02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 EYLÜL 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Şaşkınlık HER NE KADAR modası geçti ve geçerliği kal- madı dense de, Fransız Devrimi’nden beri siya- sal tutumları ayırt etmek ve sınıflandırmak bakı- mından hâlâ yararlanılır sağ-sol terimlerinden. “Dü- zen olduğu gibi kalsın” diyorsanız sağcısınızdır; aksini söylemekle yetinmeyip hep iyiye, doğru- ya, güzele doğru gidilsin diyorsanız solda sayı- lırsınız. Sosyal sınıf, dinsel inanç gibi bir yığın baş- ka etken de bu ayrımı etkiler ama eksik ya da ka- baca da olsa, ayırım terminolojisi aşağı yukarı bu- dur. Ama zaman zaman işin içine “vatanseverlik” ya da “düşmanlık” gibi duygusallıklar girince, bu çe- şit ayrımların belirsizleştiği, düşüncelerle duy- guların birbirine karıştığı da olmuyor değildir. Şu günlerde Gürcistan kapışmasının ardından Rusya’yla ticarette buna benzer bir durum yaşanmakta galiba. Dış ticaretten sorumlu dev- let bakanı, yüz ifadesinden de anlaşılıyor ki, ilk gençliğinden kalma duyguların etkisiyle sağını so- lunu şaşırmış, ne yapacağını ve diyeceğini kes- tiremiyor. Ona özgü bir tutum değil bu. Halkımızın büyük çoğunluğunda Rusya’ya ilişkin, neredeyse gen- lere işlemiş ters bir duygusallık var. Tarih eğiti- mimizin “Moskof savaşları”ndan ve Soğuk Sa- vaş’ın ilk yıllarındaki “Stalinci komünizm” tehdi- dinden kalma bir korku, İstiklal Harbi günlerinin dayanışmasını gölgeliyor, ilişkilere soğukkanlı ve nesnel bakmayı, daha iyiye ve doğruya gidişi en- gelliyor. Bakan’ın diyalogdan önce hemen mi- sillemeyi düşünmesi bundan olsa gerek. Dış politikadaki duygusallıkları ve önyargıları de- ğiştirecek olan, geçici olaylardan etkilenme- den sürdürülen tutarlı uygulamalardır. Bu açıdan, Sayın Tüzmen’in aksine hükümetin bütününce sergilenen akılcı tutumun doğruluğunu kabul etmek gerekir. Ancak şimdiki bu tutumun içtenliğini zedeleyen ve Moskova’nın davranışını da etkilemiş olduğu anlaşılan bir başka nokta var: AKP iktidarının baş- langıçtan beri ABD’nin bölgedeki politikasına ge- nel olarak destek vermesi, hatta bazı durumlar- da taşeronluk izlenimini yaratmış olması. Irak Savaşı’ndaki “tezkere” olayı bu izlenimi sil- meye yetmediği gibi, İran-ABD ilişkilerindeki iyi niyetli tutum da yetmiyor. Böyle olduğu içindir ki, “Kafkaslar’da istikrar”a yönelik yeni örgütlenme formülleri oluşturma ya da Nixon’un Çin’e dönük masatenisi seferine ben- zer biçimde Erivan’a maç seyretmeye gitme gi- bi çabalar, beklenenin aksine yeni kuşkular uyandırmakta. Bu bakımdan, “bir adım önde ol- mak” diye özetlenebilecek olan “hiper aktif” gi- rişimler, dıştan bakanların gözünde olsa olsa, ABD’nin ve AB’nin hoşuna gitme çabaları olarak algılanmaya mahkûmdur. AKP, Türk devletinin böyle algılanışından rahatsız olmayabilir; ama bil- melidir ki toplumdaki duyarlı kesim bundan çok rahatsızdır. [email protected] PENCERE Mevlana ve Konya... “Sarhoşum, sarhoşum, birinin sarhoşuyum.. Şarap içtim, şarap içtim, birinin elinden şarap içtim.. Kadeh gibi beni kırdı ve hemen doldurdu.. Onun kırışı boşuna değildir; belli ki bir kırdıran var...” Yukarıdaki dizeler “Hazreti Mevlânâ’nın Ru- baileri” (Şefik Can - Kültür Bakanlığı Yayınları) ki- tabından 2011 sayılı dörtlüğü oluşturuyor... Geçenlerde bu köşede Mevlana’dan birkaç ru- baiyi yayımlayınca bir dostum: - İnanamıyorum, demişti, Mevlana içkiye, şaraba, sarhoşluğa böylesine meylediyorsa neden bu- günkü Konya’da içki içilecek bir yer yok?.. Sorunun yanıtını aramadan önce Mevlana’dan ve aynı kitaptan birkaç güzel rubaiyi daha sun- makta yarar var... “Bugün, sarhoşça bir dönüp dolaşayım.. Bugün başımın kâsesinden şarap kadehi, içki bardağı yapayım.. Bugün, bu şehirde hiç durmadan sarhoş sarhoş gezeyim.. gezeyim de deli divane etmek için bir akıllı arayayım.” Soru: Mevlana’nın sarhoş sarhoş gezmek istediği şe- hir Konya mıdır?.. Bir rubai daha: “Sevgilinin uğrunda gururu terk eden Benlikten geçerek kendini alçaltan cana yemin ederim Onun aşkıyla, güzelliğiyle mest olan başa yemin ederim... Beni, bir elimde sevgilinin eli, öbür elimde kadeh ile gördükleri.. O mutlu ân’a yemin ederim..” “Haram olan içki ile dolu öyle bir kadehi var ki sorma.. Can düşmanı, fakat öyle latif bir şarapla dolu kadehi var ki sorma.. Benim önüme öyle ham bir şarap getiriyor ki sorma.. Beni öyle bir adla çağırıyor ki sorma..” Mevlana’nın dörtlüklerinde ham sofuluk yoktur; gönülden gönüle insan sevgisinin hoşgörülü sar- hoşluğundan nasibini almış şiirin dizeleri vardır... 13’üncü yüzyılda yaşadı Mevlana, Belh’te doğdu, Konya’ya yerleşti... Neden?.. Bir yandan Moğol istilası uç veriyordu; ama, asıl neden Belh’teki İslamda ağır basan katı bağ- nazlıktı... Namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar kırbaç- lanıyordu... Özgür düşünceleri nedeniyle Mevlana’nın bu ta- assup ortamında rahat yaşayabilmesi olanak- sızdı... O dönemde Anadolu’da her türlü düşünce hoş- görüyle karşılanıp tartışılabiliyordu... Mevlana bu nedenle Konya’ya yerleşti... Peki, bugün Konya’da her türlü düşünce ra- hatça tartışılabiliyor mu?.. Bir kadeh şarap içilecek yer bulunmayan bugünkü Konya Mevlana’nın rubailerine yakışıyor mu?.. K ara Kuvvetleri Komutanlõğõ (KKK) ve Genelkurmay Baş- kanlõğõ devir teslim törenlerin- de yeni komutanlar düşüncele- rini açõkladõlar. Aslõnda bu ko- nuşmalar sadece yeni komutanlarõn değil, tüm Türk Silahlõ Kuvvetleri’nin (TSK) görüşle- rini yansõtan düşünce ve tavõr olarak değer- lendirilmelidir. Türk Silahlõ Kuvetleri, Türkiye Cumhuri- yeti’nin kuruluş felsefesine dayalõ temel il- kelere sahip çõkmanõn iç siyasetle ilişkisi ol- madõğõnõ, tamamen ilkesel bir davranõş ol- duğunu belirtmiştir. Bir başka önemli nokta, yeni Kara Kuv- vetleri Komutanõ Orgeneral Koşaner ile ye- ni Genelkurmay Başkanõ Org. Başbuğ’un ko- nuşmalarõnõn, zincirin halkalarõ gibi birbiri- ni tamamlayan nitelikte oluşudur. Bu konuşmalarõn dikkatle ve derinlemesi- ne okunmasõ ve tahlil edilmesi gerekiyor. Çünkü Genelkurmay Başkanlõğõ görevini üstlenen Org. Başbuğ’dan sonra, o önemli ma- kama, 2010 yõlõnda Orgeneral Koşaner ge- lecek ve 2012 yõlõna kadar aynõ düşünce sis- temi TSK’de egemen olacaktõr. Bu konuşmalarõn temel noktasõ Kara Kuv- vetleri Komutanõ Org. Koşaner’in aşağõdaki tespitinde yatmaktadõr: “Türk Silahlı Kuvvetleri, ulus devlet, üni- ter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir. Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak iç siyasetle ilgili değildir.” Genelkurmay Başkanõ Org. Başbuğ’da aynõ noktalara kesin bir tavõrla vurgu yap- mõştõr. Türkiye’nin kuruluş felsefesinin temel di- reklerini ulus devlet, üniter devlet ve laik dev- let olarak sõralayan yeni Genelkurmay Baş- kanõ Org. Başbuğ, özellikle laiklik ilkesi üze- rinde durarak “Laikliğin TC’nin kuruluş fel- sefesinin temel direği olduğunu” hiçbir kuş- kuya yer bõrakmayacak bir biçimde açõkça be- lirtmiştir. Org. Başbuğ’un konuşmasõ aynõ zamanda tarihsel, sosyo-ekonomik ve siyasal açõdan bir durum değerlendirmesidir. Biz bu yazõmõz- da, Org. Başbuğ’un konuşmasõndaki son derece önemli olan küreselleşme, alt-üst kimlik, asimetrik savaş konularõna değin- meyeceğiz. Konumuz yukarõda belirtildiği gi- bi “Türkiye’nin kuruluş felsefesi” ve “te- mel direkleri”dir. Türkiye’nin doğuşu ve gelişimini ele ala- rak bir değerlendirme yapan Org. Başbuğ, 1923’te Türkiye’nin kuruluşunun bir devrim olduğunu belirtmiş ve bunu Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği bir “mucize” ola- rak vurgulamõştõr. Burada, kimi siyaset adamlarõna, kimi din- ci ve hilafetçi yazarlara, kimi ikinci Cum- huriyetçilere, kimi dõş mihraklara verilmiş çok önemli bir yanõt vardõr. Türkiye Cumhuri- yeti’nin kuruluşunu bir türlü hazmedemeyen iç ve dõş oluşumlara, siz Atatürk’ü bõrakõn Müslüman dünyasõna dönün, İslam dünya- sõnõn lideri olun biçiminde kuramlar ortaya ko- yanlara kesin bir karşõ çõkõş vardõr. Konuş- manõn bu bölümü böyle okunmalõdõr. Org. Başbuğ özellikle Türkiye’nin kuruluş felsefesinin koruma ve kollanmasõnda TSK’nin her zaman taraf olduğunu bir kez da- ha açõkça belirtmiştir. Türkiye’nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu, bu nitelikle- rinin değiştirilemeyeceğini belirten Baş- buğ, şu değerlendirmeyi yapõyor: “Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temel direklerinden biri olup Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin de temel taşıdır. Anayasa Mahkemesi’nin, anayasayı resmen yo- rumlamaya yetkili tek organ olarak, la- ikliğe ilişkin yapmış olduğu yorumlar, la- ikliğin anlamının ortaya konulmasında vazgeçilmez kaynaktır. TSK’nin laikliğe ilişkin vazgeçilmez duruşu, anayasanın 24. maddesinde açıkça ifade edilmiştir.” Devletin sosyal ve hukuki temellerini kõs- men de olsa din kurallarõna dayanõlamaya- cağõnõ 24. maddede açõkça belirtilmiştir. Org. Başbuğ böylece, laiklik ilkesini ken- dilerine göre yeniden tanõmlamak isteyenle- re yanõt vermekte, anayasanõn 24. maddesinin geçerliliğini bir kez daha vurgulamaktadõr. Sosyal Devlet ve Tarikatlar Org. Başbuğ ayrõca laiklikle demokrasinin sağlam bir temele dayandõğõnõ, “laiklik” il- kesinin Türk demokrasisinin itici gücünü oluş- turduğunu vurgulamõştõr. Böylece Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararlarõnõn TSK tarafõndan kabul gördüğü de belirtilmiş olmaktadõr. Org. Başbuğ’un sosyal devlet ve tarikatlar üzerindeki değerlendirmesi de son derece önemlidir. Org. Başbuğ bu konuda şunlarõ söyledi: “Sosyal devlet niteliğinin zayıflamasının toplumları cemaatleşmeye ittiği de bir ger- çektir. Bu kapsamda giderek güçlenen ba- zı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmakta- dırlar.” Bu paragrafta sosyal devlet politikalarõndan yapõlan sapmalar ele alõnmakta, sosyo-eko- nomik bir analizle, holdingleşen, güçlenen ve bürokrasiye giderek egemen olan tarikat oluşumlarõna gönderme yapõlmaktadõr. Bu hususlar TSK’nin, Türkiye’nin en ya- kõcõ tartõşmalarõnõ içeren konulardaki görüş- lerini hiçbir tereddüte yer bõrakmayacak bir biçimde ortaya koymaktadõr. Kuruluş Felsefesi Bu konuşmalarda sõk sõk ortaya konan Tür- kiye Cumhuriyeti’nin “kuruluş felsefesi” kav- ramõ çok önemlidir. Zaten Anayasa Mahke- mesinin iptal ettiği “Türban Davası” da, AKP’nin kapatõlma davasõ da işte bu TC’nin kuruluş felsefesine dayanmaktadõr. Bu kuruluş felsefesi Milli Mücadele’nin sürdüğü sõrada Birinci TBMM tarafõndan kabul edilen 1921 Anayasasõ’nda yer almõştõr. Daha sonra 1924 Anayasasõ’nõ yapan kurucu iradenin temel dü- şüncesidir. Daha sonra 1961 ve 1982 anayasasõnda da tekrar tekrar kabul edilmiştir. Anayasamõzõn ilk 4 maddesinde yerini almõştõr. Bu neden- le Org. Başbuğ’un bu işareti tamamen ana- yasa çerçevesindedir. Bu konuşmalarõn üzerinden henüz birkaç gün geçti. Konuşmanõn etkisini dağõtmak için dönekler, yeni mandacõlar, AB vakõflarõndan fonlananlar, bölücüler kõyõsõndan köşesinden bu konuşmayõ eleştirmeye başladõlar. Demokratikleşmeden, demokrasilerde si- lahlõ kuvvetlerin böyle konuşmamasõ ge- rektiğinden dem vuruyorlar, özellikle TC’nin kuruluş felsefesi olgusunu ele alarak bu fi- kirlerin geçmişte kaldõğõnõ, eskidiğini ileriye sürüyorlar. O zaman bu tatlõ su demokratlarõna sade- ce bir kaç soru sormak gerekir: feodalitenin hâlâ geçerli olduğu bir başka demokrasi var mõ? Tarikatlarõn bürokrasiyi sardõğõ, öğren- ci yurtlarõnõn üçte ikisini elegeçirdiği, MEB’na egemen olduğu bir başka demokrasi var mõ- dõr? Demokrasi sadece dört yõlda bir yapõlan bir seçim midir? Ne yaparlarsa yapsõnlar, laik Türkiye Cum- huriyeti’nin sonsuza dek yaşamasõ ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin titizlikle korunmasõ gereğini yurtseverlerin kafasõndan silemeyeceklerdir. TC’nin Kuruluş Felsefesi ve TSK... Alev COŞKUN “Türk Silahlõ Kuvvetleri, ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasõnda her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir. Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çõkmak iç siyasetle ilgili değildir.” Yaşadõğõmõz Günlerde ‘Montreux’ T icaret gemilerinde çok eski bir gelenektir. Ge- miciler, tayfa takõmõ ge- minin kaptanõna (süvari de de- nilir) “Beybaba” derler. Süva- riden alt düzeydeki ikinci, üçün- cü, dördüncü kaptanlar ise ona “Efendim” diye hitap ederek konuşur, Beybaba da onlara “Efendi kaptan” derdi. Şimdi de bu gelenek hâlâ bu şekliyle mi yaşõyor bilmiyorum. Çünkü “Tüfek icat oldu, mertlik bo- zuldu” misali “Konteynır icat oldu, gemilerin ve limanların şiiri yok oldu”. Neredeyse di- reklerine kadar dağlar gibi yõ- ğõlõ yüzlerce konteynõr ile Bo- ğazlardan geçen dev gemilere hiç alõcõ gözü ile baktõnõz mõ? Hiç gemiye benzer bir taraf- larõ var mõ? İçinde bin bir şey yüklü ya da düpedüz bomboş olan o kocaman kutularõ gü- verte altõ hacmi bittikten sonra tüm güvertesini de kaplayacak şekilde üç dört hatta beş sõra üst üste yükleyen o garip şeylere bazen “yüzen dev tabutlar gibi” benzetmesinin yapõlma- sõnõ doğrusu hiç de yadõrgamõ- yorum. Konteynõrõn deniz en- düstrisine girmesinden sonra gemilerin ve de limanlarõn ne şiiri kaldõ bence artõk ne de o gi- zemli nostaljisi. Aynõ değişimin gemi içi hiyerarşisindeki yõlla- rõn birikimi olan gelenekler, dengeler ve güzelliklere yansõ- mõş olduğunu söyleyenlere de rastlõyorum şimdilerde. Aslõnda yazõmõzõn konusu bunlarla pek ilgili görünmüyor. Ama bundan otuz kõrk yõl ön- celeri bizim kuşak denizler- deyken aynõ gemide birlikte çalõştõğõmõz bir “Beybaba” var- dõ. Her hali ile gerçek bir ge- mici babasõ, bizler için ise he- pimiz için örnek bir kaptandõ, uzak yol kaptanõ. Çok okuyan, kitaplarõ oku- mayõ seven biriydi. Onlarla oluştuğu anlaşõlan zengin bir altyapõsõ vardõ. Seyirde olma- dõğõmõz zaman yabancõ dilde olanlar dahil günde mutlaka birkaç gazete okur, güncel olay- larõ izler ve her açõdan değer- lendirirdi. Sonralarõ devlete ait dünya çapõndaki -çoktan özel- leştirildi- işletmenin en üst dü- zey görevlerinde birlikte çalõ- şõrken davet edildiğimiz yurt- dõşõndaki uluslararasõ denizci- lik toplantõlarõna katõlõrdõk. İşte çok yõllar önce o kõyõla- rõ olmayan denize göçüp gitmiş bu değerli denizci, “Lozan”dan sonra Türk Boğazlarõna, Tür- kiye bakõmõndan onurlu bir re- jim, uluslararasõ denizcilik açõ- sõndan da ilgili ilgisiz başka devletlerin itiraz edemeyecek- leri bir disiplin getiren “Mon- treux Antlaşması”ndan yeri geldikçe aramõzda söz edilirken “Aman çocuklar, aman, Mon- treux’yü gündeme getirme- yin. Bu konuda çok dikkatli ve temkinli olun” derdi hep. Nedenini sorar gibi bakardõm gözlerine, “Neden olacak” der- di, “Her çıkacak fırsatta su- landırmak, kurcalamak ve delmek için bekleyenler var da ondan, derdi ve hep de var olacaklar.” İngiliz, Osmanlõ mülkünün parçalanmasõ, “Hasta Adam”õn üzerindeki ameli- yatlarda senaryonun oldum ola- sõ başrol oyuncusu olagelmiş- tir. Bazen ortalõkta görünür, bazen sisler arkasõnda işini yü- rütür. Boğazlarla en çok o il- gilidir. En büyük parsa hep kendisi- nin olsun ister, onun yanõnda Fransõzõ, Yunanlõsõ, Rusu ve di- ğerleri hepsinin hesabõ başka, hepsi de oyunun içindedirler. Hiç kuşkusuz, Anadolu’daki faaliyetlerinin varlõğõ Kurtu- luş Savaşõ hatta Birinci Dünya Savaşõ öncelerine giden eski dostlar ise kimselerle paylaş- maksõzõn örtülü niyetlerini bu- günlere kadar taşõmõş durum- dadõrlar. Şimdi peşlerine ta- kõlmõş Montreux’ye taraf olan Karadeniz ülkeleri bile var üs- telik. Işõklar içinde yatsõn diyerek andõğõmõz o değerli denizcinin -bir politikacõ ya da diplomat değil- yõllar önce işaret ettiği ni- yetlerle Montreux’ye el uzat- mak, değişiklikler yapmak an- lamõnda girişimlere yönelebi- lecek olaylara tanõk oluyoruz bugünlerde. “Beybaba”yõ, o değerli denizciyi saygõ, sevgi ve hüzünlerle anõyorum. Sesi hâ- lâ kulağõmda gibi “Aman ha!”... Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar Kalbinizi Koruyun TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) Faks: (212) 212 68 35
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle