04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 NİSAN 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA HABERLER 22 Temmuz’dan beri ‘milli irade’ diyen Erdoğan, kapatma davası açılınca ‘demokratik siyaseti’ hatırladı 9 GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Muhalefeteuzlaşmaçağrısı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) 22 Temmuz seçimlerinden beri “milli irade” diyerek gerginlik politikası izleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, konu partisinin kapatılması olunca uzlaşmaya sığındı. Erdoğan, partisinin grup toplantısında kapatma davasıyla ilgili değerlendirmeler yaptı. Siyasette önemli olanın demokratik duruşu sağsol yapmadan ortaya koymak olduğunu kaydeden Erdoğan, bugünlerin elbette geçeceğini, Türk demokrasisinin kurum ve kurallarıyla mevcut sorunları aşabilecek tecrübe ve olgunluğa sahip olduğunu söyledi. Erdoğan, “Bugünlerden geriye sorunlar değil, onların nasıl çözümlendiği, siyasi aktörlerin bu süreçte ortaya nasıl bir duruş koydukları kalacaktır” dedi. Bugüne kadar millete bedel ödetecek hiç ‘Tarihin Sonundan’ Görüntüler “Tarihin sonuna” geliyoruz, ama Fukuyama’nın sandığı gibi değil! Bu liberal demokratik bir “son” olacak gibi görünmüyor. ? AKP’nin kapatılmasının çok ağır siyasi ve ekonomik sonuçlara yol açacağını ima eden Erdoğan, siyaset kurumunun bu sorunu çözmesi gerektiğini söyledi. Muhalefet partilerine uzlaşma çağrısı yapan Erdoğan, “Ülke ve millet menfaatları söz konusu olduğunda diğer siyasi partilerin de çözüm için mutabakat zemininde buluşacağını umuyoruz” dedi. bir uygulamalarının olmadığını, bundan sonra olmayacağını belirten Erdoğan, suyun yokuş yukarı akmayacağını, Türkiye’nin demokrasi mecrasından geri döndürülemeyeceğini söyledi. Kavga, gerilim ve öfkenin tarafı olmadıklarını savunan Erdoğan, 22 Temmuz’da yaptığı açıklamayı anımsatarak, yalnızca AKP’ye oy verenlerin değil oy vermeyenlerin de emanetini taşıdıklarını savundu. Muhalefet partilerini eleştiren Erdoğan, Türkiye’nin nabzını, gelecek heyecanını Ankara’da oturup sağır koridorların, aşılmaz duvarların, kapalı kapıların ardından duymanın mümkün olmadığını belirtti. Türkiye’ye istikrar ve güven ortamı getirdiklerini ileri süren Erdoğan, bunun kaybedilmesi durumunda ekonomide daha önceki yıllarda yaşanan çöküşün yine başlayacağını belirtti. Türkiye’nin demokrasiye giriş dersinde sürekli bütünlemeye kalarak güçlü bir ekonomi olamayacağını söyleyen Erdoğan, yaşanılan krizlerin içine kapanan Türkiye’nin krizleri olduğunu dile getirerek “Demokrasi dersinden sınıfta kalan Türkiye’nin krizleridir bunlar. Baştan beri söylediğimiz bir şey var; diyoruz ki ekonomi, demokrasiden, özgürlüklerden, hukuktan soyutlanamaz” dedi. AB hedefinden zaafiyet göstermelerinin asla söz konusu olamayacağını belirten Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in yarın Türkiye’ye geleceğini, kendileriyle süreci ve takvimi değerlendirme fırsatı bulacağını söyledi. Partisinin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısında kapatma davasıyla ilgili süreci değerlendirdiklerini anlatan Erdoğan, bu sürecin ülke ve millet için çok ağır bazı siyasi ve ekonomik sonuçlara yol açacağının görmezden gelinemeyeceğini söyledi. Erdoğan, siyasetin sorun çözme kapasitesinin korunması gerektiğini, millet için ağır kayıplara yol açabilecek, siyasi ve ekonomik istikrarın bozulması, birlik ve bütünlüğün zaafa uğramasıyla sonuçlanabilecek böyle bir sürece siyaset kurumunun kayıtsız kalamayacağını söyledi. AKP olarak sorumluluklarının bilinci içinde olduklarını, hukuk ve demokrasinin bu süreçten daha da güçlenerek çıkmak için demokratik siyaset içinde çözüm arayışlarının süreceğini dile getiren Erdoğan, “Ülke ve millet menfaatları söz konusu olduğunda diğer siyasi partilerin de çözüm için mutabakat zemininde buluşacağını umuyoruz. Demokratik siyaseti, çare kapısı olarak açık tutmak mecburiyetinde olduğumuzu bilhassa vurgulamak istiyorum” dedi. Yeni ‘süper sınıf’ “Küreselleşmeyle” birlikte eşitlik, özürlük ve kardeşlik ilkelerinden, vatandaşlık ve kamu alanı anlayışından kopuk bir küresel kapitalist “süper sınıfın” şekillendiğini görüyoruz. Bu sınıfın ilk örneklerine 19. yüzyılın sonunda klasik emperyalizm döneminde ve mali oligarşilerle, Osmanlı mülkü paylaşılırken rastlamaya başlamıştık. Bugün sayıları en fazla on binlerle ifade edilebilen bu sınıfın, hizmetlerindeki devasa bürokrasinin, çanak yalayıcı entelijansiyanın özgürlük, otonom özne, rasyonel düşünce, demokrasi, toplumsal gelişme, kamusal alan, eleştirel bir etkinlik olarak sanat anlayışlarının yaratıcısı kentsoylu sınıfla, ne toplumsal yapı ne kültürel özellikler ne de ahlak anlayışı açısından hiçbir ortak yanı kalmamıştır. Bir yıldır dünya ekonomisinde giderek derinleşen mali kriz bu sınıfı tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi: Kentsoylu sınıfın kültürel normlarıyla bakıldığında, “tümüyle gerici”, toplumsal sorumluluklarını ve işlevini yitirmiş parazit bir sınıf bu! Bu sınıfın yozluğuyla, ifrasçılığıyla, umarsızlığıyla, Roma’nın son dönemindeki çürüme arasında paralellikler kurmak çok kolay. İşte “tarihin sonu” bu parazit sınıfla, kentsoylu sınıfın, uygarlığının tükenmesiyle ilgili. Aslında, bu “süper sınıf” kavramı bana ait değil. 1997’de Foreign Policy dergisindeki, “Kültürel Emperyalizme Övgü” başlıklı yazısıyla dikkatleri çeken David Rothkopf, The Newsweek dergisinin bu haftaki sayısında, küreselleşme, özelleştirme ve finansallaşma üzerinden oluşan bir süper zenginler tabakasını adeta ağzının suyu akarak anlatırken bu “süper sınıf” kavramını kullanıyor. Rothkopf’un araştırması karşımıza, ilk elde, tüm mali piyasalardaki işlemlerin yüzde 95’ini denetleyen 14 büyük firma (aile) çıkarıyor. Bu 14 aileyi de içeren 50 büyük yapılanmanın toplam varlıkları 50 trilyon doları geçiyor. Açıyı biraz genişletirsek, dünya nüfusunun yüzde 10’u, toplam gelirin yüzde 85’ini elde ediyor. En büyük 2 bin şirket, 500 milyon insan çalıştırıyor, 100 trilyon varlığı kontrol ediyor. Bu “süper sınıfın” üyelerinden Blackstone grubunun CEO’su Stephen Scwarzman, Rothkopf’a dünyada hemen her sanayi dalında veya sektörde, 2030 insanın gelişmeleri belirlediğini söylüyor. Rothkopf da bize 1970’lerden bu yana, ABD’de CEO gelirlerinin en az 10 kat arttığını aktarıyor. Bu parazit “süper sınıfı”, Golfstream marka özel jetleriyle bir ülkeden öbürüne, vızır vızır uçadursun, dünyanın gündeminde, bir süredir savaşlar, mali çöküntü, açlık, hatta susuzluk tehlikesi, yeniden “ekmek ayaklanmaları” var. ANKARA 12 NİSAN’A HAZIRLANIYOR İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN MKYK TOPLANTISI Ulusal Egemenlik Buluşması ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ulusal Platformlar Güç Birliği tarafından organize edilen “Ulusal Egemenlik Buluşması” adlı mitingi, 12 Nisan Cumartesi günü Ankara’da yapılacak. Mitingde, yurttaşlar hep bir ağızdan “laik, bağımsız, bölünmez Türkiye, hukukun üstünlüğü” vurgusunu yapacak. Türkiye tarihine geçen “Cumhuriyet Mitingleri”nin başladığı Ankara Tandoğan Meydanı, ilk mitingin yapıldığı 14 Nisan’dan 1 yıl sonra bu kez “Ulusal Egemenlik Buluşması”na ev sahipliği yapacak. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin de üyeleri arasında yer aldığı Ulusal Birlik Hareketi Platformu, Çayyolu Platformu, Toplumsal Güç Birliği Platformu ve Anadolu Ulusal Uyanış Platformu’nun bir araya gelerek oluşturduğu “Ulusal Platformlar Güç Birliği”nin düzenleyeceği mitinge, çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve emek örgütü destek veriyor. man, ardından Faruk Demir konser verecek. Mitinge katılacak yurttaşlar; “Hipodrom Kazım Karabekir Caddesi Tabdoğan Meydanı istikameti / Maltepe Gazi Mustafa Kemal Paşa Bulvarı Tandoğan Meydanı istikameti / Anıttepe Anıt Caddesi Tandoğan Meydanı istikameti / Beşevler Degol Caddesi Tandoğan Meydanı istikameti” olmak üzere dört ayrı güzergâhtan alana gelebilecek. Ankara dışından mitinge katılmak için gelen yurttaşlarsa Atatürk Kültür Merkezi’nde buluşacak ve alana yürünecek. AKP ‘laikliği’ güçlendirecek ? Kapatma davası sürecinde ‘laikliği zedeleyen’ görüntüsünden kurtulmak isteyen AKP, bu yönde adımlar atarak muhalefeti anayasa değişikliği paketi konusunda ikna etmeye çalışacak. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’nda (MKYK), siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak anayasa değişikliğinin tüm partilerle uzlaşma yoluna gidilerek gerçekleştirilmesi eğilimi öne çıkarken, laikliği güçlendirici düzenlemelere ağırlık verilerek partinin “laikliği zedeliyorlar” görüntüsünden kurtarılması benimsendi. AKP MKYK’de, önceki gün yaklaşık 6 saat süren toplantıda kapatma süreci değerlendirilirken, yol haritası da çizildi. Kapatma davasıyla ilgili savunma, AB’ye uyum yasaları ve anayasa paketi üzerinde çalışma yapmak üzere komisyonlar oluşturulurken, AB’ye uyum yasalarına hız verilmesi benimsendi. Anayasa değişikliği konusunda farklı görüşler dile getirilse de paketin sadece siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak maddelerle sınırlı olmaması eğilimi öne çıktı. Bazı üyeler, “Sadece siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili anayasanın 68. ve 69. maddelerinde yapılacak değişiklik şık olmaz. Bununla birlikte kapsamlı bir demokratikleşme paketi getirilmeli” görüşünü dile getirdi. Bazı üyeler de, muhalefetle uzlaşma yoluna gidilmesi, muhalefet partilerinin uzlaşmaya yanaşmaması durumunda halkoylamasının üzerinde durulması gerektiğini belirttiler. Bir MKYK üyesi, “Getireceğimiz anayasa değişikliği paketinde 68 ve 69. maddeler olmasın. Böylece ‘AKP kendini kurtarmak için anayasayı değiştiriyor’ görüntüsü yaratılmaz. Demokratikleşme bir yaşam biçimidir, Siyasi Partiler Yasası ve seçim yasaları süratle değiştirilerek hızla partilerin de demokratikleşmesi sağlanmalı” önerisini getirdi. Eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, MKYK toplantısında söz alarak, “Gerilimli ve kavgalı süreçlerden uzak durun” uyarısında bulundu. Toplantıda öne çıkan görüşe göre, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak maddelerin de içinde bulunduğu kapsamlı bir demokratikleşme paketi hazırlanacak. Bu paket için muhalefet partileriyle uzlaşma aranacak. Ortaya çıkacak tabloda son kararı yine Başbakan Tayyip Erdoğan verecek. Muhalefet partilerine bir anayasa paketi mi götürüleceği yoksa paket hazırlanmadan önce diğer partilerin anayasa değişikliği üzerindeki görüşlerinin mi alınacağı konusunda net bir karar verilemedi. Toplantıda, bu süreçte özellikle muhalefetin “laiklikle ilgili kaygılarını giderici” bazı adımların atılması, anayasa değişikliği sırasında bu durumun dikkate alınması da benimsendi. Ve ‘büyük insanlık…’ Hafta sonu ve pazartesi gazeteler (Newsweek, 05/03; The Observer, 06/03; Krugman, New York Times, 07/03) pirinç, mısır, buğday gibi temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki yüzde 50’yi aşan artışlara, üretimlerindeki düşme eğilimine değinerek gıda ithalatçısı, özellikle de yoksul ülkelerde büyük toplumsal, insani krizlerin gündemde olduğunu anlatıyorlardı. Bu parazit “süper sınıfı” yaratan küreselleşme, özelleştirme ve serbest piyasa, tüm dünyada, özellikle de Çin ve Hindistan’da metalaşmayı, tüketimi hızlandırmış, mali kriz gıda piyasalarında spekülasyonu körüklemiş, Irak savaşı enerji fiyatlarının olağandan çok daha büyük bir hızla artmasına yol açmış, sorunu daha da ağırlaştırmıştı. Geçen 25 yılda bu “süper sınıfın” bahşişleriyle geçinen kimi sözde ekonomistler serbest piyasayı demokratikleşme, tarımdan kurtulmayı da gelişme olarak sundular. Şimdi, bu “süper sınıfın” yaşama ve avlanma alanı serbest piyasanın ne gıda, ne enerji piyasalarında ne de mali piyasalarda mal ve sermaye dağılımını ve düzenlemeleri gerektiği gibi yapamadığı, aksine, ekonomik, gıda, su, iklim krizlerine ilişkin eğilimlerini ağırlaştırdığını herkes görmeye başladı: Serbest piyasa, kendisini kucaklayan toplumu hızla çürütüyor. Geçen hafta, birkaç yıl önce rüyamızda görsek hayra yoramayacağımız iki gelişmeyle karşılaştık. Düne kadar, neoliberalizmin kalesi olan, devlet müdahalesine alerjik, Dünya Bankası’nın, fanatik serbest piyasacı başkanı Robert Zoellic, zengin ülkelerin devletlerine, “daha fazla insanın açlıktan ölmesini önlemek için acilen küresel bir eylem çağrısı” yaptı (Newsweek, 05/03). Aynı günlerde, IMF Başkanı Dominique Straus Kahn, Financial Times’a verdiği bir demeçte, “piyasalara devlet müdahalesi gereğinin giderek yadsınamaz hale geldiğine inandığını” söylüyordu (06/03). Bu iki demeç de “zamanın ruhunun” artık değiştiğini gösteriyordu. Açlık, susuzluk, ekmek ayaklanmaları, toplumsal kargaşa ve mali kriz, piyasalara devlet müdahalesi, etnik boyayla boyanmış, kaynak savaşları dünyasında bir avuç parazit süper zengin akıl almaz büyüklükteki servetlerini ve iktidarlarını nasıl koruyacak dersiniz? Benim aklıma askeribürokratik rejimlerden, dinitotaliter ideolojilerin desteklenmesinden, kanaat önderlerinin satın alınmasından, emperyalizm ve sömürgecilikten başka şeyler gelmiyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com [email protected] Tuna kaldı, Çömez gitti AKP, kamuda türban serbestisi isteyen vekili uyardı, yönetimi eleştiren eski vekili ise partiden ihraç etti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP Müşterek Disiplin Kurulu, Konya Milletvekili Hüsnü Tuna’ya uyarı cezası verdi. Bir önceki dönem Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez ise partiden ihraç edildi. AKP Müşterek Disiplin Kurulu Başkanı ve Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü, Tuna’nın Konya Gazeteciler Cemiyeti’ni ziyaretinde yaptığı konuşmayla ilgili olarak kendilerine gelen başvuruyu karara bağladıklarını bildirdi. Tuna’ya uyarı cezası verilmesine karar verildiğini belirten Köylü, “Tuna’nın daha dikkatli hareket etmesi istenecek. Yaptığı konuşma, kişisel görüşleri olmasa ve partiyi bağlamasa da bir milletvekilinin parti disiplinine uygun hareket etmesi gerekiyor” dedi. Tuna, Konya’da parti olarak hedeflerinin türbanın tüm kamuda serbest bırakılması olduğunu dile getirmişti. AKP Merkez Disiplin Kurulu da yaptığı toplantıda, 21. Dönemde Balıkesir Milletvekili olan Turhan Çömez’in partiden ihracına karar verdi. Kurul Başkanı Köylü, Çömez’in, basında parti ve parti yöneticilerini küçük düşürücü beyanlarda bulunduğunu belirterek “Kendisinden savunma istedik ama savunma yapmadı” dedi. 500 STK’ye çağrı Mitinge katılım için 500 sivil toplum kuruluşuna çağrı yapıldı. Tandoğan Meydanı’nda 12 Nisan Cumartesi saat 11.00’de buluşacak yurttaşlar, 15.00’e kadar açık hava şöleni gibi bir miting gerçekleştirecek. Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayacak mitingde, marşlar, türküler söylenecek, şiirler okunacak, konuşmalar yapılacak ve önce Ayten Alp ‘Halk mahkum eder’ Çömez ise kendisinden savunma isteyenleri vakti geldiğinde seçim meydanlarında halkın mahkum edeceğini söyledi. Çömez, “Bugün yollarımı ayırmış olduğum partiden ihraç edildim. Türk demokrasisi bunu not edecektir. Bugün kendini demokrasinin yıldızı diye takdim edenlerin, demokrasiden ne kadar nasiplerini aldıklarını millet günü geldiğinde sorgulayacaktır” dedi. Hüsnü Tuna Turhan Çömez Üniversitelerde çatışma, siyasi istikrarsızlık için önemli yollardan birisidir. 12 Eylül 1980 öncesi olayları, şimdi elimizdeki yeni bilgi ve belgelerle tahlil ettiğimizde her şeyi daha iyi anlayabiliyoruz. Devlet içinde askeri darbe yapmak isteyen ve ABD’nin de desteğini arkasına alan bir güç, belli ki iç çatışmayı sonuna kadar körükledi. Amaç toplumda çaresizlik hissi yaratarak askeri darbenin meşrulaştırılmasını sağlamaktı. 12 Eylül döneminde MHP’nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş’le uzun süre aynı cezaevinde kaldık. Mehmet Ali Ağca Roma’da Papa’yı vurduğunda da cezaevinde birlikteydik. O zaman bana şunları söylemişti: “Oral Bey ister inanın ister inanmayın, bazı ülkücü gençleri bizim irademiz dışında kullandılar. Birçok olayda bazı güçler onları yönlendirdiler.” Türkeş’in bu sözlerinin anlamını Susurluk kazasının ortaya çıkmasından sonra daha iyi anladık. Devletin bazı birimleri Abdi İpekçi cinayetinin Akdeniz Üniversitesi’ndeki Eli Silahlı ‘Genç’ faillerine, Ankara Bahçelievler katliamının aranan kişilerine yeşil pasaportlar vermişti, onları bazı suikastlarda kullanmak istemişti. Yine bir MİT yetkilisi Abdullah Çatlı’yı 12 Eylül öncesinde de kullandıklarını, bu dönemde itiraf etmişti. Bu sözler Türkeş’in söylediklerini anlamlı hale getiriyordu. ??? Antalya’da Akdeniz Üniversitesi’nin bahçesine eli silahlı bir militan nasıl girebilir? Kapıda o kadar güvenlik önlemi varken kılığından kıyafetinden öğrencilikle hiçbir ilgisi olmadığı hemen anlaşılabilecek bir kişi orada nasıl zuhur edebilir? O kişi önümüzdeki günlerde yakalanabilir. Gelişen teknolojinin provokatörlerin işini zorlaştırdığı bir gerçek. Ayrıca bir başka gerçekse 12 Eylül öncesi olaylarda MHP bu olayların aktif bir tarafıydı. Alparslan Türkeş, “Bazı adamlarımızı kullandılar” dese de MHP bu olayların içinde vardı. Tabii ki tek taraflı yoktu, sol kesimden de MHP ile çatışan ve bu çatışmayı aşırı noktalara götürenler vardı. MHP ve bazı sol kesimler bu çatışmalardan rant elde edebileceklerini sanıyorlardı. 12 Eylül askeri darbesi MHP yönetimini de, solcuları da hapse tıkınca, işin aslı esası ortaya çıktı. MHP yöneticilerinin idam cezası talebiyle yargılanması sırasında onlarla aynı cezaevindeydik. Nasıl bir ruh hali içinde olduklarını, nasıl bir hayal kırıklığı yaşadıklarını biliyorum. Onları da kullanarak askeri darbeyi gerçekleştirmişlerdi. ??? 12 Eylül öncesi toplum içinde ciddi bir gerginlik ve çatışma ortamı yaratılmıştı. Gençlik bu çatışmanın fitiliydi. Toplumun çok geniş kesimleri bir şekilde bunun içine çekilmişti. MHP’nin bugünkü yönetiminin biraz geçmişten çıkardığı derslerle, biraz toplum içinde çatışma istemeyen eğilimin etkisiyle ülkücü gençlerin bu çatışmaların içine girmesinden yana olmadığı söylenebilir. Tabii ki eski alışkanlıklar, çatışma geleneği ülkücüler içinde varlığını sürdürüyor, bunu ortadan kaldırmak yönergelerle mümkün olmayabilir. MHP lideri Bahçeli’nin Kemal Kerinçsiz gibi isimleri partiden uzak tuttuğunu görüyoruz. MHP’nin bu davranışının arkasında ülkemizdeki toplumsal değişimin de etkiliği olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de son yıllarda ekonominin büyümesiyle orta sınıflar da epece yaygınlaştı. Orta sınıflar, toplumun dengesi gibidir. Bir toplumda ne kadar yaygın bir orta sınıf varsa, o top lumun demokratikleşmesi daha kolaydır. MHP, son seçimlerde bu orta sınıfların bir kesiminin oyunu aldı. Dikkat edilirse MHP’nin oyları orta Anadolu’dan Batı’ya ve Akdeniz’e kaydı. Orta sınıf çatışma istemiyor. Bu MHP’yi etkiliyor. ??? MHP’nin ve ülkücülerin aktif olarak yer almadığı bir çatışmanın yaygınlaşması ve kitleselleşmesi kolay değil. Marjinal gruplarla iç çatışma körüklenemez. Suikastlar yapılabilir, bombalar atılabilir, ancak kitlesel karşılaşmalar yaratılması mümkün değildir. Antalya’da Akdeniz Üniversitesi’nde meydana gelen olayları küçümsemek için söylemiyorum bütün bunları. Tabii ki çatışmayı ciddiye almalıyız. Üstelik bazı kesimlerin iç gerginlik planları yaptığını da görüyoruz. Türkiye, ciddi bir değişim sürecinden geçiyor. Bunun sancılı ve iniş çıkışlı olacağı da bir gerçek… DTP’Lİ EMİNE AYNA ‘1 Mayıs resmi tatil ilan edilmeli’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DTP Genel Başkan Yardımcısı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna, parti genel merkezinde basın toplantısı düzenlediAKP hükümetinin izlediği politikaların “ülkenin hiçbir temel sorununa çözüm üretemediğini’’ belirten Ayna, “halkın fakirleştiğini, sosyal haklarının elinden alındığını, antidemokratik uygulamaların yaygınlaştığını, AB sürecinden vazgeçildiğini ve yeni anayasa çalışmalarının rafa kaldırıldığını’’ söyledi. Ayna, “Emekçilerin emeklerinin sömürülmesine karşı mücadelelerini yükselttikleri gün’’ olan 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesini istedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle