19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 NİSAN 2008 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Çalık’ın Sabahatv’yi almak için ortak bulmasında etkili olduğu iddialarına yanıt veremedi GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Erdoğan Katar’ı açıklayamadı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında, gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Ahmet Çalık’ın Sabahatv’yi almak için Katar’dan ortak bulması için devreye girdiği iddialarına açıklık getirmeyen Erdoğan, muhalefet partilerini eleştirdi. Hükümetin ikili temasları sonucunda son dönemde İsveç, Katar ve Suriye ile dış ticaretin arttığını belirten Erdoğan, şöyle konuştu: “Bakınız bütün Ortadoğu’da, ABD, İngiltere, Fransa, İsveç, Hollanda... Bütün o Batı ülkeleri çok büyük yatırımlar gerçekleştiriyorlar. Körfez sermayesini çekmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Aynı alerji, Türkiye’ye gelen uluslararası yatırımlar karşısında da nüksediyor. Bazı ülkeler baş tacı, bazı ülkeler sakıncalı. Küreselleşen dünyada böyle bir ayrım yapılabilir mi?’’ Katar, Suriye, Suudi Arabistan ve Kuveytli işadamlarının dünyanın her tara ‘İnsanlığın Son Yüzyılı’ Geçen 45 yıl içinde ekonomik, siyasi, jeopolitik, ekolojik kriz eğilimleri kesişmeye başladı. Böylece oluşmaya başlayan ‘konjonktür’, insanlığın önüne tüm uygarlığı tehdit eden sorunlar koyuyor. Bunlar ancak küresel çapta, ortaklaşa yaşama geçirilebilecek, akılcı, bilimsel yolla oluşturulmuş önlemlerle aşılabilecek sorunlar. Buna karşılık, günümüzün egemen üretim ve tüketim biçimleri bireyci, kısa dönemli hazlara odaklanmış, uzun dönemli amaçlara duyarsız insanlar üretiyor. ? Erdoğan, Ahmet Çalık’ın Sabahatv’yi alması için Katar’dan ortak bulmasında etkili olduğu yönündeki iddialara açıklık getiremedi. Katarlıların her yerde yatırım yaptığını söyleyen ve kendisini eleştirenleri ‘sermaye ırkçılığı’ yapmakla suçlayan Erdoğan, kamu bankalarından Çalık grubuna verilen kredileri hiç gündeme getirmedi. fında yatırım yaptıklarını dile getiren Erdoğan, bu yatırımlar Türkiye’ye yönelince farklı tavırlar gösterildiğini söyledi. “Nedir bu hazımsızlık, neden bu alerji” diyen Erdoğan, geçmiş hükümetlerin yatırımları arttıramadığını, yıllık ortalama 1 milyar dolar seviyesini aşamadığını ileri sürdü. Türkiye’nin 22 milyar dolar seviyesini yakalaması üzerine bu tartışmaların başladığını savunan Erdoğan, “Bu açıkça ayrımcılıktır, sermaye ırkçılığıdır. Yatırımın, sermayenin, ticaretin rengi, ırkı, milleti olmaz. Türkiye’nin menfaatına, Türk milletinin çıkarına olan neyse, biz onu yaparız. A ülkesi Türkiye’de yatırım yaparsa sorun yok. B ülkesi yatırım yaparsa, ‘O yeşil, o kırmızı, o siyah, o mavi’. Buna herhalde renk alerjisi deniliyor’’ görüşünü dile getirdi. Halk Bankası ve Vakıflar Bankası’ndan Çalık grubuna 750 milyon dolar kredi verilmesine hiç girmeyen Erdoğan, Halk Bankası ve Ziraat Bankası’nın çiftçi ve esnafa düşük faiz oranlarıyla kredi verdiğini, bu bankaların artık içi boşaltılan bankalar olmadığını ileri sürdü. ‘Herkes yasalara uymak zorunda’ Sendikaların 1 Mayıs’ta Taksim’de miting yapma istemlerini değerlendiren Erdoğan, 1977 ve 1996 yıllarında 1 Mayıs’taki ağır provokasyonların milletin hafızasında olumsuz izler bıraktığı Erdoğan, AKP’nin dünkü grup toplantısında konuştu. (AA) nı söyledi. 1 Mayıs’ı anarşi, tahrik, isyan provası olarak gören illegal ve marjinal gruplar olduğunu kaydeden Erdoğan, demokratik hakların önüne asla set çekme gayreti içinde olmadıklarını ancak herkesin yasalara uymak zorunda olduğunu kaydetti. Erdoğan, “Kalkıp da basın açıklamasını, ‘5, 10, 20, 30 bin kişiyle yapacağım’ dersek, herhalde bu bir basın açıklaması olmaktan çıkar” dedi. Sendikalardan, iyi niyetin dışında bir şey beklemediklerini dile getiren Erdoğan, şöyle konuştu: “ Olay sadece, oradaki sendika temsilcilerinin yapacağı, bir yasadışı adım olamaz, olmamalı. İllegal örgütler, bu tür zemini koklar. Bu tür zeminde de legal örgütlerin iyi niyetle yapmak istedikleri girişimleri, maalesef iyi niyetten olumsuz neticelere doğru kanalize ederler ki ondan sonra onun altından tabii ki legal örgütlerimiz de leke almış olarak çıkarlar. Oyuna gelmeyin, istismarlara izin vermeyin.” Kriz, kriz ve kriz… Son aylarda medyayı dolduran haberlere bakmak yeterli: Enerji krizi, gıda krizi, mali kriz, küresel durgunluk (reel ekonomi de sarsılıyor), Irak’ta, Afganistan’da iflas etmiş sonu belirsiz savaşlar (Bir Pentagon raporu, 2008)… Bu sırada, Rusya ve Çin’in siyasi ekonomik ağırlığı artarken, ABD hegemonyasının gerilemesiyle ilgili yeni kitapları zamanında alıp okumaya çalışmak neredeyse boşuna bir çaba haline geldi (son dört çalışma için, Ian Buruma, The New Yorker, 21.04.2008). Gelişmeler, bu krizlerin, birbirlerini besleyen, bileşik bir dinamik oluşturmaya başladığını da düşündürüyor. Örneğin, enerji ve gıda krizleri üç noktada kesişiyor: 1) Tarım alanlarının giderek biyoyakıt üretimine ayrılması, fiyatları arttırarak, beslenmeye ayrılan tahıl hacmini azaltarak açlık sorununu ağırlaştırıyor. 2) Yüksek petrol fiyatları, tarım üretimi girdilerinin fiyatlarını arttırıyor. 3) Taşımacılık maliyetlerindeki artışlar da gıda fiyatlarını arttırıyor. Bir diğer denklem de mali krizle ilgili olarak kurulabilir. Menkul kıymetler piyasalarında riskler artarken, gıda ve enerji dahil diğer emtia fiyatlarındaki artışlar, yeni spekülasyon alanları yaratarak, hem fiyatları daha da arttırıyor hem de stokçuluğu teşvik ederek arzı sınırlıyor. “Soğuk savaş” bittikten sonra siyasi gerginlikler giderek doğal kaynaklar ve gıda havzaları üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştı. Su kaynaklarını, kıymetli madenleri, verimli toprakların mülkiyetini, enerji kaynaklarını, enerji taşıma yollarını denetlemeye yönelik yerel savaşlar (Afrika, Ortadoğu), emperyalist projeler (BOP, Irak ve Afganistan), büyük güçler arası rekabet (Afrika, Orta Asya) toplumsal yapıları, dolayısıyla tarımsal üretimi tahrip ediyor; bakılması, güvenliğinin sağlanması gereken büyük göçmen nüfusları yaratıyor. Türkiye’nin önümüzdeki dönemi belirleyecek en kritik konusunun Kürt sorunu olduğunu bu köşede sürekli dile getiriyorum. Türkiye’de bu konunun kaşımaya, yani tahrike en açık konulardan birisi olduğu da kesin. PKK’nin son günlerde yollara döşediği mayınlar, kurduğu pusular da tahrik zeminini elverişli hale getiriyor. İşte bu ortam içinde Sakarya’da DTP’nin düzenlediği salon toplantısına yapılan saldırıyı bir yere oturtabiliriz. DTP toplantısı, örgütlü bir şekilde ve saldırganların önceden kendi aralarında haberleşmesiyle basılmıştır. Önce bildik bir örgüt olan Alperen Ocakları’ndan bir grup, ellerinde bayraklarla DTP’nin toplantı yaptığı salonun önüne gelerek basın açıklaması düzenliyor. Ardından şehit yakınları otobüslerle yine salonun önüne toplanıyor. Örgütlü kalabalık kısa sürede bin kişiyi buluyor. Ardından taş ve sopalarla salona hücuma geçiliyor. İçeride toplantı yapan DTP’liler salonun kapılarını ka Sakarya’da DTP’ye Düzenlenen Saldırı… patarak kendilerini korumaya çalışıyorlar. Havasızlık ve panik nedeniyle içeride fenalaşanlar oluyor. Bir yurttaş bu nedenle kalp krizi geçirerek yaşamını yitiriyor. Diğer fenalaşan insanlar dışarıyı çıkıp hastaneye götürülmek istendiğinde ise saldırganlar ambulansların içindeki insanları da hedef almaktan çekinmiyorlar. ??? Sakarya’daki olaylar, aslında nasıl bir ortam içinde bulunduğumuzu da gözler önüne seriyor. Bu kadar örgütlü bir hazırlık kimler ve hangi örgütler tarafından yapılabilir? Sakarya, geçmişte faili meçhul diye bilinen birçok cinayete tanıklık eden bir bölge. Bu bölgede devlet içindeki güçlerin bazı insanları kaçırarak öldürdükleri ve örgütlü infaz yaptıklarını biliyoruz. Şimdi benzer bir girişim yeniden harekete mi geçirildi? Bu soruyu ciddiyetle sormalıyız. Alperen örgütü, Hrant Dink cinayeti davasından yargılananların gidip geldiği yerler arasındaydı. Bu işin arkasında devlet içinde bazı güçler yeniden harekete mi geçti endişesi haklı bir endişe olarak görülmeli. KürtTürk çatışması kimin işine yarar? Kim böyle bir çatışmadan yarar umabilir? Sakarya olayını bu açıdan incelemekte yarar bulunuyor. Tabii önlemlerin de ona göre alınması gerekiyor. ??? TürkKürt çatışması bugüne kadar bütün tahriklere rağmen, toplumun sağduyusu ve devlete egemen olan anlayışın özeniyle bir büyük tehlikeye dönüşmedi. Dönüştürmek isteyenler de başarıya ulaşamadı. Ancak bunu isteyenlerin ve bundan siyasi sonuç elde etmek isteyenlerin bulunduğu da bir gerçek. Soruyu yeniden soralım: Kim ve kimler böyle bir çatışmadan yararlanırlar? Bu çatışma öncelikle parlamenter rejimi köşeye sıkıştırır. Sorunun demokratik bir sistem içinde çözülmesinin mümkün olmadığı fikrinin yaygınlaşmasına hizmet eder. Yani bundan demokrasi dışı güçler yararlanırlar. Onlar çatışmadan kendi hedefleri doğrultusunda sonuçlar çıkarmak isterler. O zaman bu tür gerginlik ve tahriklerde bu tür güçlerin parmağını aramakla işe başlayabiliriz. ??? Bu tahrikçileri tecrit etmenin ve tertiplerini boşa çıkarmanın yolu, şiddet eylemlerine karşı ortak bir siyasi tutum almaktır. Sonuç olarak düdük çalıp, Meclis saf dışı kaldığında siyasi partiler de yok oluyorlar. Bu tür tertipler tümüyle parlamenter rejime ve demokrasiye yöneliktir. Parmaklarıyla “kurt” işareti yapan gençler, belli bir siyasi akımı simgeliyorlar. Bu nedenle öncelikle bu siyasi akımın temsilcilerinin dikkatli olması gerekiyor. Kendi taraftarlarına çekidüzen vermeleri gerekiyor. Unutmayalım ki düdük çalınca gelenler, siyaset alanında pek de ayrım yapmıyor. 12 Eylül döneminde cezaevinde MHP yöneticileri ülkücülerin kullanıldığından şikâyet ediyorlardı. Bundan ders çıkardıklarını da sanıyorum. Ancak yine “açık” ve “yakın” bir tehlike ile yüz yüze gelebiliriz. Bu konuda kullanılması mümkün olan siyasi akımların sorumlularına öncelikle görev düşüyor. ??? Türkiye’nin Kürt sorunu vardır. Bu sorun makul bir noktaya çekilemezse önümüzdeki dönemde çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Sakarya’daki olaylar bir sinyaldir. Bu sinyali hep birlikte, Türk’üyle Kürt’üyle iyi algılamamız gerekiyor. Yarın çok geç olmadan… Dünya yine büyük savaşlara mı gebe? Nihayet tüm bu kriz eğilimlerinin hepsi, küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı bir ekolojik krizin etkisiyle daha da güçleniyor. Ancak yeni yükselmekte olan, Çin, Hindistan gibi güçler, hızlı ekonomik büyümeyi desteklemek, tarımdan kopan nüfusu beslemek, yeni oluşmaya başlayan orta sınıfın gereksinimlerini karşılamak için, gıda hammadde ve enerji tüketimini ve ithalatını hızla arttırmaya devam ediyor, bu sırada, ulusalcılığa sığınarak emperyalist stratejiler geliştirmeye başlıyorlar. Gıda ayaklanmaları 33 ülkede siyasi istikrarı bozarken, serbest piyasa ekonomisi ve finansallaşmanın gelir dağılımını, özellikle ABD, İngiltere gibi ülkelerde alabildiğince bozduğu görülüyor; iktidarın süperzengin birkaç bin kişinin elinde kristalleşmesi dikkat çekmeye başlıyor (The Economist 16/04). Bu gelişmeler, demokrasiyi hayalete çevirirken, “Bunlar iktidarını daha ne kadar koruyabilirler” sorusunu da gündeme getiriyor. Böyle bir dünyada, İngiltere’nin önde gelen savunma kuruluşlarından Royal United Services Insitute’ün 23 Nisan’da, yayımlanan raporundaki,“İklim değişikliği iki dünya savaşı çapında çatışmalara yol açabilir, bir farkla ki bu çatışmalar bu kez yüzlerce yıl sürebilir” saptaması da bana artık hiç şaşırtıcı, gerçeküstü gelmiyor. Tabii, Boston Globe’daki Stockholm International Peace Research Institute’ün verilerinde dayanarak, dünyada son yıllarda özellikle enerji tüketicisi ve üreticisi ülkelerde yeni bir silahlanma yarışının başladığını anlatan yorum da… Bu son derecede tehlikeli sürecin önüne geçilebilir mi? İngiliz hükümetinin bilimsel konularda baş danışmanı, Oxford Üniversitesi profesörlerinden Lord Robert May’in bir konuşmasında işaret ettiği gibi, “Aydınlanma geleneğinin, açık, özgür, önyargısız sorgulama ve araştırma, bireysel özgürlükler, devlet ve kilisenin birbirinden ayrılması gibi temel değerlerinin hem Doğu’da hem de Batı’da ciddi tehdit altında olduğu bir dönemde” bu soruya olumlu bir cevap vermek çok zor. Bu krizlere çözüm üretebilmek, bu çözümleri yaşama geçirebilecek “yeni insanı” yaratmaya girişebilmek için solun öncelikle akılcılığa ve bilimsel düşünceye yönelik bir taraftan postmodernizmden, diğer taraftan dincilikten kaynaklanan, saldırılara direnmesi, insanlığın bu tarihsel kazanımını savunması gerekiyor. Emekçilerin çıkarlarını savunmaya hizmet edecek demokratik bir söylemi kurmanın yolu da buradan geçiyor, AKP’yi desteklemekten değil. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com PARTİDE KAFALAR KARIŞIK AKP çıkış bulamıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kapatma davasının ardından AKP’de başlayan sıkıntı sürüyor. AKP yönetimi, davaya karşı çıkış bulamıyor. Siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak bir anayasa değişikliğinin tek başına getirilmesinin doğru olmadığını düşünen AKP’li milletvekillerinin değişikliğe destek vermeme olasılığı AKP yönetiminin, paketi getirmesini engelliyor. Partinin kesinlikle kapatılacağına inanan milletvekilleri ise anayasa değişikliği yapılmasını istiyor. Bunun yerine AKP’nin kaygıları giderecek adımlar atması gerektiğini düşünen milletvekilleri de bulunuyor. Bu milletvekillerinden ilk açıklamayı Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem yaptı. İsmi açıklanmayan bir AKP yetkilisi de, “AKP’nin de hata yaptığını, türban konusunda kaygıları giderecek adımların atılabileceğini, türbanın kamu, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında yasak olacağına ilişkin düzenlemeler yapılabileceğini” ifade etti. Bu AKP’linin Cemil Çiçek olduğu belirtildi. Çiçek dün de grup toplantısına katılmadı. Açıklamalar Erdoğan’ın bilgisi dahilinde Bu açıklamalar, parti içinde farklı değerlendirmelere neden oldu. Bazı AKP’liler, bu açıklamanın bilinçli olarak ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bilgisiyle yapılmış olabileceğini belirterek, “Bir çıkış bulunamıyor. Anayasa değişikliği yapılıp yapılmayacağı, kiminle uzlaşma aranacağı belli değil. Referandum göze alınamıyor. Eğer anayasa değişikliği yapılmazsa parti kapatılır. Geriye tek çare kalıyor. O da AKP’nin bazı yumuşak adımlar atarak bazı kesimlere mesaj vermesi. Bu yolla partinin kapatılmasının önlenmesi” görüşünü dile getirdiler. GÜL ’DEN ÇALIK SAVUNMASI ‘Hiçbir işadamına özel muamele yok’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Katar Emiri ile tanıştırdığını açıkladığı işadamı Ahmet Çalık’a hiçbir özel muamele yapılmadığını savundu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dün gazetecilerin sorularını yanıtladı. Gül, AB sürecine hız verilip verilmeyeceğinin sorulması üzerine, görüştüğü herkese, hükümet yetkililerine her zaman AB’nin sürekli bir proje olduğunu söylediğini belirterek “O sürekli bir şey, konjonktürel bakmamamız lazım’’ dedi. Gül, geçen günlerde, Suriye’nin başkenti Şam’da Katar Emiri ile enerji konusundaki projeler için tanıştırdığını açıkladığı işadamı Ahmet Çalık ile ilgili bir soru üzerine, “Herkes oradaydı. Hiçbir işadamına özel muamele yapılmadı. Bunlar enerji konularında önemli işler yapıyorlar dedim’’ diye konuştu. Erdoğan ile Çiçek’in samimiyeti Çiçek’in dün partisinin grup toplantısına gelmemesi, Erdoğan ile yollarının ayrıldığı yönünde iddialara neden oldu. Ancak öğleden sonra Meclis’e gelen Çiçek, savunma üzerine çalıştıklarını belirterek, aynı anda birkaç yerde olamayacağını söyledi. Milliyet gazetesine açıklama yapan kişinin kendisi olup olmadığı sorularını geçiştiren Çiçek’in Erdoğan ile samimi bir şekilde konuşması ve sürekli yanında oturması gözlerden kaçmadı. Söz konusu açıklamayı yapan kişiler arasında adı geçen İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, “Ben değilim, ben zaten kapalı kapılar ardında görüş açıklamam” dedi. Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı da, esprili bir dille “Ben değilim, benim üslubuma uygun değil o açıklamalar” açıklamasını yaptı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle