõrmaya gitmedi. Napoli’de inananlar barõşõ simgeleyen bir davranõş olarak tokalaşõrken, Milano’da Duomo’da el sõkõşmak yasak. Bizi kuşatan domuz gribi de, İtalya’nõn ikiye bölündüğü gerçeğini hatõrlatõyor. Kuzeyde aydõnlanmacõ felsefe güneyde hurafeler hâkim. Aslõnda gerek Milano gerekse Napoli ve Ukrayna’da alõnan uygulamalarda yürek hoplatan ve komik bir taraf var. Dün gece Kiev’de olduğu gibi oynanan futbol karşõlaşmasõnda maske kullanõlmasõ mantõksal bir tercih miydi yoksa batõl inançlarõn bir sonucu muydu? Koskoca bir salgõnõn karşõsõnda yüzü küçük bir bez parçasõyla örtmek Napoli’nin emanet edildiği Azizi Gennaro’ya güvenmekten farklõ değil. Gerçekte grip virüsünü bulaştõrmamak adõna maske kullanmak şakalaşmak adõna eşe dosta boynuz işareti yapmaktan çok da farklõ değil. Dünya Sağlõk Örgütü’nün tahminleri yönünde Napoli’yi vuran grip salgõnõna dair felaket tahminleri yapõlacak olsa İtalya’da koruyucu azizlerin en sevileni olduğu kadar en çok hedef gösterileni de olan Aziz Gennaro bu karmaşadan zararlõ çõkar. Aziz görevini yerine getiremeyecek olsa, önce ona inananlar bela okur. Milano usulü aydõnlanmacõ felsefenin de halkõn eleştirisine uğrayacağõna şüphe yok. Bu arada Roma usulü faşist selamõn 1918 yõlõnda 40 milyon insanõn yaşamõnõ alan İspanyol gribi sõrasõnda tokalaşmanõn sağlõklõ olmadõğõ gerekçesiyle doğduğunu anõmsayalõm. ‘Yoksul bir ölüm’ Çok eski çağlardan bu yana grip araştõrõlan ve tanõnan bir hastalõk olduğu için insanlõk halen kolaylõkla bulaşan bu “kara büyüden” nasõl korunacağõnõ bilemiyor. Öte yandan grip, binlerce yõllõk korkulara, felaket teorilerine eşlik eden hayali, bilinmeyen bir hastalõk değil. İnsanlõğõn tarihinde her mekânda ortaya çõkabilen bir veba ve koleraya oranla grip, sanõldõğõ kadar güçlü ve ürkütücü bir hastalõk değil. Bu nedenle hiçbir yazar gribe ve gribin kurbanlarõna, veba, sõtma, verem, siroz ve AIDS gibi hastalõklara adandõğõ gibi bir roman adamadõ. Grip nedeniyle yaşama veda etmek, ‘yoksul bir ölüm’, hiç kimse kendine gripten ölmeyi yakõştõramadõğõ için aptalca ve sürpriz bir ölüm. Grip yazarlarõ ve şairleri yok ne yazõk ki, ama gribin karanlõk güçleri var... 2009 İtalyasõ’nda, cadõlar, büyücüler, medyumlar, batõl inançlõ Katolikler var. Bunlarõn gücü aşõdan, okullarõn kapatõlmasõndan ve tõp biliminden daha etkili kamuoyu üzerinde. Ç.N.: İtalya’da domuz gribine bağlõ ölümler, en çok Napoli’nin de bulunduğu güneyde, Campania bölgesinde yaşanõyor. İtalyancadan çeviren Aslı Kayabal (La Repubblica, 5 Kasım 2009) Virüs bilimi, tahmin edildiği gibi tõbbõn en oynak dallarõndan biri ve grip anlamõna gelen ‘influenza’ sözcüğü astrolojik kökenli bir kelime. İnfluenza, genelde bilim ve astronominin büyüsel kökenlerine gönderme yapõyor. Bir başka deyişle influenza sözcüğü insanlarõn geleceğini belirleyen yõldõzlar için kullanõlõyordu. Gizemli bir hastalõk gibi kötü bir etki yaratõyordu. Türk marşında Ukrayna notaları SERGEY KORSUNSKİY (*) Bizim açõmõzdan Türkiye, sadece popüler bir tatil yeri değil, bunun çok daha ötesinde, milyarlarca dolarlõk iş hacmimizin olduğu, özel öneme sahip bir ülkedir. IMF Ukrayna Misyonu’nun başõnda Ceyla Pazarbaşıoğlu gibi bir Türk’ün bulunmasõ, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Başkan Yardõmcõlõğõnõ Mevlüt Çavuşoğlu’nun; UEFA Başkan Yardõmcõlõğõnõ Şenes Erzik’in yürütmesi, Türkiye’nin de ağõrlõğõnõ bizim için arttõran unsurlardandõr. Fakat Türkiye’nin bizim açõmõzdan en önemli özelliği, Orta Asya ve Hazar petrolünün ve doğalgazõnõn Avrupa’ya naklinde kilit ülke haline gelmesidir. Bakû-Tiflis- Ceyhan petrol boru hattõnõn devreye girmesinden sonra ağõrlõğõ iyice artan Ceyhan limanõ; Kerkük petrollerinin, Mõsõr ve Irak doğalgazõnõn gelmesiyle birlikte, dünyada sadece Basra Körfezi’ndeki limanlarla karşõlaştõrõlabilecek bir ağõrlõğa sahip olacaktõr. Bu yõl, gerek petrol, gerekse doğalgaz olsun, enerji güzergâhlarõ alanõnda son derece önemli anlaşmalarõn imzalandõğõ bir yõl oldu. Fakat, petrolün kolay taşõnabilir olmasõ onu daha “global” bir enerji kaynağõ kõlarken ve tüketici ülkelere kaynak çeşitlendirmesi imkânõ sağlarken, doğalgazõn bu kadar kolay nakledilebilen bir enerji kaynağõ olmamasõ, bir taraftan onu daha “yerel” bir kaynak haline getirirken, diğer taraftan, doğalgaz boru hatlarõnõn inşasõ konusunu, petrol boru hatlarõnõn inşasõna göre çok daha önemli bir konu olarak karşõmõza çõkarõyor. İçinde bulunduğumuz dönemde, Avrasya coğrafyasõndaki enerji kaynaklarõnõn Avrupa’ya taşõnmasõnda -mevcut ve planlanan hatlarla birlikte- üç ana güzergâhõn öne çõktõğõnõ görüyoruz: Kuzey güzergâhõ (Kuzey Akõmõ ve Yamal-Batõ Avrupa), merkez (Ukrayna üzerinden) ve güney (Türkiye üzerinden, Nabucco, Mavi Akõm, Mavi Akõm-2) güzergâhlarõ. Bu güzergâhlarõ ele aldõğõmõzda, Rusya’dan Almanya’ya Baltõk Denizi’nin altõndan inşa edilmesi planlanan Kuzey Akõmõ hattõnõn hayata geçirilmesinin çevresel nedenlerden kaynaklanan engellere takõlmasõna karşõlõk, Güney hattõnõn karşõsõnda, başka türlü sorunlar duruyor. Yõlda 63 milyar metreküp doğalgaz taşõmasõ hedeflenen Güney Akõmõ hattõnõn Türk karasularõndan geçmesi konusunda Rusya ile Türkiye, yakõn zamanda anlaşmaya vardõ. Nabucco’yu önleme amaçlı Rusya, Güney Akõmõ ile Nabucco projelerinin kesinlikle birbirine rakip olmadõğõnõ söylese de, Güney Akõmõ projesinin oluşturulma amaçlarõndan birinin Nabucco’yu önlemek olduğu anlaşõlõyor. Zira Balkanlar’da ve Orta Avrupa’da Nabucco hattõnõn getirdiği ve Gazprom’un doğalgazõna alternatif bir doğalgazõn bulunmasõ, Gazprom’un kesinlikle arzu edebileceği bir şey değildir. Bazõ çevreler, Nabucco projesinin gerçekleştirilemeyeceğini söylüyorlar; oysa aynõ şey Bakû- Ceyhan petrol boru hattõ için de söyleniyordu bir zamanlar, ama bu proje, gerçek oldu. Rusya, Güney Akõmõ’nõ gerçekleştirmek için her türlü çabayõ gösterse de, proje bedeli olarak belirtilen rakamlar ve projenin geneliyle ilgili diğer bazõ hususlar, ancak sürrealist çalõşmalara konu olabilecek nitelikte. Zira, öncelikle, gerekli 20-25 milyar dolar nereden bulunacak? Ayrõca, inşa edilecek olan boru hattõ, Karadeniz’in en zorlu bölümlerinden nasõl geçirilecek? Bu konuda, projenin sahipleri de dahil olmak üzere, kimsenin bir şey bildiği yok. Peki, Rusya, bu konuda, üstelik de Türkiye’yi de işin içine çekerek, neden bu kadar çaba gösteriyor? Güney Akõmõ’nõn gerçekleştirilme amaçlarõndan biri, Nabucco’yu önlemekse, diğeri de, Ukrayna’yõ Rus egemenliği altõna almaktõr. Küresel kriz, bu yõl enerji tüketimini azalttõ ve bunun sonucunda Gazprom zarara uğradõysa da, bu durum, eninde sonunda değişecek. Gazprom, krizle birlikte Avrupa’da küçülen pazarõnõ yeniden büyütmek, kaybettiği müşterilerini yeniden bulma çabasõnda. Bu esnada da, Ukrayna’da durumun “kontrol altında” olduğunu bilmek istiyor. Türkiye ile Ukrayna’nõn enerji alanõnda çõkarlarõnõn çatõşõr gibi görünmesine karşõlõk, aslõnda çõkarlar, kesinlikle örtüşüyor. Öncelikle, Nabucco hattõ, sõnõrlõ kapasitesi itibarõyla, Ukrayna’dan geçen mevcut doğalgaz hattõna alternatif olma niteliğini taşõmõyor. Oysa Güney Akõmõ’nõn gerçekleşmesi durumunda, Rusya ve Orta Asya doğalgazõnõn Avrupa’ya nakledilmesinde ciddi tercih değişiklikleri olabilir. İkincisi, Nabucco hattõ, Balkanlar’a ve Orta Avrupa’ya alternatif doğalgaz sağlayacağõ için, buralarõn Rusya’nõn etki alanõndan kurtulmasõnõ kolaylaştõracak. Ayrõca Nabucco, Avrupa’da doğalgaz fiyatlarõnõn ucuzlamasõnõ sağlayacağõ için bu durum, Ukrayna’nõn Rusya’yla ilişkilerine ve Rusya’dan alõnan doğalgazõn fiyatõna son derece olumlu yansõyacaktõr. Ukrayna ile Türkiye’nin enerji alanõnda çõkarlarõnõn uyuştuğu bir diğer nokta da, Samsun-Ceyhan petrol boru hattõ projesidir. Karadeniz bölgesinden petrolü güneye aktarma üzerine tasarlanmõş olan bu hattõn ters yönde çalõştõrõlmasõ durumunda, Kerkük petrolleri Karadeniz bölgesine nakledilecek, bu da, Kerkük petrolünü işleme tekniğinin bulunduğu Ukrayna’da petrol fiyatlarõnõn düşmesini sağlayacaktõr. Ukrayna, bütün bu projelere, teknik destek verebilir. Bu nedenlerle, Ukrayna açõsõndan hayati önemde olan bir konu, Türkiye’yle diyaloğu hem üst düzeyde hem de uzmanlar düzeyinde canlõ tutmak ve sõnõrlarõmõzõn yanõbaşõnda gerçekleşen jeopolitik projelere seyirci kalmamaktõr. (*) Ukrayna’nõn Ankara Büyükelçisi Ukraynacadan çeviren: Deniz Berktay (Dzerkalo Tijniya gazetesi, 25 Ekim 2009) Türkiye’nin Ukrayna açõsõndan en önemli özelliği, Orta Asya ve Hazar petrolünün ve doğalgazõnõn Avrupa’ya naklinde kilit ülke haline gelmesidir. Bakû-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattõnõn devreye girmesinden sonra ağõrlõğõ iyice artan Ceyhan limanõ; Kerkük petrollerinin, Mõsõr ve Irak doğalgazõnõn gelmesiyle birlikte, dünyada sadece Basra Körfezi’ndeki limanlarla karşõlaştõrõlabilecek bir ağõrlõğa sahip olacaktõr. Enerji alanõndaki çõkarlar çatõşõr gibi görünmesine karşõlõk, aslõnda örtüşüyor İngilizce’yi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH ? Gramer, konuşma, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık ? İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview) hazırlık Bahariye-Kadıköy / İstanbul 0532 701 80 41 - (0216) 418 94 51 Hipertansiyon, böbrek sağlığınızı tehdit eder. 03-09 KASIM 2009 ORGAN BAĞIŞ HAFTASI 0212.557 70 70 / www.tbv.com.tr Kalbinizi Koruyun TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle