23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 10 İngiliz başkentinde belediye seçimleri için soluklar tutuldu Londra için kılıçlar çekildi ? Londra belediye başkanlığı seçimleri için yarışan adaylar arasında Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerle işbirliği yapan Ali Kemal’in torunu Boris Johnson’da katılıyor Dış Haberler Servisi İngiltere’nin başkenti Londra’da dikkatler yarın gerçekleşecek belediye başkanlığı seçimlerine çevrilirken adaylar seçmenlerin oylarını kazanmak için son kozlarını oynuyor. Seçim yarışının 2 dönemdir Londra Belediye Başkanlığı koltuğunda oturan İşçi Partili Ken Livingstone ile Muhafazakâr Parti’nin adayı Ali Kemal’in torunu Boris Johnson arasında geçmesi bekleniyor. 2005’te köktendincilerin gerçekleştirdiği belirtilen bombalı saldırılarla sarsılan Londra’da yerel seçimler için gözler Müslüman toplumun vereceği oylara çevrilmiş durumda. Livingstone, bugüne kadar Irak işgaline karşı çıkışı ve İslamcı kesimlerin Yahudi karşıtı açıklamalarına verdiği destekle kentteki Müslüman seçmenlerin oylarını alan bir politikacı olarak dikkat çekiyor. Muhafazakâr Parti, iktidardaki İşçi Partisi’nin Londra kalesini ele geçirmek için Livingstone’un karşısına eski TV programcısı ve Kurtuluş Savaşı’nda İngilizlerle işbirliği yapan Ali Kemal’in torunu Boris Johnson’ı çıkararak oy toplamayı amaçlıyor. Ancak Johnson, 2005’te 52 kişinin öldüğü bombalı saldırıların ardından kaleme aldığı “Sorun İslam” adlı yazısı ve giderek büyüyen göçmen sorununa yönelik kaygılarını dile getirmesinin ardından yoğun eleştirilerle karşı karşıya kalmış bir isim. Buna karşın kentin içinde bulunduğu ekonomik sorunların ve iktidardaki İşçi Partisi’ne giderek azalan desteğin, oyların Johnson’a yönlenmesine neden olabileceği yorumları dikkat çekiyor.Adaylar Londra’daki Türk seçmenlerin de oylarını kazanmak için yoğun kampanya yürüttüler. Geçen hafta Livingstone, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Nevington Green bölgesini ziyaret ederek Türk seçmenlerden oy istemişti. Livingstone, ziyaret ettiği Avrupa adlı Türk gazetesinin bürosunda duvarda asılı bulunan Atatürk posterinin önünde poz verirken, çevresindekilere, “Bu kişiyi tanıyor musunuz” diye sormuş, ardından da Muhafazakâr Parti adayı “Boris Johnson’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e suikast girişimiyle tanınan, Osmanlı döneminin son içişleri bakanlarından, gazeteci Ali Kemal’in torunu olduğunu” belirtmişti. Johnson da seçim kampanyası boyunca kendini “Türk kökenli” olarak tanıtarak Londra’da yaşayan Türklerin oyunu kendisine vermeleri çağrısı yaptı. Kadın politikacının oturduğu yeri koklayan Liberal Parti lideri ‘Koltuk fetişisti’ politikacı Dış Haberler Servisi Avustralya, muhafazakâr Liberal Parti’nin Batı Avustralya eyaletinin lideri Troy Buswell’in mecliste bir kadın siyasetçinin oturduğu koltuğu kokladığına ilişkin itirafıyla çalkalanıyor. Daha önce İşçi Partili bir kadın vekilin sutyen kopçasını çekerek kopardığına ilişkin itirafıyla ülke gündemine oturan Buswell, önceki gün televizyonlardan yayımlanan basın toplantısında gözyaşları içinde bu kez de bir kadın meslektaşının oturduğu koltuğu kokladığını açıkladı. İstifa etme niyetinde olmadığını söyleyen Buswell, “Bunlar gerek benim, gerekse ailem için üstesinden gelinmesi gereken zor konular” diye konuştu. Liberal Parti’nin gelecek yılki seçimleri kazanması halinde Batı Avustralya eyaletinin başbakanı olmasına kesin gözüyle bakılan Buswell’in itirafı, geçen hafta sonu Avustralya basınında kendisinin 2005 yılında mecliste ismi açıklanmayan aynı partiden bir kadın üyenin oturduğu koltuğu kokladığı, bunun salonda gülüşmelere neden olduğuna ilişkin haberlerin yayımlanmasının ardından geldi. Koltuğu koklanan kadın politikacı gazetelere verdiği demeçte olay karşısında şaşkınlık ve büyük bir öfke hissettiğini kaydederek, tepkisini Buswell’e de söylediğini belirtti. Liberal Parti Başkan Yardımcısı Kim Hames ise skandala karşın Buswell’i desteklemeye devam edeceklerini savunurken, yine de liderlerinin “davranışlarını değiştirmesi gerektiğini” düşündüğünü kaydetti. İsyanların bir tertibin ürünü olduğu açıkca belliydi ? Osmanlı devleti savaşa girince, Ermeniler bekledikleri fırsatın doğmuş olduğu inancıyla toplu olarak harekete geçerler ve Kafkas Ordusu’nun geri hatlarını vururlar. Rus ordularıyla işbirliğine giderler ve Van içerden vurularak 15 Nisan 1915’te Rus ordularına teslim edilir. Ermenilerin başlattığı isyanların Akhisar’dan sonrakiler ise şöyleydi. Erzincan İsyanı ( 21 Ekim 1895), Gümüşhane İsyanı (25 Ekim 1895), Bitlis İsyanı (25 Ekim 1895), Bayburt İsyanı (26 Ekim 1895), Maraş İsyanı (27 Ekim 1895), Urfa İsyanı (29 Ekim 1895), Erzurum İsyanı (30 Ekim 1895), Diyarbakır İsyanı (2 Kasım 1895), Siverek (Diyarbakır) İsyanı (2 Kasım 1895), Malatya İsyanı ( 4 Kasım 1895), Harput İsyanı (7 Kasım 1895), Arapkir İsyanı (9 Kasım 1895), Sıvas İsyanı ( 15 Kasım 1895), Merzifon İsyanı (15 Kasım 1895), Gaziantep (Ayıntap) İsyanı (16 Kasım 1895), Maraş İsyanı (18 Kasım 1895), Muş İsyanı (22 Kasım 1895), Kayseri İsyanı (3 Aralık 1895), Yozgat İsyanı (3 Aralık 1895), Zeytun İsyanı (18951896), Birinci Van İsyanı (2 Haziran 1896), Osmanlı Bankası Baskını (14 Temmuz 1896), İkinci Sasun İsyanı ( Temmuz 1897), Sultan Abdülhamit’e Suikast (Yıldız Suikastı) (21 Temmuz 1905), Adana İsyanı (14 Nisan 1909). Olayların birbirine ne kadar yakın tarihlerde cereyan ettiği görülürse, hepsinin bir tertip eseri olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Sadece 1897’ye kadar 40’a yakın ilde tedhiş ve cinayet eylemlerine tanık olunacak, gene de sabır gösterilecektir. Böyle bir hükümetin, bir de üstelik 1. Dünya Savaşı gibi, var olup olmama savaşının verildiği Yasası”dır ve yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı zorunlu olarak çıkarılmıştır. Ermeniler hükümetin aldığı bu kararı “bir soykırım” olarak nitelemekte ve bu ısrarlarını inatla sürdürmektedirler. Oysa olayların bir soyu kırma amacını taşımadığı son derecede açıktır ve aksini kanıtlayacak tek bir belgeye rastlanmamıştır. Esasen benzer iddialar Lozan Konferansı esnasında da dile getirilmiş, olayı 3.5 yıl boyunca inceleyen ve araştıran İngiliz Harp Divanı, Malta’da tutuklu bulunan tüm zanlıları serbest bırakmıştır. Avrupa Adalet Divanı, 29 Ekim 2004 tarihinde aldığı bir kararla Marsilya’daki bir Ermeni derneğinin açtığı davayı reddetmiş, Ermenilerin ortaya attıkları “soykırım” iddialarının hiçbir “hukuki” dayanağı olmadığını, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 yılında aldığı ve “…Türkiye soykırımı tanımadığı takdirde Avrupa Birliği’ne giremez” yolundaki kararın da siyasi bir karar olduğunu, hukuki bir temele dayanmadığını, bir fiilin soykırım olup olmadığının hukuki bir konu olduğunu ve ancak buna bir mahkemenin karar verebileceğini, oysa Avrupa Parlamentosu’nun bir yargı organı olmadığını ifadeyle davanın reddine karar vermiştir. Bu sonuç da Ermenilerin hâlâ ne boş hayaller peşinde koştuklarını göstermektedir. BİTTİ C MY B C MY B bir ortamda, benzer tedhiş hareketleri ne maruz kalınca, Ermenileri savaş alanının dışına toplaması veya sürmesi kadar doğal ne olabilir? Hangi devlet benzer durumda aynı kararı almazdı, sormak gerekir. İşte 1. Dünya Savaşı günlerine bu koşullarla gelinir. Osmanlı devleti savaşa girince, Ermeniler bekledikleri fırsatın doğmuş olduğu inancıyla toplu olarak harekete geçerler ve Kafkas Ordusu’nun geri hatlarını vururlar. Rus ordularıyla işbirliğine giderler ve Van içerden vurularak 15 Nisan 1915’te Rus ordularına teslim edilir, büyük bir Müslüman kıyımı yaşanır. Bunun üzerine 24 Nisan 1915’te hükümet, Ermeni ileri gelenleri olarak 2345 kişiyi tutuklar. Bu olayı Ermeniler sanki bir kıyımın yıldönümüymüş gibi, her yıl 24 Nisan’da protesto eylemlerine dönüştürürler. Oysa o gün kimsenin burnu bile kanamamıştır. Olayların yatışmayıp, üstelik daha da artması üzerine hükümet, 27 Mayıs 1915 günü, zorunlu olarak, bazı Ermenileri “zorunlu göçe” tabi tutar. Çıkan yasanın adı “Sevk ve İskân
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle