03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 AĞUSTOS 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] Obama Paris’ten geçti mi? Yaz tatili nedeniyle koca şehir bomboş. Güney İsveç, küresel õsõnmaya bağlõ görülmemiş sõcaklar yaşõyor. Gidenler gitti. Kalanlar da mayosunu, havlusunu alõp deniz kenarõna koşuyor... Tembel tembel etrafa bakõnõrken Yugoslav Dragan çocuk arabasõyla görünüyor. Yakõnõma geldiğinde laf atõyorum: “Ne o Dragan, çocuk bakma işi artık sana mı kaldı, karın nerede?” “Karım tatile gitti. Çocuğa ben bakıyorum. O döndükten sonra da çocuğu ona bırakıp ben gideceğim” diyor. Dragan’õn kendince haklõ bir gerekçesi var. Geçen yõl, çocuklarõyla birlikte Yunanistan’a gitmişler. Çocuk, sõcaklara dayanamamõş, hastalanmõş, tatil hepsine zehir olmuş. Bu yõl başka bir çözüm bulmuşlar. Dragan, babalõk iznine ayrõlmõş. Çocuğuna baktõğõ süre içinde maaşõnõ hastalõk kasasõndan alõyor. Eşi, döndüğünde annelik iznine ayrõlacak. Tatil sonrasõnda ikisi çalõşmaya başladõklarõnda çocuğu yuvaya verecekler. Aile ortamõndan sõkõlan aile bireylerinin ayrõ ayrõ tatil yapmalarõ artõk doğal karşõlanõyor. Bu kural, hafta sonu eğlenceleri için de geçerli. Küçük çocuklu ailelerde karõ-koca eğlence yerlerine birlikte gidemedikleri için bu işi sõraya koyuyorlar. Bir hafta sonunda kadõn, başka bir hafta sonunda erkek evde çocuğa bakõyor. Eğlenme, bazen gece yarõlarõna dek sürebiliyor, kadõn ve erkek eve dönmeyebiliyor, başka biriyle sabahlayabiliyor. Bu tür bir gecelik “kaçamaklar” aldatma sayõlmõyor ve hoşgörüyle karşõlanõyor. Dragan’õn eşi İsveçli. Aynõ evde yaşõyorlar, çocuk yapmõşlar, ama resmi nikâha gerek duymamõşlar. Anlaşabilen insanlar arasõnda resmi nikâhõ bir bağlayõcõlõk olarak görüyorlar. Her şey çiftlerin istencine bağlõ. İlişkileri yasal kõlõfa sokmaya gerek duymuyorlar. İsveç’te son yõllarda yaygõnlaşan ve insana fazla bir yasal sorumluluk getirmeyen bu tür evliliğe “Sambo” diyorlar. Eşler, evde ortak sorumluluk taşõyor. Giderleri paylaşõyorlar, birbirlerine borç veriyorlar, ama herkesin cüzdanõ kendine. Kimse kimseden hesap sormuyor... “Eşleri” daha da bağõmsõz hale getiren diğer bir evlilik türünün adõ da “Serbo”... Bu evlilik, yönetim kolaylõğõ bakõmõndan serbo otomobillere benzetiliyor. Eşler ayrõ evlerde yaşõyorlar. Birbirlerinin gelir ve giderlerinden sorumlu değiller. Kadõn, bitmeyen isteklerini sõralamõyor. Oturma salonunda pijama ile maç seyreden bir erkeğe tahammül etmek zorunda kalmõyor. Duygusal olarak birbirlerine bağlõlar. Birkaç gün veya birkaç hafta arayla birbirlerine konuk oluyorlar. Sonra herkes evine. İsterlerse bu ilişkiden çocuk da yapabiliyorlar. Çocuk genellikle annede kalõyor, baba çocuğun giderlerine destek oluyor. Kadõn ve erkek, ilişkilerine bir ad koymadan uygun gördükleri sürelerde birlikte yaşadõktan sonra, isterlerse bu evlilik türlerinden birini seçiyor veya ilişkilerini aynen sürdürüyorlar. Evleninceye dek bütün gençlik heyecanlarõnõ yaşõyorlar. Bastõrõlmõşlõk duygularõnõ aşõyorlar. Komşunun penceresinde, perdesinde gözleri kalmõyor. Evlerinde perde bile kullanmõyorlar. Yoldan geçerken perdesiz evlerin içini rahatlõkla görebilirsiniz. Tesadüfen perdeli bir cama rastlarsanõz, bilin ki orasõ bir yabancõ evidir. İsveçli gençler 25-30 yaşlarõna doğru evlenmeye, çocuk yapmaya karar verdiklerinde, artõk unlarõnõ elemiş, eleklerini duvara asmõş oluyorlar. Aralarõnda dürüst bir ilişki yaşõyorlar. Çok kolay birlikte oluyorlar ya da ayrõlõyorlar. Ülkede genelev yok, bir kadõnla para karşõlõğõnda birleşmek suç. Kadõn, hoşuna gittiğiniz için sizinle olur, cüzdanõnõzõn şişkinliğine, arabanõzõn modeline bakmaz. Evlenme ve boşanmalar sõradanlaştõğõ için öyle gösterişli düğün törenleri yaşanmaz. İsveç’in hiçbir yerinde “düğün salonu” tabelasõ göremezsiniz. Belediyelerin nikâh salonlarõnda nikâh kõyõldõktan sonra herkes evine döner. Damat ve gelin, isterlerse, arkadaş grubuyla bir yerde eğlenirler. Öyle bizdeki gibi aylar öncesinden başlayan “gelinlik, damatlık” koşturmacasõ da yoktur. Önemli günlerde giyilen kostümlerin, damat ve gelin giysilerinin kiralandõğõ salonlar var. Evlenme ve boşanma süreçleri çok hõzlõ yaşanõr. Bir bakarsõnõz, bugün evlenen çiftler, yarõn boşanmõşlar, üçüncü gün yeni sevgililer bulmuşlar. Başõnõz döner, hõzlarõna yetişemezsiniz. Bu karmaşada doğan çocuğun kimliği de bazen sorun olur. Bu durumda, çocuğun gerçek babasõ DNA testiyle saptanõr. Nüfus cüzdanlarõna anne ve baba adõ yazõlmaz. Cüzdanda, ad, soyad, kimlik numarasõ ve adres yer alõr. Anne ve baba ile ilgili bilgiler, nüfus idaresinin arşivlerinde saklanõr. İsveç’te boşanmak evlenmekten daha caziptir. Belediye, boşanan çiftlere mağdur olmamalarõ için ev verir, eşya sağlar. Gelirleri yetersizse kira yardõmõnda bulunur, sosyal yardõm bağlar. İsveç’te yaşayan hemen her çift yaşamõnda bir iki kez kâğõt üzerinde boşanõr veya “Acaba biz de boşansak mı?” diye aklõndan geçirir. O yüzden, İsveç, dünyanõn boşanma oranõ en yüksek ülkelerinden biridir. Hileli boşanmalarõn farkõna varan devlet, son yõllarda önlemler alõyor. Boşanmõş görünen çiftlerin evlerine sabaha karşõ operasyonlar düzenliyor. Ayrõlmõş görünen erkek, kadõnõn yatağõnda pijama ile yakalanõyor. Sahte boşanma yaptõklarõ anlaşõlan eşler mahkemeye verilerek daha önce yapõlan ödemelerin geri alõnmasõ yoluna gidiliyor. Ancak, bu yönteme başvuranlar genellikle dar gelirli ya da işsiz olduklarõ için devlet hiçbir şeyi geri alamõyor. [email protected] Biliyorsunuz, Afrikalõlarõn gururu, yoksullarõn umudu, gizli “Müslüman” ve kayõtlõ vaftizli “Hıristiyan”, dünya banliyölerinin gözdesi, Amerikan Rüyasõ’nõn yeni “Mesih”i, Demokrat Parti’nin ABD devlet başkanõ adayõ, karizmatik Illinois senatörü Barack Obama geçenlerde bir “uluslararası tanışma turu, tanıtım turnesi” yaptõ. Ortadoğu ve Batõ Avrupa’ya bir göz kõrptõ. Siyaset adamõ yeteneği, devlet adamõ cevherine sahip olduğunu kendisini yalnõzca televizyon ekranlarõ veya gazete başlõklarõ aracõlõğõyla tanõyanlara boy göstermek istiyordu. Haklõydõ da. Medyatik bir dünyada, medyanõn gözünde, kamuoyunun nezdinde dört dörtlük “olmak” zorunluluğu mevcuttu. Ayrõca neme lazõm hoş bir adamdõ! İnce uzun silueti, sürekli insani kõvrõmlarla kameralara yansõyan samimiyet izlenimini güçlendiren gülümsemesi cazibesini katmerleştiriyordu. Üstelik hep “daha ve en”i bulmakta üstüne olmayan Türk magazin basõnõnõn keşiflerine bakõlõrsa müstakbel “first lady”, eşi Michelle Obama, örneğin günümüz Jacqueline Kennedy-Onassis adayõ Carla Bruni- Sarkozy’den bile daha şõkmõş!.. Obama, Afganistan, Irak, Kuveyt, Ürdün, İsrail, Filistin, Almanya ve İngiltere’yi ziyaret etti. Bu arada Nicolas Sarkozy ile fotoğraf çektirmek üzere Paris’e de uğradõ. Çok alõndõk, çok!.. İnsan Berlin’de John Kennedy edalarõyla “tarihi” konuşma yapar, sayõlarõ 200 ila 500 bin arasõ değişen bir kalabalõğõ coşturur, onurlandõrõr da, Fransõz hayranlarõnõ bu şereften nasõl mahrum bõrakabilirdi? Ayõp ayõp... Halbuki kalõbõmõzõ basarõz, sevgili “arkadaşı” Nikõlas onun için Concorde veya Charles de Gaulle meydanõna yerleştireceği bir kürsüyle iki meydan arasõndaki Champs Elysées Bulvarõ’na en azõndan 1 milyon “Obamafil” hatta “Obamanyak” toplayabilirdi. Uzmanlarõ bilmiyordu ki, Obama yeryüzünde Chicago, New York, Washington gettolarõndan sonra en fazla Lyon ve Paris varoşlarõ, banliyölerinde popülerdi. Danõşmanlar biliyordu, biliyordu bilmesine de, 46 yaşõndaki Kenya- Hawaii kõrmasõ, karizmatik Obama’nõn oylarõnõ bizim Kuzey veya Kara Afrikalõ bebeler vermeyecekti ki! Seçim kampanyasõnõ “Değişim / Değiştirmek” üzerine kuran Obama acaba ne denli ABD’yi değiştirmeye hazõr, kadir ve kararlõydõ? Amerikalõlar değişmeye ne denli istekliydi? Son kamuoyu araştõrmalarõna göre, 3. ve 4. Dünya’nõn (gelişmiş ülkelerin yoksullarõ için bir zamanlar Fransa’da kullandõğõmõz deyim) gönlündeki çok “parlak” adayla, “Irak’ta 100 yıl bile kalırız” diyebilen çok “karanlık” cumhuriyetçi aday John McCain arasõnda topu topu 3 puan (yüzde 47’ye yüzde 44) fark vardõ. Seçimlerse kasõm ayõnda yapõlacaktõ. Danõşmanlar çok iyi biliyorlardõ ki, verilen şerbetin içeriği değildi önemli olan, nabõzdõ, nabõz. Ve nabzõ belirleyen etkenler... Paris ve Fransõz olsa olsa bu nabzõ düşürürdü. Obama’nõn Paris’te uçaktan inişiyle, uçağa binişi arasõndaki süre 2 saat. Arkadaş’õ Nikõlas’la görüşme süresi de 20 dakika. Doğal dekor Elysée Sarayõ olursa daha hoş, fakat sonuçta nerede görüştükleri pek de sorun değil. Obama’nõn son yüzyõlõn en Amerikancõ Fransõz devlet başkanõyla boy boy görüntülerinin birkaç aylõğõna da olsa kolektif belleklerde yer etmesi gerek. Fransõzlarla değil... Berlin’deki yüz binlerce Almanla afişe edecek fotoğrafõ ortalama Amerikalõyõ olumlu etkilerken, Obama’nõn değil yüz binler, birkaç banliyölü Fransõz genciyle veya Paris sokaklarõnda çekilmiş resmi “demokrat” adaya seçim kaybettirebilirmiş. 2004’ün demokrat adayõ John Kerry’nin Frankofilliği, Frans(õzc)aseverliği Demokratlarõn yumuşak karnõ Middle West’te vurmuş, talihsiz aday bu “zaaf”õnõ pahalõ ödemişti. Danõşmanlar işlerini biliyorlar... Bir de fitneler “kara” çalõp Obama’nõn pek de netleşmemiş iktidar programõ için “Fransız Modeli”nden esinlenmiş, demiyorlar mõ! Olacak iş değil... Geçtik Fransõzdan, genelde Amerikan demokratlarõnõn zaman zaman Avrupa’ya, Avrupalõ sosyal modellere yakõn olduklarõ söylenir. İyimserler bu doğrultuda ipucu, kanõt bile bulabilir. ABD, hani kamu adõna utangaçca da olsa, toplumsal eşitsizliği pek kurcalamadan az biraz vicdan borcu ödediği tek tük demokrat başkanlar da tanõmõştõr. Fakat Obama’nõn programõna göz attõğõnõz zaman, örneğin ne idam cezasõna, ne ateşli silah kullanõmõna karşõ bir tavõr görebilirsiniz. Değişim vektörü, varsa yoksa dini (dinci) derneklerin toplumdaki sosyal işlevinin arttõrõlmasõ... Bu arada Vietnam Savaşõ ve Küba çõkartmasõ gibi dönemleri de büyük oranda efsanevi (!) demokrat başkan John Kennedy’ye borçlu olduğumuzu unutmayalõm. Obama yine de dünya yoksulunun ekmeği bir “umut”; Fransõz banliyöleri, toplumu için devletin, meclisin, ekonomik karar mercilerinde kendi ötekilerinden, azõnlõklarõndan insan görebilmek için yanõp tutuşanlara bir “idol”, bir “model”... Ancak Washington Brookings Merkezi araştõrmacõlarõndan, tarihçi Justin Vaïsse’nin vurguladõğõ gibi, “Obama’nın kozu mu dediniz? Bush olmamak...” [email protected] ALİ HAYDAR NERGİS MALMÖ UĞUR HÜKÜM PARİS Brüksel’de bir hafta öncesine kadar kaloriferler yanõyordu. Kõş kõyamet, kara bulutlar, gök gürültüleri sağanak yağmurlar eşliğinde… Ne nazla gelir güneş buralara, nasõl beklenir, ne büyük nimettir… Bunu anlayabilmek için uzun ve yağmurlu kõşõ gri bir gökyüzünün altõnda geçirmek yetmez. Biz Türklerin tepesinde aylarca põrõl põrõl parlayan güneşin değerini bilebilmek için aradan kaçmõş birkaç sõcak güne sevinerek temmuzun ortasõnõ bulup, yaz günü kaloriferle õsõnmak, 12 ay kõşlõklarla yaşamak icap eder. Güzel hava fasulye gibi nimetten sayar kendini buralarda. Bu yüzdendir ki, Brüksel’in kadõnlarõ kõzlarõ, nadiren bulabildikleri güneşi çõplak kollarõnda bacaklarõnda şõmartmaya bayõlõrlar. Gökyüzü azõcõk parladõ mõ soyunur insancõklar… Geçenlerde böyle keyifli bir günde, bikinili bir kadõn, işlek sayõlabilecek bir caddede bahçesinin dõşõndaki kaldõrõma taşmõş otlarõ temizliyordu. Elinde bahçe eldivenleri güneşin altõnda çõplak bedeni doğayla bütünleşmiş eğilip kalkarken öyle huzurlu ve mutluydu ki. Hayret! Bu seyirlik görüntü için caddedeki arabalar birbirine bindirmemişti… Pencerelerden yarõ beline kadar sarkõp laf atan kimse yoktu. Her nedense yavaşlayan bile yoktu yoldan geçenler arasõnda. Ben hariç. Çok da acelem olduğu halde yavaşlamõşõm farkõna bile varmadan. Çiçekli bikinili kadõnõn terle parlayõp güneşte pembeleşmiş, kõskanõlacak güzellikteki duru beyaz bedenini, başlarõnõ bile çevirmeden geçip giden “erkek adamların” kullandõklarõ arabalarõ, kadõna dirsek atmadan yanõndan geçen delikanlõ grubunu, kadõnõn elindeki yabani otlarõn arasõnda kalmõş bikinisinin rengindeki sarõ kõr çiçeklerini görecek kadar zamanõm olmuş demek ki geçerken. Korna sesleriyle kibarca uyarõlõnca neye şaşõracağõmõ şaşõrmõş bir halde gaza basmak gerekti… Arkamda sõralanmõş taşõtlar, bu görüntünün tadõnõ çõkarmaktansa, yollarõna gitmek istemişler, bikinisiyle eğilip kalkan güzel kadõna değil de, bana “hadi” demek için korna çalmõşlardõ. İzleyen saatlerde “kadın özgürlüğü”ne dair kekremsi düşünceler esir aldõ aklõmõ. Türkiye söz konusu olduğunda Fransa Cumhurbaşkanõ Sarkozy’nin ayaklarõnõ yerlere vura vura söylediği “kültür farkı, kültür farkı” sözleri yuvarlandõ durdu zihnimde. Anlatmaya çalõştõğõ aslõnda çõplaklõk karşõsõndaki “serin duruş” mudur ki? Bu ülkeden bana kalan kadõn meselesine dair anõlar ne çok, ne kadar anlamlõ… İslamabad İlahiyat Fakültesi mezunu esmer güzeli Pakistanlõ Fahida ile tanõştõğõmõzda başõ sõmsõkõ bağlõydõ. Birkaç yõllõğõna, kocasõnõn elçilikteki memuriyeti nedeniyle Brüksel’deydi. Dindar bir kadõndõ. Birdenbire bir gün, durup dururken beline kadar inen simsiyah saç örgüsünün sõrtõnda salõnmaya başlayõverdiğini görüp de sormamak olmayacaktõ… “N’oldu Fahida? Niye açtın başını?” “Burada gerek yok kapanmaya.” “Niye?” “Kadınlar güzelliklerini korunmak için örtünürler. Bu ülkede kadınlara rahatsız edici nazarlarla bakılmıyor. Erkeklerden korunmak için başımı örtmeme gerek yok ki. Ama birkaç yıl sonra Pakistan’a geri döndüğümde büyük bir olasılıkla yine kapanmam gerekecek…” Erkek nazarlarõ… Belçika’daki erkekler… hatõrladõm! Onlarla ilgili ilk kayda değer bilgi 8 yõl önce Brüksel’e taşõndõğõmõzda 10 yaşõnda olan kõzõmdan gelmişti. Okuldan eve geldiği ilk gün, bana heyecanla aktardõğõ ilk izlenimini hatõrladõm. “Anne biliyor musun buradaki oğlanlar çok kibar. Kızların eteklerini hiç açmıyorlar. Kızlara kaba davranmıyorlar. Düşünebiliyor musun annecim?” (Yaşasõn küçük kõzõm küçük oğlanlarõn büyük baskõsõndan kurtulmuştu!) O gün düşünemiyordum… Artõk düşünebiliyorum ve anlõyorum ki buralarda erkekler Tanrõ’nõn yarattõğõ kadõnõn özgürlüğünün değerini çok iyi biliyorlar ve daha da iyisi, kadõnlarõ da Tanrõ’nõn en değerli nimeti “güneşinin” değerini iyi biliyorlar… Bir dostumuzun önerisi üzerine geçen hafta, Kafkas ve Türk müziklerinin canlõ olarak icra edildiği bir mekânda soluğu aldõk. Havalarõn õsõnmasõyla kafeler yazlõklarõnõ açmõş. Gittiğimiz mekân da öyle. Bir yerleşim biriminin içinde. Sõcak bir “Hoş geldiniz” tokalaşmalarõyla karşõlanõyoruz. Tanõşõyoruz, hal hatõr soruyoruz. Sanki yõllardõr birbirimizi tanõyor gibi. Kafenin sahibi Azeri. İşletmecileri de. Sveta Hanõm ile oğlu Emin işletmeden sorumlu. Ahõska Türklerinden Köşeli, oğlu Nuri ve Köşeli’nin kardeşi Begali ile aynõ köyden tanõdõklarõ genç Rüstem haftanõn 7 günü müzik yapõyorlar. Repertuvarlarõnda ne mi var? Ne ararsanõz. Rusça, İngilizce, Kõrgõzca, Özbekçe, Uygurca, Azerice ve tabii ki Türkçe. Kafenin kadim müşterileri var. Özellikle atmosferi tercih ediyorlar. Tarkan ve Mustafa Sandal’õn şarkõlarõ çok popüler. Her milletten müşteriler her milletten icra edilen şarkõlar eşliğinde birlikte oynuyor, dans ediyor. Birleşmiş Milletler Teşkilatõ gibi. Türk usülü “halay” icra edildiğinde insanlar el ele tutuşup birlikte halay çekiyor veya çekmeye çalõşõyor. Bilmeyenler de zevkini çõkarmaya çalõşõyor. Türkiye’de bile bu kadar halay meraklõsõ olduğunu sanmõyorum. Ardõndan gelen “Makaram sarı bağlar” türküsü ile yine insanlar bildikleri kadar yerel ve Türkiye Türklerine eşlik etmeye çalõşõyor. İnanõlmaz bir güzellik yaşanõyor. Köşeli ile kardeşi Begali Kõrgõzistan’da dünyaya gelmişler. Ama 94 yaşõndaki babalarõ Temel, Gürcistan sõnõrlarõ içinde kalan eski Osmanlõ toprağõ Ahõska’da. 1944 sürgünü ile zoraki bir yerleşime tabi tutulmuşlar. Çok sõkõntõlar çekmişler ama ayaklarõnõn üzerinde durmayõ başarmõşlar. Köşeli ve Begali ile sohbeti sürdürüyoruz, müzik aralarõnda. Bu muhteşem dörtlü gündüzleri ev, bahçe işleriyle uğraşõyor, gece de saat 23.00’e kadar müzik icra ediyor. Yerel Türklerin düğünlerinde de davet olduğunda davul ve zurna çalõyorlar. Anlattõklarõna göre kendilerinden iyi davulcu ve zurnacõ Kõrgõzistan’da yok. Hoş, henüz test etmedik ama! Zaten uzmanõ da değiliz. Orada masamõza gelen bir Türk ile tanõştõrõyorlar beni. 13 yõldõr Bişkek’te yemek işi yaptõğõnõ söylüyor. Ankaralõ, aslen Çankõrõlõ Kemal Usta. Sevimli ve cana yakõn. Bir bakõyoruz kafede tanõmadõğõ kimse yok gibi. Herkesle tokalaşõyor, hal hatõr soruyor. İddiasõna göre Bişkek’in yarõsõnõ tanõyor. Müzik grubu üyeleri, belediye başkanlõğõna adaylõğõnõ koymasõ gerektiği konusunda şaka yollu bir teklifte bulunuyorlar. O da, yasalarõn izin vermesi durumunda kazanmasõnõn kesin olduğunu ifade ediyor. Bişkek’in insanlarõ eğlenmeyi biliyor. Herhangi bir müzik icra edildiğinde sahnede en az 10 kişi kendiliğinden toplanõyor. Türkler gibi kimse kimseyi kolundan zorla çekip sahneye çõkarmõyor. Tabii votkanõn da payõnõn olduğunu söylemek lazõm bu rahatlõkta. Ama olsun. Mesela Kemal Usta, çok nadir alkol aldõğõnõ söylüyor. Yine de keyifli. Güneş, kadõn ve Belçika Türkiye esintisi Evlen evlen, boşan... BİŞKEK OSMAN KARAKAŞ ÇİMEN TURUNÇ BATURALP BRÜKSEL Avustralya olimpik yüzme takımı, Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da yer alan Bukit Jalil Spor Komleksi’inde kampa girdi. Takım çalıştırıcısı Alan Thompson, bu yılki olimpik yarışların tarihe geçeceği iddiasında. Bu iddiasının başlıca kaynağı ise şubat ayında piyasaya çıkan ve yüzücülerin süratini büyük oranda artırmasını sağlayan mayo. Avustralyalı yüzücü Leisel Jones, özel bir firmanın çıkardığı mayoyu resmi yarışlarda ilk deneyenlerden biri olacak. (Fotoğraf: AFP) Rekora yüzecekler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle