06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 23 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 23 Ağustos SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU ‘Tarih’ Geri Dönerken Ukrayna’da iki yaz önce çok ilginç bir gezi yaptım. Hiçbir seyahat belleğimde böylesine “canlı bir tarih ta- nıklığı” izi bırakmadı. Türk-Rus ilişkileri üzerinde veri- lebilecek hiçbir ders; o yolculukta konsantre biçimde gördüklerim ve duyduklarıma eşdeğer olamazdı…. Okuyanlar hatırlayacaktır. Kiev’de Dinyeper’de baş- layan ve Kırım’ın Odessa, Sivastopol, Yalta limanlarında son bulan geziyi “Öteki Karadeniz’e Yolculuk” başlığı altında 2006 Ekim’inde uzun uzun dizi yapmıştım. Kiev’den start alan bu “geçmiş yolculuğuna”, dün- yanın dört bir yanından geziye katılan herkes gibi ben de “Rus tarihine” dışardan bakan herhangi bir turist gi- bi başlamıştım. Sonra beklenmedik bir şey oldu. Din- yeper’den Karadeniz’ e indikçe; bu büyük nehrin su- larından akan tarihin, “Rus tarihi” kadar -bizim için çok gerilerde kalan- bir “Osmanlı tarihi” olduğu muhase- besiyle karşılaştım. Karadeniz’de Ruslar Özetin özeti şu: 1682’de tahta çıkan ‘Deli Petro’dan itibaren Rus tarihi baştan sona “Karadeniz’i Rus deni- zine çevirmek” saplantısına endeksli. Büyük/Deli Pet- ro, o tarihte dilediği hâkimiyeti kuramayınca; taa Bal- tık Denizi’ne çıkıp İsveçlilerin başına bela oluyor ve İs- veç’ten kopardığı bir bataklık üzerinde Petersburg “li- manını” kuruyor. Sıcak denizlere inemedik; kuzey de- nizlerine açılalım hesabına! Ama bu denizlerden biri, öbürünün yerini tutmuyor. “Karadeniz saplantısını” çünkü -yüz yıl arayla- Pet- ro’dan II. Katerina (Baltacı’nın Katerina’sı!) devralıyor. Gel zaman, git zaman… Baltık kenarında serpilip ge- lişen Petersburg’dan yola koyulan Katerina’nın do- nanması Avrupa’yı bu kez çepeçevre dönüp, Osmanlı’yı Çeşme önlerinde (1770) sıkıştırıyor. “Osmanlı’nın Çeş- me bozgunuyla” şanına şan katan Katerina, Karade- niz’de Türk varlığına koyduğu kıskacı böylece adım adım daraltarak nihayet 1783’te Kırım’ı ele geçiriyor. Üze- rinden iki koca asırdan fazla zaman geçen bu küflü öy- künün, Dinyeper yolculuğunda beni çok şaşırtan yanı; bizim Emin Oktay’ın tarih kitaplarında “milattan öncesi gibi” okuduğumuz bu bilgilerin, rastgele gelip geçen tu- ristlere “önceki gün olmuş” gibi gayet kanlı, canlı an- latılması ve aktarılması oldu. Dinyeper deltasını arka- da bırakıp; Kırım kıyısında Sivastopol kentine ulaştığı- mızda, bu “önceki gün” duygusu yerini iyiden iyiye “dün”e bıraktı! Sivastopol, malum “Kırım Savaşı’nın”(1853-1856) ken- ti. Devran değişmiş; tahta Çar I. Nikola çıkmış. Sap- lantı aynı: Karadeniz’de Rus hâkimiyeti! “Kırım Savaşı’nı” -muharebe muharebe- devasa tablolarla tasvir eden Sivastopol’ un en turistik merkezi “Panaroma Müzesi’ni” gezdiren rehber, yanıbaşımda- ki Fransız turistlere şak diye dönüp mesela “Rusya’ya karşı bu savaşa siz niye girdiniz?” sorusunu soruyor. Bir buçuk asırlık soruya Fransızlar da en az benim kadar şaşıyor. “Şaka mı yapıyorsunuz?” diyecek olan birini “Hayır!” diye susturuyor rehber kız: “Rus müt- tefiki Fransa’nın bu savaşa niye girdiği Rus tarihçiler arasında hâlâ tartışma konusu. Rus donanmasının Ka- radeniz’e yerleşmesini engellemekten başka elinize ne geçti ki?” Çar Petro’dan Putin’e... “Dün”e ışık tutan(!) bu şehir gezisini tamamlayıp ge- miye döndüğümüzde, karşımızda bu kez de Ukrayna- lı bir gazeteci buluyoruz. Gazeteciliğin yanı sıra turist rehberliği yapan muhatabımız da, Ukrayna’nın “bugü- nü” ile “yarınını” anatıyor. Kırım’ın “özerk cumhuriyet” olarak ayrı bir statüye sahip olduğunu, “özel statü” çer- çevesinde Sivastopol’un artık bir “deniz üssü” olarak, Rusya ile Ukrayna arasında paylaşıldığını söylüyor. Pay- laşım 1997’de “20 yıl için” yapılmış. 2017’de yenilenecek anlaşma uyarınca Sivastopol’daki Karadeniz donan- masının yüzde 80’ine Ruslar; yüzde 20’sine de Uk- raynalılar sahip çıkıyor. Ama Ukrayna 2012’de NATO’ya; ardından AB’ye gir- meyi düşlüyor. Rehber-meslekdaşıma “Bu gerçekçi mi?” diye soruyorum: “Rusya’da bu köklü Karadeniz saplantısı ve de yüzde 80 ağırlıkla Sivastopol’a demir atmış donanmaları varken; sizin AB-NATO üyeliğiniz na- sıl gerçekleşecek?” Aldığım yanıt, yalnız beni değil orada bulunan her- kesi afallatıyor. Meslektaşım çünkü sıradan ve olağan bir şeyden söz edercesine, “Rusya da o zaman Suri- ye’ ye iner!” yanıtını veriyor. “Yanlış mı anladık?” diye herkes birbirinine bakarken; “Evet” diye arkadan yi- neliyor: “Rusya da o zaman Suriye’ye inecek!” İki yıl öncesinde herkesi şaşırtan kehanet, bugü- nün somut gerçeği! Medvedev’le kol kola giren Esad, Suriye üslerini Rusya’ya açan bir karara imzayı bas- tı bile… Tarihin Karadeniz’in çılgın sularına geri dönüşü çok ürkütücü. Devamı pazartesiye. [email protected] Cemil Eren’in Martıları Beyazın ve güvercinlerin ressamı Cemil Eren’in atölyesindeydik. Çalışma odası, martı resimleri ve onların taslakları ile doluydu. Öğrendik ki, ilk martı resimlerini 1976’da Bodrum Torba’da yapmaya başlamış. Çizdikleri arasında bir martıyı hiç unutamıyor Cemil Eren: “Oğlum Barış deniz kıyısında yürümeye gitmişti, dönüşte koltuğunun altında bir şey vardı, bir örtü altında. Örtüyü kaldırınca bir martı çıktı ortaya. Yaralanmış, dalgalarla sürüklendiği kıyıda yatıyormuş. Kanatlarından biri kırıktı, yere bırakılınca savunmaya geçti. Kimseyi yanına yanaştırmıyordu. Konuklarım Cahit Kayra ve Sabih Kayan ‘Kanadını saralım’ dediler. Martının gözlerini kapatıp masaya yatırdık. Saldırgan ve yırtıcıydı. Merhem sürüp kanadını sargı bezleriyle sardık. Çırpınıyor ve sarılan bezlerden kurtulmaya çalışıyordu. Güneş tepelerin arkasında kaybolunca herkes gitti, martı ile baş başa kaldım. Terasta bırakamazdım, içeri aldım. Banyoya koydum, yanına da su ve yiyecek. Sabah baktım ne içmiş ne de yemiş. İskeleye gidip lokantadan birkaç küçük balık alıp getirdim. Bu arada sargılarını da sıyırıp atmış. ‘Dışarı çıkarsam bunları yer’ diye düşünerek, Manastır’a doğru yürüdüm. Öğleye doğru eve geldiğimde hiçbir şey yemediğini gördüm. Ne yapacağım diye düşünürken kendini bıraktı, yere yattı. Yokladım, ölmüştü... Martı bir daha uçamayacağını anladı, hiçbir yardım kabul etmedi ve kendini ölüme bıraktı...” Cemil Eren’e, neden şimdi özellikle martı resmi çizmeye başladığını sorduk. “Güvercinler sevgiyi simgelerken martılar, asla ele geçiremediğimiz ama her zaman özlemini duyduğumuz, aynı zamanda bir başkasının tutsaklığı olan özgürlüğü anımsatırlar bana” dedi ve ekledi: “Ülkem bu haldeyken, özgürlükler gittikçe kısıtlanır, neyimiz varsa yabancılara peşkeş çekilir, yaşam alanlarımız daralırken, yöneticilerimizin martılar kadar bile gururlarının olmayışına üzülerek kendimi saygın, gururlu, bağımsız, özgür martıların arasında duyumsamak ve onların dünyasına uçmak istiyorum.” Birleşik Kamu-İş Birleşik Kamu-İş Başkanı Yüksel Adıbelli, konfederas- yonun kurulduğu nisan ayından bu yana epeyce yol aldığını ak- tardı bize: “5 sendikanın bağlı olduğu Birleşik Kamu-İş’in 22 bin üye- si var. Basın, yayın ve iletişim ile tarım ve ormancılık hizmet ko- lunda sendika kurma çalışmaları tamamlanmak üzere. Bu iki sen- dika ile birlikte konfederasyona bağlı sendika sayısı 7’ye çıkacak. Öncelikli hedefimiz sendikasız 1 milyon 350 bin kamu çalışanını örgütlü yapmak. AKP, memur konfederasyonlarını içten etkisiz hale getirdi, bu durum da çalı- şanların aleyhine oldu. Emek Platformu’nun gözden geçirile- rek, sadece memur ve işçi kon- federasyonlarından oluşmasını sağlama amacındayız.” Birleşik Kamu-İş’in ilkelerine gelecek olursak. Kısaca şöyle: “Hiçbir kaynaktan beslenme- yen, herhangi bir siyasi oluşu- mun arka bahçesi olmayı red- dedecek. Demokratik laik, sos- yal hukuk devletine, Cumhuriyet kazanımlarına, demokrasiye, çağdaşlığa, laik ve üniter yapı- ya, ulusal birlik ve beraberliği- mize sahip çıkacak, Atatürk il- ke ve devrimlerini sonsuza dek yaşatmanın mücadelesini ve- recek. Kamu çalışanlarının eko- nomik, demokratik, özlük, sos- yal ve hukuksal haklarını koru- yacak; grevli, toplusözleşmeli sendika hakkının alınması için kararlı bir şekilde mücadele edecek.” Dileğimiz, Birleşik Kamu-İş’in memur sendikacılığına yeni bir soluk getirmesi. Gerici-cemaatçi tayfa, bir yandan yeşil sermaye ile semirirken bir yan- dan da sosyal devlet olgusunu ke- mire kemire yok etti. Yerine sadaka ekonomisini devreye soktu, kent yoksullarını da dilenci seçmen yeri- ne koydu. Köy Dernekleri Federasyonu, tam da bu burada solun devreye gir- mesinden yana. Bürokratik engeller nedeniyle zor da olsa gerekli yasal aşamaları ge- çiren Köy Dernekleri Federasyo- nu’nun işlevini federasyonun kuru- cularından Şakir Keçeli şöyle dile getiriyor: “Büyük kentlerin varoşlarına Ke- malist düşünce de, sol düşünce de giremiyor. 1980 öncesinde bu böl- geler, birtakım fraksiyonların ya da ülkücülerin egemenliğindeydi. 12 Eylül’den sonra bu iki grup da tas- fiye edilince, bölge halkı olduğu gi- bi tarikatların denetimine geçti. Ki- mi demokratik kitle örgütleri bu bölgede etkin olamadılar. Biraz araştırınca görüyorsunuz ki, bu böl- gelerde en etkin olan kuruluşlar köy dernekleri... Köylerden göçenler, bir anlamda köylerini olduğu gibi bu bölgelere taşımışlar. Köy dernekleri ölümler- de, bayramlarda, düğünlerde bütün üyelerini bir araya getiriyor. Dernek yöneticileri kendi tabanları ile sürekli ilişki içinde. Bilgisizlikleri, becerik- sizlikleri var, ama sistemin kaşar- landırdığı, yozlaştırdığı insanlardan değiller. İşte biz de, ‘Bu dernekle- ri bir araya getirir ve bunlara da si- yasal bilinç verirsek, kentlerin yok- sul kesimlerindeki tabana rahatlık- la gideriz’ düşüncesiyle bir fede- rasyon kurmaya karar verdik. Kent- leşmenin bir milli kültür etrafında ör- gütlenmek anlamına geldiğinin bi- lincindeyiz. Tüzüğümüzde yazdığı gibi, yerel kültürlerin, köyden gelen kültürlerin özüne dokunmamak kay- dıyla insanlarımızı milli bir kültür et- rafında birleştirmeyi amaçlıyoruz.” Yalnızca Ankara’da yaklaşık 7 bin 200 köy derneği var. Köy Der- nekleri Federasyonu’na üye olan derneklerin sayısı ise henüz 90 do- layında. Adımı atmak önemli galiba. Bir adım, bir adım daha derken bak- mışsınız ki hareket çığ gibi büyü- müş... Köy Dernekleri Federasyonu Kitap Okuyarak Bilgi Toplumu Olmak İ. GÜRŞEN KAFKAS Bitkisel belleğimizin tapınağı olan kütüphaneler can çekişiyor. Kitap okuma kültüründen ekran kültürüne geçişin burukluğu ya- şanıyor. Okumayı sevmeyen bir toplum olduk. Elektronik devrim çağı kitap okumayı gölgeledi. Kitap okuma sevgi ve alış- kanlığı önce evde anne babalar, okullarda öğretmenlerce veril- melidir. “Televizyon renkli ama.. kitap okumak da gerekli” özde- yişi yüreklere işlenmeli. Okul- larda öğrenmeyi ve okumayı öğ- retecek yetenekte, okuma alış- kanlığı edinmiş nitelikli öğret- men yetiştirilmelidir. Ulusal ya- ratıcılığın bilgi toplumuyla ger- çekleşeceği kavratılmalıdır. Mustafa Kemal’in: “Çağdaş Türkiye’yi yaratmak için var gü- cümüzle çalışmalıyız.” “Okuyan, araştıran bir toplum yaratılmalı- dır.” “Okuyan gözde ben va- rım.” diye okumanın önemini vurgulayan özdeyişleri rehberimiz olmalıdır. İnsanların yaşlanmayan tek dostu olan kitaplar, her zaman, her yerde ve herkes için aydın- lanmacı bir ışık olmalıdır. Cumhuriyet kurulduğunda, bu büyük değişim ve başarı kültür zenginliği ile taçlandırıldı. Bu ne- denle “Cumhuriyetin temeli kül- türdür” özdeyişiyle beslenerek değerlendirildi. Bireylerin gelişmesi, çağdaş bir bilgi toplumu oluşturma, okuma zenginliği ile kazanılacaktır. Bireyler okuyarak farklı dram- lar, farklı kavramlar ve farklı be- timlemeleri yeniden yaratma şansı yakalayabilirler. Köy Ens- titüsünde okurken yılda yirmi beş kitap okuma zorunluluğumuz vardı. Okunan kitaplar, irdeleni- yor, özetleniyor ve tartışılıyordu. O günlerin dar koşullarında dün- ya klasikleri ve o yılların Türk ya- zarlarının eserleri okunuyordu. Si- lik ışıklarda okunan kitapların tadına varılıyordu. Aklın ışıkları karanlıkları deliyor ve tan yeri ağarıyorken biz yine kitap okuyorduk. Kitabın zevki damak tadı gibi ruhumuzu ok- şuyordu. Eğitimin ana ilkesidir okumak. Danton, “Eğitim, ekmek ve su- dan sonra en zorunlu gıdadır” öz- deyişinde ruhsal ve bedensel beslenmenin önemini vurgulayan imgelere değiniyor. Goethe, “Okumayı öğrenmek sanatların en güç olanıdır” öz- deyişiyle okumayı öğrenmenin güçlükle başarılan bir sanat ol- duğunu belirtiyor. Öteden beri “Türkler okumayı sevmiyorlar” anlatımı beni üzü- yordu. Yıllardır yaz aylarında uğ- radığım turistik yerlerde yaban- cı gezginlerin kitap okuma tut- kularını kıskanarak izliyordum. Turistik yerlerde giyim-kuşam ve yiyecek yerlerinin çokluğunun yanında kitap satış merkezlerinin azlığından yakınıyordum. Bu yıl büyük bir değişimle karşılaştım. Edremit/Akçay’da tam yedi kitap satış noktasında, kitap satışları- nın yoğunluğunu gözlemledim. Önemli yazarların kitaplarının çok düşük fiyatlarla satıldığını iz- ledim. Kitapçıların, “Üç kitap on lira”, “Biz kazanmayalım, vatan- daş okusun” sloganları teşvik edici ayrı bir güzellikti. Kumsal- larda güneşlenen her yaşta in- sanlardan yüzde 10 -15’inin ki- tap okuduğuna tanık oldum. Geçmişte yüzde 1-2 olan bu rakam değişmiş ve gelişmişti. Ki- tap okumanın kabuk değiştir- mekte olduğunun sevincini ya- şıyorum. Bireyler okudukları ki- tapları karşılaştırıyor ve irdeli- yorlar. Ovidus’un, “Gençliğini kitap- la beslemeyen ulusların sonu acıdır” özdeyişi etkileyici bir uya- rıdır. Artık bizim insanımızın da otobüslerde, tren, vapur, kumsal ve pikniklerde kitap okudukları- na tanık oluyoruz. Önceki öz- deyişin aksine “Türkler kitap okumayı seviyorlar” şeklindeki değişimden sevinç duyuyorum. Okuyan, araştıran, aydınlanan bir bilgi toplumu olmanın düşü- nü kuruyorum. E. Gibbam’ın “Okumayı hiçbir servete değiş- mem” özdeyişinin anlam zen- ginliği beynimin kıvrımlarını bes- liyor. Ruhsal yapımızın ve bilgi zen- ginliğimizin ana kaynağı kuşku- suz okumayla gerçekleşecek- tir. Victor Hugo’nun: “Taş iseniz mihenk taşı olunuz, bitki iseniz ilaç olunuz” özdeyişi olmamız ge- rekenlerini öğütlüyor. Dilimiz Türkçeyi güzel konuş- ma, sözcük zenginliği, cümle kurma alışkanlığı edinme de yi- ne okumayla olabilecektir. Nâzım Hikmet: Ferhat’ın Şirin’e ses- lenişinde “Dilim kadar, Türkçem kadar güzelsin” özdeyişiyle Türk- çemizin güzelliğini anlatılıyor. Alcott, “Ümitle açılıp, kazançla kapanan kitap iyi kitaptır” özde- yişiyle iyi kitapların temel özel- liklerini sıralıyor. ÖZET: Toplumsal kalkınma- mızın ve kültürel başarımızın ana öğesi olan kitapların okunması tutkuya dönüşmelidir. Kitaplar, sessiz ve uzun soluklu dostluk- larının yanında sevgi ve bilgi kaynaklarımızdırlar. Bireyin dü- şünce zenginliği, sorunları daha iyi algılama yetisi kazanması, Türkçeyi düzeyli ve güzel ko- nuşma akışı edinmesinde de et- kili birer unsurdurlar. Bilgisiz bir toplum olmaktan kurtulmak için bireylerin nitelik- li olması önkoşuldur. “Okumayı öğrenmeyen, çuval taşımayı öğ- renir” özdeyişi gerçekçi bir yak- laşımdır. “Bir yapıya konmayan taşları taş saymam / kitaba eğil- meyen başları baş saymam” öz- deyişinde, okumayan bireylerin boş olduğu anlatılmaktadır. Kon- füçyüs’ün: “Tanrım!.. bana kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bah- çe ver” yakarışı, kitap okumanın ve kitabın önemini doğa sevin- ciyle örtüştüren bir yaklaşımdır. Bilgi açlığımızı kitaplarla, ruhsal yapımızın onarımını çiçeklerle destekleyen bu yakarışı ben de içselleştiriyorum. BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Gaziantep ve Şanlõurfa yöresin- de yetişen beyaz bir üzüm cinsi. 2/ Ka- fiye... Alaturka mü- zikte tempo. 3/ Hiz- met hayvanlarõnõn ayağõna çakõlan de- mir... Aksama, ak- saklõk. 4/ Bir ili- miz. 5/ Fas’õn baş- kenti... Fütüvvet şeyhi. 6/ Gözleri görmeyen... Eski dilde göz. 7/ Ekvator bölgele- rinde yetişen bir meyve ağacõ... Tantal elementinin simgesi. 8/ Küçük mağa- ra... Pulu yapõştõrõlmadan gönderilen mektup için, alõcõnõn cezalõ olarak öde- diği posta ücreti. 9/ Yur- dumuzda da yetişen şa- raplõk bir üzüm cinsi... İnsan bedeni çevresindeki manyetik alan. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bozcaada’da yetişen ve “karasakız” da denilen şaraplõk siyah üzüm cinsi... Kalõn bükülmüş sicim. 2/ Yapraklarõn düz ve parlak bölümü... Zonguldak yöresine özgü bir halk oyunu. 3/ Bataklõklarda yaşayan iri bir kuş. 4/ Bir renk... Akõm şiddeti birimi kiloamperin kõsa yazõlõşõ... Yapõsõna girdiği sözcüğe “kendi kendine” anlamõ katan yabancõ önek. 5/ Kazakistan’õn başkenti. 6/ Türk halk müziğinde, bağ- lama ailesinden çalgõlarõn en küçük boylusu... Kõyõ, kenar. 7/ Teknelerdeki hamuru kazõmaya yarayan araç... Kenar süsü. 8/ Bulutlarla ilgili işlere baktõğõna inanõlan melek... Asya’da yaşayan yabanõl bir keçi. 9/ Bir düşüncenin ya- zõya dökülmesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 P A R H E L İ K E Ğ E S Ö K E L R N D İ K İ L İ S A V A N L A P E M İ R D E S U Ş A M A M A S İ N A D E T A S A U N A İ Ç Ç A P R A Ş I K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle