22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 KASIM 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yakın Tarihin Filmi ANTALYA Şenliği’nde Zeki Demirkubuz’un “Kıskanmak” filmi ödül alamadı; yalnız Nergis Öztürk, haklı olarak, en iyi “kadın oyuncu” seçildi. Oysa, 1930’ların Zonguldak yaşamına oturtulan film, en azından bu niteliğiyle, çok daha başarılı olabilirdi. Parasal olanakları bol, sanatçı rol dağılım seçeneği daha zengin olan bir ülkede böyle bir konuyu ele alanların nasıl bir film çekebileceklerini düşünmekten kendini alamıyor insan. Çünkü o dönemin toplumunu ustaca gözlemleyen Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı romanında işlenen konu, olay açısından ilginç ve yapılandırma bakımından sağlam. Öyle bir konu, o tarih dilimine ve o coğrafyaya film olarak çok daha iyi yerleştirilebilirdi. Demirkubuz, olanakların darlığına kurban gitmişe benziyor. Elbet oyuncu seçimi ve oyun niteliği bahislerine girmek, bu sütunun haddi değildir. Ama en azından Cumhuriyetin sosyal tarihindeki o dönemin ilginç yönlerini ve hele Zonguldak gibi kentin kendine özgü yanlarını filme yansıtmaya yeterince özen gösterilmemiş gibi geliyor seyredenlere. Zaten filmcilerimizin ve televizyon dizisi yapımcılarının tarihsel konuları işleyişlerindeki belgesel titizlik eksikliği henüz giderilmiş kusurlarımızdan sayılamaz. Kostümlerde, yer seçiminde ve dekorda hemen sırıtan yanlışlar çok olur genellikle. Amerikalı filmcilerin ya da BBC rejisörlerinin bu konudaki özenleri yanında bizdeki kusurlar daha da batıcı olmakta. Ama, “Kıskanmak”taki konu, uzak dönemlerin derinliklerinde değil, yakın tarihin kolay erişilebilir yakınlığında yaşanıyor. Dolayısıyla madenci lambalarındaki başkalık, ocak ağızlarının ve yeni dekovil vagonlarının farklılığı gibi ayrıntılar filmin gerçekçiliğini azaltıyor. Hepsinden daha önemli olan, Zonguldak’taki sosyal özelliğin dolaylı biçimde de olsa, filme tam aktarılmamış olmasıdır. Orası, “minyatür sanayi devrimi” denebilecek bir geçmişi Türkiye’de ilk yaşamış olan yer: Eskiden köy bile olmayan yerde bir madenci kentinin doğması, ülkenin çeşitli köşelerinden çalışmaya gelen insan kozmopolitliği ve yeni doğan biraz karışık bir orta sınıf. Filmde ara sıra gösterilen aşırı makyajlı hanımların sigara içmesi, “Şirket”ten ve Fransızlarla gemi konsomatrislerinden söz edilmesi, hele birkaç masadan ibaret tenha bir “Cumhuriyet balosu”nun canlandırılması o havayı vermeye yetmiyor. Ama filmin hemen bütün sekanslarında sürekli yağmur yağıyor olması mekân gerçekliğine uygun doğru bir ayrıntı olmuş. Oralı yazar İrfan Yalçın’ın deyimiyle, dinmez yağmurların “yorgun kenti” ancak öyle anlatılabilirdi. Böyle bir filmin çekilmiş olması, cumhuriyetçi yaşamın ilk yıllarını anlatma açısından yabana atılmayacak bir girişimdir. Olgunluk aşamasına gelen Türk sinema sanatının geniş olanaklarla ilginç sosyal tarih konularına da el atabileceğinin habercisi olarak Demirkubuz’u kutlamadan durabilir misiniz? mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Vatan?.. ‘Vatan’ kavramı Osmanlı’da 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında oluşmaya başladı; ondan önce ‘mülk’ vardı... Ulus kavramını da 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde bellemeye başladık... Namık Kemal ‘Vatan şairi’ diye önce bilinçlere sonra belleklere yazıldı: “Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi.. yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun..’’ Ne var ki Namık Kemal Osmanlı mülkünde ‘vatan’ı dile getirmekle imparatorluğu parçalamaya dönük bir edebiyat yapmıyor muydu?.. Tarihsel süreçleri kesin sınırlarla birbirinden ayırmak çok güçtür, belki de olanaksızdır; ama, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra verdiğimiz ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kendimizi bir vatanda uluslaşmış olarak bulduk... Çağdaşlaşmanın da gereğiydi bu aşama; her iki kavram da Fransa’nın ‘Aydınlanma Devrimi’nde oluşmuş, sonra dünyaya yayılmıştır... Üstelik vatan (yurt) ve millet (ulus) sürecimizin pekişmesi yalnız bizim bilincimizde yaşanan bir serüven değildir; dünya âlemde dost düşman, ‘Lozan Konferansı’nda bu aşamayı uluslararası bir belgeye bağlamak zorunda kaldı... Oysa elâlemin gerçek niyeti bozuktu... Bozuk niyetin belgesi Sevr’dir.. Lozan’da da iyi niyet değil, zoraki onay vardır... ‘Mülk’ten ‘vatan’a geçtikten sonra, tek yurt bize yetmediğinden, bir aşamaya daha yönelmekten kendimizi alamadık... Bir vatanla yetinmedik.. Üç vatanımız oldu.. Biri ana-vatan: Orta Asya!.. İkincisi vatan: Türkiye!.. Üçüncüsü yavru-vatan: Kıbrıs!.. Hepimiz çok vatansever olduğumuzdan üç vatanımız olmasına şaşılmaz... Ne var ki bu vatanlardan Orta Asya zaten vaktiyle elden çıkmıştı; daha doğrusu biz onu terk etmiştik.. Yavru vatan Kıbrıs’a bir türlü doğru dürüst sahip olamadık.. Geriye kaldı Türkiye.. Yani Anadolu!.. Gidişata bakarsanız bu vatanımız da elden çıktı, çıkacak... Sevr’den bu yana Anadolu’yu Türklere çok görenler artık göz göre göre birleşmiş durumdalar.. Lozan artık tu kaka!.. İçerde buna yakın bir hava var, toplumda garip rüzgârlar esiyor... Millet ya da ulus üzerine de yorumlar ilginç mi ilginç... İslamcı diyor ki: “- Ulus yok, ümmet var..” Entel diyor ki: “- Ulus devletin modası geçti..” Dışardan ve içerden esen rüzgârlar bir yönde birleşiyorlar.. Ne dersiniz?.. Yoksa Namık Kemal’le başlayan vatan öyküsü Tarih Baba’nın beşiğinde görülmüş kısa bir düş müydü?.. (15 Nisan 2006 tarihli yazısı) G eçen günlerde basõnda yer alan bir habere göre Çevre ve Orman Bakanõ Veysel Eroğ- lu, bir konuşmasõ sõrasõnda şöyle demiş: “Diğer husus- lara gelince efendim: Yortanlı için… Bi- liyorsunuz, Yortanlı’da tarihî bir Paşa Ilı- cası kaplıcası var ama burada iki tane ta- rihî unsur vardı: Bir mozaikler, bir de ‘Peri Kõzõ’ adıyla bir heykel çıktı, bir de sütunlar var. Geri kalanın tarihî bir şe- yi yok. Bunları biz aldık, tamamen Peri Kızı’nı Bergama Müzesi’ne teslim ettik. Sütunlar zaten yerinde kalıyor. Koruma Kurulu özellikle bu alanın tekrar kille kaplanması şeklinde bir karar verdi. Ona göre projeler yapılıyor. İnşallah bu onaylandıktan sonra biz hemen kille kaplayacağız ve neticede burada su tu- tacağız…” Kabul etmek mümkün değil Sayõn Bakan’õn, mozaikler ve (Peri Kõzõ dediği) Nymphe dõşõndaki buluntular için, “Geri kalanın tarihî bir şeyi yok…” de- mesini hiçbir şekilde kabul etmek mümkün değil. Öncelikle Sayõn Eroğlu, kendisini ar- keologlarõn, uzman kişilerin yerine koymuş oluyor. Ayrõca, Allianoi antik kentinin sa- dece yüzde 20’sinin gün yüzüne çõkarõla- bilmiş olduğu gerçeğini bilmezlikten geli- yor. Sayõn Bakan, henüz kazõlmamõş olan yüzde 80’lik bölümde ne kadar çok ve önemli tarihi eserin bulunabileceğini; baş- ka hiçbir yerde rastlanmamõş tõp aletlerinin çõkarõlabileceğini nasõl görmezlikten gele- biliyor!.. Bu çok güçlü olasõlõklarõ nasõl da yok sayabiliyor?! Bu saptamayõ yaptõktan sonra, konuya bir de farklõ bir açõdan yaklaşalõm. Kendisine, “Sayın Bakan! Yortanlı Barajı’nın su tut- ması için bu aceleniz nedendir?” diye sor- sak; büyük bir olasõlõkla, “Tarım alanla- rının sulanması için istiyoruz barajı” der. Ve ardõndan, Yortanlõ Barajõ’nõn yapõ- mõnõn gecikmesinden dolayõ, (tarõm alanlarõ sulanamadõğõ için) yõllar içinde ne kadar çok zarar edildiğinin sayõmõnõ, dökümünü yap- maya başlar; ortaya büyük rakamlar koyar. Bu “zarar”õn sorumlusu olarak Allianoi sa- vunucularını gösterir. Oysa aslõnda durum çok farklõ. Uzun yõl- lar DSİ Genel Müdürlüğü görevini yürüt- müş olan Sayõn Eroğlu’na bu görevi sõra- sõndaki süreçle ilgili bazõ anõmsatmalarda bulunmak isteriz: Allianoi Girişim Gru- bu’nca 2005’te açõlan ve “Tarihi Dava” olarak anõlan ilk davanõn konusu, “Allia- noi’nin Yortanlı Barajı suları altında kalmasının önlenmesi için projede de- ğişiklik yapılması ya da aks yerinin de- ğiştirilmesi konusundaki (Girişim Gru- bu’nca yapõlan) başvuruyu reddeden DSİ Genel Müdürlüğü ilgili Daire Baş- kanlığı’nın 12 Mayıs 2005 tarihli Ka- rarı’nın iptali”ydi. İzmir 2. İdare Mah- kemesi, tüm çabamõza karşõn davamõzõn reddine karar vermişti. Temyize götür- düğümüz bu mahkeme kararõ hakkõnda Danõştay 6. Daire, 22.05.2009’da Bozma Kararı verdi. Danõştay 6. Daire’nin, bu tarihi Bozma Kararı, Yortanlõ Ba- rajõ’nõn gövdesinin, aks yerinin yeniden tartõşõlmasõnõn önünü açmõştõr. Eğer DSİ bizimle inatlaşma içine girmemiş, başvu- ru dilekçelerimizi dikkate alarak Yortan- lõ Barajõ’nõn aks yerini o yõllarda (2005) tekrar gözden geçirmiş ve baraj aks yeri- ni değiştirmiş olsaydõ, Allianoi kurtarõlmõş olacaktõ. Baraj da çoktan su tutmuş ve bölgenin su- lama gereksinimi için kullanõlõyor ola- caktõ. Bu nedenle, Bergama köylüsüyle, Al- lianoi antik kentini kurtarmak isteyen çevreleri karşı karşıya getirmeye çalışan yetkilileri kınıyor ve şunu söylemek isti- yoruz: Esas olarak kendileri (DSİ), 2005’te yaptığımız başvurularımızı dik- kate alıp, “Baraj aksõ’yla ilgili yeni işlem tesis etmedikleri için”, vebal altındadırlar. “Daha büyük hacimli bir baraj” istemekten vazgeçselerdi, ihtiyacı karşılayacak bo- yutta bir baraj çoktan hizmet veriyor ve üstelik Allianoi antik kenti de kurtarılmış olacaktı. Kamuoyu yanıltılıyor Yetkililer, yöre halkõnõ, köylüleri ve ka- muoyunu yanõltmaktan vazgeçmelidir: Ta- rım alanlarının sulanamamasından doğan zararın esas sorumlusu DSİ’dir. Kaldõ ki, DSİ’nin ve ne yazõk ki Kültür Bakanlõğõ’nõn da, Yortanlõ Barajõ’nõn bir an önce su tutmasõ yolundaki çabalarõ, gerçekçi değildir. Çünkü baraj gövdesi tamamlanmõş olsa da sulama kanaletleri henüz ortada yok. İhale bile edilmedi. Uzmanlara göre kanaletlerin yapõmõ yõl- larca sürecek. Bu nedenle, Yortanlõ Bara- jõ’nõn su tutmasõ konusunda son günlerde ge- rek Çevre ve Orman Bakanõ’nõn gerekse (ne yazõk ki) Kültür ve Turizm Bakanlõğõ’nõn da aceleci bir tutum içine girmiş olmalarõnõn al- tõnda yatan nedir, merak ediyoruz. Danıştay’ın son kararı Kültür ve Turizm Bakanlõğõ’na, barajlar- dan değil tarihi ve kültürel eserlerden so- rumlu Bakanlõk olduğunu anõmsatmak is- teriz. 2001’de 1. Derece Arkeolojik Sit olarak tescil edilmiş olan; dünyanõn en eski ve en iyi korunmuş hidroterapi (suyla tedavi) mer- kezlerinden biri olan ve çeşitli uygarlõklar- ca korunarak bugünlere gelen 1800 yõllõk Roma çağõ õlõcasõnõ, 50 yõllõk ömrü olan bir baraja feda etmek, kabul edilebilecek bir şey değildir. Kaldõ ki, Danõştay 6. Daire’nin son Bozma Kararõ’yla, baraj gövdesinin yeri ye- niden tartõşmaya açõlmõştõr. Bu karar, Al- lianoi’nin baraj sularõ altõnda bõrakõlmamasõ gerektiğine işaret etmektedir. Durum böyleyken, Sayõn Bakan Eroğ- lu’nun, bu önemli hukuksal gelişmeyi gör- mezlikten gelip; kendisini kültürden sorumlu bakan yerine koymasõnõ, “İnşallah bu (ya- pılan) projeler onaylandıktan sonra biz hemen kille kaplayacağız ve neticede burada su tutacağız” şeklinde bir açõkla- ma yapmasõnõ hayret ve üzüntüyle karşõla- dõk. İnsanlık mirası Allianoi, bir insanlõk mirasõdõr. Bugüne de- ğin açmõş olduğumuz 12 ayrõ dava sür- mektedir. Hukuksal süreç devam ederken bir oldubittiyle Allianoi’nin sular altõnda bõra- kõlmasõ, yetkililer için büyük bir sorumlu- luk doğuracaktõr. Bu yanlõşa düşmeyecek- lerini umut etmek istiyoruz. Allianoi’nin yok edilmesi, bu çağda, bu coğrafyada yaşayan bizler için büyük bir utanç olacaktõr. Böylesi bir tarih ve doğa cinayetine izin vermeyeceğiz. Gelecek ku- şaklara, çocuklarõmõza bunu hiçbir şekilde anlatamayõz. Kõzõlderililerin, “Biz bu dünyayı ço- cuklarımızdan ödünç aldık!” sözünü unutmamalõyõz. Bir gün dünyanõn herhan- gi bir yerinde, bir yabancõnõn, “Siz, Allia- noi’nin çamurlara gömülerek yok edildiği ülkedensiniz, değil mi!” şeklindeki ağõr ve haklõ suçlamasõyla karşõlaşmak istemiyoruz. Bu utancõn ne bize ne de çocuklarõmõza yaşatõlmasõna izin vermeyeceğiz. Allianoi, Yortanlõ Barajõ’na Kurban Edilemez Alime MİTAP Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Allianoi, bir insanlõk mirasõdõr. Bugüne değin açmõş olduğumuz 12 ayrõ da- va sürmektedir. Hukuksal süreç devam ederken bir oldubittiyle Allianoi’nin sular altõnda bõrakõlmasõ, yetkililer için büyük bir sorumluluk doğuracaktõr. Bu yanlõşa düşmeyeceklerini umut etmek istiyoruz. Düşünmeyi Öğretmek Ü lkemizde bugüne değin ortaöğretim izlencelerindeki derslerin öğretimi ko- nusunda değişik görüşler ileri sürüldü. Öğretim yöntemlerinin yetersiz- liğinden, en çok da ez- berciliğin bütün okulla- ra egemen olmasõndan yakõnõldõ. Bu sorunlar güncelliğini giderek ar- tõrdõ. Öğretilen bilgiler araç sayõlõp bir türlü dü- şünme etkinliğinde kul- lanõlamadõ. Oysa ortaöğretimden sonra yükseköğretim sürdürecek gençlerin bil- giden önce düşünmeyi öğrenmiş olmalarõ ge- rekiyor. “Bilgi amaç de- ğil araçtır” yargõsõ, bu düşünceden türemiş bir özlü sözdür. Bir yük- seköğretim dalõnõ seç- miş öğrenciye o dal için gerekli bilgileri, o bili- min öğretim elemanlarõ yeterince verecektir. Bu nedenle öğrencilerin or- taöğretimden yükseköğ- retime, düşünmesini öğ- renmiş olarak geçmele- ri gerekir. Yükseköğretim ele- manlarõnca da sõnav ka- zanarak bölümlerine ge- len lise çõkõşlõ öğrenci- lerin Türkçe yetersizli- ğinden yakõnõlõyor. Türkçe yetersizliği, öğ- rencilerin düşündükle- rini doğru dürüst söyle- yememelerinden, yaza- mamalarõndan ileri geli- yor. Düşünebilmek ise, başta anadilimizin çok iyi bilinmesini gerekti- riyor. Bunun için Türkçe ça- lõşmalarõnda, özellikle kalem kullanõlmalõdõr derslerde. “Kalem yaz- ma aracı olmaktan çok, düşünme aracı- dır” sözü de buradan geliyor. Hiç kuşkusuz öteki derslerde, mate- matikte, sosyal bilgiler- de, fen bilgilerinde de düşünmeyi öğretirken başlõca aracõmõz yine Türkçedir. Bir üniversitenin ma- tematik-fen bölümünün kõrk öğrencilik bir sõnõ- fõnda öğrencilere: “Ba- yağı kesirlerin topla- ma – çıkarma işlemle- rinde paydalar eşitlenir de, çarpma – bölme iş- lemlerinde paydalar neden eşitlenmez” so- rusu sorulmuş; bir tek öğrenci bile doğru yanõt verememiş bu soruya. En yaygõn atasözleri- mizden “Ak akçe kara gün içindir” atasözü- müzün anlamõ da kitap- larda, sözlüklerde yanlõş açõklanõyor. Öğrenciler fen konu- larõndan da öğrendikle- riyle düşünsel sorunlar üzerinde düşündürül- melidir. Örneğin yer çe- kimi konusu işlendikten sonra öğrencilere “Mer- divenden çıkarken ne- den öne doğru eğili- riz? İnerken de neden geriye doğru dikiliriz” diye sorulduğunda, öğ- rencilerin buna işlenen konudan yararlanarak doğru yanõt vermeleri beklenir. Aksi durumda konu öğretilmemiş, ez- berlenilmiş sayõlõr. Bu durum karşõsõnda derslerimizde her konu- yu, kimi kez önceden, kimi kez de konuyu iş- ledikten sonra düşünsel sorularla öğrencileri yoklamak, öğretim et- kinliğimizin sonucunu değerlendirmek gerekir. Bu tür sorularla öğret- men olarak kendi ken- dimizi de denetlemek olur bu tutum. Celil ALTINKültür Kolejleri Eğitim Danõşmanõ Çengelköy 0216 308 56 30 Altunizade 0216 474 73 00 Maslak 0212 346 08 00 Ataköy Balkan Beylikdüzü 0212 422 08 04 Kad›köy 0216 641 33 33 Balmumcu 0212 227 47 62 33.850 35.410TL 33.850TL 2 2 +1 YIL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle