Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 3 AĞUSTOS 2008 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Obama Paris’ten geçti mi?
Yaz tatili nedeniyle koca şehir
bomboş. Güney İsveç,
küresel õsõnmaya bağlõ
görülmemiş sõcaklar yaşõyor.
Gidenler gitti. Kalanlar da
mayosunu, havlusunu alõp deniz
kenarõna koşuyor... Tembel
tembel etrafa bakõnõrken
Yugoslav Dragan çocuk
arabasõyla görünüyor. Yakõnõma
geldiğinde laf atõyorum: “Ne o
Dragan, çocuk bakma işi artık
sana mı kaldı, karın nerede?”
“Karım tatile gitti. Çocuğa ben
bakıyorum. O döndükten
sonra da çocuğu ona bırakıp
ben gideceğim” diyor.
Dragan’õn kendince haklõ bir
gerekçesi var. Geçen yõl,
çocuklarõyla birlikte
Yunanistan’a gitmişler. Çocuk,
sõcaklara dayanamamõş,
hastalanmõş, tatil hepsine zehir
olmuş. Bu yõl başka bir çözüm
bulmuşlar. Dragan, babalõk
iznine ayrõlmõş. Çocuğuna
baktõğõ süre içinde maaşõnõ
hastalõk kasasõndan alõyor. Eşi,
döndüğünde annelik iznine
ayrõlacak. Tatil sonrasõnda ikisi
çalõşmaya başladõklarõnda
çocuğu yuvaya verecekler.
Aile ortamõndan sõkõlan aile
bireylerinin ayrõ ayrõ tatil
yapmalarõ artõk doğal
karşõlanõyor. Bu kural, hafta sonu
eğlenceleri için de geçerli. Küçük
çocuklu ailelerde karõ-koca
eğlence yerlerine birlikte
gidemedikleri için bu işi sõraya
koyuyorlar. Bir hafta sonunda
kadõn, başka bir hafta sonunda
erkek evde çocuğa bakõyor.
Eğlenme, bazen gece yarõlarõna
dek sürebiliyor, kadõn ve erkek
eve dönmeyebiliyor, başka
biriyle sabahlayabiliyor. Bu tür
bir gecelik “kaçamaklar”
aldatma sayõlmõyor ve
hoşgörüyle karşõlanõyor.
Dragan’õn eşi İsveçli. Aynõ evde
yaşõyorlar, çocuk yapmõşlar, ama
resmi nikâha gerek duymamõşlar.
Anlaşabilen insanlar arasõnda
resmi nikâhõ bir bağlayõcõlõk
olarak görüyorlar.
Her şey çiftlerin istencine bağlõ.
İlişkileri yasal kõlõfa sokmaya
gerek duymuyorlar. İsveç’te son
yõllarda yaygõnlaşan ve insana
fazla bir yasal sorumluluk
getirmeyen bu tür evliliğe
“Sambo” diyorlar. Eşler, evde
ortak sorumluluk taşõyor.
Giderleri paylaşõyorlar,
birbirlerine borç veriyorlar, ama
herkesin cüzdanõ
kendine. Kimse
kimseden hesap
sormuyor... “Eşleri”
daha da bağõmsõz hale
getiren diğer bir
evlilik türünün adõ da
“Serbo”... Bu evlilik,
yönetim kolaylõğõ
bakõmõndan serbo
otomobillere benzetiliyor. Eşler
ayrõ evlerde yaşõyorlar.
Birbirlerinin gelir ve
giderlerinden sorumlu değiller.
Kadõn, bitmeyen isteklerini
sõralamõyor. Oturma salonunda
pijama ile maç seyreden bir
erkeğe tahammül etmek zorunda
kalmõyor. Duygusal olarak
birbirlerine bağlõlar. Birkaç gün
veya birkaç hafta arayla
birbirlerine konuk oluyorlar.
Sonra herkes evine. İsterlerse bu
ilişkiden çocuk da
yapabiliyorlar. Çocuk genellikle
annede kalõyor, baba çocuğun
giderlerine destek oluyor. Kadõn
ve erkek, ilişkilerine bir ad
koymadan uygun gördükleri
sürelerde birlikte yaşadõktan
sonra, isterlerse bu evlilik
türlerinden birini seçiyor veya
ilişkilerini aynen sürdürüyorlar.
Evleninceye dek bütün gençlik
heyecanlarõnõ yaşõyorlar.
Bastõrõlmõşlõk duygularõnõ
aşõyorlar. Komşunun
penceresinde, perdesinde gözleri
kalmõyor. Evlerinde perde bile
kullanmõyorlar. Yoldan geçerken
perdesiz evlerin içini rahatlõkla
görebilirsiniz. Tesadüfen perdeli
bir cama rastlarsanõz, bilin ki
orasõ bir yabancõ evidir. İsveçli
gençler 25-30 yaşlarõna doğru
evlenmeye, çocuk yapmaya
karar verdiklerinde, artõk
unlarõnõ elemiş,
eleklerini duvara
asmõş oluyorlar.
Aralarõnda dürüst
bir ilişki yaşõyorlar.
Çok kolay birlikte
oluyorlar ya da
ayrõlõyorlar.
Ülkede genelev yok,
bir kadõnla para
karşõlõğõnda birleşmek suç.
Kadõn, hoşuna gittiğiniz için
sizinle olur, cüzdanõnõzõn
şişkinliğine, arabanõzõn modeline
bakmaz. Evlenme ve boşanmalar
sõradanlaştõğõ için öyle gösterişli
düğün törenleri yaşanmaz.
İsveç’in hiçbir yerinde “düğün
salonu” tabelasõ göremezsiniz.
Belediyelerin nikâh salonlarõnda
nikâh kõyõldõktan sonra herkes
evine döner. Damat ve gelin,
isterlerse, arkadaş grubuyla bir
yerde eğlenirler. Öyle bizdeki
gibi aylar öncesinden başlayan
“gelinlik, damatlık”
koşturmacasõ da yoktur. Önemli
günlerde giyilen kostümlerin,
damat ve gelin giysilerinin
kiralandõğõ salonlar var.
Evlenme ve boşanma süreçleri
çok hõzlõ yaşanõr. Bir bakarsõnõz,
bugün evlenen çiftler, yarõn
boşanmõşlar, üçüncü gün yeni
sevgililer bulmuşlar. Başõnõz
döner, hõzlarõna yetişemezsiniz.
Bu karmaşada doğan çocuğun
kimliği de bazen sorun olur. Bu
durumda, çocuğun gerçek babasõ
DNA testiyle saptanõr. Nüfus
cüzdanlarõna anne ve baba adõ
yazõlmaz. Cüzdanda, ad, soyad,
kimlik numarasõ ve adres yer
alõr. Anne ve baba ile ilgili
bilgiler, nüfus idaresinin
arşivlerinde saklanõr.
İsveç’te boşanmak evlenmekten
daha caziptir. Belediye, boşanan
çiftlere mağdur olmamalarõ için
ev verir, eşya sağlar. Gelirleri
yetersizse kira yardõmõnda
bulunur, sosyal yardõm bağlar.
İsveç’te yaşayan hemen her çift
yaşamõnda bir iki kez kâğõt
üzerinde boşanõr veya “Acaba
biz de boşansak mı?” diye
aklõndan geçirir. O yüzden,
İsveç, dünyanõn boşanma oranõ
en yüksek ülkelerinden biridir.
Hileli boşanmalarõn farkõna varan
devlet, son yõllarda önlemler
alõyor. Boşanmõş görünen
çiftlerin evlerine sabaha karşõ
operasyonlar düzenliyor.
Ayrõlmõş görünen erkek, kadõnõn
yatağõnda pijama ile yakalanõyor.
Sahte boşanma yaptõklarõ
anlaşõlan eşler mahkemeye
verilerek daha önce yapõlan
ödemelerin geri alõnmasõ yoluna
gidiliyor. Ancak, bu yönteme
başvuranlar genellikle dar gelirli
ya da işsiz olduklarõ için devlet
hiçbir şeyi geri alamõyor.
alinergis@yahoo.se
Biliyorsunuz, Afrikalõlarõn gururu,
yoksullarõn umudu, gizli “Müslüman” ve
kayõtlõ vaftizli “Hıristiyan”, dünya
banliyölerinin gözdesi, Amerikan Rüyasõ’nõn
yeni “Mesih”i, Demokrat Parti’nin ABD
devlet başkanõ adayõ, karizmatik Illinois
senatörü Barack Obama geçenlerde bir
“uluslararası tanışma turu, tanıtım turnesi”
yaptõ. Ortadoğu ve Batõ Avrupa’ya bir göz
kõrptõ. Siyaset adamõ yeteneği, devlet adamõ
cevherine sahip olduğunu kendisini yalnõzca
televizyon ekranlarõ veya gazete başlõklarõ
aracõlõğõyla tanõyanlara boy göstermek
istiyordu. Haklõydõ da. Medyatik bir dünyada,
medyanõn gözünde, kamuoyunun nezdinde dört
dörtlük “olmak” zorunluluğu mevcuttu.
Ayrõca neme lazõm hoş bir adamdõ! İnce uzun
silueti, sürekli insani kõvrõmlarla kameralara
yansõyan samimiyet izlenimini güçlendiren
gülümsemesi cazibesini katmerleştiriyordu.
Üstelik hep “daha ve en”i bulmakta üstüne
olmayan Türk magazin basõnõnõn keşiflerine
bakõlõrsa müstakbel “first lady”, eşi Michelle
Obama, örneğin günümüz Jacqueline
Kennedy-Onassis adayõ Carla Bruni-
Sarkozy’den bile daha şõkmõş!..
Obama, Afganistan, Irak, Kuveyt, Ürdün,
İsrail, Filistin, Almanya ve İngiltere’yi ziyaret
etti. Bu arada Nicolas Sarkozy ile fotoğraf
çektirmek üzere Paris’e de uğradõ. Çok alõndõk,
çok!.. İnsan Berlin’de John Kennedy
edalarõyla “tarihi” konuşma yapar, sayõlarõ 200
ila 500 bin arasõ değişen bir kalabalõğõ coşturur,
onurlandõrõr da, Fransõz hayranlarõnõ bu
şereften nasõl mahrum bõrakabilirdi? Ayõp
ayõp... Halbuki kalõbõmõzõ basarõz, sevgili
“arkadaşı” Nikõlas onun için Concorde veya
Charles de Gaulle meydanõna yerleştireceği bir
kürsüyle iki meydan arasõndaki Champs
Elysées Bulvarõ’na en azõndan 1
milyon “Obamafil” hatta
“Obamanyak” toplayabilirdi.
Uzmanlarõ bilmiyordu ki, Obama
yeryüzünde Chicago, New York,
Washington gettolarõndan sonra en
fazla Lyon ve Paris varoşlarõ,
banliyölerinde popülerdi.
Danõşmanlar biliyordu, biliyordu
bilmesine de, 46 yaşõndaki Kenya-
Hawaii kõrmasõ, karizmatik Obama’nõn oylarõnõ
bizim Kuzey veya Kara Afrikalõ bebeler
vermeyecekti ki!
Seçim kampanyasõnõ “Değişim / Değiştirmek”
üzerine kuran Obama acaba ne denli ABD’yi
değiştirmeye hazõr, kadir ve kararlõydõ?
Amerikalõlar değişmeye ne denli istekliydi?
Son kamuoyu araştõrmalarõna göre, 3. ve 4.
Dünya’nõn (gelişmiş ülkelerin yoksullarõ için
bir zamanlar Fransa’da kullandõğõmõz deyim)
gönlündeki çok “parlak” adayla, “Irak’ta 100
yıl bile kalırız” diyebilen çok “karanlık”
cumhuriyetçi aday John McCain arasõnda topu
topu 3 puan (yüzde 47’ye yüzde 44) fark vardõ.
Seçimlerse kasõm ayõnda yapõlacaktõ.
Danõşmanlar çok iyi biliyorlardõ ki, verilen
şerbetin içeriği değildi önemli olan, nabõzdõ,
nabõz. Ve nabzõ belirleyen etkenler... Paris ve
Fransõz olsa olsa bu nabzõ düşürürdü.
Obama’nõn Paris’te uçaktan inişiyle, uçağa
binişi arasõndaki süre 2 saat.
Arkadaş’õ Nikõlas’la görüşme süresi
de 20 dakika. Doğal dekor Elysée
Sarayõ olursa daha hoş, fakat sonuçta
nerede görüştükleri pek de sorun
değil. Obama’nõn son yüzyõlõn en
Amerikancõ Fransõz devlet başkanõyla
boy boy görüntülerinin birkaç
aylõğõna da olsa kolektif belleklerde
yer etmesi gerek. Fransõzlarla değil...
Berlin’deki yüz binlerce Almanla afişe edecek
fotoğrafõ ortalama Amerikalõyõ olumlu
etkilerken, Obama’nõn değil yüz binler, birkaç
banliyölü Fransõz genciyle veya Paris
sokaklarõnda çekilmiş resmi “demokrat”
adaya seçim kaybettirebilirmiş. 2004’ün
demokrat adayõ John Kerry’nin Frankofilliği,
Frans(õzc)aseverliği Demokratlarõn yumuşak
karnõ Middle West’te vurmuş, talihsiz aday bu
“zaaf”õnõ pahalõ ödemişti. Danõşmanlar işlerini
biliyorlar... Bir de fitneler “kara” çalõp
Obama’nõn pek de netleşmemiş iktidar
programõ için “Fransız Modeli”nden
esinlenmiş, demiyorlar mõ! Olacak iş değil...
Geçtik Fransõzdan, genelde Amerikan
demokratlarõnõn zaman zaman Avrupa’ya,
Avrupalõ sosyal modellere yakõn olduklarõ
söylenir. İyimserler bu doğrultuda ipucu, kanõt
bile bulabilir. ABD, hani kamu adõna utangaçca
da olsa, toplumsal eşitsizliği pek kurcalamadan
az biraz vicdan borcu ödediği tek tük demokrat
başkanlar da tanõmõştõr. Fakat Obama’nõn
programõna göz attõğõnõz zaman, örneğin ne
idam cezasõna, ne ateşli silah kullanõmõna karşõ
bir tavõr görebilirsiniz. Değişim vektörü, varsa
yoksa dini (dinci) derneklerin toplumdaki
sosyal işlevinin arttõrõlmasõ... Bu arada
Vietnam Savaşõ ve Küba çõkartmasõ gibi
dönemleri de büyük oranda efsanevi (!)
demokrat başkan John Kennedy’ye borçlu
olduğumuzu unutmayalõm. Obama yine de
dünya yoksulunun ekmeği bir “umut”; Fransõz
banliyöleri, toplumu için devletin, meclisin,
ekonomik karar mercilerinde kendi
ötekilerinden, azõnlõklarõndan insan görebilmek
için yanõp tutuşanlara bir “idol”, bir “model”...
Ancak Washington Brookings Merkezi
araştõrmacõlarõndan, tarihçi Justin Vaïsse’nin
vurguladõğõ gibi, “Obama’nın kozu mu
dediniz? Bush olmamak...”
ugur.hukum@gmail.com
ALİ HAYDAR
NERGİS
MALMÖ
UĞUR HÜKÜM
PARİS
Brüksel’de bir hafta öncesine kadar
kaloriferler yanõyordu. Kõş kõyamet,
kara bulutlar, gök gürültüleri sağanak
yağmurlar eşliğinde…
Ne nazla gelir güneş buralara, nasõl
beklenir, ne büyük nimettir… Bunu
anlayabilmek için uzun ve yağmurlu kõşõ
gri bir gökyüzünün altõnda geçirmek
yetmez. Biz Türklerin tepesinde aylarca
põrõl põrõl parlayan güneşin değerini
bilebilmek için aradan kaçmõş birkaç
sõcak güne sevinerek temmuzun ortasõnõ
bulup, yaz günü kaloriferle õsõnmak, 12
ay kõşlõklarla yaşamak icap eder.
Güzel hava fasulye gibi nimetten sayar
kendini buralarda.
Bu yüzdendir ki, Brüksel’in kadõnlarõ
kõzlarõ, nadiren bulabildikleri güneşi
çõplak kollarõnda bacaklarõnda
şõmartmaya bayõlõrlar. Gökyüzü azõcõk
parladõ mõ soyunur insancõklar…
Geçenlerde böyle keyifli bir günde,
bikinili bir kadõn, işlek sayõlabilecek bir
caddede bahçesinin dõşõndaki kaldõrõma
taşmõş otlarõ temizliyordu. Elinde bahçe
eldivenleri güneşin altõnda çõplak bedeni
doğayla bütünleşmiş eğilip kalkarken
öyle huzurlu ve mutluydu ki.
Hayret! Bu seyirlik görüntü için
caddedeki arabalar birbirine
bindirmemişti… Pencerelerden yarõ
beline kadar sarkõp laf atan kimse yoktu.
Her nedense yavaşlayan bile yoktu
yoldan geçenler arasõnda.
Ben hariç.
Çok da acelem olduğu halde
yavaşlamõşõm farkõna bile varmadan.
Çiçekli bikinili kadõnõn terle parlayõp
güneşte pembeleşmiş, kõskanõlacak
güzellikteki duru beyaz bedenini,
başlarõnõ bile çevirmeden geçip giden
“erkek adamların” kullandõklarõ
arabalarõ, kadõna dirsek atmadan
yanõndan geçen delikanlõ grubunu,
kadõnõn elindeki yabani otlarõn arasõnda
kalmõş bikinisinin rengindeki sarõ kõr
çiçeklerini görecek kadar zamanõm
olmuş demek ki geçerken. Korna
sesleriyle kibarca uyarõlõnca neye
şaşõracağõmõ şaşõrmõş bir halde gaza
basmak gerekti…
Arkamda sõralanmõş taşõtlar, bu
görüntünün tadõnõ çõkarmaktansa,
yollarõna gitmek istemişler, bikinisiyle
eğilip kalkan güzel kadõna değil de,
bana “hadi”
demek için korna
çalmõşlardõ.
İzleyen saatlerde
“kadın
özgürlüğü”ne
dair kekremsi
düşünceler esir
aldõ aklõmõ.
Türkiye söz
konusu olduğunda Fransa
Cumhurbaşkanõ Sarkozy’nin ayaklarõnõ
yerlere vura vura söylediği “kültür
farkı, kültür farkı” sözleri yuvarlandõ
durdu zihnimde. Anlatmaya çalõştõğõ
aslõnda çõplaklõk karşõsõndaki “serin
duruş” mudur ki?
Bu ülkeden bana kalan kadõn meselesine
dair anõlar ne çok, ne kadar anlamlõ…
İslamabad İlahiyat Fakültesi mezunu
esmer güzeli Pakistanlõ Fahida ile
tanõştõğõmõzda başõ sõmsõkõ bağlõydõ.
Birkaç yõllõğõna, kocasõnõn elçilikteki
memuriyeti nedeniyle Brüksel’deydi.
Dindar bir kadõndõ. Birdenbire bir gün,
durup dururken beline kadar inen
simsiyah saç örgüsünün sõrtõnda
salõnmaya başlayõverdiğini görüp de
sormamak olmayacaktõ…
“N’oldu Fahida? Niye açtın başını?”
“Burada gerek yok kapanmaya.”
“Niye?”
“Kadınlar güzelliklerini korunmak
için örtünürler. Bu ülkede kadınlara
rahatsız edici nazarlarla bakılmıyor.
Erkeklerden korunmak için başımı
örtmeme gerek yok ki. Ama birkaç yıl
sonra Pakistan’a geri döndüğümde
büyük bir olasılıkla yine kapanmam
gerekecek…”
Erkek nazarlarõ… Belçika’daki
erkekler… hatõrladõm! Onlarla ilgili ilk
kayda değer bilgi 8 yõl önce Brüksel’e
taşõndõğõmõzda 10 yaşõnda olan
kõzõmdan gelmişti.
Okuldan eve geldiği ilk gün, bana
heyecanla aktardõğõ ilk izlenimini
hatõrladõm.
“Anne biliyor musun buradaki
oğlanlar çok kibar. Kızların eteklerini
hiç açmıyorlar. Kızlara kaba
davranmıyorlar. Düşünebiliyor
musun annecim?” (Yaşasõn küçük
kõzõm küçük oğlanlarõn büyük
baskõsõndan kurtulmuştu!)
O gün düşünemiyordum…
Artõk düşünebiliyorum ve anlõyorum ki
buralarda erkekler Tanrõ’nõn yarattõğõ
kadõnõn özgürlüğünün değerini çok iyi
biliyorlar ve daha da iyisi, kadõnlarõ da
Tanrõ’nõn en değerli nimeti “güneşinin”
değerini iyi biliyorlar…
Bir dostumuzun önerisi üzerine geçen
hafta, Kafkas ve Türk müziklerinin
canlõ olarak icra edildiği bir mekânda
soluğu aldõk. Havalarõn õsõnmasõyla kafeler
yazlõklarõnõ açmõş. Gittiğimiz mekân da
öyle. Bir yerleşim biriminin içinde. Sõcak
bir “Hoş geldiniz” tokalaşmalarõyla
karşõlanõyoruz. Tanõşõyoruz, hal hatõr
soruyoruz. Sanki yõllardõr birbirimizi
tanõyor gibi. Kafenin sahibi Azeri.
İşletmecileri de. Sveta Hanõm ile oğlu
Emin işletmeden sorumlu. Ahõska
Türklerinden Köşeli, oğlu Nuri ve
Köşeli’nin kardeşi Begali ile aynõ köyden
tanõdõklarõ genç Rüstem haftanõn 7 günü
müzik yapõyorlar. Repertuvarlarõnda ne mi
var? Ne ararsanõz. Rusça, İngilizce,
Kõrgõzca, Özbekçe, Uygurca, Azerice ve
tabii ki Türkçe. Kafenin kadim müşterileri
var. Özellikle atmosferi tercih ediyorlar.
Tarkan ve Mustafa Sandal’õn şarkõlarõ
çok popüler. Her milletten müşteriler her
milletten icra edilen şarkõlar eşliğinde
birlikte oynuyor, dans ediyor. Birleşmiş
Milletler Teşkilatõ gibi. Türk usülü
“halay” icra edildiğinde insanlar el ele
tutuşup birlikte halay çekiyor veya
çekmeye çalõşõyor. Bilmeyenler de zevkini
çõkarmaya çalõşõyor. Türkiye’de bile bu
kadar halay meraklõsõ olduğunu
sanmõyorum. Ardõndan gelen “Makaram
sarı bağlar” türküsü ile yine insanlar
bildikleri kadar yerel ve Türkiye
Türklerine eşlik etmeye çalõşõyor.
İnanõlmaz bir güzellik yaşanõyor. Köşeli
ile kardeşi Begali
Kõrgõzistan’da
dünyaya gelmişler.
Ama 94 yaşõndaki
babalarõ Temel,
Gürcistan sõnõrlarõ
içinde kalan eski
Osmanlõ toprağõ
Ahõska’da. 1944
sürgünü ile zoraki
bir yerleşime tabi
tutulmuşlar. Çok sõkõntõlar çekmişler ama
ayaklarõnõn üzerinde durmayõ başarmõşlar.
Köşeli ve Begali ile sohbeti sürdürüyoruz,
müzik aralarõnda. Bu muhteşem dörtlü
gündüzleri ev, bahçe işleriyle uğraşõyor,
gece de saat 23.00’e kadar müzik icra
ediyor. Yerel Türklerin düğünlerinde de
davet olduğunda davul ve zurna çalõyorlar.
Anlattõklarõna göre kendilerinden iyi
davulcu ve zurnacõ Kõrgõzistan’da yok.
Hoş, henüz test etmedik ama! Zaten
uzmanõ da değiliz. Orada masamõza gelen
bir Türk ile tanõştõrõyorlar beni. 13 yõldõr
Bişkek’te yemek işi yaptõğõnõ söylüyor.
Ankaralõ, aslen Çankõrõlõ Kemal Usta.
Sevimli ve cana yakõn. Bir bakõyoruz
kafede tanõmadõğõ kimse yok gibi.
Herkesle tokalaşõyor, hal hatõr soruyor.
İddiasõna göre Bişkek’in yarõsõnõ tanõyor.
Müzik grubu üyeleri, belediye
başkanlõğõna adaylõğõnõ koymasõ gerektiği
konusunda şaka yollu bir teklifte
bulunuyorlar. O da, yasalarõn izin vermesi
durumunda kazanmasõnõn kesin olduğunu
ifade ediyor. Bişkek’in insanlarõ eğlenmeyi
biliyor. Herhangi bir müzik icra
edildiğinde sahnede en az 10 kişi
kendiliğinden toplanõyor.
Türkler gibi kimse kimseyi kolundan
zorla çekip sahneye çõkarmõyor. Tabii
votkanõn da payõnõn olduğunu söylemek
lazõm bu rahatlõkta. Ama olsun. Mesela
Kemal Usta, çok nadir alkol aldõğõnõ
söylüyor. Yine de keyifli.
Güneş,
kadõn ve
Belçika
Türkiye
esintisi
Evlen evlen, boşan...
BİŞKEK
OSMAN
KARAKAŞ
ÇİMEN TURUNÇ
BATURALP
BRÜKSEL Avustralya olimpik yüzme takımı, Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da yer alan Bukit Jalil Spor
Komleksi’inde kampa girdi. Takım çalıştırıcısı Alan Thompson, bu yılki olimpik yarışların tarihe
geçeceği iddiasında. Bu iddiasının başlıca kaynağı ise şubat ayında piyasaya çıkan ve yüzücülerin
süratini büyük oranda artırmasını sağlayan mayo. Avustralyalı yüzücü Leisel Jones, özel bir firmanın
çıkardığı mayoyu resmi yarışlarda ilk deneyenlerden biri olacak. (Fotoğraf: AFP)
Rekora
yüzecekler